CBT
Gündem, Sayı 1479, 24 Temmuz 2015
Kan gövdeyi götüren bir dünya, daha
doğrusu bir İslam dünyası. Bir “canlı bomba genç”, yüzlerce kişiyi havaya uçuracak
bir eylem yapabiliyor. Gencecik insanlarımız parça parça.. Karşımızda güçlü bir
“inanç” var. Öyle ki, tüm dünyayı ateşe verebilecek bir güç. İkiz Kuleleri
havaya uçuran da bu inanç. Kendini feda ederek tanımadığı insanları katleden de
bu inanç. Kafa kesen de, işkence yapan da. İnanç ile siyaset ve iktidar hırsı
birleştiğinde, IŞİD, El Kaide gibi yapılar doğuyor.
İki yüzü var konunun. İlki, vahşet, şiddet.. insanın
birbirini yemesi, kırması, öldürmesi. Büyük ölçeklerde.. Bireysel olarak zaten
birbirini öldüren bir toplumda yaşıyoruz. Güçlü zayıfı eziyor öldürüyor. Erkek
kadını, zengin yoksulu eziyor. Paranın ve erkeğin gücü.. İnsan denen yaratık
böyle bir şey. Puşkin, karısına
sarkıntılık eden Fransızı düelloya davet etmişti. İkisi de birbirini vurdu ama
Puşkin öldü. Karısını öldürmedi Puşkin. Birbirini öldürme konusunda daha adil
bir yaklaşım mıydı? Kaba güç ve pusuya karşılık, evet.
Köktendinci bir inanç, en kapalı
ideolojilerden, inançlardan biridir, belki de önde geleni. “Kapalı
ideoloji”dir. Yaşayan değil geçmişe aittir, ö dönemin anlayışından beslenir ve
“saf”tır. Bu açıdan da ölüdür. Çünkü yeryüzündeki ve toplumdaki devinim, onu
aşmıştır. Yeni durum, yeni ilişkiler, yeni anlayış ve düşüncelerle uyumsuzdur.
Çatışır, şiddet üretir.
İdeolojiler ölmez gerçi, ama
yaşayabilmeleri için yeryüzündeki değişime açık olmalılar. Ben bunlara “açık
ideolojiler” diyorum. Açık ideolojiler, canlı dünyadan beslenmek zorundadırlar.
Ancak uyum sağlayarak varlıklarını sürdürebilirler. Adaptasyon.. Bu yoksa, bir
ideolojinin toplumla, çoğunlukla bağları
kesilir.
Peki köktendinciliğin bu kadar
yaygınlaşması ve on binlerce insanı safına çekmesi, köktendinciliğin ölmediğini
ve ölemeyeceğini göstermiyor mu? Ve tüm değişime rağmen kapalı ideolojilerin
yaşamlarını güçlü bir şekilde sürdürdüklerini?
Burada iki ayrı parametre devreye giriyor olsa gerek. Birincisi,
toplumlardaki güçlü adaletsizlikler.
Güçlü sınıfsal ayrımlar. Toplumlardaki güçlü ötekileştirmeler. Yaşam
standartlardaki büyük farklılıklar. İslam dünyası böyle bir durumda. Güçlü
Batının güdümünde. Aşağısında. Yoksulluk sınıf farklıkları kıyaslanabilecek
gibi değil. Nüfus, eğitim, yaratıcılık ve daha pek çok alanda alabildiğine
geri. Bu itilmişlik yaratıyor.
Din
sömürüsü,
kitleler üzerinde en iyi işleyen politik ve düşünsel mekanizma. İslam
ülkelerinde din toplumları üzerinde bir numaralı belirleyici. Toplumdaki
adaletsizliklerin, derin yoksullukların ve ötekileştirilmişliğin
giderilmesinde, yanlış olarak kullanılan araçtır din. Yeniden “yüceleşme”nin ve çarenin aracı.
Yanlış
dünya, yanlış ideoloji ve insan yaratır
Kapitalizmin ve paranın mutlak
egemenliğinin yarattığı yanlış dünya
ve yanlış toplumsal ilişkiler
bütünlüğüne karşı, “din toplumları”nın (yani hayatları tamamen inançlarla
yoğrulmuş) başka bir çıkış yolu arayışları sınırlı. Biz de de din
teorisyenleri, “batı uygarlığı”na karşı bir zavallılık içinde geçmişe
sarılmaktan başka bir şey ortaya koyamıyorlar. Referansları, İslam dünyasını
700 yıl önce batıran düşünceler; bu kıskaç içinde dünyayı okuma acizliğindeler.
Oysa tüm dünya, İslam toplumları bile, şu küçülen ve saniyesinde birbiriyle
etkileşmeye giren şimdilik “küçük köy”de,
herşey giderek tek “çağdaşlık ölçüsü”ne kayıyor.
İkinci
parametre, insan beyninin plastisitesi. Aydınlanmacı düşünce, 19.yüzyılın
bilinçli romantik insanlık düşleri kurarak, bilim ve teknolojinin gelişmesi
karşısında artık insanın özgürlükçü kurtuluşunu vazeden pozitivist düşünce,
insan beyninin ele avuca sığmazlığı karşısında tam çuvallamıştır. İnsan beyni
müthiş bir “plastisite”ye sahip. Düşünce ile beyin arasındaki ilişki açısından
bakarsak: Beyin eğilir bükülür, yeniden şekillenir. Bağnazlığa saplanır. At
gözlüğü takar. Bir yere saplanır kalır. Nesnel çalışır. Herşeyi görebilir. Bütünü
görmez veya görmek istemeyebilir de. Bunda çıkarları da etkin olabilir. Bu
açıdan, insan beyni her türlü “doğmatizm”, ama her türlü de yaratıcılık ve
özgür düşünce üretebilir. Toplum bunların bütünlüğünden oluşur.
İnsan beyni “saptırılır” (manipüle,
endoktrine edilir). Hem saf anlamda hem çıkarlar ve vaatler anlamında.
Herkese bir tek eğitim verseniz bile
türlü çeşitli yollardan yürür gider insanoğlu.
Beyin
ve uyum
Beynin plastisitesi insana “uyum”
özelliği sağlar, bu hem iyi hem kötü. Varoluş ve yaşamda kalma açısından “iyi”.
Ama bu plastisite, cinayetlerin, katliamların, ağır sömürü düzeninin, birbirini
yok etmenin, dünyayı yakıp yıkmanın da nedenidir. Hele bu beyin, bireysel
çıkarlar temelinde, kendini kurtar temelinde, çok kazan ve biriktir ve
herkesten daha iyi yaşa temelinde bir çerçeve (toplumsal düzen) içinde
yaşıyorsa!
Hayvan düşüncesinde, beyninde bu
“plastisite” yok. Hayatını, varoluşunu sürdürme için gerekli asgari koşullarla
sürdürür. Bütün sürüyü yok etmez bir
aslan, kendisine ve yavrularına yetecek kadar avlanır. Bir dahaki sefere kadar.
Hayvan beyni tamamen rasyonel çalışır. Sağa sola sapması yoktur. Ürettiği
düşünce, varoluşunu sürdürmesine yarar. Yavruları dahil.
İnsandaki “fazla akıl” (müthiş öğrenen nöron ağlar) ve bütün bunların yol
açtığı uyumsal ve esnek yapı, hem onu var eden hem onu yok eden bir
özelliktedir.
İyi mi, kötü mü?
Nasıl
bir toplumsal-siyasal- düşünsel düzen kurulmalı ki, hem insanın düşünce ve
yaratıcı özgürlüğüne hiç set çekilmesin, hem de insanca, dayanışmacı, birbirini
öldürmeyen, beynini yaşayan – açık kaynaklardan sürekli besleyerek “kötülük”
üretmesin?!
Yoksa temel mesele bu mu?
***
Gelecek Cuma’ya kadar, sevgiyle ve
dayanışmacı kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder