Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Aralık 2014 Salı

RTE: Sözlerinin Şifreleri-3


Cumhurbaşkanı’nın ciddi bir “5 Ocak” takıntısı oluştu. Ortalık karışınca, dün hükümeti 5 Ocak’ta değil ama 19 Ocak’ta kaçak saraya çağırdı. Aman aman, ne konuşma ama!
Başbakan, biliyorsunuz, Binali Yıldırım’ın, RTE “5 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’na başkanlık edecek ve bunu iki aylık periyodlarla gerçekleştirecek” sözlerini yalanlamış ve hükümet yasal/anayasal olarak icra sorumluluğuna sahiptir, Cumhurbaşkanının bakanlar kuruluna başkanlık etmesi istisnai bir durumdur, demişti.
 Davutoğlu’nun “5 ocak”a reddiyesi üzerine, RTE ile Davutoğlu arasında şöyle bir konuşma geçmiş olmalı:
RTE: Tamam 5 ocak olmasın gel şunu 12 ocak yapalım
Davutoğlu: 12 Ocak da erken, Şubata erteleyelim.
RTE: Hayır en geç 19 Ocak olur..
19 Ocak, anlaşılan RTE’nin “5 Ocak” kararına en yakın tarih. Davutoğlu’na başka neler söylemiş olabilir? Gel de merak etme, ama Cemaatin gizli kulağının ortalıktan temizlenmesine hayıflanmak gerekmiyor; biraz hayal etmek o kadar zor değil..
***
RTE’nin açıklamasında 2 nokta üzerinde duracağım. Önce şifreleri çözelim sonra bir yanlışı da yıkalım..
İlki “Kimse Cumhurbaşkanı üzerine vesayet kurmaya kalkmasın”.. Bu sözleri, hükümete başkanlık edeceğini açıkladığı kısa konuşması içine sıkıştırdı. Kimi kastetti? Şüphesiz, Cumhurbaşkanı’nın neyi nasıl ne zaman ve ne yapacağı üzerine söz söyleme cesaretinde bulunanlara. Bir an durdum ve acaba bana mı söyleniyor diye düşünmeye çalıştım! Üç gündür şifre çözen yazılarıma yanıt olarak! (şaka tabii!).
Kim bu “cesur”lar? Sayayım: Davutoğlu, Cemil Çiçek, Bülent Arınç. Davutoğlu, Bakanlar Kurulu’nun anasayal yetki ve sorumluluklarını anımsattı. C. Çiçek ve B. Arınç ile birlikte, B. Yıldırım’ı sıfırladı.
RTE’nin, onların bu açıklamalarını, cumhurbaşkanının nasıl, ne zaman, ne yapacağı konusunda kendisine dayatmalarda bulunmak olarak kabul ettiği açık. Bunu kendisine vesayet olarak kabul ediyor. Kararları üzerine laf etmek, bu ne cesaret! Dün gözleri altında torbaları görünce, epey uykusuz kalmış dedim. Konuşurken sakin olmaya çalışıyordu. Ama kimse bana vesayet dayatmasın sözlerinin içeriğinde, başlı başına büyük bir politik şiddet ve cezalandırma saklı olduğunu görmeyen varsa, altını çizeyim. Bakınız: Ordu.. Medya.. Arkasından Cemaat. Ayrıca bu sözleriyle, özel siyasi danışmanı Binali Yıldırım’a yapılan “silme” muamelesini ve muhataplarını da hedef aldığını söylemeliyiz.

Askeri Cunta Şefi gibi
RTE kararlı: Bakanlar Kurulu’nu sık sık kaçak sarayına çağıracak. Onlara yol gösterecek, neyin nasıl yapılması gerektiğini söyleyecek, gündemlerine almaları gereken konuları dikta edecek. Bakanlar Kurulu, başbakan, adeta, oraya atadığı “memurları”dır. Öyle ki, sanki istediği an hükümeti görevden alabilir ve yerlerine başkalarını atayabilir! Bir başkanlık sisteminden de öte, adeta bir padişah- askeri cunta şefi anlayışı açığa çıkıyor.
Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etme yetkisi, Askeri Cuntanın hazırlattığı 12 Eylül 1980 Anayasasına, cunta şefi Kenan Evren için konmuştu. Ama Evren bile bu yetkisini 1-2 kez kullandı.
Anayasa, RTE’ye, başbakana bakanlara emir ve talimat vermesini öngörmüyor. RTE, mesela bir bakanı ve başbakanı asla görevden alamaz. Ancak, yeraltı faaliyeti ile Meclis’de kendisine bağlı milletvekillerine gensoru verdirerek hükümeti düşürtebilir! Hükümetin kararlarından ve ugyulamalarından ise RTE sorumlu değildir; icraat ile ilgili yetki ve sorumluluk tamamen hükümete aittir. Ama Beyfendi, icraatı da ele almak istiyor. Bakanlar arasında bunu “onur meselesi” yapan çıkar mı bilmiyorum. Ama Davutoğlu, Anayasal hakkını savundu.

Devlet başıyım.. O halde..
Konuşmasındaki ikinci konu, RTE’nin ben devlet başıyım... sözleridir. Bu sözleri, kabineye başkanlık etmesinin anayasal hakkı olduğunu söylerken dile getirdi. Yani Anayasaya göre ben devletin de başıysam, Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek bu açıdan da hakkım, demeye getirdi.
Yok öyle şey.. Bakanlar Kurulu “devletin bir organı” değildir, ki ona başkanlık edesin. Bakanlar Kurulu, yani hükümet, icraatında devletin organlarını kullanır, bunu da bakanlıklar aracılığıyla yapar. Cumhurbaşkanı, doğrudan devleti, yani organlarını, yani bakanlıklarını kullanamaz.. Yani “devletin başı” lafı, ona bu hakkı yasal/anayasal vermiyor. Oralara, anayasal yetkileri çerçevesinde (hükümetle ortak) atamalara ortak olur.. Devletin başı olması, temsili bir sözdür, “hakiki” değil.
Dolayısıyla devletin başı olması lafı, kendisine, Bakanlar Kurulu’na başkanlık etme yetkisi vermiyor.. (Kaldı ki, devleti doğrudan yönetme hakkı da vermiyor.) Biri bunu RTE’ye anlatsın ve suç işlemesini engellesin..

Gelelim İşin Bam Teline
Hukuki konumu bir kenara bırakalım, çünkü RTE tek otorite konumunu sürdürmenin peşinde. Şunu demek istiyorum:
RTE hükümete başkanlık etme zorundadır. Etmezse, otoritesi ile Başbakan ve bakanlar arasında bir boşluk doğacaktır. Siyaset boşluk kaldırmaz! Hükümeti zaptürapt altına almazsa, Başbakan da bakanlar da RTE’nin otoritesinin dışına kaçabilir, alıp başlarını giderler.. Siyasette, yeni liderlikler doğar. RTE, Gül’ü tasfiye etmek için saçını başını yolmuşkan, şimdi de Davutoğlu gibi yeni otoritelerle uğraşmak zorunda kalacak.
Ama başında da fazla saç kalmadı.. Bu nedenle, işin başında hükümetin iplerini elinde tutmak zorunda ki tek adamlığını sürdürsün. RTE hükümete tam zamanında baskınını yaptı, henüz partide ve mecliste ipleri elinde tutarken..
İkinci 5 Ocak takıntısı, yolsuzluk ve rüşvet komisyonunun kararı.. Hükümete başkanlık ve Meclis Komisyonu kararının 5 Ocak’a sabitlenmesini ilahi raslantı diyen mıydı? Hükümet 19 Ocak’ta, merak etmeyin komisyonun kararı da 5 Ocak’ta %99 hayır! Eğer ara çözümlerde uzlaşma olmazsa.

5 Ocak’ta ben de Ahmed Leventoğlu’nun Tiyatro  Stüdyosu’nda, Her Yıl Kuşlar Geri Gelir’in Avrupa yakasında son temsiline gideceğim.. Daha önemli bir randevu!
--30 Aralık 2014 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Rüşvet’te Farklılık, Bilek Güreşi: 2


Başbakan Davutoğlu epey bir süredir özellikle rüşvet ve yolsuzluklar konusunun üzerinde duruyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise uzun süredir rüşvet ve yolsuzluğun lafını etmiyor.. Belki de bir yıldır.
RTE, rüşvet ve yolsuzluğu konusunda aklına hemen darbe geliyor, Cemaate yönelik operasyonlar da sürüyor. RTE’nin sözlüğünde rüşvet ve yolsuzluk ve bunları ortaya çıkarmanın karşısında, hükümete darbe yapmak yazıyor. Cemaat, itiraf etmeliyiz ki, devletin yüksek katlarında işleyen büyük çarkın dişlileri arasında demir çubuklar sokmuştur. En azından bir süredir bu çarklarda işlerlik bozuldu.
Peki bu çarkların başlarındakilerini, ve devraldığı mirası Davutoğlu ne yapacak? Kabul edip koruyacak mı, yoksa dışlayacak ve kendisiyle anılan yeni bir sayfa mı açacak?
***
Davutoğlu, ikinci yolu tercih etmiş gibi. RTE’nin aksine, konuşmalarında görülmemiş bir şiddette vurguyla yolsuzluk ve rüşvet konusuna bindiriyor, devlet üzerinden rüşvet ve yolsuzluk işleri çevirenlerin ellerini kollarını keseceğini ilan ediyor (Harama uzanan kolu kopartırız!). Ne var bunda, demeyin. Ortada hükümete yönelik yeni bir rüşvet ve yolsuzluk iddiası yok ki onlara yanıt veriyor diyelim...
Açık seçik, Yüce Divan’ı bekleyen 4 bakan eskisiyle yollarını ayırıyor… Hatta onları çağırıp “Yüce Divan’a gitmeyi ve aklanmayı kendiniz isteyin, bunu kamuoyuna açıklamayı da kendiniz yapınız” diyor (Hürriyet).. Ankara’daki arkadaşlarımız Erdem Gül ve Emine Kaplan’ın kulis haberleri, RTE-Davutoğlu arasındaki tutum farklılığını gösteriyor.
Büyük bir olasılıkla, Meclis komisyonu üyeleri, Davutoğlu’nun da gizli-açık desteğiyle bakanları Yüce Divan’a gönderme kararı alacakken, “gelen bir telefon”la karar 5 Ocak’a ertelendi. Bu telefonun doğrudan veya dolaylı Kaç/Ak Saray’dan geldiği üzerine doğruluk payı yüksek spekülasyonda bulunabiliriz.
Bakanlar Yüce Divan’a gönderilmemek için çırpınıyorlar. Eğer kendinizin temiz olduğuna güveniyorsanız, gidersiniz. Bu çırpınmaları, hukuki değil “siyasi aklanmanın peşinde” olduklarının kanıtıdır. Saray çevrelerinin de onların arkasında olduğunu görmeyelim mi…
Yüce Divan’a gönderilirlerse, bu bir darbedir iddiasının altı oyulacak. Tabii, Saray’ın da… Hem de seçimlere gidilirken..
Gerçi Davutoğlu da “rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun” hükümete darbe yönüne işaret ediyor. Bu konuda bir anlaşmazlıkları yok. Ama 17- 25 Aralık 2013 operasyonlarının ortaya çıkardığı ve bakanların başını yiyen yolsuzluk ve rüşvet olayını da mahkemeye havale ediyor.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in de, bakan eskilerinin kendiliklerinden yargılama istemeleri gereğine işaret ederek, Davutoğlu’na destek verdiği söylenebilir. Görüldüğü kadarıyla, en azından AKP Meclis Grubunda Davutoğlu etkisini arttırıyor. Peki Parti yönetiminde? İzleyip göreceğiz.
***
Seçime gidilirken, RTE-Davutoğlu’nun arasında, en azından iki temel konuda çatışma ortaya çıktı: 1) RTE’nin hükümeti de yönetmesi ve Başkanlık- Yarı Başkanlık sistemini fiilen yürürlüğe koymak istemesi.. 2) Bakanları siyasi aklama.. Davutoğlu iki konuda da direniyor.
Tabii, seçimlere gidilirken, gösterilecek milletvekilleri adayları üzerinde de derin sürtüşmeler yaşanacak..
Parti üzerinde RTE’nin etkisi şüphesiz ki fazla. Davutoğlu dolaşıyor ve nutuk atıyor, ama Hatay’da örgütlü koro “RT Erdoğan” diye tempo tutuyor.. Davutoğlu’nun önünde “partiye hakim olmak” gibi zor ve derin bir sorun bulunuyor. RTE bu gücünü yitirmemek için çalışacaktır.
Arınç da, Binali Yıldırım’ı silip süpürerek, Başbakan’a destek çıktı: “Hiçbir sıfat taşımayan birinin 5 Ocak'ta hükümet Cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanacak demesi yanlış". Arınç, bu sözlerinin ucunun RTE’ye dokunduğunu bilmeyecek kadar deneyimsiz olamaz.
Şimdi gözler 5 Ocak’ta.. Bir dizi senaryo gündemde.. Bilek güreşinin ilk raundu bakalım nasıl sonuçlanacak..

BİR KİTAP:
Liberal İhanet

Merdan Yanardağ, yaşadığımız AKP dönemine destek veren liberal kılıklılarla, solcu eskileriyle ve hala bu düzenin arkasında olup da kendilerine “sosyalist” yaftası asmışlarla derin bir hesaplaşmaya giriyor kitabında (KırmızıKedi). Merdan, özellikle 2007’den sonraki fırtınalı olayların içinde, bu kesimlerin savundukları görüşlere nasıl ihanet ettiklerini somut olaylar sürecinde anlatıyor. Ve bu tutumlarının AKP iktidarının çok yönlü egemenliğini kurmasına hizmet ettiğini vurguluyor.
Tabii, bunun yanısıra, özellikle Silivri davaları söz konusu olduğunda da, iktidarla ortak yürüttükleri cadı avıyla suçsuz insanların hapislerde çürümesi ve hatta ölmelerindeki paylarını vurguluyor. Merdan, yazdıklarından ve desteklerinden örneklerle, isimlerini de veriyor.. Belge’lerden tutun Altan kardeşlere, Berktay’lara ve bazılarının savaş kışkırtıcılıklarına varıncaya kadar hepsi resmigeçit halindeler.
Bu kadar değil tabii ki. Merdan, sol ve sorunlarını da tartışıyor bu bağlamda. Kitabın içindekiler size bir fikir verebilir: Liberalizm ve sol liberalizm. Liberalizm ve Ergenekon. Liberal ideolojik terör ve antiemperyalizm. Dönek, eski solcu ve sivil olmanın erdemi. Ahmet Altan ve liberal ahlakın çöküşü. Liberal İhanet’in gerekçesi: “Askeri Vesayet” söylemi. Liberal bir enkazdan portreler. Liberallerin üç dönemi.

Kitap okunmalı. Bu hesaplaşma, pek çok yönüyle sürmeli, hiç bir yanı eksik kalmamacasına.
29 Aralık 2014 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

29 Aralık 2014 Pazartesi

RTE- Davutoğlu: İlk Bilek Güreşleri - 1


Önce son haberden başlayalım: Davutoğlu, “5 Ocakta Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık edecek” haberini dün yalanladı.. Ayrıca RTE’nin hükümete periyodik başkanlık edeceğini de doğrulamadı.. Peki, konu buraya nasıl geldi?
***
Cumhurbaşkanı’nın has adamı, gizli-açık tüm iktidar uygulamalarında kapalı kutu Binali Yıldırım, 16 Aralıkta açıkladı: “Cumhurbaşkanı 5 Ocak 2015’de Bakanlar Kurulu’na başkanlık edecek.. Bu, iki aylık periyodlar halinde sürecek. Yüzde 52 oy alan Cumhurbakanı ‘ben bir şeye karışmıyorum’ diyemez
Binali Bey bu açıklamayı, RTE’nin Sarayında kurduğu başkanlıkların, adeta bir gölge kabineye denk düştüğü yorumlarının ardından yaptı. Yıldırım, “sistem yarı başkanlıktır zaten” gibi, Anayasaya aykırı bir sürü boş laf da etti, bunları geçiyorum. Ama iki önemli noktanın altını çizeyim:
İlki, RTE  kurduğu çok sayıda sekreterliğin Yeni Türkiye vizyonu doğrultusunda çalışmalar yapacak, demesi.. İkincisi ama çok daha önemlisi şuydu: “Cumhurbakanı ile Başbakan arasında çatışma beklentisi içinde olanlar var, ama buna ihtimal vermiyorum.”
İlkine: peki hükümet ne yapacak diye sorabilirsiniz..İkincisine de, Binali’den aslında büyük ve kesin itiraf diyebilirsiniz. BY, durup dururken, buna ihtimal vermiyorum neden desin ki.. Arka dibi yanan kadayıf var.

“İstisnai durumlarda olabilir”
Derken, Davutoğlu, yazımızın başına aldığımız açıklamayı yaptı. Yok böyle bir şey.. Bir şey daha ekledi:
Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu’a başkanlık etmesinin örnekleri daha önce görüldü. Cumhurbaşkanı ile beni ilgilendiren konular sadece cumhurbaşkanımız ve benim tarafımdan açıklanır. Dolayısıyla 5 Ocakta böyle bir toplantı yok.. İcrai yetki, anayasal, yasal, hiç bir tereddüt olmadan Bakanlar Kurulunda. Öyle gölge bakanlar kuruluymuş gibi, gazeteye yansıtanlar bir başka oyunun içindeler. Buna ne Cumhurbaşkanımız izin verir ne ben izin veririm... Böyle bir toplantı olabilir ama istisnai mahiyette ve gerekli görüldüğü zaman olur... Cumhurbaşkanımızın her zaman bizimle iletişim kurma imkanları mevcuttur..” (AlJazeera Türk, 27 Aralık)
Oooo, öncelikle diyeceğim şu: alev bacayı, benim burada dile getirdiğim kestirimlerden önce sarmış.. Şimdi biraz derine bakalım:
***
1)   Binali Yıldırım, yukarıda belirttiğim niteliklerinden başka, Cumhurbaşkanı’nın siyasi danışmanı..
2)   Gölge kabine” yorumları, yeni bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin imzalanmasıyla gündeme geldi. Bu kararnameyle 4 başkanlık sayısı 16’ya çıkartıldı. Kurulan başkanlıklara bakarsanız, adeta yeni bir hükümet organı yorumlarını yaparsınız: İç Güvenlik Başkanlığı. Dış İlişkiler Başkanlığı. Ekonomi Başkanlığı. Savunma Başkanlığı. Enerji Başkanlığı.. Sosyal İşler Başkanlığı. Yatırım İzleme Başkanlığı. İletişim Merkezi Başkanlığı... İlginç olan: Bütün bu idari yapılanmanın yargı sisteminin dışında tutulması.. yani RTE gibi sorumlulukları yok..
3)   Gölge Kabine yorumlarını bir kenara bırakırsak, RTE Başkanlık Sistemi’nin provasını yapıyor. Binali Bey zaten “anayasamız yarı başkanlık sistemine uygundur” diyerek, Cumhurbaşkanlığının yeniden yapılanmasının amacını ve hedefini açıklamış oldu.
4)   Binalı Yıldırım, siyasi danışman olduğuna göre, belki de kendini bu “gölge kabine”nin başı olarak görüyor olabilir..
***
Yeniden bakalım tabloya: B. Yıldırım, çok kesin ifadelerle 5 ocağı ve iki aylık periyodları ilan etti. Bu kendisinin vereceği bir karar olamaz. RTE veya Cumhurbaşkanlığı sözcülüğünden, 16 Aralık’tan bu yana, Yıldırım’ın açıklamalarına bir yalanlama gelmedi.. Hükümete oldu bitti durumu var.
 Binali Beyin açıklaması bir “nabız yoklaması” olabilir mi?  Tepkileri öğrenmek için? O zaman, açıklamanın daha usturuplu yapılması gerekirdi. Yok hayır, bir kararın ilanı ile karşı karşıyayız. Ama hükümet cephesinde bu kararı “alan” kimse bulunmuyor! Hatta tersi durum söz konusu..

Binali bir yumrukla ring dışında
Şimdi Davutoğlu’na dönelim: “5 Ocakta yok böyle bir şey” diyerek, boks terminolojisini işin içine kartarsak, Binali’yi bir yumrukla ring dışına düşürdü.
İkincisi, hükümetin bütün icra yetkisine, anayasal, yasal ne var ne yoksa sahip olduğunu vurguladı. Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu’na başkanlık edeceğini kabul etti. Zaten edebilir, yetkileri içinde..
Ama Davutoğlu vurgu yapıyor: “Böyle bir toplantı olabilir ama istisnai mahiyette ve gerekli görüldüğü zaman olur. Gölge kabineymiş bu gibi oyunlara..ne Cumhurbaşkanımız izin verir ne ben izin veririm...”
Davutoğlu, “yarı başkanlık sistemi” gibi uygulamalara ve Bakanlar Kurulu’nun RTE’nin emir ve kumandası altında faaliyet göstereceği yolundaki yorumlara karnı tok gözüküyor.
Boynundaki davulu, elindeki tokmakla kendisi çalacak, sonucu çıkıyor. Yok, RTE ile kamuoyu önünde önemli bir çatışma beklemeyin.. Ama RTE’yi kendi anayasal sınırları içinde kalmaya çağırıyor..

Karayollarında Temizliğin Anlamı ne?
Bir şey daha oldu: Binali Yıldırım’ın bakanlığı zamanındaki Karayolları kadrosunu, müdürler katında biçti, görevden aldı.. Herhalde başmüdürü de gider..
Davutoğlu’nun bu hamlesi 
a) Binali Bey’e keskin ve şiddetli biri yanıt olarak grülebileceği gibi.. 
b) Karayolları gibi büyük paraların ihalelerin döndüğü bir kurumu, zaptürapt altına alma girişimi olarak da kabul edilebilir.. 
Ben ikisi birden, diyorum..
Biliyorsunuz, Davutoğlu’nun bütün konuşmalarında üzerinde en çok durduğu konu rüşvet ve yolsuzluklar.. el kol kesmeyi bile göndeme getirdi. Sanki, 5 Ocakta bakanrlar Kurulu'na başkanlık edecek açıklamalarını yapanın elini kesmekle mi başladı?!
İşte, erken bilek güreşinin ikinci konusu da bu.. Yarın...
Buradan da ikinci bir “Çatışmanın Anatomisi” kokusu alıyorum.. İz sürelim bakalım.. Nereye varacak..
--28 Aralık 2014 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet 

26 Aralık 2014 Cuma

Kullan At Bitti, Yeni İttifak Dönemi


İlk kuruluş aşamasındaki müttefikleri: ABD, çeşitli cemaatler, neredeyse tüm tüm İslamcı/muhafazakar liderler (Mesela Prof. Nevzat Yalçıntaş..)
İlk Genişleme halkası: 2002 seçimini kazandıktan sonra eklenen halka: Liberaller ve solcu eskileri.. Mehmet/Ahmet Altan’lar, H. Cemal’ler + Cengiz Çandar familyaları... Birikimciler, Murat Belgeler.. Barlas vb gibi her iktidar şakşakçıları.. Avrupa Birliği.. Gülen Cemaati.. Tabii ki Merkez Medya, Hürriyet ve çoğu yazarı gibi.. RTE bu dönemde sözde “özgürlükçü” görünüşüyle, hemen herkesi yanına çekti. Oysa demokrasiyi kentisini hedefe götürecek bir trene benzetiyordu hala.. Ona “değiştim” dedirtmeye çalıştılar, başaramadılar, elde ettikleri tek sonuç: “Geliştim” oldu! Hiç biri aymadı!
2007 genişlemesi: Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler süreci: Cumhuriyet “Tehlikenin farkında mısınız” kampanyası yürütmesine rağmen, bu kampanya ve Türkiye’yi saran Cumhuriyet mitingleri “darbecilerin sesleri” olarak damgalandı.. 2007-2011 süreci RTE’nin en büyük desteği sağladığı, liberalleri ve solcu eskisi gibileri tepe tepe kullandığı, beslediği, partisinde, Meclis’te ve medyasında yer verdiği dönem oldu.
2007 seçimlerindeki rüzgarla ve büyük destekle, önce Ergenekon tezgahlandı, ama sonra kullanışlı aptalların büyük desteğiyle 2010 Anayasa Referandumu geçirildi, sonra da Balyoz ve Odatv tezgahları yürürlüğe kondu... Hep bu en geniş ittifakla.. Tabii 2007 seçim sürecinde anlaşmalarla ve vaadlerle DYP+Anavatan ittifakı da başarıyla mezara gömüldü ve yüzde 5 kadar oy AKP’ye transfer edildi..
Kimler AKP/RTE balonuna binmedi ki.. Hukukçular mesela, Ergun Özbudunlar.. Zafer Üskül’ler.. Serap Yazıcılar.. Topraklar falan.. Herhalde bu ülkede olabilecek en geniş iktidar almaşığı..
Ağırlıklar bir bir atılmaya başlanıyor
RTE, en geniş ittifak-genişleme politikasının sonuna gelmişti. Ittifaklara, destekçilerine ihtiyaç kalmamıştı. Çünkü onlar sayesinde yükselebileceği en yüksek noktadaydı.. Yelkenleri rüzgarlanmıştı iyice.. Yanına aldığı tüm müttefiklerini safra olarak görmeye başladı.
İlk atılanlar ve ayrılanlar: İlk dönem beraber yürüdüğü kendi Yenilikçi hareketindeki arkadaşları “demokrat” arkadaşları/ müttefikleri oldu.. RTE’nin politikası ve kişiliği, ilk önce beraber yola çıktıkları arkadaşlarının başını yemeye başladı.. Mesela Abdüllatif Şener, 2007’de yolunu ayırmak zorunda kaldı. Kuruculardan Ertuğrul Yalçınbayır 2010’da “yiyicilik, yobazlık, yalakalık” arttığı gerekçesiyle ayrıldı. Daha çok isim var.. RTE’ye biad etmeyenlerin hepsine güle güle..
Safra” görülen kullanışlılar: 2011 seçimlerinden sonra RTE bir kısım liberal ve solcu eskisine yol vermeye başladı.. M.Altan başyazar yapıldığı Star’ın kapısına kondu. “Hasan Abi”si Cemal’i, Milliyet’ten attırdı.. RTE, hiç birini takmamaya başladı. Kullanma süreleri bitmişti.
Cemaat’in ipi çekildi: Cemaat en büyük müttefiki ama aynı zamanda da rakibi idi. 2011’den itibaren, hızlıca Cemaat dışlanmaya başladı. Artık onlara da ihtiyacı kalmamıştı, üstelik kendisini devirmeye soyunmuştu.
Ortak operasyon gazetesi Taraf parçalandı: Gülen-RTE çatışması keskinleşince Taraf esas sahibinin yayına geçti. Bir kısmı RTE’nin tam yanına geçti ve adamı oldular, O. Çalışlar gibi.. Bir kısmı ortalıkta kaldı ve Cemaat ile işbirliğine gitti. “Hayko”lar gibi keskin RTE taraftarları, bu kez keskin ve gözde RTE düşmanı kesildiler.
Tren son istasyonunda mı: RTE, Türkiye’yi adım adım dönüştürme, Cumhuriyet’in kuruculuğunu, laikliği tamamen ortadan kaldırmaya, dinci/islami gençlik yetiştirme tarihi misyonunu gerçekleştirecek adımlarına hız verdi. Anayasa’yı özde askıya almaya, anayasanın özerkliğini ve bağımsızlığını öngördüğü bütün ilkeleri çiğnemeye girişti..  Medya özgürlüğü hava cıva oldu.
Son darbesi: Evet Gül’e tasfiye etmesi oldu.. AKP içinde kendisine en büyük rakipti..
Dış ittifaklar: Sandıkta zirveyi görünce, “beni kimse yıkamaz” düşüncesiyle, 2011 döneminden sonraki “trenin son istasyonunda”ki hızlı dönüştürme projeleri ve bir “bölge-dünya lideri” hırsıyla, dış müttefiklerine de ihtiyacı kalmadı. ABD ve AB ile papaz durumu…Biliyorum, liste çok eksik, ama ben ana hatları vermeye çalıştım.

Yiğit Bulut ve Ordu ile yeni süreç
Yeni ittifaklar: Bugünkü tek ve yalnız başına durumu, bazı yeni ittifakları zorunlu olarak gündeme getiriyor. Bu süreç eski / yeni nitelikte ulusalcı Yiğit Bulut’u başdanışman yapmakla başladı. İkinci adımı, Ordu iledir. Bu “Ordu’ya kumpas kuruldu” ile başladı. Ordu’nun siyasi ve fiziki tasfiyesinde büyük hizmetleri olan Cemaat’i dışlaması ile, Ordu’nun geri kalanına sahip çıkıyor.
Subaylara izinsiz soruşturma açılmasını önleyen yasa tasarısı ve yüzde 20 zammın gündeme gelmesi, bu ittifakı sağlamlaştırma girişimidir. RTE, girdiği bu “yalnız” yolda, Ordu’nun kendisine tehlike olarak ortaya çıkabileceğini düşünmektedir. Bunları, böyle bir tehlikeyi bertaraf etmeye yönelik önlemler olarak görmekte yarar var.. Peki “ülke birliği”? Bu ittifakın, Kürtleri de korkutan tarafını şimdilik kaydetmekle yetineyim..
 --
Okur notu: Ben de AKP'nin iktidarı hiçbir şekilde bırakmayacağını düşünüyorum. AKP bir patron şirketidir ve şirketlerin ana gayesi kar etmektir. İktidardan ayrıldığı takdirde kar edemeyecek, şirket tasfiye olacak ve etrafında tek yandaşı kalmayacak, kendisi için de yargılama ve hesap dönemi başlayacak. Bu nedenle hak vaki oluncaya kadar, ne pahasına olursa olsun, RTE iktidarda kalmak zorundadır. (Cenk Yalçıner)

25 Aralık 2014 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet


24 Aralık 2014 Çarşamba

Koro: “Biz iktidarı asla terketmeyeceğiz!”

 İlk büyük uyarı, üstelik resmen ve açıklamalı olarak, AKP’lilerden geldi.. Ne zaman? Anayasa Mahkemesi’nin, gündemine aldığı seçim barajı tartışmaları sırasında... AYM Başkanı Kılıç, bir soru üzerine, yüzde 10’luk seçim barajının bir “hak kaybı”na yol açıp açmadığını karara bağlayacaklarını açıklayınca..
Tabii, kendilerine yapılan bireysel başvuruyu önce usul bakımdan inceleyecekler, AYM bu başuruyu ele almaya mezun mudur sorusuna yanıtz arayacaklar, yanıtları evet alabiliriz, olursa, bu kez esasa girecekler..
AKP, tabii RTE başta olmak üzere hemen açıkladı: “Barajı kaldıracak bir karar alırlarsa bunu tanımayız”.. Koro halinde..
RTE: Darbe ürünü kurumlar, siyasete hiza veremez
Kuzu: Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımayız. yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılması yönünde karar çıkarsa Anayasa Mahkemesi’nin varlığı tartışılır hale gelir.?”
Şentop (AKP GnbBŞK Yardm), “Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkisi yoktur. Kılıç ihsas-ı rey’de bulundu. Kararı yok sayarız. “
Davutoğlu: “Bu siyaseti dizayn etme çabasıdır. Biz baraj falan tanımayız, biz sadece milleti tanırız.”
Bu sözler, AKP liderlerinin, yöneticilerinin “iktidar fıtratları” konusunda epey bir fikir veriyor. Anayasa Mahkemesi gibi, henüz üzerinde tam denetim kuramadıkları sistemin temel kurumlarını zerre kadar sevmediklerini biliyoruz. Daha önce de Meclis isterse Anayasa Mahkemesini kaldırabilir” biçiminde sözlerini, Twitter konusunda verdiği özgürlükçü kararlara RTE’nin nasıl ateş püskürdüğünü unutmayın..
AYM, parlamenter sistemin temel direğidir. Bunun kaldırın sistem çöker. Çok açık yazayım: RTE ilk atamasını yaptı, diğer atamalarla AYM tam iktidarın hınk deyiciliğine dönüşürse, sistem tamamen çökmüş demektir.
Haklı bir soru yöneltebilirsiniz: Sistem zaten çökmüş değil mi.. Değilmiş gibi duruyor… Ama bu soruyu bana yöneltmeyin, ne diyeceğim belli..

“Biz iktidarı asla terketmeyeceğiz!”
Şimdi düşünün, AYM diyelim ki seçim barajını kaldırma kararı verdi. İktidar tanımıyoruz dedi.. Yani bu şu demektir: Kararı uygulatmayacaklar. Seçim barajı yüzde 10’muş gibi “seçim” yapacaklar. Yasadışı bir seçim.. Herhalde kendileri katılır.. Ülkeyi de anayasamıza göre bir “suç örgütü” gaspetmiş sayılır.. Yetkisini Anayasa’dan almayan (çünkü yüzde 10 iptal!) bir iktidar, zorbalıkla orada oturuyor, ülkeyi yönetiyor demektir..
***
RTE ve adamlarının bu açıklamaları iktidara nasıl yapışmış olduklarının çok erken ilanı oldu. Bir de şunun: Biz iktidarı asla terketmeyeceğiz!...
Evet, Anayasa Mahkemesi davayı usulen reddetti veya yüzde 10 barajının olduğu gibi kalmasına karar verdi diyelim... RTE ve adamları, başka yasal durumlarda bile iktidarı terkedebilirler mi? Böyle bir siyasal, hukuki ve yasal ahlaka sahipler mi?
Şimdi doğmamış çocuğa don biçme demeyin. Bu yazıyı iki yıldır düşünüyorum, çünkü RTE ve adamlarının bütün yapılanmasını, asla iktidarı kendiliklerinden bırakmayacaklarına yönelik işaretler olarak görüyorum.. Ama bekledim. Nihayet, Anayasa Mahkemesi’nin muhtemel kararı üzerine “iktidarı bırakmayız, kararı tanımayız...” korosu sökün edince, hah işte, çocuk doğdu, dedim!
Bunlar iktidarı bırakmaz” düşüncesinin yaygınlığını da merak ediyordum. Önceki yazımda bahsettiğim Hukuk ve İktisat İlişkisi: Özgürlüğün Toplumsal Refah Boyutu” başlıklı konferanstan sonraki sohbetlerde gördüm ki, oooo bu düşünce çok yaygın...
Demokrasiyi gidilecek istasyona kadar binilecek bir trene benzeten bu dinci, islamcı ekibin, iktidardan düşmemek için her türlü önlemi alacağı, her türlü hileyi devreye sokabileceği, her araca başvurabileceği ve sonuçta, iktidarda tamamen gayri meşru olarak oturmayı sürdüreceği kanaati, giderek yaygınlaşıyor.
İnsanlar, RTE ve adamlarının pratiklerini, söylemlerini, nasıl herşeye egemen olduklarını, nasıl silahlandıklarını (polis..), sisteme, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine olan inançsızlıklarını gördükçe, artan diktatoryal kararlarını gözlemledikçe, bu kanaatlerini kesinleştiriyorlar.

Parlamento, Meclis Seçimler.. Hepsi bir oyun
Evet, Parlamento, Meclis, seçimler.. bunlar iktidarın adamlarının işlerine yaradığı sürece ayakta kalabilirler, bu “aletlerle” bu oyunu oynayabilirler..
Ama, bu “iktidar araçları”nın kendilerini iktidarda tutmaya yetmediğini gördükleri anda, kendi güç-iktidar oyunlarını sahneye koyma eğilimindeler. Bir bahane mutlaka yaratacaklardır. Bakınız Anayasa Mahkemesi’nin henüz verilmemiş kararı üzerine düşünceleri!
Mutlaka bir mağduriyet bulacaklardır, gitmemekte haklı olduklarını göstermek için.. Milleti karşı karşı getirmeleri, birlik değil ayırma-bölme politikaları izlemeleri de, yarın milleti çatıştırmanın zeminini oluşturacaktır..
Siyasal islamcı partilerin fıtratında, yüzde 99 bu var. Karşımızda “müslüman kardeşler” örgütü fıtratını gönülden benimseyenler topluluğu bulunuyor.
Seçmenlerin oy yoklamalarında, yüzde 40’ların altını göstermesi, hem onlar hem de Türkiye için çalacak kırmızı alarm olacaktır.. İşte o zaman...
Ben, RTE-Ordu arasındaki giderek ete kemiğe bürünen ittifakın (Ordu mensuplarına da, iktidarın izni olmadan soruşturma açılamayacağını öngören yasa tasarısı gibi..), böyle bir muhtemel geleceğe yatırım olarak görüyorum. Bu adımın, en azından şimdilik, “iktidara dost ordu” seçeneği yaratmaya yönelik ittifak karakterini görmezsek, siyasal analizi bırakalım!
Neyse, insanların muhtemel çıkış yolları üzerindeki düşüncelerini erken erken tartışmaya gerek yok..
Önümüzde daha zaman var, ben erkenden zihnimi boşaltayım dedim..
Ne işe yarayacaksa!


--23 Aralık 2014 Salı / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

23 Aralık 2014 Salı

İktidar Tüm Özgürlük Alanlarını Daraltıyor

Kazanılan hiç bir alan kaybedilmemeli ve sonuna kadar savunulmalı. Toplumun üstüne, tüm ülkeyi kapsayacak büyüklükte kara bulutu dağıtmanın başka çaresi yolu da yok..”    
Dün bu lafı ettikten sonra, öğretmenlerin Ankara’da yaptıkları yürüyüşün yine polis şiddeti ile bastırılması ve dağıtılması haberini izledim ve şu sordum kendime: 13 yıllık iktidar döneminde, toplumun kamusal alanda, devlete/siyasi iktidara karşı sürdürdüğü mücadelede, hukuk, hak ve özgürlükler, medya özgürlüğü, gösteri yapma, eğitim, fırsat eşitliği vb kazandığı ne var?
RTE kafası özellikle 2007’den itibaren özgürlükleri bastırmakla uğraşıyor. Özellikle son 5 yılda RTE’nin talan ve doğayı yoketme ekonomisine, işçi ve öğrenci gösterilerine, HES ve zeytin direnişlerine, özelleştirmelere karşı miting/yürüyüşlere karşı genellikle hep şiddetle karşı koydu. Acımasızca, insafsızca anayasal hakların kullanılması engellendi..
Polis, devletin anayasal polisi olmaktan çıktı, “maaşını aldığı RTE’nin polisi” oldu. İdeolojik olarak da beyinleri yıkanmış 350 bin kişilik polis kuvveti, “talan, hırsızlık ve padişahlık düzeni”nin başlıca koruyucusu oldu.
Hemen hemen, genellikle hep kaybedilmiş alanlar var. İnsanların yaşadığı çevreyi yerlebir eden HES’lere karşı bazı bölgelerde hukuk mücadelesiyle kazanılmış küçük mevzileri bir kenara bırakacak olursak, bütün diğer alanlarda sürekli kayıplardan ve gerilemekten bahsedebiliriz..
***
RTE “padişahlık” sistemini ve siyasal islamcı toplum modelini, neredeyse hemen hergün aldığı yeni karar, yürürlüğe koyduğu uygulamalarla güçlendirerek ilerliyor.
En son, eğitimde, namaz, kuran vb ile bebelerin bile başlarını ve beyinlerini bağlayarak, RTE ve dinci sistemine bu yolla da kul-kazandırma politikalarında büyük bir adım daha attılar.. Muhalefetsiz.. RTE iktidarının kasıtlı politik “din hassasiyetini” paylaşan yeni politika sahibi CHP yönetiminin sedasız geçiştirmesiyle..
CHP’ye bu “dinci kesimlerden yoksa nasıl oy alacağız” yanlış politikasını dayatan ve resmi politika haline getiren yüksek katlardaki sosyolojik danışmanları ve CHP yönetimi, toplumun iktidar saldırıları karşısında savunmasız kalmasında başrolu oynuyor.. CHP yönetim ve danışmanlarının yanlışlıkları, bu iktidarın “din kuvveti”ne dayandığı yanlış tezidir..
İktidarın dinamiklerini çözemeyen ve anlayamayan, ancak ona mahkum olur.
Bunu bir seri yazıda ele alacağım ileride.

Padişah’dan doğrudan iş takibi
Padişah, pozisyonunu durmadan inşa ediyor dedik.. Padişah, ayrıca fiilen sahanın her yerinde ve her alanda tam bir oyuncudur.,
Dün inşaat alanında çok yetkin, dürüst, güvendiğim bir mühendis dostumun anlattıkları, dudak uçurtucu nitelikteydi.
Diyelim ki adı sanı belli bir inşaatçı milli eğitime okul yapıyor. Tek yetkili kişi, bizzat telefon ederek, ya inşaatın tümünün veya kısım işlerinin veya denetiminin, “şu kişiye verilmesi”ni bile isteyebilmektedir. Mesela Rize inşaat eşrafından falancaya verile.. O kişinin, işinin ehli olup olmaması hiç önemli değil. Diyemi ki denetim işi büyük buyruk üzerine ona veriliyor, parasını çcebe indiriyor; ama işi bilmediği için de, okulu yaptıran şirket başka bir denetim elemanını/ şirketi devreye sokuyor.. 
Big Boss bunu o kadar sık yapıyor ki, dev holdingler bile, evet evet tahmin ettiğiniz gibi adı o, şu, bu olanlar, işlerini “padişahın adamlarına” vererek kurtuluyorlar.. Bu aynı zamanda devletle işlerini de örneğin “bir imza”ya takılmadan sürdürmenin de yolu oluyor.
Başkanın adamlarının keseleri doluyor. İktiudarın bu yeni “sınıfı” neredeyse tamamen inşaatlardan zenginleşerek büyüyor..
***
Bu durumun yol açtığı bir sonuç: Piyasadan kalite hızla dışlanıyor. Kalitesizlik ve avantadan kazanma hızla yükseliyor. Tabii kaybeden ülke oluyor. Denetimlerini bile kendi maaşlı adamlarına yaptıran bir inşaat sektörünün sağlıklı olruğunu düşünür müsünüz?
İnşaat inşaat inşaat.. Büyük Patronun aşkının işte temel nedenlerinden biri. Sanayinin neden gerilediğinin de.. İnşaattan bir kaç ayda; bir iki yılda müthiş geri dönüş, kısa sürede parayı nakit cebe indirme, yeni tebaa “sınıf” yaratma ve iktidar için hızla zenginleşme yolu...
Dostumun anlattıkları kapsamlı.. Ama şaşırmadım.. Birden “Alo Fatih...” telefonlarını anımsayınca, işte anlatılanları doğrulayıcı en büyük kanıt diye düşündüm.. Özel sektörün dilleri çözülecek, neler dökülecek ortalığa neler, ama biraz zaman gerek..

Direnmenin kazançları ve 
CHP için bir temel soru
Bugüne kadar hep RTE iktidarı kazandı dedik.
Tabii, CHP’nın dışındaki muhalefetin elinde, büyük direniş deneyimi var. Taksim Gezi direnişi, hemen her alanda haksızlıklaar ve hukuksuzluklara karşı gösteriler-mitingler-direnişler, bunlara Türkiye çapında oluşan destek, büyük bir kazançtır. Bu deneyim nasıl zenginleştirilecek?
İktidarın, toplumun, hukukun, eğitimin, hak ve özgürlüklerin, doğanın.. bugüne kadar kazançlarına yaptığı her saldırıya karşı durarak...
Özgürlükleri kaybetmeye karşı toplum “sürekli tetikte” olmak zorundadır.
Her özgürlük alanını savunmalı..
Ve başka çok temel bir soruyu yöneltelim: CHP’nin, yukarıda sık dile getirdiğimiz bütün mücadele alanlarında, bu topluma kazandırdığı nedir? 
CHP, iktidarın hangi özgürlük alanı gaspını, toplumla birleşerek durdurabilmiş ve geriletebilmiştir?
Aklında bir şeyler olan söylesin..
***

Yarın bir başka soru yönelteceğim: Diyelim ki iktidar seçimleri kaybedeceği noktaya geldiğini net oarak gördü.. iktidarı bırakır mı?
--22 Aralık 2014 Pazartesi  / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

22 Aralık 2014 Pazartesi

Türkiye Yaratıcı Potansiyelini Öldürürse, İşi Biter

Özgürlüğün bedeli halkın sürekli tetikte olmasıdır...

Cuma akşamı uluslararası Şeffaflık Derneği+İsveç’in katkısıyla düzenlenen, Daron Acemoğlu + Gönenç Gürkaynak’ın konuşmacı olarak katıldıkları toplantı, biraz alışılmışın dışında ve pek sık görülmeyen zenginlikte gerçekleştı.. Demek “format” yani “usul/şekil”, konferansın içeriğini de belirliyor! 2 saat sürdü, bana göre 4 saat de sürebilirdi!
Konferans Daron Beyle sınırlı olsa, bu kadar ilginç olmazdı; Acemoğlu kitabının içeriği ve katkısı çevresinde dolanırken, Gürkaynak hukuk-iktisat-toplum ilişkileri açısından konuya derinlik kazandırdı. Toplantıyı özetleyecek değilim, bu benim için sıkıcı olur. Ama ilginç bulduğum bazı noktaları kendi açılımlarımla tartışacağım...

Kurumsal Yapının Üstünlüğü
Her iki konuşmacı, şüphesiz, Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazlarda fikirbirliği içinde.. Acemoğlu, bir ülkenin demokrasiye, hukuk devletine (ben, hukuk ülkesine, demeyi tercih ederdim!), zenginliğe, yaratıcılığa, her alanda inovatif bir toplum düzlemine geçmesinin önkoşulu olarak, devlet ve ülkede kurumsal yapının önemini önkoşul olarak görüyor. Bir “kurumsal yönetim rejimi” gibi... Zenginliğe giden yol ile hukukun üstünlüğü+demokrasi arasında bağ, tezinin temel zinciri..
Kurumsal yönetimlerin karşısındaki seçenek, bizdeki örneği ile “lider rejimi”dir. Bunun kötüsünün de kötüsü, bir RTE rejimi! Bu rejimde, özgün ve kendi gerçeği ışığında politika ve kararlar üretecek kurumların varlığı mümkün olamıyor.
Tüm kurumlar, hukuk / yargıdan tutun Merkez Bankasına, BDDK ve Borsa’ya, partisine ve bakanlıklara / bakanlara kadar.. Bu yetmez tabii, demokrasi için en/çok temel bir kurum olan medya bağımsızlığına, dahası işveren örgütlerine; Kızılay, Yeşilay, Futbol Federasyonuna...kadar.. Aklınıza ne gelirse, hepsi “lider rejimine” bağlı, onun otoritesi altındadır..
Tabii ki bu durumda, hiç birinin fazla bir anlamı, yaratıcılığı, ülkeye devlete katkısı, kendisinden en çok beklenen yenilikçi yaklaşımı da, “lider”in otoritesi, kararları altında kalır.

Kulluk Rejimi Yaratır
Ortaya çıkan bir efendi / kulluk ilişkisidir... Acemoğlu’nun bu açıdan “Türkiye’de rejimin adı padişalıktır” demesi haklıdır. Atatürk dönemi, kendine özgü, hemen her açıdan toplum, ülke, millet “kurucu” niteliği ile, parantez dışı tartışılması gereken bir alandır. Ama, bu ülkede demokrasi ve hukuk devleti hiç olmadı, çeyrek oldu en çok yarım oldu! Şimdiki padişah dönemi ile de “kurumsal” yönetim tamamen rafa kaldırıldı
***
İfade özgürlüğü mü, öncelikle, bir hukuk, demokratik devletin ve iktisadi zenginliğin yolunu açar; yoksa kurumsal yapı mı..
 Gürkaynak, ifade özgürlüğüne öncelik vererek, Acemoğlu’nun en önemli katkısı olan “kurumsal yapı” tezini çöpe atmaya kalkıştı. Ama Acemoğlu’nun derhal kurduğu savunma duvarı karşısında, Gürkaynak’ın tezi epey parçalandı..
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi ve avukat olan Gürkaynak, ifade özgürlüğünü temel alan bir yaklaşımla özgürlükler alanı yaratılabileceğine; hukukun üstünlüğüne, demokratik kurumlaşmaya ve iktisadi başarılara böyle gidileceğine vurgu yaptı.

Potansiyeller Kalıcı Değildir
Her iki konuşmacı Türkiye’nin büyük bir potansiyele sahip olduğu noktasında birleşti.. Tabii, net vurgulamasalar da, yaşadığımız tek adam rejimini aşma konusundaki potansiyeli kastediyorlardı. Gürkaynak, önemli bir noktaya dikkat çekti: Yalnız, potansiyeller her zaman ortada/kalıcı değildir. Geliştirilmez ve kullanılmazsa eriyip gider ve kaybolurlar..
Bu utangaç saptamayı açıyorum: Potansiyeller, kurulu rejimin dışındaki hemen her alanda, tabii öncelikle sivil toplum alanında, hatta özel sektörde, kadın-genç hak ve özgürlüklerinin savunmasında, hatta eğitimde, medya özgürlüğünü savunmada... varlar, ve kinetik bir enerjiye sahipler.
Bu enerjiyi, muhalefet ve söz konusu kesimler kullanabildikleri ölçüde, potansiyel varlığını korur. Yoksa, otoriterin baskısı altında yokolup gider. Salt sandığa odaklanan örneğin CHP gibi bir muhalefet partisi, bu potansiyelin otorite tarafından yokedilmesine yardımcı da olabilir.
***
Bu bağlamda koneransta sahnede dillendirilen başka önemli bir nokta, özgürlüklerin, hakların tabandan mücadele ile sahiplenebileceğidir; ancak bu yolla özgürlükler, ifade olsun, demokratik hak ve talepler olsun veya hukuk/adalet olsun.. Gürkaynak’ın vurgusuydu. Ben buna fırsat eşitliği, eğitim özgürlüğü, yaşanan çevreye kesin sahip çıkma özgürlüğü gibi daha pek çoğunu eklemek isterim.
Burada sivil toplum, her alanda ve her bakımdan aktif rol üstlenmedikçe, şüphesiz ki özgürlükler kurumlaşamaz ve sahiplenilemez. Ülke yöneticileri, (burada Büyük Otorite), hiç kimseye ve hiç bir alana, kendisinin kontrolü dışında özgürlük alanları açmamak için diretir.
Örnek vermem gerekirse: Gezi’de gördüğümüz gibi, insanların ölümü pahasına, ülkeyi ateşe ve kana bulama pahasına, kendi otoritesini sonuna kadar savunur.
Buradan da bir sonuç çıkarmamız gerekirse: Kazanılan hiç bir alan kaybedilmemeli ve sonuna kadar savunulmalı. Toplumun üstüne, tüm ülkeyi kapsayacak büyüklükte kara bulutu dağıtmanın başka çaresi yolu da yok..
***
Hukuk devleti, aşağıdan sivil toplumun desteği (yani mücadelesi) ile gelmeli diyen Daron Bey, Jefferson’dan ilginç bir düşünce nakletti:
Özgürlüğün bedeli halkın sürekli tetikte olmasıdır..
Bu çok önemli vurgu ile bitirelim..


---21 Aralık 2014 / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet