Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

12 Nisan 2024 Cuma

Her şey kurumların kimliklerini yitirmesiyle...

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Her şey kurumların kimliklerini yitirmesiyle...


üncel yaşamda zeki sandığınız bir adam, dünyanın çoktan çözdüğü sorunlar karşısında, geleneksel bir kültürel tıkanma içine hapsedilmişse aptallık birikmiş ve koyulaşmış toplumsal cehalete dönüşmüş demektir.   

Geri kalmış ülkelerin dünyaya göreceli olarak az açılmış halkları, bu hapishanenin mahkûmlarıdır. Bedelini toplum olarak öderiz.

Televizyon, otomobil, gökdelen, telefon, AVM geleneksel kültürün pencerelerinin bazılarının açılmasını sağlayabilir. Fakat hepsini değil.

Tarihte bu pencereleri devrim adı verilen toplumsal depremler açmıştır. Yazı ile, dinlerle, bilimle, sanatla, teknoloji ile, felsefe ile ve örgütlenmiş toplumların insan ilişkileri bağlamında bilinçlenmeleri sonucu gelen bu devrimler, çağdaş dünyayı yaratmıştır. Fakat bu aydınlanmalar dünya toplumlarına, coğrafi, tarihi nedenlerle, homojen olarak dağılmamıştır.

KÖRLÜK VE CAHİLLİK

Türkiye insanı sayısız güncel konuda kaygı veren bir vurdumduymazlık sergiliyor.

Giderek daha karmaşık hale gelen dünyada cahil toplumların geri kalması, dünyadaki değişmelere olumlu tepki verememekten kaynaklanıyor. Açılmamış kültür pencereleri dünyayı algılamalarına olanak vermiyor.

Bizde bir politikacı büyük bir hata yapıyor ya da suç işliyor. Ama bir şey olmamış gibi işine devam ediyor. Toplumdan ses çıkmıyor. Toplum kültürünün o penceresi kapalı.

Aynı suçu işleyen Avrupalı işinden oluyor ya da istifa ediyor.

Yetersizlik, toplumsal cehaletin her alana yansımasıdır.

YAMALI TOPLUMSAL DÜZEN

Eğitim tam bir yamalı bohçadır. İlkokuldan üniversiteye kadar her eğitim kurumunun devlet, özel, vakıf türleri var.

Toplumsal kargaşa açık olarak gazete ve televizyonlara yansıyor. Hiçbir uygar ülkede bu kadar kaza, kadın cinayeti, bu kadar yolsuzluk, bu kadar yasadışılık, kural tanımazlık, polis baskısı, suçlu gazeteci, hiç suçu olmayan politikacı, alay edilen politikacı var mı?

Bunların çokluğu Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırdı. En iyi dostlarımız, Türkiye’de arsa ve bina alan petrol şeyhleri. Bunlar dünya basınından öğrendiğimiz kadar, dünyanın en zengin despotları.

Cahil toplumun demokrasi hikâyesi seçimde bitti. 1950’den bu yana içini boşalttığımız demokrasi kavramını, aynı şekilde içini boşalttığımız “din”le birlikte, bu toplumun düşsel standartları olarak dayattık. 

HALKI YALANLA AVUTMAK

Her şeyin sonu, bütün kurumların kimliklerini yitirmesiyle geldi. Her kurumun adı var, bazen görkemli yapıları var. Ama etkinliği simgesel. Toplumsal cehalet temelde bu anlama geliyor. Büyük Millet Meclisi, anayasal kurumlar, öğretim, sendikalar, demokrasi, hukuk, yasalarla ve uluslararası uygulamalarla tanımlanmış işlevlerini yerine getiremiyorlar.

Toplumun cahil geleneğinden miras kalmış kapalı pencereleri var. Bunun en basit örneğini seçimde görüyoruz. Partiler, yıllardır hırsız, soyguncu vb., diye suçladıkları parti ile koalisyon yapmak için kuyrukta.

Politika dediğimiz sözde demokratik mekanizmanın, halkı yalanla avutuyor. Bizde demokrasi, politikacılar arasında oynanan oyunun adına indirgenmiştir. Bunun sağdıçları da gazetecilerdir.

Demokrasi insanlar arasında eşitlik olduğunu ifade eder. Bu adaletin de tanımıdır.

Bizdeki gelişme Türk toplumunu bugünkü kaosa getiren ve Cumhuriyetin bütün kazanımlarını yok eden bir ters mekanizma sonucudur.

UYGARLIK NEDİR?

Uygarlık, kişisel aklın kazanımlarının toplumsal akla dönüşmesi ve orada birikmesidir. Bu birikim zamanla oluyor. Uygarlık daha ulaşılmamış bir ideal. Kişiler binlerce yıl önce bugün hâlâ ulaşılmamış insani idealler tanımlamış olabilir. Çünkü modern bilimin keşfettiği gibi, insan hep aklıyla değil, duyguları ve tutkularıyla da davranıyor. Örneği de uygar diye bildiğimiz toplumların son bir yüzyılda dünyayı sürükledikleri savaşlar.***

Yukarıda size Doğan Kuban bilgenin yıllar önce yazdığı “Akıl ve Oy” başlıklı yazısını çok özetleyerek sundum.

Yeniden merhaba...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder