Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Mayıs 2012 Perşembe

RTE Diktatörleştikçe, Medyada Alkış Yükseliyor (A be Gazeteci!)


Önceki gün Bekir Çoşkun kardeşim kalpten girdi meseleye.. Kişi boyutundan.. Hançeri yerine sapladı.. baktım akan kan falan yok! Bugün de ben “A be gazeteci” diyeceğim.. Ama önce Arena olayına bakalım..
Erdoğan, Fatih Sultan Mehmet ayaklarında! Atatürk’ü falan aşmış adam! Her sözü bir yasa gibi.. Ağzını her açtığı konu, her sözünün veya hiddetinin karşılığı, neredeyse Meclis’te yeni bir yasayı doğuruyor. Gak diyor yasa, guk diyor yasa, veya bir yaptırım.. Uludere’yi eleştirenlere veryansın ediyor ve Yeni Şafak yazarı Ali Akel kapının önüne konuyor. Bu ona bir onur!
İstenen vicdan değil, iktidara tasmalı uşaklık.. Bunun köpekle ilgisi yok. Hakaret etmeyelim! Ortalıkta tasma ve yularıyla gezinen insan dünyasından manzaraları konuşuyoruz!
Gazeteci birilerinin, AKP İl Başkanlığı tek adamlık seçiminin yapıldığı Arena stadının doluluğuna bakarak gözleri yaşarıyorsa, bu ne sevgi ahh diyorsa, oradakileri İstanbullunun büyük sevgisi ne yapalım yani gerçekleri yazmayacak mıyız diye nitelendiriyorsa.. birileri de kendisini eleştirenlere donmuş kafalar diyorsa..
Can Dündar’ın dünkü yazısında belirttiği gibi, Stockholm Sendromu, ülkemizde tam gaz yürürlüğe girmiştir: Zalimine aşık tutuklu insan..
***
Gazeteci gördüğünü yazar da, gazeteci gerçeği nasıl görür diye de bir mesele var.
A be gazeteci, Arena ilk kez mi bu kadar doluyor? Bu bir..
A be gazeteci, Arena’yı İstanbullu mu dolduruyor, yoksa AKP’nin İstanbul örgütü 2 bine yakın otobüsle ilçelerden taşıdığı AKP’lileri, AKP üyelerini ve sempatizanlarını mı Arena’ya dolduruyor? (Hem bunu yazıyorsunuz, hem de bu ne muhteşem sevgi diyorsunuz, hiç mi utanmak arlanmak yok!) Bu iki..
A be “gazeteci”, Arena’yı AKP’liler, Erdoğan hayranları dolduruyorsa, “sevgi gösterisi” dünyanın en doğal durumu değil mi? Bu üç..
A be “gazeteci”, 64 bin –zaten- AKP’li Arena’ya yığıldıysa, İstanbul’u AKP’den kimse alamaz, nasıl dersin?  AKP kaç oy aldı bu kentte? Bu dört..
A be “gazeteci”, Arena’da olan bitenler üzerine hayranlığını yazarken, gösterinin tamamının tasarlanmış, tek adamı totem yapmak amacıyla kotarılmış, kişi kültünü tanrı katına yüceltmek için özel olarak düzenlenmiş olduğunu düşünemiyorsan ve görmüyorsan eğer, sen nasıl gazetecisin? Bu beş...
A be “gazeteci”, bu “müthiş disiplin- müthiş düzen hayranlığı” sende nereden ileri geliyor da övgü üzerine övgü düzüyorsun? Sen, ülkede görüş/ ideoloji/ yaptırıma yönelik tek adam düzeni/ disiplini ile, Arena’daki düzen/disiplin arasındaki izdüşümü görmüyor musun? Bu altı..
A be “gazeteci”, hiç mi okumuş yazmışlığın yok..
Hiç mi tarih bilgin yok..
Hiç mi Hitler-mitler, Mussolini falan ilan..
Hiç mi, tarihteki o kült liderlerin kül –köle kitleler yaratma-hükmetme- gütme, tapınmış kitleler oluşturma politikalarından haberin yok..
Hiç mi, tasmalandığın toteminin, bu ülkede her gün bir sözüyle toplumun boynuna da kendi ideolojisini geçirdiğini görmüyorsun..
A be gazeteci, sizlerde bu büyük düzen ve disiplin hayranlığını hiç bilmiyorduk, iyi ki dışa vurdunuz da, ülkenin kimlerle nerelere sürüklenebileceği daha iyi görüldü.. Bu yedi..
***
A be “gazeteci”, diktatörlük arttıkça, baskı arttıkça üzerinde, sağdan soldan atılmalar arttıkça, zalime olan hayranlığınız da artıyor...
Patronunuzun da artıyor, kendinizin de artıyor.. Bu sekiz..
A be “gazeteci”, bu hayranlığınız arttıkça, zalimin de zulmü artıyor, sana vuracağı tasmaların sayısı da artıyor, sırtındaki kırbaç da artıyor, insanlığın-kişiliğin-özgürlüğünden geride hiç bir şey kalmıyor...farkında mısın.. Bu dokuz...
A be “gazeteci”, bu zalim hayranlığınla, aslında ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorsun, bu yükü nasıl kaldırıyorsun? Bu on..
***
A be “gazeteci”, bu sana kapak olsun!
Bunu ferman gibi yazıp, yular ve tasma takılmış boynuna asıyorum.
Yaptığım totemle de sen, ebedi olarak bu halinle dolaşmaya mahkum oluyorsun.. Bu da onbir..
Özür mözürmüş, baskıymış zavallılığınmış, kişiliksizliğinmiş, işini yitirme ve patron korkunmuş, içeri atılma kaygısıymış... 28 Şubattan içeri alınma korkunmuş, veya bir zamanlar asker postalı yalamanın özrüymüş.. Zaten bugüne kadar yükünü tuttun, yedi sülalene yetecek kadar mal-mülk biriktirdin..
Hiç kaçacak yerin, girecek deliğin, tutunacak dalın yok.. Bas git b.u meslekten..
Hiç yemezler oğlum; totemle konuştum, hem boyun eğdiğin toteminle, hep diğerleriye..
Dediler ki, on tane tasma taksan, yemezlermiş.. Bu da oniki..
Hadi sana güle güle..
--31 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

29 Mayıs 2012 Salı

Hinoğluhin Düşünceler


Acı acı güldüm; yargıç “burada siyasi yargılama yapılmıyor” demiş Doğu Perinçek’e..
Mustafa Balbay dünkü ara savunmasında diyor ki: “Burada insanlar artık gerçeği aramıyor, kendini arıyor, ‘ben böyle bir tablonun neresinde olabilirim’ diye.. İçeride bir kişi ile ilk kez karşılaştığında soruyor, ‘siz kimsiniz?’. Yanıt: ‘İddianamede sizinle en çok irtibatta olduğu iddia edilen kişi’.”
Tuncay Özkan, Danıştay katilleriyle birlikte aynı sırada yargılanmaktan duyduğu utancı dile getiriyor…
Mahkeme, salondan izinsiz tuvalete çıkmayı yasaklamış..
Bir zaptürapt ki, Allah düşman başına vermesin!
Düşündüm ki, yasaların, hukukun adaletin mahkemesi değil.. Peki ya ne?
Bu davayı sürdüren, düzenleyen, kuran, planlayanların sureti..
Arkalarındaki politik yüzlerin, iktidarların hak hukuk adalet demokrasi kavramlarıyla ilişkisinin Silivri’ye yansıması..
O yüzlerdeki yüreklerdeki beyinlerdeki karalığın yansımalarını yaşıyoruz Silivri salonlarında...
***
Koca adam Yaşar Kemal dün mesaj atıyor: “Dağın öte yüzü gözükmüyor, ufuk kapalı..”
***
Cemil Çiçek, yazık ki yazık bir insan.. Milletvekillerinin tutuksuz yargılanması için bulunan onlarca çözüme, tabi olduğu Mutlak İrade’nin “hayır demesi karşısında, son noktayı şöyle koyuyor:
“Anayasa ve yasalar çözüme izin vermiyorsa yapacak birşey yok".
Anlıyorsunuz değil mi! Yani Anayasa da babayasa da yasa da hukuk da adalet de mahkeme de Meclis de, tek kişi diyor anlayacağınız. Mutlak İrade, izin vermiyor!
***
Uludere.. İnadına.. Uludere, iktidarın karanlık ilişkilerinin düğüm yeri mi yoksa?
Cumhurbaşkanı Gül’ün, Pentagon’un sızdırdığı Uludere haberi üzerine “Wall Street Journal’de böyle bir yazı çıkacağını biliyorduk sözü gözden kaçtı ve üzerinde durulmadı..
Pentagon’un açıklamasının özü “Biz yapmadık TSK yaptı” idi. Hükümetin bombalamada siyasi yetki ve sorumluluğunu gözardı ediyor, “suçu” TSK üzerine yıkıyordu. Haberde özellikle dikkat çeken ifade şöyleydi: Daha ayrıntıyı görüntü alalım diye önerdik, ama TSK reddetti ve bölgeden uzaklaşmamızı istedi..
Gül’ün açıklamasına dönelim: Pentagon, Köşk’e hükümete, böyle bir açıklama sızdırıyoruz, diye bilgi mi verdi? Gül, bu haberi önceden nasıl biliyordu? Yanındaki gazeteciler ne yazık ki veya her zamanki gibi, can alıcı soruyu sormamışlar..
Olayın üzerinde ABD-Türkiye özel bir sır perdesi mi var? Ortada zaten bir “kurban” var: TSK, hatasının bedelini ödesin, biz de temize çıkarız biçiminde bir komplo veya işbirliği mi?
***
Erdoğan’dan Uludere’yi unutturmak için bugün yeni ve çok özel açıklamalar bekliyoruz..
Tasmalı gazeteciler”, kesmedi.. “Onları tasmalarından kurtardık”, çok çok ucuz laf.. Çünkü ortada bu kez gerçekten iktidar tasmalılar kol geziyor.
Medya patronlarına “paralarını sen veriyorsun, o zaman kendi düdüğünü çaldır” demesini bildiniz..
Yani “patron tasmalı gazeteci” önerisinin patenti size ait!
Ama Başbakanın bu önerisi ortağı Cemaat yazarlarına sökmüyor. Balyoz bavulcusu Mehmet Baransu bile “Medyada partisinin sözcülüğünü yapan, emir ve korkuyla yazı yazan (yazamayan), sayıları da bir hayli fazla olan bu Ak silahşorlar”den bahsediyor!
***
Düşünüyorum da, Uludere katliamını kapatmak için, Suriye’de Esad’ı alaşağı etme çabalarının arttırır mı?
Acaba, Esad’a karşı savaşın bayraktarları olan, son satılan iki gazetenin Suriye manşetleri buna hazırlık olabilir mi?
Haziran ayında Hilary Clinton, Suriye savaşını konuşmak üzere Ankara’ya geliyor da..
Herşeyi en iyi unutturma projesi Suriye’dir, Erdoğan için.

***
Suriye, Erdoğan’dan savaş kahramanı yaratır mı?
Savaşçı Erdoğan imajı, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, başkanlık sistemini öngörecek yeni anayasanın Referandum’la kabulunde bir numaralı rolü üstlenir mi?
Önceki yazımda “Erdoğan Mucize Bekliyor” demiştim..
Bu mucizenin Suriye’den içeri girebileceğini hesap ediyor olabilir…
Kıbrıs’ın ve Öcalan’ın, Ecevit’i nasıl sandık kahramanı yaptığı aklıma geldi de..
Hinoğluhince düşünmeye başladım..
--29 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Yeni Dönem: İktidara Muhalefet Neden Yükseliyor?

Sanırım giderek şiddetlenecek (enine, boyuna, derinliğine) bir muhalefet dönemine giriyoruz.
Özellikle 1 Mayıs 2012, arkasından 19 Mayıs 2012 gösterileri, derken işçi muhalefetinin “Büyüyen Türkiye”den daha fazla payını istemesi için grevleri.. Fenerbahçe’nin Cemaat ve iktidara karşı büyük tepkisi.. Avukatların, baroların ve toplumun çeşitli kesimlerinin haksızlıklara, hukuk ihlallerine, Silivri adaletsizliklerine ve zulmüne karşı demokrasi ve hukuk için direnişleri..
Yeni muhalefet döneminin güçlü göstergeleri.. Bu yeni dönem ne zaman başladı derseniz..
Ergenekon, Balyoz, Odatv ve gazeteci dava ve tutuklamalarının üzerinden karanlık-sis perdesinin kalkması ve özellikle son bir yıl içinde yaşadığımız küçük “aydınlanma dönemi”nin ardından..
İnsanlar, yurtseverler, gazeteciler, subaylar, muhalifler, bilim insanlarımız.. gerçi içerideler..
Ama, davalarda ilk mahkeme kararları nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, hem hukuk hem de giderek daha geniş halk kitleleri içinde, davaların ve yargılananların masumiyetleri görülmüş, kanıtlanmış ve kabul edilmiştir.. Hukuksuz, haksız, tamamen düzenbazlıklara dayanarak açılan bütün davaların ergeç varacakları sonuçtur bu.. Siz bakmayın yüksek yerlerde oturup sözde adalet adına atıp tutmalara.. avukatlar, barolar hakkında suç duyurularına.. Bunlar büyük bir yenilginin dışavurumlarıdır. Bu davalar, sürdürücülerini hayatları boyu onları izleyecektir.. (Barolar ve avukatların direnmesi, demokrasi ve hukuk için en büyük dayanaklarımızdan biridir!)
Sözkonusu davalar öncesi, tezgahın kuran iktidar ve yandaşlarının büyük bombardımanı ile sinen kesimler, dava süreçlerinde gerçeklerin birbir ortaya çıkması karşısında uyanmaya başladı. Ben buna “aydınlanma dönemi” diyorum!
Bu aydınlanmanın olgusunu, 1 Mayıs’ta “Devrimci Vosvosçular”dan tutun, pek çok küçük okul, mahalle, ev, sokak, neredeyse kuşçulara varıncaya kadar, yüzlerce yeni pankartın arkasında, on kişi- yirmi kişi- elli kişi, her ne kadarlarsa, yürümelerinde gördüm..
***
 4+4+4 eğitim yasası ve buna paralel 19 Mayısı okullardan ve halktan uzaklaştırma ve pasta kesme törenine dönüştürme girişimleri de, bu “aydınlanma dönemi”ne hizmet etti. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni kaldırma girişimi, gençliğin tam kanına dokundu! Birden farkedildi ki, Gençliğe Hitabe büyük bir silah, araç, güç gençlik için.. Onun ellerden alınmaya kalkışılması, Hitabe’yi paha biçilmez bir değere yükseltti!
Tıpkı 19 Mayıs gibi! Her ne kadar okullarda hazırlıklar yapılıyor, fener alayı düzenleniyor, stadyum gösterileri yapılıyor olsa da, siyasi olarak uykuya yatırılmış olan 19 Mayıs 1919’un anlamı parladı birdenbire! Millet, gençlik, varoluşlarının resmi belgesinin de iptal edilmek istendiğini gördü..
Samsun’da, İzmir’de CHP’nin katıldığı, İstiklal Caddesi’nde Türkiye Gençlik Birliği’nin öncülük ettiği, Şişli’de Sarıgül’ün öncülünde ve daha pek çok kentte düzenlenen başarılı gösteriler bu değerin kanıtlarıydı.. Kurtuluş ve Kuruluş’un gerçek tarihini  “resmi tarih” diye yoksayarak, dip ve kenar notlarıyla, üçüncü beşinci olaylarla Kurtuluş ve Kuruluş’u yeniden yazabileceklerini sanan uyduruk insanların bugüne kadarki çabalarını, halk, bir 19 Mayıs ile, tuvalet kağıtlarına dönüştürdü!
Genç siviller adıyla ortaya sürülen ve şimdi yokolan, spor papuç armalı, uyduruk davalar için kullanılanların yerini, devrimci gençlik, devrimci muhalefet, devrimci halk aldı!
***
Yeni dönemin başka bir özelliği, Erdoğan ve ekibinin, iktidarda gücünü koruyabilmek için, halk içindeki en gerici değerleri kurumsallaştırma çabaları oluyor. Veya en ilkel ve geri değerleri geri getirerek dayatması!
Kürtaj son hamlesi.. Üstelik kürtajları, Uludere Katliamı ile eşdeğer gören açıklaması doğrusu müthişti ve Türkiye’nin üzerine gelmekte/yuvarlanmakta olan daha büyük toprak kaymalarının işaretleriydi sanki..
Mutlak lider, Türkiye’ye dayatıyor da dayatıyor!.. Kadınlara ait, tamamen onların dokunulmaz alanına el atması, karşımızda ne büyük şiddeti barındıran bir insan olduğunun kanıtı..  Dünyada ne kadar özgürlükçü olmayan, dünyanın aşmaya çalıştığı değersiz “değer” varsa, otoriterlik, mutlaklık, tutuculuk, anti demokratlık, anti-liberallik.. hepsini üstlenen bir kişi...
Ulusal bütünlük değil, “ulusal” ayrışmanın giderek daha geniş bir yelpazeye yayılacağı, bir yazımda belirttiğim gibi, “Üçe Ayrılmış bir Türkiye” tablosu hızla oluşuyor..
Gazetemizde Barkın Şık’ın “sessiz bekçi”, yani kitle gösterilerini elektro manyetik ışınlarla durdurma silahına Emniyet’in gösterdiği ilgi de, içine girdiğimiz yeni döneme, iktidarın yanıtı olacak!
--27 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

RTE, İktidar Oyununu Kaybeder mi?


Başbakan için işler zorlaşıyor. Özellikle koltuk değişimlerinin gündeme geleceği 2014 ve 2015 yılları henüz büyük belirsizlikler taşıyor, RTE de bunu bilmiyor; gerçi planı açık ama gerçekleşmesi zor; zaman da hızla Erdoğan’ı sıkıştırıyor.
Koltuk değişimlerine ilişkin saflar iyice belirginleşti sayılır.
İki tutuma işaret edeceğim. 
İlki, Erdoğan’ın, Cemaat- Fenerbahçe ilişkileri üzerine yöneltilen soruya verdiği kısa ve net yanıttı: Cemaat camide olur, camide cemaatle beraberim..
Bu sözler, Erdoğan’ın kararlılığını ve Cemaate yerini gösteriyor:
Camii, oradan çıkma, siyasete, hele hele benim yerime hiç soyunma.. Cami ile ilgili siyaseti zaten ben yapıyorum. Şimdi sen karşıma, siyaset ile camiyi birleştiren ikinci bir güç olarak çıkıyorsun, bunu yemem. Seni iktidarıma ortak etmem. Evet, bana hizmet ettin, özellikle Ordu’ya karşı büyük operasyonları belki de sen olmasaydın bu kadar başarıyla yapamazdım.. Ama işleri berbat ettiğin, kafana göre takıldığın, beni de çok zor durumlara soktuğun olaylara da giriştin.. Sen, camiye...”
F. Gülen ve ekibi, Fenerbahçe Cumhuriyeti’ne bulaşması ve oradan da Erdoğan’ı vurmaya kalkışması sonucu uğradığı büyük tökezlemeye rağmen, köşesine, sınırlarına, camiiye çekilecek ve iktidar mücadelesini bırakacak bir güç değil.
Çünkü F. Gülen Cemaati, birCami Cemaati” değil! “Yöneten” bir cemaat. Camii ile işleri yok dersek, biraz abartmış, ama derdimizi de anlatmış oluruz! Eğitimden tutun, finans, iş, dış alım-satım, her türlü ticarete kadar işin içinde. Yetmedi, Ordu’nun içinde, özellikle polis ve yargıda örgütlenmeleri var... Kaymakamları, valileri var.. Kaç milletvekiliyi yönlendiriyor ve bakanlardan kimler var, doğrusu bilen varsa mesaj atsın da öğrenelim! 
Mesela bir Büyük Türk Gazetecisi iken AKP ye transfer olan Suat Kılıç, Gülenci mi?
Neyse, 2014 ve 2015 yıllarında yeniden doldurulacak 4 koltuk (Köşk, Başbakanlık, Parti Başkanlığı ve milletvekilliği kadroları), konusunda, Erdoğan’ın “hadi bakalım camiiye” kışkışlamasına, F. Gülen’in başüstüne diyeceğini kimse sanmasın!
Kartlar karılıyor, hesaplar yapılıyor...
***
İkinci önemli nokta, Cumhurbaşkanı Gül’ün demeci. Erdoğan ve ekibi, Cumhurbaşkanına bir “koltuk” daha önerdi: NATO genel sekreterliği! Gül, hayır teşekkür ederim, almayacağım, dedi. Dönemin alçalmış bazı renkli kalemleri, biliyorsunuz, Erdoğan’ın el altındaki önerisini, gazetesinin yarım sayfasını rezil rüsva ederek sayfasına taşımış ve “Gül’e Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği yakışır, Türkiye bunu başarabilecek güçtedir..” biçiminde yazmıştı..
Gül, bu öneriye de, hayır teşekkür ederim, almayayım, demişti..
Bunlar, politikacı Gül’ü “memurluğa indirgeme” yoklamalarıydı!
Erdoğan’ın önünde iki temel engel var.. Yooo hayır Cemaat değil bunlardan biri, Gül ve Anayasa! (Erdoğan, Cemaat ve Cami meselesini iki üç yıl içinde çözer!)
Gül, “Erdoğan’la eş düzeyde”, üstelik Cumhurbaşkanlığı yapmış kişi olarak AKP’ye, politikaya dönecek. Normal olan, Erdoğan’ın Köşk’e çıkarken, varolan yetkilerle yetinmesidir. Ama “Başkanlık” tacıyla ve anayasa değişikliğiyle bunu yapmayı kafasına koydu. 
Bugünkü yasal çerçevede, Gül’ün Başbakanlığa gelmesi ve kendisinin Köşke çıkması durumunda, Başbakanlığı ve hatta Parti’yi yöneten ipleri de epey veya tamamen bırakmak durumunda kalır.
Gül, Köşk’ün müdahalesini kabul etmez. Tıpkı Erdoğan gibi! Roller tam ve eşit değişmelidir! Siyaset budur! Artık, “düşman kemalizm”e karşı bütünleşmek diye bir mesele de ortadan kalkmıştır!
Erdoğan, en kötü senaryoyu garanti altına almak niyetinde: Diyelim Anayasa değişmedi veya Başkanlık sistemi kabul olmadı, Cumhurbaşkanı da seçildi, ama o zaman Başbakanlıkta ve Parti Başkanlığında, onu dinleyecek ve dediklerini uygulayacak birileri olmalı..
Ama, Erdoğan’ın yaverliğini yapacak kişi, Gül değil! 
Bu nedenle de Gül’e politika dışında memuriyet aranıyor!
Tabii, aslında “en kötü” senaryo, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilememesidir! O zaman işler karışır, yine eski görevine dönebilir mi, Gül’e de Dışişleri Bakanlığı gibi başka bir “memuriyet” verilir mi.. Bir sürü bilinmezlik.
Bütün bunları ve yeni olasılıkları, 1,5 yıl içinde, daha net göreceğiz.
Şu “milleti silme planı”na ve “vajina bekçiliğine” girecektim, ama iki önemli konu bir köşeye sığmıyor, umarım yarına..
--28 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

25 Mayıs 2012 Cuma

Üniversite Rektörlük Seçimleri Üzerine.. Öğretim Üyeleri Ne Düşünüyor?


CBT Gündem, sayı 1314, 25 Mayıs 2012
Haziran ve Temmuz ayları içinde 44 üniversitede rektörlük seçimleri yapılacak.. Pardon, rektörlük atamaları yapılacak.. Üniversite elemanı sanacak ki, ben oy kullandım, kimin rektör olacağını belirledim. Sonra bakacak ki, yahu biz buna oy vermedik, buda nereden başımıza geldi! Kendilerinin seçtiği en çok oyu almış rektörlerin yerine, daha aşağı sıralarda bulunan, belki de 1 veya 2 oy almış kişiler tepelerine rektör olarak atanmış!
  Yıllardır bu oyun oynanıyor. Ana oyuncuların bilimle ilgisi yok, hepsi siyasi: YÖK hükümetin memur kuruluşu, Çankaya onaylayıcı, ikisi ortak çalışıyor bu atamalarda..
Affetsinler, ama ortalıktaki bu körebe oyunun adını açıkça koymaktan alınmayalım. Oy kullanan üniversite elemanları bu oyundan sıkılmadılar mı; bu oyunun aleti olduklarını düşünmüyorlar mı? Oyundan çekilseler, bu kötü, ahlaksız oylama sistemi çökecek, onu ayakta tutan, tamamen oy verenler! Sistemi demokratik bir sistemle değiştirmek için kıllarını kıpırdatmıyorlar.. Şüphesiz bunun pek çok nedeni vardır, bunların hiç biriyle ilgilenmiyorum burada!
Yok hayır, bu sisteme karşı çıkanlar da var, üniversitelerde örgütlü dernekler ve onların yılmaz doğrucu davutları! Inönü üniversitesinden Van Üniversitesine, Akdeniz’den Ege Üniversitesine kadar 12 akademik dernek, geçen ay Ankara’da toplandı ve yayınladığı ilkeleri benimseyen rektör adaylarını destekleyeceğini açıkladı.
Bildirilerinden: “En fazla oyu almaması durumunda rektör adaylığından çekileceğini ilan eden adaylara işaret edilmelidir. Atama ve yükseltmelerde tek ölçüt bilimsel liyakattır. Atama ve yükseltmelerde bilimsel liyakat dışında ölçütlerin kullanılması, gerici kadrolaşmanın önünü açmakta bilimsel saygınlığı zedelemektedir. Korkular ve süreklileşmiş nicelik baskısı altında bilim yapılamaz."
Akdeniz Üniversitesi’nden Hayrettin Ökçesiz ve arkadaşlarının ise daha kapsamlı ve radikal bir rektörlük seçim bildirgesi var. Ökçesiz, bu tutumun ana hatlarını dergimizdeki köşesinde bugün de duyuruyor:
Değerli Rektör adayları, Atatürkçüyseniz, solcuysanız, demokratsanız, özgürlükçüyseniz, üniversite değerlerine bağlıysanız, bunlardan en az biriyseniz YÖK’e “mülakat”a gitmeyeceğinizi ülke kamuoyuna duyurunuz..”
EGE ÜNİVERSİTESİNDE ANKET
Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER) de geçen ay Ege Üniversitesindeki öğretim elemanları arasında rektörlük seçimlerinde düşüncelerini öğrenmek için bir anket düzenledi. 357 öğretim üyesi ankete katıldı. Anketin özet değerlendirmesi: “Öğretim üyeleri seçimlerin boykot edilmesine çok taraftar olmasalar da, mevcut sistemi onaylamıyor ve en çok oyu almadıkları durumunda adayların yarıştan çekileceği konusunda söz vermelerini talep ediyor.”
Prof. Ferhan G. Sağınüniversiteler mevcut seçim kandırmacasına karşın henüz üniversiter kimliğin getirdiği eleştirel yaklaşımı bir bütün olarak uygulayamıyorl ve topluma örnek olacak bir aydın cesaretini henüz gösteremiyor,” diyor.
Elektronik ortamda uygulanan ankete yanıt verme oranı, kadın akamedisyenler arasında yüzde 43,8 (154 kişi) ve erkek akademisyenler arasında ise yüzde 56,3 (198 kişi). Bunların yüzde 80,5’i öğretim görevlisi, yüzde 9.i’i araştırma görevlisi. Öğretim görevlisi ise yüzde 7.4
 Mevcut rektör belirleme sistemi uygundur” sorusuna, yüzde 67.3 kesinlikle katılmıyorum, yüzde 24.8’i katılmıyorum, yanıtını vermiş. Kesinlikle katılıyorum diyenlerin oranı ise yüzde 2,9: Anlaşılan YÖK listesi ve Çankaya atamaları da bunların arasından yapılacak!
Mevcut rektör belirleme sisteminde, öğretim üyelerinin oylarıyla rektörler belirlenmeli: Yüzde 75,5 evet diyor.
Cumhurbaşkanının, YÖK’ün sunduğu liste içinde rektör atamasına hayır diyerlerin oranı da: Yüzde 86,7!
Daha az oy alan bir adayın Cumhurbaşkanı tarafından rektör atanmasına ise yüzde 96’ı “Antidemokratik, adaletsiz, olumsuz etkilenirim, motivasyonunun azalır” diyor!
Rektörün yetkilerine ise yüzde 42,8 kısıtlanmalı, yüzde 39,8 yeterlidir diyor..
Rektörlerin üst üste 1 dönem rektörlük yapmasını isteyenler yüzde 36,8; 2 dönem: 56,5
Rektör belirleme sistemi üzerine görüşler: Yüzde 82,4 seçimle belirlensin, yüzde 94.1 Cumhurbaşkanı en yüksek oy alanı atasın..
Seçimlerde ise öğretim üye ve elemanları oy kullansın: yüzde 74; üniversitede çalışan herkes oy kullansın diyerler (çalışanlar belli oranda öğrenciler koşuluyla) yüzde 27.
Başka sonuçlar da var, onlar da haftaya..
Acaba Cumhurbaşkanı Gül için, öğretim elemanlarının bu eğilimleri bir anlam ifade eder mi?
***
Malatya rektör seçimleri üzerine bir not: “İktidar ve rant hırsı gözlerini öyle bir döndürdü ki şimdi örneğin bizde tam bir tarikatlar savaşı yaşanıyor. Rektör Cemil Çelik tarafından atanan dekan başka bir tarikatın adamı olarak onun kuyusunu kazıyor…
Ve bir resim:

Rektör, Malatyalı iş adamı Mahmut Çalık’a verdiği onur doktorasından hemen sonra teşekkürlerini böyle sundu.. Kaynak: www.malatyatime.com
***
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle..

24 Mayıs 2012 Perşembe

“Ben Değil, TSK Yaptı”


24 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

Tek gerçek var: TSK’nın Uludere’de 34 Kürt yurttaşı bombalayarak imha etmesi..
İçişleri Bakanı büyük ifşada bulunmuş dün: Emri komutanımız verdi, diye.. Bakan bey, bir inci daha ortaya koymuş: "Terörist görünümlü bir gruba ateş açılmıştır. Güvenlik güçlerimizin tecrübe hanesine yazılmıştır."
Başka bir absürd durum da, “bilgiyi kim verdi” tartışması. “MİT yönlendirdi” diyen de var, “işte bak Amerika bilgiyi verdi” diyen de. Neyse ki, Predatör insansız uçakların köylüleri bombaladığı tartıymaları bitti!
Hepsinden önemlisi şu: ABD hangi amaçla Uludere- bombalama olayının perde arkasını basına sızdırdı? Durum açık: ABD 34 kişinin bombalanmasının tamamen TSK kararı olduğunu ve kendilerinin bir rolü bulunmadığını (Amberin Zaman’ın –HaberTürk- 18 Mayıs tarihli yazısı da bu yönde!), Türkiye, Kürt ve dünya kamuoyuna açıklamak için olayı Wall Street Journal’a sızdırdı!
Bombalama Aralık’ta gerçekleşti.. 23-29 Nisan arası BDP + DTK liderleri de ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Kongre üyeleriyle, ABD Dış İşleri yetkilileriyle görüştü. Bu temaslarda, Uludere bombalama olayı da gündeme gelmiştir.
16 Mayıs’ta WSJ’e, ABD hükümet çevrelerinden “bizim suçumuz değil” haberi sızdırıldı! Zaten haberde de Uludere’de sivil kayıplar Pentagon’da alarmların çalmasına neden oldu” deniyordu! (Bir gazeteye veya kişiye amaçlı olarak sızdırılan önemli bir haber gazetecilik başarısı değil. Sızdırılmak istenmeyen haberi sızdırıp alabilmek gazetecilik başarısıdır!)
***
Biliyoruz ki, bölge üzerinde Amerikalıların güdümündeki Predatör’ler ve TSK’nın elindeki Heron’lar uçuyor. Amerikalılar diyor ki, “kalabalığı gördük, bilgiyi Türk yetkililere ilettik..” Hatta şunu belirtiyorlar: “ne olduklarını öğrenmek için daha detaylı görüntüler alalım dedik, ama Türk yetkililer bunu istemedi ve bölgeden uzaklaşın dedi”.
Uludereliler konvoyunu önce kim gördü, tartışılıyor. Abestir bu! Diyelim ki ön bilgiyi ABD verdi, uyardı TSK’yı.. Çok mu önemli?
Amerikalılar bunu övünç kaynağı yapıyor “işbirliği gereği bilgi paylaşımı yapıyoruz, Türkiye’ye terörist faaliyetlere konusunda kararlaştırıldığı gibi yardım ediyoruz” mesajını veriyor!
TSK ise bilgi milli kaynak diyor. Anlaşılan bölgede uçan Heron’lar da görüntü almış ve TSK Amerikalılardan ayrıntı görüntü istememiş. Aslında TSK demek istiyor ki “bölgede olan bitenlerin biz tamamen farkındayız..” Bir onur konusu yapıyor bunu! TSK ilk görüntüleri almış olabilir, Amerikalıların da bunu bilmeyerek, “ilk biz uyardık” demesi normaldir!
***
Bunlar tamam da asıl mesele ortada: TSK neden görüntüleri ayrıntılı islemedi? Belki de Amerikalılardan daha ayrıntılı görüntü isteseydi, durumu net olarak görebilecek ve kimbilir bombalama emri vermeyecekti! Heron görüntülerini seyreden milletvekilleri, onlar köylü demişti! TSK’nın tek sığınağı “köylü kılığına girmiş PKK’lı”!
Ya değilse’yi düşünmemişler.. Veya düşünmüşler de yine vurmuşlar...
Her durumda ağır kusur var. Başbakan bunu üstlenmek istemiyor! Son zamanlarda yükselen sesin karakteri şöyle: Biz de bilmiyorduk, alınmış kararların gereğini yerine getirmişler ve ve bombalamışlar..
Sonuç şu:
Amerikalılar, olayı üzerinden atarak, katliamdan “arınmış” oluyor..
Ayrıca Predatörleri satın almak isteyen Türkiye’ye de dirsek gösteriyor..
Başka bir nokta da, Kürtlere karşı “suç bizim değil, tamamen TSK’nın” diyor..
Dünyaya da!
Daha ne olsun! Hükümet ise bu katliamı haklı gösteren açıklamalar yapacağına, olayı bütün açıklığıyla ortaya koymalı. Aylardır yazdığımız budur.
***
Not: “Erdoğan başkanlık sistemi için mucize bekliyor” konulu yazıma gelen ters görüşler var. Bugra Yigit KonukRTE'nin Kürt sorununu çözen ve ülkeye ‘barış’ getiren büyük şef titrini (!) almadan Çankaya'ya çıkmak isteyecegini sanmıyorum” derken; Buğracan Konuk da buun destekleyerek, “Daha dün BDP'yi yerden yere vururken aniden BDP’ye çağrıda bulunması göstergesi sanırım”.. demekte. Bazı okurlar, CHP içinde de “iliştirilmiş milletvekilleri” olduğunu ve bunların destek vereceğini yazmış. Derim ki: AKP-BDP ittifakı, Başkanlık isteğini çözmüyor.
---

22 Mayıs 2012 Salı

Erdoğan Mucize Bekliyor


22 Mayıs 2012 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

Bizim rejim sorunumuz yok, demokrasi sorunumuz var”.. Siyaset bilimci Ersin Kalaycıoğlu, net bir dille böyle diyordu (Vatan, Mine Şenocaklı ile söyleşi, 14 Mayıs 2012). Bu köşede yayımladığımız uluslararası araştırma sonuçları (“AKP 10 Yıl -Uluslararası Göstergelerle Türkiye”, kitabımda) Türkiye’nin melez ülke kategorisindeki yerini belirliyor.
Bu saptamanın bütün alt kategorilerinde (demokrasi kültürü vb) de, Türkiye’nin demokrasi kategorisine geçebilmesi için, yıllarca ekmek yemesi gerektiğini gösteriyor..
Ama, hayır, AKP ulemaları, durmadan Başkanlık Sisteminin faziletlerini anlatmakla meşguller.
Nedeni de belli: Erdoğan Köşke çıkacak, Başkanlık yetkileri istiyor!
***
RTE, hayatının en zor işine soyunmuş durumda. İsteğini durmadan tekrar eden “adamları”na rağmen, Başkanlık sistemini gerçekleştirmesi, fiili olarak zor veya mümkün değil.
Neden “Başkanlık”?
Bu sistemin papağanlığını üstlenenlere bakılacak olursa, parlamenter sistem sorunlu, Türkiye bunun acısını çekti..  Peki ama Erdoğan’ınn ne derdi var parlamenter sistemden? Hiç bir derdi yok, hatta fazlası var: AKP döneminde parlamenter sistem ülkenin tek parti diktatörlüğü gibi yönetilmesine hizmet ediyor!
Bütün yasaları geçiriyor Erdoğan... Valileri, belediye başkanları aracılığıyla, toplumun temelinde kültürel olsun dinsel olsun her türlü muhafazakarlığı körüklüyor. İstediğine bal – şeker, istemediğine kamçı, cop, biber gazı, dayak.. hapishane..
Erdoğan ve yandaşları, 3 iktidar döneminde, parlamenter sistemde neyi yapamadı da şikayetçi?
Hepimiz biliyoruz ki, Çankaya’ya çıkmak isteyen Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanlığının bugünkü yetkileri “kesmiyor”. O, hükümeti de yöneteceği yetkiler istiyor. Böylece, kabul ederse Gül ve diğerleri de ancak onun emrinde hükümette görev alabilecekler.
Erdoğan, kısıtlı yetkilerle Köşk’te oturabilecek bir insan değil. Bu nedenle, zorluyor.
Ama imkansızı zorluyor. Kendi partisinden bile çok sayıda milletvekili Başkanlık sistemine evet demiyecektir.
***
Peki ne yapacak?
Eğer bugünkü hırsı ve tek adamlık ruhu, iki yıl daha sürerse, Anayasa’yı bu yolda değiştiremezse, Çankaya’da oturmaktansa Başbakanlığa geri döner! Parti tüzüğü değişir..
Tabii ara çözümler de var: Örneğin hınk deyicisi bir başbakan, hınk deyicisi bir parti başkanı bulabilirse ve onları Çankaya’dan yönetebileceğine inanırsa, Çankaya’yı kerhen kabul eder..
En son olasılık ise, Gül’ün Başbakanlığını kabul etmesidir: “5 yıl sonra yeniden Başbakanlığı devralırım” düşüncesiyle..
Siyasette dengeler çabuk değişir, ama AKP’deki istikrarlı yapı, olasılıkların hemen hemen hepsinin bugünden belli olmasını mümkün kılıyor..
RTE için en büyük belirsizlik de budur: Çankaya’ya çıkarsa, bir daha Başbakanlığa dönememe olasılığı, güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir.. Kardeşim, AKP içinde herkes üçüncü beşinci sınıf insan mı!
***
RTE’nin Anayasa yazılımını hızlandırması, ortaklaşa bir sonuç çıkmayacağını bile bile, şunun şurasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iki yıl kalmasındandır. RTE yeni Anayasa’da Başkanlığı zorlayacaktır deneyecektir..
Kürt meselesinde çözüm” tavizi verse, BDP’nin 30 milletvekili yetmiyor kendisine. Çünkü Meclis’te Anayasa değişikliği 367 oy istiyor.. Böyle bir tavizle, MHP’yi yanına alamaz..
RTE’nin Başkanlık sistemli önerisini Meclis’te kabul ettirebilmesi imkansız. Referanduma götürebilmesi için bile, diğer partilerden en az 4 milletvekilinin oyunu alması gerekir.. bırakın kendi partisinden tüm milletvekillerinin oyunu almasını..
RTE’nin MHP’yi yanına çekmesi gerekiyor (53 milletvekili). Bu nedenle RTE, Alpaslan Türkeş’in bir zamanlar başkanlık sistemi istediğini söyleyerek, Bahçeli’yi sıkıştırıyor.
Peki, MHP’yi nasıl yanına çeker? Ya “büyük tavizlerle” ya da MHP’yi yutarak.. Bu dönem seçimlere kadar, salt Anayasa oylaması için, bu iki olasılık da mümkün değil.
Tek seçenek kalıyor, Başkanlı sistemli anayasa önerisini halka götürmek.. Peki bu ne kadar mümkün? Bence sıfıra yakın..
Yani RTE, Başkanlık Sistemini ancak rüyasında görmeye devam edecek, öyle gözüküyor.
Normal Anayasa’yı bile, salt AKP milletvekillerinin desteği ile kabul ettirmesi de çok çok zorken..
Erdoğan’ın iki yıl içinde mucize yaratması gerekmekte..
Türkiye “acil demokrasi” bekliyor, RTE’nin derdi ise Türkiye’yi daha bir diktatörlüğün boyunduruğu altına almak..
Bakalım “kim” galip gelecek!?
---