Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

22 Aralık 2014 Pazartesi

Türkiye Yaratıcı Potansiyelini Öldürürse, İşi Biter

Özgürlüğün bedeli halkın sürekli tetikte olmasıdır...

Cuma akşamı uluslararası Şeffaflık Derneği+İsveç’in katkısıyla düzenlenen, Daron Acemoğlu + Gönenç Gürkaynak’ın konuşmacı olarak katıldıkları toplantı, biraz alışılmışın dışında ve pek sık görülmeyen zenginlikte gerçekleştı.. Demek “format” yani “usul/şekil”, konferansın içeriğini de belirliyor! 2 saat sürdü, bana göre 4 saat de sürebilirdi!
Konferans Daron Beyle sınırlı olsa, bu kadar ilginç olmazdı; Acemoğlu kitabının içeriği ve katkısı çevresinde dolanırken, Gürkaynak hukuk-iktisat-toplum ilişkileri açısından konuya derinlik kazandırdı. Toplantıyı özetleyecek değilim, bu benim için sıkıcı olur. Ama ilginç bulduğum bazı noktaları kendi açılımlarımla tartışacağım...

Kurumsal Yapının Üstünlüğü
Her iki konuşmacı, şüphesiz, Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazlarda fikirbirliği içinde.. Acemoğlu, bir ülkenin demokrasiye, hukuk devletine (ben, hukuk ülkesine, demeyi tercih ederdim!), zenginliğe, yaratıcılığa, her alanda inovatif bir toplum düzlemine geçmesinin önkoşulu olarak, devlet ve ülkede kurumsal yapının önemini önkoşul olarak görüyor. Bir “kurumsal yönetim rejimi” gibi... Zenginliğe giden yol ile hukukun üstünlüğü+demokrasi arasında bağ, tezinin temel zinciri..
Kurumsal yönetimlerin karşısındaki seçenek, bizdeki örneği ile “lider rejimi”dir. Bunun kötüsünün de kötüsü, bir RTE rejimi! Bu rejimde, özgün ve kendi gerçeği ışığında politika ve kararlar üretecek kurumların varlığı mümkün olamıyor.
Tüm kurumlar, hukuk / yargıdan tutun Merkez Bankasına, BDDK ve Borsa’ya, partisine ve bakanlıklara / bakanlara kadar.. Bu yetmez tabii, demokrasi için en/çok temel bir kurum olan medya bağımsızlığına, dahası işveren örgütlerine; Kızılay, Yeşilay, Futbol Federasyonuna...kadar.. Aklınıza ne gelirse, hepsi “lider rejimine” bağlı, onun otoritesi altındadır..
Tabii ki bu durumda, hiç birinin fazla bir anlamı, yaratıcılığı, ülkeye devlete katkısı, kendisinden en çok beklenen yenilikçi yaklaşımı da, “lider”in otoritesi, kararları altında kalır.

Kulluk Rejimi Yaratır
Ortaya çıkan bir efendi / kulluk ilişkisidir... Acemoğlu’nun bu açıdan “Türkiye’de rejimin adı padişalıktır” demesi haklıdır. Atatürk dönemi, kendine özgü, hemen her açıdan toplum, ülke, millet “kurucu” niteliği ile, parantez dışı tartışılması gereken bir alandır. Ama, bu ülkede demokrasi ve hukuk devleti hiç olmadı, çeyrek oldu en çok yarım oldu! Şimdiki padişah dönemi ile de “kurumsal” yönetim tamamen rafa kaldırıldı
***
İfade özgürlüğü mü, öncelikle, bir hukuk, demokratik devletin ve iktisadi zenginliğin yolunu açar; yoksa kurumsal yapı mı..
 Gürkaynak, ifade özgürlüğüne öncelik vererek, Acemoğlu’nun en önemli katkısı olan “kurumsal yapı” tezini çöpe atmaya kalkıştı. Ama Acemoğlu’nun derhal kurduğu savunma duvarı karşısında, Gürkaynak’ın tezi epey parçalandı..
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi ve avukat olan Gürkaynak, ifade özgürlüğünü temel alan bir yaklaşımla özgürlükler alanı yaratılabileceğine; hukukun üstünlüğüne, demokratik kurumlaşmaya ve iktisadi başarılara böyle gidileceğine vurgu yaptı.

Potansiyeller Kalıcı Değildir
Her iki konuşmacı Türkiye’nin büyük bir potansiyele sahip olduğu noktasında birleşti.. Tabii, net vurgulamasalar da, yaşadığımız tek adam rejimini aşma konusundaki potansiyeli kastediyorlardı. Gürkaynak, önemli bir noktaya dikkat çekti: Yalnız, potansiyeller her zaman ortada/kalıcı değildir. Geliştirilmez ve kullanılmazsa eriyip gider ve kaybolurlar..
Bu utangaç saptamayı açıyorum: Potansiyeller, kurulu rejimin dışındaki hemen her alanda, tabii öncelikle sivil toplum alanında, hatta özel sektörde, kadın-genç hak ve özgürlüklerinin savunmasında, hatta eğitimde, medya özgürlüğünü savunmada... varlar, ve kinetik bir enerjiye sahipler.
Bu enerjiyi, muhalefet ve söz konusu kesimler kullanabildikleri ölçüde, potansiyel varlığını korur. Yoksa, otoriterin baskısı altında yokolup gider. Salt sandığa odaklanan örneğin CHP gibi bir muhalefet partisi, bu potansiyelin otorite tarafından yokedilmesine yardımcı da olabilir.
***
Bu bağlamda koneransta sahnede dillendirilen başka önemli bir nokta, özgürlüklerin, hakların tabandan mücadele ile sahiplenebileceğidir; ancak bu yolla özgürlükler, ifade olsun, demokratik hak ve talepler olsun veya hukuk/adalet olsun.. Gürkaynak’ın vurgusuydu. Ben buna fırsat eşitliği, eğitim özgürlüğü, yaşanan çevreye kesin sahip çıkma özgürlüğü gibi daha pek çoğunu eklemek isterim.
Burada sivil toplum, her alanda ve her bakımdan aktif rol üstlenmedikçe, şüphesiz ki özgürlükler kurumlaşamaz ve sahiplenilemez. Ülke yöneticileri, (burada Büyük Otorite), hiç kimseye ve hiç bir alana, kendisinin kontrolü dışında özgürlük alanları açmamak için diretir.
Örnek vermem gerekirse: Gezi’de gördüğümüz gibi, insanların ölümü pahasına, ülkeyi ateşe ve kana bulama pahasına, kendi otoritesini sonuna kadar savunur.
Buradan da bir sonuç çıkarmamız gerekirse: Kazanılan hiç bir alan kaybedilmemeli ve sonuna kadar savunulmalı. Toplumun üstüne, tüm ülkeyi kapsayacak büyüklükte kara bulutu dağıtmanın başka çaresi yolu da yok..
***
Hukuk devleti, aşağıdan sivil toplumun desteği (yani mücadelesi) ile gelmeli diyen Daron Bey, Jefferson’dan ilginç bir düşünce nakletti:
Özgürlüğün bedeli halkın sürekli tetikte olmasıdır..
Bu çok önemli vurgu ile bitirelim..


---21 Aralık 2014 / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder