Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

23 Haziran 2016 Perşembe

Gül’ün ağır sorumluluğu ve kendini yitirmiş bir iktidar


Tabii ki ilgiyle okudum Fehmi Koru’nun Selin Ongun’a söylediklerini.. İmzalayıp gönderdiği “Ben Böyle Gördüm” kitabı da okuduklarım arasında. Önemli bir dönemin ayrıntıları arasında dolaşıyorsunuz. Kaçırmayın kitabı.
Ortak konumuz Abdullah Gül. Koru Gül’e yakın bir isim. Gül ile RTE arasındaki ilişkileri 2010’dan beri izlerim. Çatışmanın Anatomisi’nde ayrıntılarına fazla girmedim, ama Gül-RTE arasındaki çatışmaları izleyen hepsi de gerçek çıkan 30’a yakın analizim çıktı.
Bu analizlerin temel nirengi noktası, RTE’nin eninde sonunda Gül’ü tasfiye edeceği, onu ne Parti başında ne de hükümette görmek istemediği idi.
Öyle oldu!

Tek adamlık öyküsü 10 yıla yakın

RTE’nin “tek adamlık”, kendisiyle iktidarı şu veya bu şekilde paylaşabilecek tüm “yoldaş rakiplerini” elimine etme öyküsü 2010’larda başladı. Bunu daha da eskiye götürebilirsiniz, belki de 2007’de Gül’ün Cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonrasına..
Gül, arkasından Davutoğlu..
RTE hepsiyle yüz yüze “kardeşlik” görüşmeleri yaparken, arkada AKtroller, Gül’ü de Davutoğlu’nu da yerden yere vuruyor, hakaret ediyor, itibarsızlaştırıyordu. Arınçları falan hiç saymıyorum.
Fakat şu tuhaflığı hiç bir zaman anlamadım: Bütün bu tasfiyeler gerçekleşirken, mesela Cumhurbaşkanlığı devir teslimi töreni karşılıklı övgüler, teşekkürler, dava söylenceleri ile geçiyordu. Sanki hiç bir şey olmamış gibi!
Davutoğlu, Pelikan dosyasıyla yerden yere yere vurulurken, Saray’da Cumhurbaşkanına bağlılıkla ayrılıyordu!
Bunları normal bir ilişkiler bütünlüğü ile açıklamak zor.

İsteseydi başka türlü olur muydu?

Koru, Gül için diyor ki, isteseydi bugünkü durumu engelleyebilirdi, başbakan da olurdu parti başkanı da..
Gül şunu gördü anladığım kadar: İsteseydim bunları, büyük bir olasılıkla Erdoğan ile çatışırdım, bu çatışma partiye de zarar verirdi.
Selin doğru soru soruyor: Ama Türkiye’ye zarar veriyor..
Tek adamlık, tüm partinin susta durması, farklı düşünenin tasfiyesi, büyük bir biat edeceksin politikası, ülkenin dış politikada tam itibarsızlaştırılması, ekonomik darboğazların gelip kapıya dayanması..
RTE ile birlikte giderek daha fazla kaybeden bir ülke ve millet.
Gül, önceden bu durumu gördü mü görmedi mi?

Çirkef politika zordur

Gül, bence siyasetin içinde olmak hep istedi, ama olması gerektiği yerde. İtibarsızlaştırma kampanyasının neden ve kimler tarafından sürdürüldüğünü bilmeyecek bir insan değil. Odakta kimin oturduğunu.. Böyle bir “çirkef politika”nın adamı olmadığını kabul ederim, ama?!
Olması gerektiği yer için ileriye atılsaydı, neler olurdu, bilemem, ama kestirebilirim.
Belki de kapışmanın ötesinde bir uzlaşma ve RTE’nin tek adamlığını dizginleme gibi, Türkiye’nin yararına, herkesin yararına bir sonuç ürerdi!
Her şey parti için mi (RTE, otoriter rejimi, yol arkadaşlarının tamamen tasfiyesi, kamplaşmış, savaşan ve batan ülke...)
Yoksa her şey öncelikle ülke için mi (Demokrasi, insan hakları, Meclis, itibar, millet olma hali, hukuk, güvence, anayasa, yasalar..)

Sadece tehdit var

Gül, aklı başında, ılımlı bir politika ile çok şey kazandırırdı ülkeye.. Ben bunu umdum.
Arada sırada, kendi konumunu, yerini, düşüncelerini gazetecilerle geniş bir şekilde paylaşmasını bildi, ama o kadar.
Sessiz ve arka planda kalması, ne partisi için, ne iktidarı için, ne RTE için, hele hele ne ülke için çok kötü sonuç üretti.
Tarih bunu böyle yazacak ve Gül’e bunun sorumluluğunu yükleyecek.
Geldiğimiz noktaya bakın, RTE tüm dünyanın yanı sıra, ülkesine de, Gezi ve Taksim olayı ile adeta iç savaş çağrısı yapıyor. Hukuk iğdiş..
Anayasa yok.
Sadece tehdit var.
Ama iktidarın-partinin içinden Reis’e sadece destek, onay var.

Kendini yitirmiş bir iktidarla karşı karşıyayız.
21 Haziran 2016 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder