Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Mart 2012 Cuma

Eğitim, Tütün, ve 19 Mayıs Hukuk Fakültesi


(Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, sayı 1306, 30 Mart 2012 / Gündem)

Bugün köşemi eğitim görüşlerine ve duyurulara bırakıyorum.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı TEPAV hesapladı, haberi özetleyerek veriyorum: 
İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda yapılması teklif edilen değişikliğin maliyeti bu yıl için 20,7 milyar TL, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012 Merkezi Yönetim Bütçesi’nde sahip olduğu 38 milyar TL’lik payın, yaklaşık olarak yüzde 54’ü.”
Bengisu Özenç ile Selin Arslanhan Memiş’in “Yeni Milli Eğitim Kanun Tasarısı Bütçesi: Nicelik mi, Nitelik mi?” başlıklı çalışmasında iki senaryo ele alınmış: İlkinde, “varolan öğrenci yoğunlukları korunarak, yeni yaş grupları ve yükselen okullaşma oranları nedeniyle ortaya çıkacak derslik ihtiyacı, ilköğretim ve lise seviyesi birlikte hesaplandığında, 18,6 milyar TL’yle karşılanabiliyor.”
Ayrıca, mevcut öğretmen başına öğrenci sayıları kullanılarak, 110 bin 800 öğretmene ihtiyaç olacağı hesaplanmış, bu ihtiyaç atanmamış öğretmenler ile karşılanırsa, ek öğretmen yetiştirme maliyeti doğmayacak, fakat maaşları nedeniyle öğretmen maliyeti 2012-2013 öğretim yılı için 2,1 milyar TL olacak. Öğretmen ve yatırım ihtiyacını karşılamaya yönelik toplam bütçe 20,7 milyar TL’yi buluyor.
Peki kalite ne olacak: Hız kazanan okullaşma oranlarının arttırılmasına ve eğitimin içeriğine yönelik reformlara rağmen, kaliteye ilişkin beklenen etki yaratılamadı. Eğitimde kalitenin iyileştirilmesine yönelik ikinci senaryoda, derslik başına düşen öğrenci sayısı düşürülerek, öğrenci yoğunlukları OECD ortalamalarına yakınlaştırılıyor. Bu senaryoya göre 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi içerisinde 24 kişilik sınıflarda eğitim verilmesinin toplam maliyeti  (öğretmen ve yatırım) 36,6 milyar TL. Bu miktar, MEB 2012 bütçesinin neredeyse tamamına (Yüzde 96) denk gelmektedir.”
***
Ankara Barosu, İstanbul Barosu ve pek çok sivil toplum örgütü ellerinizi çocuklarımızın üzerinden çekin çağrısı yaptı..  Şu noktaları vurguladı:
*Eğitim, geleceğimizdir; ulusal bir konudur; asla siyasi ve ideolojik kavgalara, hırslara ve iktidar oyunlarına  feda edilemez.
*Siyasi iktidarın alelacele kanunlaştırmak için dayattığı 4+4+4 sistemi,  eğitimi ulusal ve bilimsel bir konu olmaktan çıkarmakta, siyasi bir projeye dönüştürmektedir.
* 12 milyon evladımızı ve ailelerini, yarım milyondan fazla öğretmeni, bütün bir ulusun geleceğini ilgilendiren böylesine bir “dönüşüm”, geçici oy çoğunluğuna dayanılarak yapılamaz. İktidar olmak, keyfi biçimde her istediğini yapabilmek değildir.
* Çocuklarımız, 9-10 yaşında meslek seçmeye zorlanmakta, körpe yavrularımız siyasi bir şekillendirmenin tezgahına sokulmaktadır.
* Özellikle kız çocuklarının okumalarını engelleyecek, çocuk gelinler, çocuk işçiler ve mutsuz nesiller yaratacak böyle bir sistemin uygulanmasının telafisi yoktur. Herkes kendi kendine sormalı: Bu acele ve ısrar neden?

TÜTÜN KONTROLÜ “OSCAR ÖDÜLÜ”
15. Dünya Tütün veya Sağlık Kongresi 20-24 Mart 2012 tarihlerinde Singapur’da 124 ülkeden 2600 uzmanın katılımı ile gerçekleşti. New York Belediye Başkanı  Michael Bloomberg tarafından kurulan Bloomberg Vakfı ödülü, Türkiye’deki tütün kullanımının azaltılması konusunda yapmış olduğu etkin çalışmaları nedeniyle Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesine  sunuldu. Ödülü Türk Toraks Derneği adına SSUK Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı, Michael Bloomberg’den aldı. Dağlı “Böyle bir ödül, bizim yaralarımızı iyileştirecek en iyi ilaçdır. Türkiye'nin Tütün Kontrolu Neferleri adına teşekkür ediyorum." dedi.

19 MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİ
büyük sıkıntılarına dikkati çekiyor:
* Geçen yıl öğretime açılan fakülte Samsun ili Çarşamba ilçesindedir. Merkez kampüsten oldukça uzakta olup ilçenin sosyal yapısı Hukuk Fakültesini kaldıracak durumda değil.
* Merkez kampüsten tamamen bağımsız, birçok faaliyetten habersiz, hukuk camiasıyla iletişimsiz adeta bir kapalı kutu gibi eğitim görmekteyiz.
* Şehrin sosyal yapısından dolayı birçok sıkıntılar yaşıyoruz. Kız arkadaşlarımız dışarı çıkamamakta daha da ötesi bir çok sözlü saldırıya maruz kalmakta.
* Merkez kampüste yüksek okul inşaatı yapılırken bizleri ilçeye taşıdılar. Üç gün boyunca suların akmadığı, elektrikler gittiği için dersimizin yarıda kaldığı bir ilçeden bahsediyoruz. Bu yer bizleri moral açısından mahvediyor. Dersler de motivasyon eksikliği had safhada; kimi arkadaşlarımız okula gelmiyor kimi tekrar sınava girmek için okulu bıraktı.
* Kısıtlı sayıdaki öğretim üyeleri buraya gelmek istemiyor. Moralleri olmayan mutsuz bir öğrenci kitlesi ile karşı karşıyalar. Derslerimiz çok düzensiz. Örneğin bir ceza dersini bir dönemde 3 kez her seferinde sabahtan akşama kadar görerek işliyoruz.
* Bizleri birilerin siyasi menfaatlerine kurban etmeye müsaade etmeyin. Ve okulumuzun tekrar merkez kampüse taşınması konusunda yardımlarınızı bekliyoruz.
***
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileklerimizle..

29 Mart 2012 Perşembe

Çağdaş Faşizm.. Giyotinizm... Siviller hazırlanın.. Bavulcu ve..


1)     ÇAĞDAŞ FAŞİZM: CHP’nin Tandoğan ve sendikaların Ankara mitinglerine karşı, ülke çapında ilan edilmemiş sıkıyönetim uygulayan bir rejimin adı, en sıradanından diktatörlüktür. Buna “çağdaş faşizm” de diyebilirsiniz.. Eh yani, günümüzde, Avrupanın merkezinde hele, Hitler- Mussolini faşizmi uygulayacak halleri de yok ya! İktidarın bugünkü anlayış ve tüm uygulamalarının ana politikası, zamanı 70 yıl geriye kaydırırsak, tamamen faşizme denk gelir..
Bizim düşünce belkemiği eksik “entelektüel” tayfa, Atatürk’e benzeri sıfatlarla saldırıyorlar ya, bugünü geriye götürebilseler ne görürler, diye merak ettim… O günü bugünkü değerlerle yargılamak gibi “dahice”, “yüksek” beceri gösterenlerin, bu geriye kaydırma konusunda epey “aptal” kalacaklarını varsayıyorum!

BU BİR DİN PAKETİDİR
2)     EKSENDE DİNCİLİK VAR: Bu nettir. Bu “içerik”, M. Türköne isimli iktidarın “entelektüel yazarı” tarafından açıklanmıştır: Bu “reform”un amacı “din eğitimidir, kaliteyle ilgisi yoktur..” AKP milletvekillerinden biri de, eğitim yasa önerisinin özünü, en düz kavrayışı ile açıkladı: “Ateist gençten kimseye fayda gelmez!”
Başbakanın “pedagojik-bilimsel” laflarının açılımı “din terbiyesi ve teolojisi”dir. Bu iktidarın “ne mal” olduğunun en önemli kıstası, eğitime vermek istedikleri biçim ve özdür. Bu paket, büyük islamileştirme projesinin en önemli ayağıdır. Eğitim İslamileştirme demek istemeyenler “en kötü, en geri muhafazakar değerler verilmek isteniyor” da diyebilirler.. Artık önlerinde hiç bir engelin kalmadığının ilanıdır bu.  Kendilerine giydirmeye özen gösterdikleri “muhafazakar demokrat” pelerini üzerlerinde sakil duruyordu.. Şimdi bu pelerini çıkarıp atıyorlar!

REF RAPORU
3)   Bu eğitim sistemi ile, Türkiye’nin gelecek nesiller kültürel görünüşü, bugünleri bile aratacak nitelikte olabilir.. Bugün yaşadığımız toplumsal-kültürel bozuklukların-çirkefliklerin giderek arttığı bir toplumsal dokuyu yaşamaya başlayacağız. “177 ülkede çocuklar okula 6 ya da 7 yaşında başlarken” (REF Raporu), Türkiye’de eğitimin 5-6 yaş aralığına çekilmesinin tek izahı, daha ezberci- daha köle- daha büyük güdülecek kalabalıklar yetiştirmek olabilir ancak.
Anaokuluna ya da anasınıfına gitmeden ilköğretime başlayacak olan çocuklar, yeterli bilişsel, duygusal, sosyal ve fiziksel gelişimi sağlayamadan ilköğretimde sunulan becerileri edinememe riskiyle” karşı karşıya. Zaten 40-50 kişilik sınıflara, beklenenden 800 bin daha fazla çocuk doluşacak.
REF raporu, seçmeli din dersleri üzerine dünkü raporunda ne diyor: “Çocukların gelişimini önceliklendiren bir denge, okulda temel eğitim almaları ve müfredat dışı saatlerde, aileleri ve kendi talepleri doğrultusunda, yani isteğe bağlı din eğitimi almalarıyla sağlanabilir.” İsteğe bağlı sunulmazsa, “çocukları okul, aile veya akran baskısına maruz bırakabilir ve çocuklar arasında ayrımcılığa yol açabilir”.
Zaten iktidar aileler ve çocuklar üzerinde bu mahalle baskısını kullanmak istiyor!

SİVİL ŞEHİTLERE HAZIRLIK
4)   Ey siviller! Ölmeye hazırlanın: Başbakan müjde verdi ya: Görevde yolda ölenler de, sivili halktan teröre kurban gidenler de, “şehit” sayılacak ve ailelerine maaş bağlanacak.. Bunun siyasi anlamı şu: Türkiye daha derin ve büyük çatışmalı, kanlı bir döneme doğru gidiyor. Bu yolda “niyazi olanlar” artık “şehit” olarak nitelendirilecek. İktidar, hazırladığı yeni döneme halkı “şehitlik-gazilik- maaş” vererek hazırlıyor.

BAVULCU’NUN İLİŞKİSİ VAR MI?
5)   Kozmik köşeler “Balyoz Darbesi” iddialarının tamamen çökmesi üzerine, bavullarındaki uyduruk belgelerin “sahi” olduklarına inandırmak için cambazlık yapmaya girişti. Ilıcak gibiler de dolmuşa binmiş durumda; önemli ölçüde yalanlanan, internete düşürülmüş montaj ses kayıtlarını, yayına koyuyor.
Yahu bir insanın eline veya kucağına bir bavul tutuşturulabilir, bak darbe planları, diyerek. Diyelim ki “gazeteci”dir, “kandırılabilir”. Fakat bunların sahteliği ortaya çıkınca, eğer oturup “hayır bakın ne kadar doğru” diye çırpınıp duruyorsa, orada başka bir dümen devreye giriyor demektir.
Burada akla gelen soru şudur:
Bavulcunun, bavulun içeriğine, bunu açıklamadan önce, bir katkısı var mıydı? Çünkü “uzmanlık” sıfatının derin anlamı vardır. Sadece “konuyu bilen” değil, bir de “konuyu oluşturan yaratıcı ekip” içinde olmayı da içerebilir...
Bir de: İlker Başbuğ’un “ifade reddi”ndeki tutumu, Silivri mahkemeleri sürecinde yeni bir seyir başlatmıştır. Kimse, durup dururken, başını giyotinin altına gönüllü olarak sokmaya zorlanamaz. Çünkü süreç, bir “ihtilal mahkemesi”nin kafaları giyotinle kesmesine benzemeye başladı!
--29 Mart 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Mart 2012 Salı

Hakikat Arayışı... Komplo Komplo’dur.. Hey gazetecilerim!


Yazımı, aşağıda ilk yıldız ayrımına kadar uzanan bölümle bitirmiştim, şeytan dürttü, "orayı yazı başına al” dedi. Ona uyuyorum:
Ahmet Şık, Nedim Şener ve Odatv’de sahte belgeler ve uyduruk suçlamalarla tutuklanıp içeri atılan gazeteci arkadaşlarımızla, Balbay ve Özkan’la ve Ulusal Kanal ve Aydınlık çalışanlarıyla aylardır büyük bir gazeteci dayanışması yapıldı. Sonra bunlara KCK davasından tutuklanan gazetecilerle devam edildi.
Geçen gün Balyozdan içerde olan subaylardan birinin eşi veya kızı, “gazeteciler özgürce arkadaşlarıyla dayanışma yapıyor, ama içerideki subaylarla dışarıdaki subaylar dayanışma yapamıyor..”
Bu çaresiz haykırışı tenimde hissettim! Çok doğru! Balyoz tezgahının arkasında olanların bir tv’si, komutanlar arkadaşlarını hapishanede ziyaret ettiler diye kıyameti koparmıştı, günlerce! Yok devletin arabalarıyla gittiler, yok suç işlediler.. Sonuçta bir savcıya soruşturma bile açtırdılar... Ama soruşturmaya yer olmadığı kararını, herhalde es geçmişlerdir!
Diyorum ki, Nedim ve Ahmet’in ve diğer meslektaşlarımızın uğradığı düzmecelikler, fazlasıyla bu davalarda var.
Ordu ve askeri sevmeyebilirsiniz. Sevmeyin! Asker vesayetine karşı olan insanlardan biriyim. En az sizler kadar! Askerin büyük eziyetlerini çekmiş biriyim..
Ama biz hakikat arayışındayız!
Ordu ve askerle değil, Adalet ile birlikteyiz.. Adil hukukla, yargılama ile birlikteyiz!!
Silivri, Hasdal... ise bir kan gölü! Kan, mutlaka dışarı akmaz, buralarda insanın içine akıyor, insanı durmadan zehirliyor; adaleti, yargıyı, hukuku boğuyor..
Oralarda bu kanama durmazsa, hepimiz içinde boğulacağız..
Hey, duyuyor musunuz!
***
Haksızlıklar sürerken, doğrusu acaba Suriye’de, Kore’de ne oluyor, 4+4 ne durumda, bunlar hakkında yazmak içimden gelmiyor.. Veya iktidarın bir buçuk yıldır sürdürdüğü Kürt politikasının bugün önümüze resmi belge olarak konması üzerine de.. Tabii ki yazacağız. İşimiz bu, bilgilendireceğiz, değerlendireceğiz..
Yorum farkı olacak! Ama doğru bilgilere dayalı yorum.. Bilgi yanlışsa, düzeltmek tabii ki bu köşenin borcu.
Mustafa Sönmez bir keresinde, konuyu yürekten vuran bir söz etti: Doğru bilgi, rakam, istatistik bizim namusumuzdur.
Veriler olmasa, üzerine düşünce inşa edemezsiniz.
Gazeteci şüphesiz ki gerçeği arayan kişidir aynı zamanda.. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’de bilim ve teknoloji gazeteciliği derslerine girdiğimde, öğrenci arkadaşlarıma, bilim insanı ile gazeteci arasındaki ortak yönleri anlatmaya özen gösterdim. Hele bir konunun doğruluğunu araştırmak söz konusu ise.. Bazen dedektif gibi iz sürmeniz, size yutturulmaya çalışılan “görüntü” ile esas gerçeği karşılaştırabilmeniz şart...
***
Bunun en iyi uygulamalarından birini hayranlıkla izliyorum: http://cdogangercekler.wordpress.com/ , gerçekten yalın, her veriyi titizlikle inceleyen bir “Balyoz Davası” gazetesi.. Veya siz internet sitesi deyin!
Başında Dani Rodrik var ve Pınar Doğan Rodrik!
Balyoz’un bir nolu sanığı Çetin Doğan’ın damadı ve kızı!
Biraz önce Spiegel dergisinin twitter’ından gelen haber anonslarından birinde, Rodrik için “dünyanın tepe ekonomistlerinden..” terimini kullandığını görünce gülümsedim!
Dani Rodrik, evet öyledir. Türkiyelidir, Türkçe bilir.
Bir yandan küresel ekonominin sorunlarıyla uğraşırken, öte yandan da kendisini “Balyoz Bulmacası”nın içinde buldu:
Yahu nedir bu, baba tutuklandı, kızı yanımda gözleri iki çeşme, ana İstanbul’da kahrolmuş, kayınpeder darbe mi yapacaktı..
diye Pınar’la birlikte olayın içine daldılar, karşılarında tam bir polisiye olay duruyordu.. 
Tel tel, bir bir, herşeyi çözmeye başladılar!
Onların bu bulmaca ile uğraşırken aynı zamanda çok eğlendiklerini kestirebiliyorum! Bilim insanının, teorisini doğrulayacak verilerle, olgularla karşılaştığı an duyduğu hazzı tadıyorlardır.
Dani Rodrik geçen gün twitter’daki mesajlarından birinde, bir izleyicisine şu yanıtı veriyordu:
Ben zaten araştırmacıyım, bilim insanıyım, mesleğim problem çözmek!
İşte bu kadar! Rodrik, bize gazetecilik dersi veriyor, hey arkadaşlar!
Şapka çıkartalım buna..
Burada şapka çıkartmayı mecazi anlamda kullandım, demek istediğim şudur: 
Yukarıdaki internet sitesine/ gazetesine gidelim, bir bir inceleyelim.. Bu adamlar bu işi nasıl başardı bakalım...
Bunu yapmazsak, kendimize karşı ahlaki olmayız..
Rodrik’ler, özellikle herkesin anlayabileceği ve çok kolay kullanabileceği bir sunuşu da başarmış. Karmaşıklık yok, basitlik var. Ve güzellik var.. “Kullanıcı dostu” ara yüzeylerle dolu konu.
“Kullanıcı dostu” bir amerikan jargonu sanırım. Sıradan insanın satın aldığı bir malı (örneğin bilgisayarı) mümkün olan en kolay bir biçimde kullanabilmesi için gerekli olanların yapılmasını anlatır!
Diyorum ki, bu site gazetecilik ödülünü hakketti!
Duyuyor musunuz!
--27 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Mart 2012 Pazartesi

Erdoğan Balyoz’un Neresinde? Cemaatle Çatışma..


İktidar, bir süredir, cemaatin ağırlığını koyduğu davaların, haksızlıklarla hukuksuzluklarla sürdürülmesinden rahatsız. Gülen-Erdoğan arasındaki derin kapışma su yüzüne çıkınca, bu rahatızlık da iyice dışa vurdu.
İktidar baktı ki cemaatçi emniyet-hukuk yapısı kendisine yöneldi.. olayın büyüklüğünün farkına vardı.
Özel yetkili mahkemelerin yasası ele alınıyor. Bu yasada bazı değişikliklerle cemaatçi yapı denetim altına alınmak isteniyor. Ama bu cemaatçi hukuki yapının, yargının en üst kuruluna kadar uzanan hiyerarşik ayakları olduğunu unutmayalıl.
Örneğin Ali Bayramoğlu, iktidara yakın Yeni Şafak yazarı, net olarak yazıyor.
Ergenekon, Balyoz, KCK gibi soruşturmalarda büyük işler yapan ‘bir dizi iyi adam’ın nasıl olup da ‘kötü adam haline geldiğini’ açıklayamayanlar… ‘meşru ve gayri meşru ayrımı’nı önemsemeyenler” diyerek cemaati köşeye sıkıştırıyor.
Balyoz, Kafes gibi kimi davalarda yine aynı ‘otonom yapı’nın (özerk cemaat yapısı) sorumluluğunda olan şüpheli deliller, demokratikleşme sürecine gölge düşürmeye başladı… Bu süreçleri kendi güçlerini ve ait oldukları çevrenin gücünü pekiştirmek için bir araç haline getirdiler.
Devam edelim: “En nihayet bunlar etrafında bir kamuoyu inşa edilmeye çalışıldı. ‘Emniyet-adliye-basın üçgeni’ndeki ‘istihbarat oyunları’ bir hegemonyaya dönüştü ve Türkiye'yi adım adım, üstelik ve yeni dönem adı altında esir almaya başladı.”
Gülen- Erdoğan kapışmasında, Cemaate karşı mesafe koyan yazarlar arasında da benzer düşünceler dile geliyor.
***
Kapışma derinleşerek sürüyor!
Örneğin Yeni Şafak yazarı, din alimi diye tanınan Hayrettin Karamanİktidar robot olmadığını ortaya koyunca göstermelik dostluklar bozuluyor, nezaketler bir yana bırakılıyor, hakaretler, hatta komplolar başlıyor,” diye yazıyor ve onlara başka partileri destekleyebileceklerini söylüyor!
Bir siyasetçi dostum, şimdi politikada akil adam durumunda, kapışmanın bir medyan savaşı olarak sürdüğünü belirterek, iki şeye dikkat çekti:
Birincisi, dershanelerin ortadan kaldırılacağını bizzat Başbakan açıkladı.. Dershaneler ağırlıklı olarak kimlerin elinde? Tabii ki cemaatin, yüzde 70 mi? Cemaat dershaneler yoluyla budanıyor..
İkincisi, yeni çıkan bir kitapta, cemaatin nasıl sahtecilik merkezi kurduğu açıklanıyor, dostum bu kitabın da acele yazdırılarak piyasaya çıkartıldığı düşüncesinde..
***
Balyoz davasına gelince..
Erdoğan, bugün tamamen yalan senaryolar üzerine inşa edildiği ortaya çıkan Balyoz davasının neresinde?
Tam bilmiyoruz.. Ama, bu davanın bugünlere gelmesinde, Erdoğan–Gülen ortaklığı başrolü oynuyor. Fakat bugün aralarındaki ayrışma, aynı zamanda Balyoz’da da ayrışmayı gündeme getirdi.
Cemaatçiler, Erdoğan’ı, “Ergenekoncularla işbirliği” yapmakla, onları serbest bırakmaya çalışmakla suçluyorlar!
Yani, konumuz Balyoz olduğu için söyleyelim.. Cemaat, sahte belgelerle Türkiyenin defterini dürmeye çalışan bir yapıda ve anlayışta..
Peki Erdoğan? Balyozun altında kalacak olan esas olarak iktidardır.. Belgelerin artık sahteliğini biliyor ve görüyorlar..
Bu yükün altından nasıl çıkmayı düşünüyor ve planlıyorlar, doğrusu bilmiyorum.
***
Balyoz üzerindeki yazılarımın amacı, adalet ve hukuk duygusudur.. Tıpkı gazeteci arkadaşlarımız için olduğu gibi! Adalet isteği, hukuk isteğidir..
Balyoz davası ile Odatv- Şener- Şık.. davaları arasında komplo konusunda bir fark yoktur. Balyoz davası büyük bir tezgah-senaryo olduğu için üzerinde çok çalıştılar. Çünkü hedef Ordu idi.. Ama ne kadar büyük plan ve senaryo, o kadar büyük aptallıklar, sırıtan sahtekarlıklar.. Hele senaryo dijital olarak hazırlandığı için, sahteciliğin izinin kalmaması mümkün değil..
Bu kadar büyük mükemmel bir cinayeti tezgahlayabilecek hiç bir güç yoktur..
***
Not: Nazlı Ilıcak, Balyoz CD’lerinin sahte olabileceğini söylüyor. Ama normal Plan Semineri’ndeki bazı konuşmalara gönderme yapıyor.. Şu darbe senaryosu CD’leri ve içindekileri yoksayalım.. Plan Semineri’ndeki konuşmalardan hangi babayiğit bir darbe senaryosu çıkartabilir? Adamlar ayrıca oradaki konuşmaları kayıt etmişler ve saklamışlar.. İddianame, plan semineri üzerine mi kurulu, yoksa sahte CD’ler üzerine mi?  Nazlı Ilıcak düşten uyansın, kendini kullandırmasın artık.
--26 Mart 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Mart 2012 Pazar

Balyoz: Ortalık Karıştı!


Eh yani, artık Nazlı Ilıcak da “o zaman TÜBİTAK yanlış rapor verdi” deme noktasına vardıysa, şu sahte Balyoz darbesinden tutuklu subayların üzerindeki demir parmakların açılma zamanı geldi! Hepsi özgürlüğüne, görevlerine ve ailelerine koşmalı!
O Nazlı Ilıcak ki, onca sahtekarlığın ortaya çıkmasına rağmen satır satır iddianameyi savunmaya devam etmişti.. Burnu, kokuyu aldı! Tren ray değiştiriyor. Ilıcak’a: Gerçekleri savunma zamanı, bunu başarabilecek insanlardan birisin!
Ezgi Başaran: “İsim vermiim; 1 yıl kadar önce Balyoz davasını savunan birkaç gazeteci büyüğüm, o iddianame çökükmüş diyor şimdi bana, ama yazmıyorlar..
Hadi Hasan Cemal, gerçeklere bir el at artık!
***
Merkez medya gözlerini kapıyor.. Yahu hepiniz, Fatih Camii bombalanacaktı, binlerce insan tutuklanacaktı, cinayetler işlenecekti diye başlıklar atmadınız mı? Attınız. Her gün sözde “darbe planı”nın bir maddesini flaş haber vermediniz mi, verdiniz.. Bütün bunları gerçekmiş gibi sundunuz mu, sundunuz..
Millet buna inandı mı? İnandı..
Derken tutuklamalar başladı mı? Evet.. 360 subay sanık yapıldı, 250’si içeride tutuklu, Generaline, Amiraline kadar her rütbeden..
Darbe planı gerçek olsaydı derdik ki: Ne yapalım başaramadın.. Her şeyin bir riski var!
Ama o “Melun hakikat” boy gösterdi Güneş’in ışığında! Ulan ki ulan, ortaya çıktı ki, ortada darbe planı falan yok. Askerlerin her zaman yaptıkları “plan semineri” üzerine, bütün bu tutuklamaları gerçekleştirmek için yazılmış sahte darbe senaryosu var.
TÜBİTAK’a rapor verdirilmiş: Evet bu CD(ler), bir oturumda, 5 Mart 2003’de, saat 23:50:42’de kaydedildi. Çünkü senaryo, 2003’de darbe hazırlığı yapıldığını öngörüyor!
CD sahte, hepsi sahte, ileri sürülenler sahte! CD’ler 2003’te değil, en erken 2006’da hazırlanmış..
Çünkü, 2003’de hazırlandığı söylenen darbe planlarında öyle kayıtlar-kuyutlar var ki, 2003’teki gerçeklerle örtüşmüyor. Örneğin CD’lerdeki bir yazı karakteri (Calibri), dünyada ilk 2007’de kullanılmaya başlandı! Bir darbe krokisinin çizildiği program da, 2003’te yoktu!
Eh yani, en erken 2007’de, sahte delil üretme şebekesi, oturmuş, 2003’yılına ilişkin bir darbe senaryosu yazmış.. Herşeyi ellerine yüzlerine bulaştırarak üstelik!
Böyle 1500’den fazla, 2003 yılındaki maddi gerçeklerle zerre kadar örtüşmeyen olgu saptamış durumda avukatlar, uzman incelemeleri..
Mesela sokaklar var, ama isimleri 2004’den sonra Belediye kararlarıyla konmuş! Yani 2003’te yoktular!
Askeri gemiler var, İstanbul’da değiller, mesela Ege’de görevdeler..
Darbe yapacak subaylar o dönemde tamamen başka görevdeler, kimisi yurtdışında..
Sahte iddianın bini bir para!
***
İddianame diyor ki: Balyoz darbesini orgeneraller Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman önledi! Ama sadece iddia!
Avukatlar da diyor ki: Öyleyse Özkök ve Yalman’ı çağırın mahkemeye, bunun doğru olup olmadığını soralım.
Savcı diyor ki: Gerek yok, yeteri kadar delil var..
Mahkeme de karar veriyor: “davanın gelmiş olduğu safhada yeni tanıkların dinlenmesinin yargılamaya hiçbir katkı sağlamayacağı, dosya içerisinde yeterli bilirkiși raporunun bulunduğu, yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek olmadığı”..
En önemli iddialar için tanık dinlenmesini ve sahteliği ortaya çıkartan analiz raporlarının dikkate alınmasını istemiyorlar.
Neden? Akla şu geliyor: İddiaları çürüten ifadeler ve raporlar dava dosyasına girerse… yandı gülüm keten helva! Belgeler girmemeli ki, savcı esas hakkındaki son mütaalasını, çürüklüğü/sahteliği kanıtlanmış eski iddiaları üzerine kursun ve evet bunlar darbeci, desin.. Mahkeme de, dosya içeriği üzerine karar versin..
Yo hayır, mahkemenin böyle bir niyetine zerre kadar olasılık tanımıyorum! Olamaz! Onlar davanın sürdürülemez olduğunu şimdiden gördüler, beraat kararı verecekleri için davanın uzamasını istemiyorlardır!
Tabii ki bunların hepsi varsayım. Ben gerçeğin nerede olduğunu sanırım biliyorum!
***
Balyoz bavulcuları, CD kayıtlarının 2003’de yapılmadığı olgusu karşısında, “2007’lerde güncellendi” palavrasına sığınıyor.
Böylece davayı aslında çökertiyorlar! Çünkü, temel iddia şu: Darbe planını içeren CD 5 Mart 2003’de, saat 23:50:42’de hazırlandı, ekleme çıkarma yapılmadı ve Çetin Doğan’a sunuldu. Darbede görev alacak bütün subay listeleri vb de 2003 ve öncesini belirliyor.
Bavulcuları bunu savunarak “aptallık” ediyor (*). Ama neyi savunsalar ellerinde kalmış durumda. İki ucu şeyli değnek.
Yapacakları tek şey: Alet olduk, bizi kandırdılar diye basbar bağırmak..
--
(*) http://cdogangercekler.wordpress.com/2012/03/24/guncelleme-iddiasi-for-dummies/
--25 Mart 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

23 Mart 2012 Cuma

TÜBA’ya Atama Hazırlığı, Üniversitelerde despotizm, Suçlu kim?

Hükümetin Türkiye Bilimler Akademisi’ne, YÖK ve TÜBİTAK gibi elinin tamamen altındaki kurumlar aracılığıya doğrudan üye atama yetkisi, yakında kullanılmaya başlanacak. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, hem TÜBA Başkanı Yücel Kanpolat’la yaptığı görüşmeler hem de yurtdışındaki bilim akademilerinden gelen protesto ve baskılar karşısında, bir adım geri çekilme işareti vermiş gibiydi.. Akademi şu uzlaşma önerisinde bulunmuştu:
“TÜBİTAK ve YÖK doğrudan atama yapmasınlar, böyle bir uygulama dünyadaki bilimler akademilerinin özerkliğine ve uygulamalarına tamamen aykırıdır, biz bunu kabul edemeyiz; bu kurumlar bize üye adayı önerisinde bulunsunlar, biz kendi ölçütlerimize göre değerlenedirelim, genel kurula sunalım.. Akademi üye kabulde özgür olsun.”
Bakan Ergün, tam evet demedi ama bu önerinin kabul edilebilirliğine ilişkin olumlu bir izlenim verdi. Düşüncem, hayır yapmazlar zamana yayıyorlar, eninde sonunda üye atayacaklar, biçimindeydi.. Çünkü, bu iktidarın 10 yıl içinde aldığı kararı tartışmaya açtığına, uzlaşmaya gittiğine ilişkin ciddi bir örnek yoktu! Nitekim yasa değişikliği konusunda hiç bir adım atmadılar.. Keşke atsaydılar ve yorumum yanlış çıksaydı!
TÜBİTAK harekete geçti mi bilmiyorum, ama YÖK, yeni yasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanmaya başladı. Demek ki hükümetten işareti aldı! YÖK, bazı üniversite ve enstitü rektörlükleriyle vakıf meslek yüksek okulu müdürlüklerine gönderdiği mektupta, 3 Marta kadar, TÜBA’ya üye olabilecek nitelikteki öğretim üyelerinin listesini bildirmelerini istiyordu! Zaman doldu, isimleri topladı, şimdi, şu insanları Akademi’ye üye olarak atıyorum, diyerek, isim listesi gönderme aşamasına geldi..
Akademi’den bu durumda yeni istifaların olacağı bekleniyor, böylece hükümet, milletin kaynaklarını, denetlediği bir akademiye kullandıracak, adamlarını orada “şereflendirecek”... Böyle bir akademinin uluslararası kabul görme şansı da çok azalacak.
Zaten 70’e yakın üye istifa etti ve 53 üye kurulan Bilim Akademisi’nde örgütlendi (www.bilimakademisi.org)..

BAZI ÜNİVERSİTELERDE DESPOTİZM
Temel sorunumuz ve sorumuz, 10 yıldır hiç değişmiyor: İktidarda neden uzlaşma kültürünün kırıntısı bile yok? Bunun yanıtını herkes biliyor, ama söyleyelim yeniden: Herşey üzerinde kesin egemenlik kurma anlayışında olan otoriter bir lidere ve böyle bir iktidarın doğasına, demokrasi için uzlaşma kültürü aramak, aykırıdır.. Bu tür iktidarlar ancak kendilerinden daha büyük bir güç karşısında boyun eğerler veya uzlaşma ararlar..
Söz konusu bilim ve eğitim olduğunda önemli ölçüde itiraz veya en azından tartışma sesleri çıkarması beklenen üniversite yönetimleri, tam tersine görüyoruz ki genellikle, öğretim üyeleri ve öğrenciler üzerinde baskı uygulayan rejimlere dönüşmüş durumdalar. Özellikle bazı üniversitelerin yönetimlerinde, iktidara ygun küçük despotluklar oluştuğunu ve öğrencilerini ezdiğini görmek, derin bir hayal kırıklığı ve üzüntü kaynağıdır.. Ama şaşırtıcı, zerre kadar değildir! Çünkü desteklerini ve kaynaklarını (meşruluklarını!) doğrudan YÖK’ten ve iktidardan alıyorlar!
Nasıl yani, derseniz işte bir küçük örnek:

YÖK’TE VERGİ ZİYANI: BİR KİŞİ YETER!
Marmara Üniveristesi iletişim Fakültesi Dekanı Yusuf Devran’ın, kendisini eleştiren öğrencine yaptığı kıyımı.. gazetecilere saldırgan tutum.. Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Pakdemirli’nin, Arınç’ı eleştiren öğrenciyi üniversiteden atmasını bir kenara bırakın.. Bunların nasıl oralara getirilidği çok daha önemli..
Son örnek Giresun Üniversitesi Rektörlüğüne, rektörlük seçimlerinde sadece bir oy (kendi oyu) alan Murat Teker’in YÖK’ün bir numaralı adayı olarak liste başı yapılması ve Çankaya’ya gönderilmesi sürecine bakın, anlayın! YÖK Genel Kuruludur bu atamayı yapan! Bırrravooooo!
YÖK’ün ne olduğu belli. Orada çok sayıda insanın olmasının zerer kadar önemis yok. Hepsi birbirinin kopyası gibi. Bir YÖK başkanı olması yeter! Neden böyle çok kişili ve maliyeti yüksek bir sistemde israr ediliyor ve vergilerimiz çarçur ediliyor, bunu da anlamıyorum!

AMA SUÇLU OLAN ÜNİVERSİTELİDİR!
Üniversite meydanına rektör seçeme sandığı kuruluyor. İçinden ne çıkarsa çıksın, YÖK’ün ve Çankaya’nın, 1 oy alsa bile kendi adamını atayacağı biline biline, öğretim üyeleri gidip oy kullanıyor ve bu komedinin aslında baş rol oyuncusu olarak, utanılacak bu sisteme alet oluyor! Kusura bakmayın, artık bu ayan beyan ortada!
Seçimleri boykot etmek bile örgütlenmiyor!
Şimdi bir gurup akademisyen, Hayrettin Ökçesiz ve arkadaşları, madem boykot örgütlenemiyor, o halde, bir ilkeler manzumesi saptayalım ve bu çerçevede rektör seçimlerine katılalım diyorlar. Önemli olan rektör seçilmek değil, ilkeleri ön plana çıkarmak ve büyük bir çoğunluğu bilime, onura, üniversiteye, öğrenciye, geleceğe sanip çıkıldığını göstermek!
Bu çerçevede, “direnen üniversite” yazısını iç sayfalarımıza koyuyoruz..
Hadi hayırlısı.. Gelecek Cuma umarım güzel şeyler yazarız.. Bu arada Antalya’da, Hacettepe’de ve Gazi Üniversitemizde, yüz, kol vb gibi organ nakilleri konusunda gösterilen başarılar bizi çok sevindiriyor.. Hepsine teşekkürler..
--Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, Sayı 1305, Gündem, 23 Mart 2012

22 Mart 2012 Perşembe

Rol Modeli İmam Hatipliler Oluyor!


ilk 4'te okuyanların binasında, gerektiğinde imam hatip ortaokulları da olacak..

Tarafsız Bölge”de Fikri Işık’a sorular yöneltiyoruz. Işık, Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Alt Komisyon Başkanı, AKP Kocaeli Milletvekili.
Başbakanımız tasarı iki hafta sonra Meclis’e gönderilsin, dedi” diyen Işık’a nedenini sorduk. Yanıtı, “Başbakanımız toplumda tartışılsın istiyor, bu nedenle hemen Meclis’e sevketmedik, yoksa bir hafta içinde Meclis’e sevkeder ve tasarıyı yasalaştırırdık” oldu. Başbakanı için “bak ne kadar da demokratik” profili çizdi..
Işık, izleyicileri yanıltıyordu. Anlaşıldı ki, kesintili eğitim yasa önerisini Meclise iki hafta sonra sevketme kararı, milletin tartışması için değil, AKP’li Meclis Başkan Yardımcısının Meclis’i yönettiği zamana denk getirmek içinmiş.. Gelecek hafta  Meclis’i yönetme sırası AKP’lide! Eh artık Meclis’te de CHP’lilere ve gazetecilere sille tokat girişecek halleri yok, ama hemen yasalaştırmak için, tasarıyı tartıştırmayan bir yönetimi bile planlıyorlar! Artık ne desem?!
 Ayrıca Başbakanın, aldıkları kararları 10 yıl boyunca bir kez olsun millete sorduğu olmuş mudur? Milletin tartışmasına gelince, uzmanlar tartışıyor, millet tartışıyor; bu tartışmalardaki fikir ve öneriler, tasarının bir maddesinin bile değiştirilmesini sağlayabilir mi?
***
Fikri Işık bir şey daha söyledi: Alt komisyona çok sayıda uzman çağırdık, üniversitelerden görüş istedik, onların önerilerinden çok yararlandık.. Örneğin Koç Üniversitesi’nden tasarıya şu maddeyi koyduk…
Bu da koca bir göz boyamaydı. Üniversite önerilerinden, öze ilişkin, tek bir değişiklik bile yapmamışlardı tasarılarında. Koç’tan aldıklarını söyledikleri ise, zaten kendi tasarılarında var olan bir cümlenin daha net yazılımıyla ilgiliydi! Beğenmiş, o cümleyi almış..
Koç Üniversitesinin önerisinde, örneğin okul öncesi eğitim vardı.. Yüzüne bile bakmadılar! Tıpkı diğer üniversitelerden eğitim uzmanlarının önerilerini, ellerinin tersiyle bir kenara ittikleri gibi..
Milletin bütünüyle işbirliğine, uzlaşma aramaya, ortak akıl oluşturmaya, milletel dayanışmaya bu kadar uzak bir iktidar!
***
Artık kesinleşmiştir: Kesintili 12 yıl tasarısı, tamamen, eğitimi dinsel motifleştirmeye yöneliktir. Başbakan ile İmam Hatip okullarının ortak projesidir. İlk dört yıllık ortak eğitimden sonra, öğrencileri 10 yaşından itibaren imam hatipleştirme kulvarına sokmayı amaçlamaktadır..
Meclis’e sevkedilen yasa önerisi, imam hatiplerin ortaokul binalarının veya yerlerinin, ilk 4 yıllık kademe okullarıyla, öğrencileriyle birlikte olmasının yolunu açıyor.
Bu nokta çok önemli: Çünkü bugüne kadar imam hatip okulları ve 1997 öncesi sahip oldukları ortaokul bölümleri, diğer normal okullardan ayrı yerlerdeydi! Şimdi yasa önerisi “bir arada olabilirler” diyor.
Böylece, 6-10 yaş öğrencilerimizin önlerinde, 10 -13 yaş imam hatipli ağabeyleri rol modeli olarak konmaktadır.. Bu minikler için o yaşta örnek alacakları kimseler önem taşır. Ana babaların arzularına ve haklarına bir tecavüzdür bu. Çocuklarını, istemedikleri bir rol modeli oyuncularıyla yılın 8-9 ayı birlikte olmasına karşı çıkma hakları, fiilen ortadan kaldırılıyor..
Eğitim-öğrenimin giderek dinsel eksene kaydırılmasıyla, Türkiye, kafa ve düşünce olarak Ortadoğu İslam ülkelerine doğru yol alacaktır.. Böylece bu ülkelere rol modeli olmamız daha kolaylaşacaktır. Diyecekler ki: Aaaa tabii ki evet, Türkiye ile farkımız yokmuş...
4+4 kesintili eğitim modeli ve sonrasının halkın büyük çoğunluğu için getireceği sadece daha çok eşitsizlik olacak. Fırsat eşitliğinin sağlanması için, yasa önerisinde hiç bir yenilik yoktur. Tersine, halk çocuklarının yukarılara yükselmesinin önünü kesen, bir kast sistemi yaratılma tehlikesi çok yüksektir..
Zaten iktidarbaşının istediği de budur. AKP, kendisini seçecek kitleleri klonlayacaktır bu yasayla..
AKP’den sonra ilk değiştirilecek yasadır bu!..
***
Nevruz Anadolu’nun kadim bayramıdır. Tabii ki bizim bayramımızdır aynı zamanda. Barış içinde kutlanması gerekirken... kanlı bir savaşa dönüştü.. Burada iktidarın sorumluluğu büyük. Meseleye salt Kürt meselesi açısından bakmamak gerekir. Türkün ve Kürdün arasını açacak, birbirine düşürecek fırsatların yaratılmaması gerektiğini düşünürüm. Yazık ki yazık bu ülkeye, bu millete...
--22 Mart 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet