Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

8 Kasım 2012 Perşembe

İktidarın Çarmıhında Medya Patronu


Milliyet’te ilgiyle izlediğim iki yazar kapının önüne kondu. E-posta kutularında, yeni genel yayın müdürleri Derya Sazak’tan gelen bir elektronik postayı okuduklarında, artık orada çalışmadıklarını anladılar. İki çalışan daha atıldı, başka birileri daha işlerinden olabilir. Medya plazalarında eskiden, giriş kartlarının bloke edildiğini gördüklerinde, işten atıldıklarını anlardı çalışanlar! Bu ahlâksız uygulama sürüyor mu, bilmiyorum.
 İşini kaybetmek hoş değil. Gazetelerde kimsenin işine son verilmez diye bir da kural yok. Verimsiz çalışma, tembellik, çalışma arkadaşlarının sırtında yük olma, işten atma nedenleri arasında olabilir. Çalışanların vicdanlarına kabul ettirilemeyen işten atmalara şüphesiz kesin karşı çıkmak gerekir. Patron “vay kârım azalıyor” diye de çalışan çıkartamaz, çıkartmamalı. Gazeteciler sendikal örgütlenmemişse, patronun işten atmaları daha kolaydır. “Babiali”de durum budur!
Milliyet’te iştan atılan iki yazarın özelliği farklı. Ne verimsizdiler, ne kaytarmacı. Tam terine, işlerini yazarlık şanına, gazeteci-yazar vicdanına uygun pekâla iyi yapıyorlardı!
Metin Münir, medyanın en özgün ve kaliteli yazarlarından, süzülmüş insanlarından biriydi. Araştırıcı, bilgilendirici, yeri geldiğinde ve gerektiğinde de uyarıcıydı.. içine girdiği konuyu iyi anlamadan, araştırmadan yazmazdı. Metin Münir ne diyor, merak ederdim. Semih İdiz de dış politikayı izlerdi.
Her iki yazarın ortak yönü, özellikle son yazılarında arada sırada iktidara eleştirel yaklaşmalarıydı. Oklarını, dış politikada ülkeyi savaşa sürükleyebilecek ağır hatalara yöneltiyorlardı. Henüz Milliyet’in internet sitesinde varlarken, son bir aylık yazılarına şöyle bir göz atın, ne demek istediğimi anlarsınız.
***
Gazetenin yeni patronu, Beşiktaşı’ı borca harca batırdıktan sonra, ödül olsa gerek, Futbol Federasyonu Başkanlığına seçildi. Futbol Federasyonu sözde özerktir. Ama oraya iktidarın işaret etmediği birisini seçmek, deveye hendek atlatmak kadar imkansızdır.
Milliyetin patronu Demirören bir iş adamıdır! Ne yazık ki iş adamları neredeyse bütün futbol kulüplerini yönetiyor. Futbol ile ticaret arasında ne kadar sıkı bağların olduğunu anımsatmak, okura hakaret olur! Patron, Doğan Medya’dan iki gazeteyi, Milliyet ve Vatan’ı satın alarak medya patronluğuna da soyundu: İş adamlığı, futbol kulübü yöneticiliği, futbol ederasyonu yöneticiliği, medya patronluğu
Bu şu demektir: iktidarla, siyasetle kucak kucağa, al takke ver külah.
Yani iş adamının siyasete bu kadar çok, dahası göbekten bağımlılığının ağır bir faturası vardır: Medyanı iktidarın borusuna göre ayarlamak.. Bu kaçınılmazdır, içinde bulunduğun koşulların emiridir.. Asla dışında kalamazsın...
Kaldı ki, medya patronu olmayan veya doğrudan iktidarın kontrol etmediği sermayenin üzerinde bile bu kadar ağır baskılar varken.. Örneğin bu iktidar TÜSİAD’ı ve patronlarını, bir kaşık suda boğacak ortamı ararken.. Aydın Doğan’ı doğduğuna pişman etmişken.. İktidarın medya üzerinde baskıları sürerken.. Tek bir bağımsız ve özgür program bırakmazken TV’lerde. Medya Mahallesi’ne bir hükümet komiseri atamak durumunda kalırken, korkudan veya emirle.. (Neden Ayşenur’ü özgür bırakmazlar, hükümet komiserine de örneğin ‘karşı mahalle’ gibi tek başına bir “denge programı” yaptırmazlar! Hey CNNTürk!)
Durum böyleyken medyada, FFBaşkanı-iş adamı- medya patronu özgür mü kalacaktı! O FF Başkanlığına sıçrayarak bağımlılığı baştan kabul etmiştir! Dolayısıyla, gazetelerinde yazar ve çizerleri hızaya getirecek önlemlerin alınması, iki vicdanlı yazarın işine son verilmesi ve geri kalanlarına da örnek olması, şaşırtıcı değil. 
Soru şu: Acaba 2+2 işten çıkartma, canavarı doyurmaya yetecek mi? O hep aç geziyor da!
Burada sıradan bir işe son vermekten bahsetmiyoruz; sahneye konan, siyasal kafa kesmecedir!
Yıllardır medyada yaşadıklarımız varken.. içeriye onlarca gazeteci atılmışken..  basın özgürlüğü lafı bir diktatörün kalesinde bayrak olarak sallanırken.. Türkiye dünyada basın özgürlüğü ve demokrasi ölçümünde, çamurlar içinde yuvarlanırken..
Her kim ki, 28 Şubat’ta andıçlanan ama asla işsiz kalmamış ve o günden bugüne krallar gibi eller üzerinde tutulan 3-5 kişinin hesabını hala gündeme sürüyorsa..
Hangi özgürlükler kısıtlanıyormuş, işte Orhan Bursalı istediğini yazmıyor mu, muhalif gazeteler çıkmıyor mu, ülkede hangi demokratik hak ve özgürlük eksik.. diyorsa...
---6 Kasım 2012 / Bilim ve Siyaset –Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder