Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

27 Kasım 2014 Perşembe

Oyun Aynı Oyun: 14 Üniversiteye Yeni Rektör

CBT Gündem, Sayı 1444, 21 Kasım 2014


Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturunca ilk yaptığı işlerden biri de, YÖK Başkanı Çetinsaya’yı, henüz koltukta oturma zamanı dolmadan değiştirmek oldu. Çetinsaya, Gül’ün seçimiydi. Peki Cemaate yakın mıydı? Bilmiyorum, RTE’nin tercihine bakılacak olursa, sanki öyle.. RTE’nin devlet içinde baş mücadele alanı, Cemaatçi yapı. Peki Çetinsaya’yı kanatları altına alan ve Başbakanlık Başmüşavirliğine atayan Davutoğlu’na RTE kızmış olabilir mi?
Oyun aynı oyun, derken kastettiğim başka tabii ki: Üniversitelere sandık kondu. Ey akademisyen milleti, işte sandık, rektörünüzü seçin dendi.. Oylar sayıldı, en çok oy sırasına göre 1’den 6’ya kadar rektör adayları belirlendi, YÖK’ye gönderildi. YÖK bu 6 rektör adayını şöyle bir çalkaladı, kazananlar kazanamayanlar en çok oyu alanlar en az oyu alanlar.. yeni bir sıralama yaptı, 3 kişiyi eledi ve bunları bir sıraya koyarak Cumurbaşkanı RTE’ye gönderdi. YÖK isterse en çok oyu alan aday liste dışı bırakabilir, isterse sonuncuyu veya üçüncüyü liste başı yapabilir..
Genellikle liste sıralamaları, atamayı yapacak olan Cumhurbaşkanının tercihine göre oluşturulur, atamak istediği kişi lise başı yapılır. Cumhurbaşkanı da sözde YÖK’ün seçtiği adayı atamış olur! Tabii, istisnalar olur.
Dikkat edin: Burada rektörleri “seçen halktan”, yani Akademia’dan hiç söz yok. Sandığa oy atanlar bir “irade” belirtmediler..  Adaylıklarını koyanlar ve oy isteyenler de aslında bilerek bu oyuna katılmış oluyorlar. Bu nedenle yıllar önce Akaremia’ya şu oyunu bozun, seçimlere katılmayın ve oy vermeyin. Ama bizim millet sandık görünce koşa koşa gider..
Yeni YÖK Başkanı Yekta Saraç (ve arkadaşları), önüne gelen 14 üniversitenin rektör adaylarına baktı. 8 üniversite akademiasının seçimini beğenmedi ve sıralamalarını değiştirdi. İkinci üçüncü sıradakiler ilk sıraya kaldırıldı. Bu arada: rektörlüğe atanan tek kadın aday bile yok. Oysa Akademia’nın üçte birinden fazlası kadın!
Mesela Adnan Menderes üniversitesinden en çok oyu (162) alan Mustafa Birincioğlu üçünca sıraya kondu ilk sırada Cavit Bircan..   
Balıkesir Üniversitesin’de Mahir Alkan en çok oyu (137) almıştı, ikinci en çok oyu alan Bedriye Tunçsiper (123) bile değil, üçüncü sıradaki aday, Kerim Özdemir (97) liste başı oldu. 
Celal Bayar Üniversitesi Mehmet Pakdemirli (204) seçilmedi, 108 oy ile Ahmet Kemal Çelebi seçildi..  
Gebze Teknik Üniversitesine Orhan Şahin (84) değil, Haluk Görgün (70) atandı.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’ne 74 oy alan Mehmet Fatih Karaaslan yerine, 55 oy alan ve üçüncü sırada bulunan Durmuş Deveci seçildi.
Kafkas Üniversitesi’ne Cevdet Bozkuş (54) ile rektör atanırken, Sami Özcan 204 oy almıştı!
Mustafa Kemal Üniversitesi rektörü Hasan Kaya (175) oldu, oysa Hüsnü Salih Güder 217 oy almıştı.
Mersin Üniversitesi’nde de benzer durum oldu: Ahmet Çamsarı 80 oy ile rektör atanırken, Gürol Emekdaş 178 oy, Tuğba Yelken ise 125 oy almıştı..
***
Neyse, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün eski rektörü Mustafa Güden en çok oy ile yeniden atandı. Bülent Ecevit Üniversitesi rektörü Mahmut Özer  de benzer şekilde 271 en çok oy ile yenilendi. Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde Mustafa Şahin (205 oy), Kocaeli Üniversitesi’ne Sadettin Hülagü (291 oy); Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne Yalçın Karayağız (214 oy); Sakarya Üniversitesi: Muzaffer Elmas (640 oy) ile, en çok oyu alarak rektör atandılar.

***
Bu hafta dergimizde, Başarılı Kadın Bilimciler için ek liste yayınlayacağımızı duyurmuştuk. Bunu yeni düzeltme listeleri ile birlikte haftaya bırakıyoruz. Çünkü üçüncü sayfamıza ilan geldi. Bunun yerine, sayfalarımızda bayarılı bilimcilerimiz üzerine iki tartışma ve öneri yazısını okuyacaksınız..

Haftaya görüşmek dileğiyle.

İktidar Askeri Zırhlanıyor Etyen’in Misyonu

Erdoğan’ın ettiği laflarla oyalanmayalım; kadınlar hakkında düşüncelerini yeni öğrenmiyoruz, tersini söyleseydi de, boşver, pratiğe bakalım derdim.. Bunlar toplumun ağzına verdiği sakız, çiğne çiğne yorul..
Oysa, onlar adeta yüzlerce yıl iktidarda nasıl kalırızın hesapları içindeler.. Mesela Jandarma’yı hükümete bağlayacak tasarıları Meclis’te.. 200 bin kişilik iyi yetişmiş bir ordu, tamamen İçişleri Bakanlığı’nın, doğrudan hükümetin emir ve komutası altına alınıyor... Belleklerinizi tazeleyin: Bir kaç yıl önce AKP jandarmanın kırsal alandaki asayiş ve denetim yetkisini polise vermek için girişimde bulunmuştu..
Bundan niye vazgeçtiler diye düşünürken, çok daha cazip bir yöntem buldular: Jandarma Ordusu’na el koymak.. Böylece TSK’yı parçalamış ve iç güvenlik, iç denetim, sahil-sınır vb gibi, durmadan ve her an kullanılmaya hazır, son derece gelişmiş kriminal laboratuvarları da olan bir askeri gücü emir ve komutaları altına alıyorlar.
Gerçi Jandarmanın başına yine Genel Kurmay atama yapacak üçlü kararnameyle. Ama Jandarma’nın iş yapan esas gövdesi, valiliklerin emrine veriliyor. İl ve ilçelerdeki jandarma komutanlıklarının sicil ve tayini, TSK’dan, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan alınıyor, içişleri bakanına bırakılıyor. Jandarma demek fiilen il ve ilçe komutanlıkları demek, albay ve binbaşı vb düzeyinde.. Bu şu demek: Tepede şeklen bir general, gövdede siyasal bir hiyerarşi.. 200 bin kişilik bir askeri gücün tamamen siyasileşmesi gündemde.. 
Şöyle bir toplama yapalım: 200 bin jandarma+350 bin polis=550 bin kişilik, üstelik ağır silahlara da sahip bir “askeri” güç..
Neden jandarmayı Ordu’dan kopartıyorlar ve doğrudan kendi emirleri altına alıyorlar? Ellerinde topluma karşı kullanacakları (onlar buna kamu düzenini sağlamak, diyor) büyük bir güç biriktiriyorlar.. Neden?
“Kamu düzenini”, kimlere karşı sağlayacaklar? Polisin gücünün yetmediği yerde, bu kez jandarmayı devreye sokacaklar, ki iktidarları aman tehlikeye girmesin..
İktidar kanadından dillendirilecek bir gerekçe, “PKK’nın toplumsal ayaklanma olasılığı”na karşı “önlem”, bahanesidir.. Bunun inandırıcı bir yanı yoktur, jandarma zaten hükümetin emrindedir... Burada temel nokta, sicil ve atamaların siyasi iktidara verilmesinden bahsediyoruz..

YOLSUZLUKLARA YASAK, BÜTÜNÜN PARÇASI
Bütün bu gelişmeyi, Meclis’te bulunan fişleme konusunda diğer “güvenlik önlemleri” ile bütünleştirelim.. Bu fişleme şüphesiz ki bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaylarını kapsıyor.. Tabii, bu fişleme sonucu elde edilecek verileri işleyecek diğer bir kurum da, “yeni jandarma” olacak.. MİT, Emniyet ve Yeni Jandarma üçgenine gerilmiş bir yurttaşlık dönemine giriyoruz..
Tabii hiç unutmayalım: AKP’li dört bakanın Meclis Komisyonundaki soruşturmalarına mahkemenin koyduğu yazma, çizme, bahsetme yasağı da, iktidarın, otoriter rejim altında sürdürdüğü ve bundan sonra sürdüreceği büyük yağmasını örtbas etmek amaçlı olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu iş, Deniz Feneri ile başladı. Deniz Feneri dolandırıcılığı, iktidarın tepelerine doğru tırmanmaya başlayınca, her türlü yasa-hukukdışı yönteme başvuruldu ve dosya kapatıldı. Öyle sanıyorlar tabii, eninde sonunda bu dosyanın içinde kimler varsa, dibe vuracaktır..
 Sonra 17 Aralık 2013- 25 Şubat 2014 yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu örtbas etmeye geldi sıra. 25 Şubatı iktidarın atadığı yeni savcıların ve mahkemelerin soruşturmaya gerek yoktur kararıyla kapatıldı gibi.
Şimdi sıra 4 bakan soruşturmasında.
Tabii, yeni yasayla açılan yeni ve büyük arazi yağmasını unutmayalım. İşin bir parçası..

ETYEN MAHCUBYAN’IN GÖREVİ, ŞEKERLEMECİLİK
Etyen Mahcubyan’ı CNNTürk’te dinlerken, iktidarın ondan daha iyi bir aklayıcı, milletin inandırıcı ve kandırıcı birisini bulamayacağını düşündüm. Etyen, başından beri bir AKP iktidarı adamı olarak, AKP’nin bütün yaptıklarını bir “vicdan bulamacı” ile sıvama görevini üstlenmiş durumda..
Buna “şekere bulama ile topluma yutturma” diyorum.
Diyor ki, “evet yolsuzluk yapılmıştır”.. Eeee?
Ama amaçları yolsuzlukları ortaya çıkarmak değil, hükümete darbe yapmaktı..
Darbe girişimlerine karşı mücadele edilirken, hukuk dışına çıkılmıştır...” Eeee?
 Ama mecburdular, çünkü darbeyi savuşturmak zorundaydılar..
Bir yandan sureti haktan görünerek ‘olanı kabul’ etmekte, ama diğer yandan da millete şunu dedirtmektir:
Bak ne kadar doğru söylüyor, gerçekleri dile getiriyor, tabii ki hükümet kendisine yönelen darbe girişimlerine, elinden ne gelirse karşı koyacaktır; ilk yasa tanımazlığı, hukuk tanımazlığı yapanlar suçludur..”
Türkiye’ye bu abuk sabuk vicdanı “yükleme” ve milleti böyle düşündürme görevini üstlenmiş bir Başbakan başdanışmanı..
Tarihe geçmenin türlü çeşitli yolları yöntemleri var.. Etyen’inki hayırlı olsun!

---27 Kasım 2014, Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

MİT ve CHP, Kim Bölecek Sorunu

Kılıçdaroğlu’nun “MİT’te CHP’yi izlemek, karıştırmak ve bölmek için özel bir grup kuruldu” biçimindeki sözleri ortalığı karıştırdı. Kılıçdaroğlu, kendisine bu konuda bilgi ulaştırıldığını söyledi..
Başbakan Davutoğlu’ndan artık daha akıllı ve profesörlüğüne yakışır yanıtlar bekliyoruz, “elinde belge varsa gvstaer, kanıtla, yoksa müfterisin, devlet kurumlarını zayıflatmak amacındasın.. ihanet içindesin” gibi sıradan ve yakışmayan yanıtlar değil... Bunu istemek hakkımız, Başbakanlık makamında nitelikli bir kimsenin oturuyor olmasını arzu ettiğimiz için..
Davutoğlu’nun ne yapması gerekirdi bu iddia üzerine? Hemen alelacele yanıt yetiştirmeden önce ciddiye alması.. “Öyle bir durum olduğunu sanmıyorum, ama bu ciddi bir iddiadır, araştıracağım öyle açıklama yapacağım demesi..” Kılıçdaroğlu’nun bu savı parti içi düzeni sağlamak amacıyla ortaya attığını düşünseniz-varsaysanız bile!
Sıradanlığı Türkiye, iktidar, politika aşmalı.. Herkesçe aşılmalı sıradanlık..

“Kanıtla”, demenin hafifliği
Davutoğlu’nun “ispatla, belge göster..” demesinin bir anlamı olabilir mi? Hayır. Ayol gizli bir örgütten bahsediyoruz. Bu konuda iki şekilde belge olabilir..
İlki, MİT Müsteşarının veya yardımcılarının yazılı bir emirle böyle bir tim’in kurulmasını istemesi.. Ki bu yazılı talimat belge olarak dışarı sızar.. Böyle olabilir mi? Sanmıyorum.. Bu gibi, hele hele hiç bir yasal temeli olmayan ve MİT’i töhmet altında bırakacak bu gibi konularda belge-iz bırakılmaz, sözlü olarak yapılır.. Davutoğlu’nun belge göster demesi kargaları bile güldürür!
İkincisi, böyle bir görevi üstlenmiş MİT elemanlarının “iş üzerinde yakalanması”! Böyle bir durum da yok.
Kılıçdaroğlu aldığı bir ihbarı duyuruyor olabilir. Bu ihbarın aslı astarını araştırması çok zordur. Ama kendisine de saklayamaz. Bu ihbarı nereden almış olabilir? MİT içinden doğrudan kendisine, partiye sızdırılmış olabilir.. Ya da, iktidarın dediği gibi, Cemaat’ten Kılıçdaroğlu’na iletilmiş olabilir. Bu durumda da Cemaat ya uydurmuştur, ya da gerçekten bir ihbarı değerlendirmiştir.
MİT içinde Cematin adamlarına yönelik de temizleme operasyonları yapıldığı haberleri geçen aylarda iktidar basınında yer buldu. Cemaat ile iktidar arasında şiddetli bir çatışma yaşandı. Bunun ilginç öyküsünü, Çatışmanın Anatomisi kitabımda anlattım.

MİT, Erdoğan-Parti-Devleti’nin MİT’i olunca
Kılıçdaroğlu’nun bu savı dayandıracağı temel yok mu? Var..
İlki, kendisinin de dediği gibi, MİT’in devletin, ülkenin, milletin MİT’i olmaktan çıkıp, RTE’nin, Davutoğlu’nun, iktidarın, Parti-Devlet’in MİT’i haline dönüştürülme süreci.. Öyle ki iktidar MİT’i bütün izleme, gözetleme, operasyon yapma, fişleme vb gibi faaliyetlerin yasal olarak da tam merkezine oturtuyor ve herşeyi tamamen MİT’le denetleme aşamasına geçiyor. Hükümet MİT’i adeta hep yanında taşıyor!
AKP’nin iktidarda kalmak için bütün operasyonları yapabileceğine ve herşeyi göze alabileceğini ilişkin adeta “kesin bilgi”ye dönüşmüş bir kanaat yerleşti. İktidarın politika ve eylemlerini artık bu düşünce ışığında da değerlendirmekten başka çare yoktur. Kaldı ki seçim sürecine girilmiştir. İktidar oy oranını, yüzde 43-45 bandında tutmak, ama asla yüzde 40’ın altına düşürmemek için elinden geleni herşeyi yapacaktır. Buna da bir “kesin bilgi” diye bakabiliriz!
Bu amaçla, MİT’i ve Emniyet’i çeşitli operasyonlar için kullanması beklenebilir. MİT’i, CHP’yi bölmek için görevlendirmesi, biraz uçuk bir sav olarak görülebilir. Ama başka operasyonlar söz konusu olabilir.

Seks kasetleri Operasyonu, iktidarın işiydi
İktidarın seçim sürecinde rakiplerine çeşitli komplolar kurduğunun kesin kanıtı, 2011 seçimlerinden önce yapılan kaset operasyonlarıdır. İki seks kasetleri operasyon yaptılar. Biri MHP’ye, 5-6 tepe adamı tasfiye oldu.. Amacı iktidarın, MHP’yi bu “ahlaksız görüntüsü” ile barajın altına düşürmek, böylece Meclis’te Anayasa’yı tek başına yapacak salt çoıunluğu ele geçirmekti.. Bu tutmadı, tersi oldu.. Diğeri Baykal’a yapıldı.. Aynı şekilde CHP’yi karıştırarak bölmek, itibarını ve bu yolla oylarını düşürmekti.. Bu da ters tepti..
Bu kaset işi, tamamen RTE ve adamlarının sırtında kaldı.
İktidar bu işi ortaya çıkarmadı, üzerine örttü. Baykal, Cemaatçilerin bu işi yapmadığı konusunda Gülen’den teminat aldı. RTE, bu kaset konusunu seçim meydanlarında kullanıp durdu, “bu özel değil, genel genel, hepimizi ilgilendirir...” lafları etti.. “MİT’e görevlendiriyorum” gibi bir palavra attı.
İktidar, daha sonra da seks kasetleri operasyonlarının Cemaat’in işi olduğunuu söyledi. Bunun da bir palavra olduğu açık. Eğer öyle olsaydı, 10 aydır Cemaat’in defterini dürmekle meşgulsun, seks kasetleri operasyonunun Cemaat’in işi olduğunu belgelerdin ve temize çıkardın..
Artık, seçim öncesi bu operasyonların iktidarın işi olduğu da bence kesin bilgiye dönüşmüş durumdadır..
İktidarın, bu operasyonlar için devleti, emniyeti, MİT’i kullandığı olasılığı yüksektir. Eğer özel hafiyeler tutmadıysa.. Şimdi evet özel sivil ajanlara yaptırdı bu kirli işleri dersem, hepiniz gülersiniz!
***
Yeni seçim dönemine giriyoruz.. “Bu işlerde ustalaşmış iktidardan herşey beklenir”,  kesin bilgisine göre herkes hareket etsin..
Demek Davutoğlu da “belgesini göster kanıtla” aşamasına geçti..

---25 Kasım 2014, Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Şu Ortadoğu Enerji Belasından Kurtulmalı, Enerji, Yeni Türkiye mi

Ortadoğu demek enerji (petrol, gaz) demek. Enerji, siyaset; siyaset alavere dalavere = kanlı oyunlar, savaş, kırma, katliam, birbirine düşürme.. Ve bu kargaşa içinde aradan enerjiyi yürütme..
Ortadoğu’nun yüzyıllık tarihini özetledim, Ayrıntıları kitaplardan okuyabalirsiniz veya bugün hala yanıbaşımızda sahneye konan güncel olayları izleyebilirsiniz. Hepsinin kapsamı, yukarıdaki denklemin bir tarafında yer alır..
Dünkü gazetelerde dünyanın en komik siyasi laflarından birini okudum: ABD Başkan Yardımcısı Biden, “enerji silah olarak kullanılıyor..” demiş. Baktım, Rusya’yı kastediyor. Ukrayna nedeniyle, Batıyı petrolle sıkıştırıyormuş.. Biden, Ortadoğu’yu parçalayıp durmadan yerle bir eden savaş politikalarını unutmuş.. Petrol olmasa, ABD Ortadoğu’nun haritasını bile bilmez ve öğrenmek istemez..
Gazete sayfaları yine Türkiye’nin Kürt petrolünden, Ortadoğu’dan  kazançlarını rakamlara dökmüş.. Bir hayal ki pompala gitsin.. Türkiye, özgürlüğünü enerji bağımlılığına satmış durumda. Petrole ve doğal gaza topla para ödüyoruz. Ama bu iktidarın, 12 yıldır ülkenin yakın geleceğini enerji bakımından düzlüğe çıkartacak tek bir adım atmadığını biliyoruz..
Hayır enerji deyince iktidarın tek kafasının çalıştığı nokta, kömür.. inanılmaz bir ortaçağ emek-insan canı sömürü üzerinden sürdürülen vahşi bir enerji politikası..
Neden? İktidar, hem bu maden işletmelerinden aldığı (bedava) kömürü seçmenlerine dağıtarak “oy rantı” kotarıyor.. Ölenler önemli değil, onların, bedava kömür dağıttığı kitlelere oranı çok düşüktür! Maden kazaları, iktidarın kömürcü seçmen kitlelerinde itibarını sarsıyor mu? Sanmıyorum, onların yüzde 95’inin aldıkları kömüre baktıklarını ve RTE’nin işin fıtratında ölüm var sözüne baş salladıklarını görüyorum!.. Hem de, kömür işletmecilerine verilen haklar ve yapılmayan denetimler karşılığında, iktidar ve adamlarının devşirdikleri rantları düşünün..
RTE ve adamlarının siyasi kazancı “şu an”a odaklı.. Şimdi, bir kaç ay içinde, bir iki yıl içinde.. Cepler para görmeli, sandıkta da oylar..

“Yeni Türkiye” mi yaratmak istiyorsunuz!?
Türkiye kömür ve petrole olan bağımlılığını hızla azaltabilir. Bu konuda o kadar araştırma ve rapor var ki, bunlara bir de, Bloomberg New Energy Finance, WWF-Türkiye’nin “Türkiye’nin Yenilenebilir Gücü” raporu eklendi. Yenilenebilir, yani tükenmeyen enerjiler.. Güneş, rüzgar..
Fosil kaynakları kafanızdan büyük ölçüde silerseniz, diğer seçenekleri önünüze koyar ve onlara yönelirseniz.. bugünden hızla planlar ve vargücünüzle devreye sokarsanız.. 10-15 yıl içinde Türkiye’ye enerji konusunda yepyeni bir görüntüye ulaştırırsınız.
Rapora şöyle bir göz gezdirin, size diyor ki, enerji ihtiyacın yakın zamanda iki katına çıkacak, petrolü ve kömüre bağımlılığın da.. Sen gel önceliği rüzgara ve güneşe ver.. Aynı maliyetle, ama tamamen ülkenin güneşi ve rüzgarından ihtiyacını karşılarsın.. Dışa olan bağımlılığın azalır, petrole doğal gaza vereceğin paralardan muazzam tasarruf edersin.. İnsanını da daha sağlıklı bir çevrede yaşatırsın.
Türkiye kendi temiz enerji kaynaklarına yönelmek zorunda kalacaktır, önünde sonunda.. Ortadoğu şunun şırasında en çok 50 yıl içinde petrolden arınacak ve “petrol belası”ndan kurtulacaktır.
Hükümet, dışa olan enerji bağımlılığını, kömüre dayararak arttırmayı planladı. Bu sayede yüzde 27 yerli üretimi, yüzde 35’e yükselteceğini düşünüyor. Dikkat edin: Petrole dayanarak! Ama hesaplar gösteriyor ki, temiz enerji kaynaklarına öncelik veren bir politika ile 1930’a kadar, enerji ihtiyacının yüzde 50’sini yerli kaynaklardan karşılamak mümkün.
Böylece, enerji kullanımı konusunda büyük bir güvenlik (dış politik etkilenmeler, tehditler, bağımlılıklar) sağlamış oluyorsunuz.. Ayrıca daha özgür bir dış politika olanağına kavuşuyorsunuz.. İklim değişimi, fosil yakıt tüketimini azaltmak gibi, doğal ve uluslararası politikalardan gelen baskılardan da kurtulmuş oluyorsunuz..
Hükümetin ülkenin yakın geleceğini düşüneceğini sana bilirmiyiz? Deneyimlerim yanıt veriyor: Hayır..

Dersim üzerine
Celal Borcan
Bizim trajedimiz siyasetin günlük çekişmelerine meze yapılacak yada Cumhuriyetle gizli hesapları olan bir takım siyasi çevrelerin işine geldiği gibi kullanmak isteyeceği basit bir olay değildir...Feodalite'nin bölgede büyük bir sorun olduğu tespiti doğrudur ama çözüm yolu oradaki tüm insanları kırımdan geçirmek olmamalıydı. Hele hele sizin eşleştirmeye çalıştığınız gibi PKK gibi silahlı ve düzenli bir isyandan bahsetmek abesle iştigaldir.

Cumhuriyetin kazanımlarını kavramış biri olarak bu olayı 1923 devrimiyle hesaplaşma olarak kullanılmasına karşıyım. Sadece acılarımıza, kayıplarımıza saygı duyulmasını istiyorum... Dersim, Cumhuriyet tarihinin en büyük yol kazasıdır; 1926 Şeyh Sait isyanının büyüklüğü ve kapsadığı alan olarak düşünüldüğünde ve verilen sınırlı idam cezaları yanında Dersim için uygulanan cezalandırma yöntemi hiç bir insafa sığmaz. İsyanın lideri gibi gösterilen Seyit Rıza teslim olmasıyla beraber 1937’de Başbakan İsmet İnönü Dersim hadisesinin kendileri için kapandığını ve ıslahat çalışmalarına bir an önce başlanması gerektiğini söyledi.. Asıl sorgulanması gereken 1938 yılıdır. Bitti denilen ve Feodal liderleri hedef alan harekat nasıl oldu da namlunun ucuna sivilleri koyup acımasız bir katliama girişti..”
--24 Kasım 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Kasım 2014 Pazartesi

Alevilerin Bilge ve Yüce Tutumu

15 yıl önce üst komşum, 25-30 yaşlarında delikanlı, Aleviymiş.. Bilmiyordum. Annesi oğlunun yanına geldiğinde bir tas aşure ile kapımı çaldı.. Ama aşure bizim evde de yapılır hep.. Farkında değilim hala. Anne, oğlunun Alevi olması nedeniyle çekingenliğinden bahsetti.. Benim kimliğimi tanımanın cesaretiyle.. Anne de çok çekingen.. Farkettim ki birden, topluma paralel yaşıyorlar.. Ve her zaman dışlanma endişesi içindeler.
Endişe falan değil, dışlanmışlar. Siyaseten ve dincilikten, devletten ve kurumlarından dışlanırsanız, kendinizi güçsüz ve dayanaksız hissedersiniz. Bir “güvercin tedirginliği” içinde yaşayan sadece Ermeniler değil bu ülkede. Bu Türk devletinin, Türk siyasetinin, Türk sünniliğinin utanç verici yüzüdür..
Ve yeni değildir, kökleri taa Yavuz Sultan Selim’e kadar gider.. Oysa bu toprakların en kadim köklerinden biridir. Sık sık bu sünni siyasi illet, Alevilere hep Yavuz Sultan Selim’in soykırımcılığını, katilliğini anımsatır. Fişler, dışlar, evini işaretler, camileri yaktılar diye yalan uydurarak alevileri öldürür.. Sünni-Alevi birbirine düşürür. Kahramanmaraş, Sivas.. Yani irili ufaklı katil ruhlar hep ayaktadır..
RTE, Alevi düşmanlığını, toplumu bölmek, kamplara ayırmak ve kendi taraftarlarını bir arada tutmak için hiç gündeminden eksik etmedi. Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini miting meydanlarında anımsattı, neden korkuyorsun Aleviliğini saklıyorsun, diye kışkırtıcı davrandı. En son Berkin Elvan’a ve annesine yine bir mitingte yaptıkları unutulabilecek gibi değil. Ya Sivas davasının düşmesi karsışında “hayırlı olsun” sevinci?! Sivas AKP’nin içindedir..
Bunu yapan, aynı zamanda da her yıl “Alevi açılımı” tezgahladı.. Alevi milletvekili de yaptı! Vitrinlik! Neymiş dertleriniz anlatın bakiiiiim.. O çok iyi bildikleri kıyım tarihine, ve kendi dışlama tarihlerine, Sünniliğin yapısal eğemenliğine baksalar görecekler..
***
Bu iktidarın 12 yıldır Alevi düşmanlığını anlamak için basit bir saptama yeterli:
Devletin her kademesinde Kürtler var.. Milletvekilleri, bakanlar.. Cumhurbaşkanları.. Çok güzel. Demek bu anlamda bir problem çözülmüş. Kürtlerin siyasi, ekonomik ve toplumsal düzeyde Türkiye ile “entegresyonu” söz konusu. “Kürtçü”ler diyecektir ki, “onlar asimile olmuşlar”.. PKK’cılara göre bu anlamda “Kürt demek, Kürt ulusu, Kürt devleti, Kürt özerkliği ve bağımsızlığı için mücadele eden kimsedir..” 
Hepimiz birbirine asimile olabilsek keşke, ama henüz o çağlar insanlığın çok uzağında!
Peki Aleviler? Hiç bir yerde yoklar.. AKP’nin hiç bir yerinde... Ne bakanlıklarda üst yönetimlerde ne partilerinde ne milletvekillerinde ne parti üyelerinde.. Üst yargıda varlar mı? AKP ve Cemaat yargısında şüphesiz ki sıfırlar.. CHP’liler arasında olabilirler.

ALEVİLER ÜZERİNDEN BOŞUNA HESAPLAR
Bu ülkenin okumuş yazmış başbakanı “Alevilerin neden CHP’ye oy verdiklerini anlayamıyorum”, deyince, acaba gerçekten mi söylüyor yoksa politik olarak bir saflık-ümmilik mi sergiliyor diye düşündüm. CHP’nin başında bir Alevi var, daha ne olsun!
Büyük bir açılım olarak Hacıbektaş’a gidiyor ve “müzenin parasız olacağını” müjdeliyor! Böylece Alevi meselesini çözümlüyor.. Tamam tamam bugün de Alevi paketini açacakmış. Diyanet de bir rapor yazmış, iki tarafın ikiyüzlülüğünden bahsetmiş.. İnsaf, tek taraflı olan bir konuda, Alevileri neden kendinize ortak ediyorsunuz?
Evet bir şeyler kotarıyorlar. Yapacakları tek şey var: Cemevleri Alevilerin ibadet yerleridir, nokta.. Bence tamamen lağvedilmesi gereken Diyanet’te, o zamana kadar, Aleviler de Başkanlık düzeyinde yer almalı ve tüm düzenlemeler ve haklar Aleviler için de yapılmalı.
En önemlisi, Alevilere devletin bütün kapıları açılmalı.. Fişlenmeler bitmeli. Açık ve net olarak, milletin önünde, MİT’e, Emniyet’e bu konuda talimat verilmeli..
Ve başka en önemlisi, siyasi arenada, Alevileri dışlayıcı hiç bir söz edilmemeli ve Savcılara, kim yaparsa soruşturma talimatı verilmeli.. Açıkça, milletin önünde!

BU NE YÜCE TUTUM VE GÖNÜLDÜR!
Seçimlere giderken, Alevi açılımı rüyasıyla oy devşirmeyi düşünen, planlayan ve bu yolda girişimlerde bulunan bir iktidar partisi.. Aleviler, yüzyılların kavrayışıyla, bunu çok iyi biliyorlar.. Sözde bu yolla, Alevileri CHP’den kopartacaklar!
Bütün bunları düşünüyorlar mı, gerçekten mi.. Aptal yerine koyamayacağınız birileri varsa, dikkat edin onlara hitap ediyorsunuz..
İki nokta daha, bitirelim:
İlki, Genç Cumhuriyetin, Dersim’de Alevileri hedef almadığını bütün Aleviler biliyor.. Keşke, şeyhlere ağalara karşı Alevi emekçileri köylüleri ayaklansaldı da, feodalizmin kökünü bizzat kazısaydı.. Dersim’de yaşanan acılara, hiç gerekmeyen katliamlara rağmen..
İkincisi, Aleviler ilk kez Atatürk’ün laikliği altında nefes alıp vermeye başladıklarını hep bildiler.. Dersim’i bağırlarına basarak..
Bu ne yüce düşüncedir
Davutoğlu hala anlamıyor mu dersiniz..
--

Okur Notu, Atilla Ulaş
Hocam Çerkes'i çıkarın Ethem sizin olsun... Hain değildir aslında.. Ethem'in etnik olarak Çerkes olmanın dışında Çerkeslikle bir ilgisi olmadı. Bu yüzden de sürekli olarak etnik kimliğinin hain sıfatıyla birlikte vurgulanması herşeyden önce Çerkes halkına haksıslıktır. Eğer Ethem beyin etnik kimliği sürekli vurgulanacaksa, Osmanlı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet doneminin onlarca kahramanının Çerkes kimliğini de vurgulamak gerekir...Aksi durum kötü niyettir...
--23 Kasım 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

20 Kasım 2014 Perşembe

Çerkez Ethem İhanet Etmedi mi?

Bülent Arınç öyle sıradan insan değil, Başbakan yardımcısı ve artık tasfiye sürecinde olsa da AKP’nin ağır çekirdek toplarından.. Bursa’da bir açıklama yaptı: Çerkez Ethem hain değildir. Konuştuğu kitle Çerkezler.. Acaba Çerkezler de öyle mi düşünüyor bilmiyorum. Hainin milleti dini olmaz. Bu konuyu yazmaya karar verdiğimde, Kurtuluş Savaşı’nın üstelik çok özel yönleri üzerine nesnel mi nesnel araştırmalar yapan Zeki Sarıhan’ın yazısını bilgisayarımda buldum.  Özetleyerek aktaracağım... Sarıhan’a teşekkür.
***
 “Çerkez Ethem’in hain olmadığı iddiaları, 1950’lerde, Atatürk ve İnönü ile hesaplaşma anlayışıyla ortaya atıldı. Resmî tarihe karşı yöneltilen itirazların en zayıfı budur. Ethem Bey, Kurtuluş Savaşı’nın ilk evresinde büyük hizmetler görmüşken, bütün belgeler, 1921 başlarında bu davaya, kelimenin bütün anlamıyla ihanet ettiğini gösteriyor.
Onu bu eyleme sürükleyen, Mustafa Kemal Paşa ile rekabete girişmesidir. Eğer yurdun işgale uğradığı bir dönemde, savunma mevzilerini bırakıp düşman tarafına geçmek ve yurtsever cepheye karşı düşmanca söylemlerde bulunmak bir ihanet değilse, ihanet sözcüğünü sözlüklerden silmek gerekir.
Ethem, Kuvayı Milliye döneminde sayıları beş bine yaklaşan Kuvayı Seyyare birliklerinin başındaydı. Düzenli ordunun çok zayıf olduğu bir dönemde Anzavur, Düzce, Bolu, Yozgat isyanlarının bastırılmasında, Batı’da Yunan istilasının durdurulmasında büyük başarı gösterdi. Kahramanlığı üzerine hakkında marş yazıldı. O, bu saygınlığına güvenerek düzenli ordunun emrine girmeyi reddetti. Ankara Vali Vekili Yahya Galip Bey’i yargılamak üzere kendisine teslim etmediği için Mustafa Kemal’i Meclis’in önünde ayağından asacağını söyledi.  
Ethem’in asıl kusuru, 1920 sonlarında düzenli ordu kurulmasına çabalanırken Kuvayı Seyyare’yi ordunun emrine vermeyi reddetmesidir. O, ağabeyi Reşit ve kardeşi Tevfik Beyler, Meclis’teki bazı mebuslarla birlikte, düzenli ordunun bir başarı göstereceğine inanmıyor, Yunanlıların ancak Seyyar Birliklerle yıpratılıp yenileceğini düşünüyordu.
Tam da Ocak 1921 başlarında Yunanlılar İnönü’ye doğru ileri harekâta geçmişken Ethem Bey, Yunanlılarla bir saldırmazlık anlaşması yaptı ve İsmet Bey’in emrindeki Batı Cephesi birlikleriyle çatıştı. “Çerkez Ethem’in İhaneti” kitabımda belgeleri ile anlatıldığı gibi, Yunanlılar onu alarak İzmir’e götürdüler. Midesinden rahatsız olduğu için Hollanda Hastanesine yatırdılar.
İkinci İnönü Savaşları sırasında Ethem imzasıyla Türk mevzileri üzerine atılan bildiride, karşılığında Papulas’ın Ethem’e beş-altı bin Drahmi ödediği bildiri: “Ey Türk zabitan ve efradı! Yunanlılar kendilerine teslim olanlara ve ellerine düşenlere iyi bakıyorlar. Bunun en büyük delili bizim vaziyetimizdir. Vatan için niyetleri temiz olmadığı aşikâr olan Ankara meşru hükümetinin şer aleti olmamak vatan vazifesi ve insanlık şiarıdır... Kuvayı Milliye Umum Kumandanı Ethem.” Kardeşi Reşit Bey de Yunan gazetesine verdiği demeçte kendisine yeterli kuvvet verilirse 15 günde Ankara’yı teslim alacağını söylüyordu.
Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından gıyabında idama mahkûm oldu. 150’likler listesine alındı. 1938’de Af çıktığında Ürdün’de yaşıyordu. Memlekete dönebileceği tebliğ edildiğinde “hangi yüzle döneceğim?” diyerek gelmedi. Bu olay bile onun ihanetinin büyüklüğü altında nasıl ezildiğini gösterir.  

ETHEM’İN 5 BÜYÜK YANLIŞI
Ethem, beş büyük yanlış yaptı. İlki, Mustafa Kemal Paşa ile kazanamayacağı bir liderlik yarışına girmesidir. Eğer Kurtuluş Savaşı ordusuna Ethem kumanda etseydi savaşın seyri bambaşka olur ve kazanılması büyük bir riske girerdi. Çünkü o, düzenli bir orduya komuta edecek siyasi ve askeri birikimden yoksundu. İkincisi, Kuvayı Seyyare’yi Batı Cephesi emrine vermemesi, yani İsmet Bey’den emir almayı reddetmesidir. Üçüncüsü, savaşı kaybedince kendisine yapılan öneriyi geri çevirmesi; dördüncüsü Yunanlılara teslim olması; beşincisi, bununla da yetinmeyip TBMM ve Türk orduları aleyhine faaliyetlerde bulunmasıdır..
Ethem’in Yunanlılara teşekkürü (bugünkü dille): “General Papulas cenaplarının cidden iftihar edilecek kahraman ordusuna arzı hürmet ve teşekkür ederiz. Bu arada hürmetler ile yadetmek istediğim İzmir Olağanüstü Komiseri Steryadis cenaplarının dünya çapındaki adil siyasetine karşı gerek kendim ve gerek saygıdeğer arkadaşlarım adına minnettarlık hislerimin basın yoluyla ilanına aracılık edilmesi istirham edilir efendim... Sabık Kuvayı Seyyare ve Kütahya Havalisi Kumandanı Çerkez Ethem” (Hâkimiyeti Milliye, 24 Şubat 1921) 
Türk sosyalistlerinin ileri gelenlerinden Şefik Hüsnü diyor ki: “Olaylar kısa zamanda onun gerçekte alelade bir maceracı ve üstelik bir hain olduğunu kanıtladı.
Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda bu ihaneti şöyle anlatıyor:
“ve 29 Aralık Kütahya
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları
koyun ve sığır sürülerini önlerine katıp
düşmana geçti
yürekleri karanlık
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü
atları ve kendileri semizdiler…
Ateşi ve ihaneti gördük”
***
Evet, Arınç bunları bilerek mi konuştu yoksa bilmeyerek mi.. Bilerek Çerkez Ethem’e politikacı aklaması yapıyorsa, Türkiye’ye yapılacak yeni hainliklere de kapı açıyor demektir. Yok, Çerkez’lere politikacı palavrası atıyor ve gönüllerini hoş tutup oylarına göz koyduysa, hainliğin sırtından geçinmek hiç hoş değil. Bu vatanın çocukları Çerkezlerin de hainliğin milleti olmaz görüşünde olduklarına inanıyorum. Peki ama neden Arınç’a bir de ödül verdiler?!

--20 Kasım 2014 / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

19 Kasım 2014 Çarşamba

Önce Silahlar Çöpe

Açılım Süreci lafı artık bezdirdi. İnsanların da durmadan bu sihirli sözcüklerin arkasına yığınak yapmaları yok mu?! Tamam, hangisi olursa olsun, bir iktidarın ülkedeki kanlı savaşı, ayrılıkçı terörist saldırıları durdurmak için görüşmeler yapması doğaldır. Kimse bundan kaçamaz. Balyoz’un yeniden başlayan yargılamanın ilk duruşmasında, özgürlüklerine kavuşan pek çok subayın, silahla bir sonuca varmanın olanaksızlığı üzerinde durmasını ilgiyle dinledim. Ülkenin birliğini ve esenliğini bir şekilde sağlamak gerekir.
Açılım/Çözüm Sürecinde bugüne kadar aslında neredeyse sıfır kilometre yol alındığı ortaya çıktı. Evet 6-7 Ekim ayaklanması bunu net gösterdi. Birbirlerini oyalayıp kandırıp durmuşlar! İki tarafın da birbirine güvenmediği, ortada bir güven eksikliğinin bulunduğu ortaya çıkmış! Bu da yeni farkedilmiş! Trajik ve komik bir durum var. Masada oturanların birer elleri silahlı ve arkalarına kıvrık. Diğer elleriyle de müzakere ediyorlar!
Kafaları bozulunca silahı doğrultup ateş ediyorlar! Ortalık kan revan, 50 ölü! Ama müzakerelere devam.. Gerçi görüşmekten başka çareleri de yok.

ÜÇ ODAK İLE GÖRÜŞME OLMAZ
Ama görüşmelerin mantığı hatalı ve sağlığı baştan bozuk. Düşünün: Masanın bir yanında hükümet ve adamları.. Karşı tarafta ise, 3 muhatap var. Öcalan, Kandil ve HDP! Hepsinin de “bütünleşik” gibi görünen, ama ayrı ayrı politikaları- söylemleri var. Biri bir şey, diğeri başka şey söylüyor, öbürü de sürekli tehdit ediyor. Bazen hepsi tehditkâr. Ama İmralı, hükümetin sigortası gibi. Hemen devreye sokuyor onu.. Ruşen Çakır, şuna benzer bir şey dedi: Öcalan bazen çeşitli güçleri birbiriyle rekabete sürükler, çatıştırır ve oradan bir sentez çıkartarak hepsinin üzerinde denetimi elinde tutar..
Hükümetin karşısında tek muhatap olmalı. Bu Öcalan’sa Öcalan! Şüphesiz, sivil siyaset açısından HDP’nin tek yetkili kılınması en doğrusu olabilir.. Kandil’in, silahlı bir güç olarak, tamamen görüşmelerin dışında bırakılması ise en doğrulardan biridir.
Demek istediğim şu: Hükümet müzakere muhatabının kim olduğunu belirleme ve diğerlerini devredışı bırakma başarısını bile gösteremedi.. Sadece Öcalan’ı fren unsuru olarak kullanıyor.
İmralı’daki dinamiklerle Kandil’deki ve Türkiye’de legal siyaset yapmaya çalışan HDP’nin dinamikleri farklı. Bu dinamikler birbiriyle çatışabilirler. Aralarında, işin doğası gereği liderlik çatışmaları bile olabilir. Veya, silahı elinde tutan hepsini güdebilir..

ÜÇÜNCÜ GÖZ BİZLERİZ
Bu konularda hepimiz bir şeyler söylemeliyiz. Biz halkız, üçüncü göz bizleriz.. Alınacak kararlar hepimizi ilgilendiriyor. Bu nedenle kesin ve tam saydamlık istiyoruz..
Çözüm sürecini tapınak haline getiren bazıları, masada silahlar çekildiğinde, çözüm sürecine karşı olanların çok sevindiğini söylüyor. Onları sevindirmemek için çözüm süreci devam etmeli gibi absürd bile denemeyecek zırvalıklar döktürüyorlar.. Bazıları çok daha ileri giderek, çözüme karşı olanların görüşmelere fesat soktuğunu ve ortalığı karıştırdığını, hatta yaşanan son cinayetlerde bunların parmağı bile olabileceğini ileri sürüyor.. Onlara sadece “kafayı sıyırmışlar” diyebilirim... Önlerinde olan bitenleri çıplak gözle bile göremeyenlerin topluma katkısı ne olabilir..
Üçüncü bir taraf, göz var, evet: Millet.. Merakla bekliyor, ne üretecekler diye.. canımızdan mı koparacaklar, yoksa canımıza can mı katacaklar.. Bu kadar basit..
Hükümetin başaramadığı çok önemli başka bir şey daha var: Silahı bıraktırmak.. Kürt tarafının elinde silah olduğu sürece, o masadan bir şey çıkmaz. Ne kadar görşürürseniz görüşün.. En azından bu ülke, bu millet yararına bir şey çıkmaz..
Başbakan Yardımcısı, Cumhurbaşkanı’nın en has adamı Yalçın Akdoğan bütün ipleri eline aldı. Hükümette alayi vala ile ilan edilen ‘çözüm komitesi’ yeni kuruldu ki, sözcüsü Arınç tasfiye edildi.. Kaçak Saray’ın “israf’ olduğu yolundaki sözleri,  Arınç’a erken tasfiye getirdi olabilir.

SİLAHLAR ALTINDA DA ANLAŞMA OLMAZ
Yalçın Akdoğan ve Kürt muhatapları iki kez görüştüler.
Ama, görüşmelerde yine bir elleri silahlı.. Akdoğan’ın ‘kamu düzeni’ açıklaması elbetteki doğru. Ama çözüm eskisi gibi yine silahların gölgesinde, tehditler altında başladı. Değişen bir şey yok!
Masa yeniden, bence sıfırdan kuruluyor!  Kandil yöneticileri dün “Kobali düşerse çözüm de biter, diyordu. Şimdi buna bir de “Afrin düşerse, çözüm de biter”i eklediler. Afrin, biliyorsunuz, Kürtlerin Suriye’deki diğer kantonlarının adı.
Tehdit üzerine tehdit.. Afrin de Kobali de Suriye toprakları.. Türkiye girecek ve Kobali’yi de Afrin’i de ve üçüncü kanton Cizire’yi de IŞİD’den koruyacak veya kurtaracak ve PKK’ya teslim edecek. Görüşme şartı neredeyse buraya getiriliyor! Orada, yani genel adı Rojava olan bölgede bir ‘Kürt devlet yapısı’ oluşturulacak. Türkiye sınırları ile Rojava arasındaki sınırlar da kaldırılacak..
Kandil yönetimi, bir de, ABD arabulucu veya üçüncü taraf olsun görüşmelerde istedi.
Kürt tarafının en büyük müttefiki ABD. Ortadoğu’yu paramparça eden, mezhepleri, ülkeleri, etnisiteleri birbirine düşüren de ABD.. Kürtleri, ABD’nin bu emperyalist parçala ve yönet politikası hiç ilgilendirmiyor..
Diyeceğim şu
Kürt Silahlı ve Siyasi Hareketi, silahları bırakmalı..
Gelin özgürce Kürt kimliği üzerine, bu ülkenin birliğine ve bütünlüğüne zarar vermeden neler yapılabilir, hep beraber milletçe tartışma başlatalım.
Silahların gölgesinde demokrasi hiç mi hiç olmaz.

 --18 Kasım 2014 Salı / Bilim Siyaset – Cumhuriyet