Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

16 Ağustos 2012 Perşembe

3 Balyoz Öyküsü: Sehpalar Kurulurken!


ERHAN ŞENSOY 
Türkiye’de bu kadar kolay suçlanmak, tutuklanmak, hayatı karartılmak.. Hiç bir alakanızın olmadığı bir konuda aleyhinize delil olarak sunulan şeylerin aksini resmi belgelerle, bilirkişi raporlarıyla ispat etseniz bile.. Derdimi savcıya anlatamadım, mahkemede anlatırsınız diye kendinizi teselli edebilirsiniz. Fakat mahkemede de söylediğiniz, belgelediğiniz, sahteliğini ispat ettiğiniz hiç bir şey, en azından tutuksuz yargılanmak için bile bir kıymet içermiyorsa, masum bir kişi olarak içine düşebileceğiniz psikolojik durumu düşünün. Bir de aileniz var, ya onların çektiği çile?
“Bu duruma ne denir? Haksızılık? Hukuksuzluk? Peşin Ceza? Yoksa ‘konu yargıya intikal etti, adalete güvenelim’ klişesi mi?
Onlarca mektup arasından çektim Deniz Kurmay Kıdemli Albay Erhan Şensoy’unkini. Vicdanım yaralı, seslerini nerede duyuracaklar.. Suçlama ne? Adının, kendisiyle ilgili olmayan sahteliği kanıtlanmış, iftira amaçlı üretilmiş bir dijital paçavra içinde geçmesi! Ne imza ne parmak izi ne başka bir delil sayılabilecek hukuki bir mesnet... Suçlamalar bir maskaralık.. Yüzlercesi gibi! Sizin aksini kanıtlamanızın hiç bir anlamı yok! Önemli olan suçlama! İleri sürülen iddianın yalanını göstermenizin bile hiç bir anlamı olmadığı bir yargılama olabilir mi?
Suçsuz olduğumuzu bile bile bizi cezalandıracaklar hissiyatı içimi kapladı.. Masum hakkı üzerine demokrasi inşa edilir mi” diye soruyor Şensoy ve bu durumu bile bile suçlamaları sürdürenleri bir “recm ritüeli” yaptığını anlatıyor! Ve suçsuzluğunun belgelerini gönderiyor! Hepsi bende, alınlarının ak olduğunu biliyorum! Şensoy bir yıldır Balyoz uydurmasından içeride!
Erhan Şensoy ulusuna sesleniyor, zaten bu amaçla yazmış:
Mahkemenin adına yargılama yaptığı yüce ulusumuzun dün bizlere nasıl güveniyorsa, bugün de öyle, hatta daha büyük bir inançla güvenmesini, onların yüzlerini kara çıkartacak hiç bir şey yapmadığımızı ve yapamayacağımızı bilmesini istiyorum..
**
MUSTAFA ÖNSEL 
İkinci mektubu çekiyorum! Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel. İki mektubu birikmiş masamda! Ekleyeyim, mektupların hepsi hapishaneden görülmüştür damgalı, postayla gelmiş.. Önsel’in Balyozdan tutukluluğu 2 yılı doldurmak üzere! İlk mektubunda TÜBİTAK’ın ilk bilirkişi raporundaki rezaletleri belgeli olarak anlatıyordu! Mahkemenin dikkate aldığı, ama savunmanın sahtelikleri kanıtlayan bilirkişi raporlarını ise görmek istemediği..
Bu mektubu, “Emniyetin Balyoz davası ile ilgili bilirkişi raporunu hazırlayan polisler” üzerine:
Savcılık çeşitli kurumlardan bilirkişi raporları almış. Biri de Emn. Gn. Müdürlüğü. Burada bilirkişilik raporlarını hazırlayan kişilerden 5’i, Balyoz dışında da bilirkişi olarak görevlendirilmiş. Hele ilk 2’si, Beşiktaş’ta görülen bütün siyasi davalarda bilirkişi olarak görevlendirilmiş.. Ne var bunda, demeyin, Bunlar İstanbul’da bile görevli değil, Ankara Kom. Md. Daire Bşk.’lığında görevli.. İstanbul’da bilişimle ilgili 156 bilirkişi bulunurken! Bunların 56’sı ise İstanbul Emniyetinde görevli iken hiç birine görev verilmiyor! Ayrıca ismen istenen bu kişilerin İl Adli Komsiyonunca saptanan bilirkişi listelerinde isimleri bile yok!”
“Çok kısa sürede bütün davalar için hazırladıkları raporlardan dolayı yüzlerce insan tutuklandı.. Aslında CD’lerdeki sahtelikleri, üniversitelerin yaptıkları gibi çok rahat ortaya çıkartabileceklerken, ellerinde olan “Encase Forencis” bilgisayar programını kullanmıyorlar Çünkü sahteliği ortaya çıkacak! Bu kişilerle özel yetkili mahkemeler arasında özel bir bağ mı var? Varsa nasıl bir bağ?
“Muhtemelen mahkeme TÜBİTAK ve Emniyet’in bu gerçeğe aykırı raporlarına dayanarak karar verecek! Sonra da “ne yapalım biz elimizdeki raporlara göre karar verdik” diyecekler!”
Önsel’in gönderdiği belgelere bakıyorum, aynı isimlerin hepsini bütün davalarda görüyorum!
Tezgah açık ve seçik!
**
MURAT ÖZENALP 
Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp’in mektubunu çekiyorum yığın arasından.. Bir yıldır tutuklu. Dehşete bakın:
Davanın temelini oluşturan ve delil olarak ileri sürülen dijital belgelerin davanın başlangıcında savunmaya verilmemesi nedeniyle, bu delillerin bilimsel incelenmesi ancak Şubat 2012’den sonra yaptırılabildi.. (Neden verilmediği açık: Sahtekarlık mümkün olduğunca geç ortaya çıksın, kamuoyunda suçlama gerçek gibi algılansın- ob) Yurtiçi ve yurtdışı bağımsız adil kurum ve üniversitelerden aldığımız raporlar, davayı bütünüyle sakatladı.. İddaları çürüttük, niye hala buradayız, anlayamıyorum.. Canını feda etmeye hazır bir askerken, bugün ise Türk hukuk sisteminin bile delil olarak kabul etmediği iddilardan tutukluyum.. ‘Eş’im, babayım.. TV’lerde demokrat geçinenlerden on kat daha fazla demokratım!..”
Ve 7 sayfalık, 62 maddede iddiaları birer paçavraya çeviren bir de liste vardı mektubun ekinde..
Hepsi birer birer davayı çökertiyor, hukuksuzlukları birer birer gözler önüne seriyor, sahtecilikleri gösteriyor, en az 76 dökümanın tarih ve zamanlarında  sahtecilik yapıldığını bilimsel olarak ortaya koyuyor, mahkemenin savunmanın yeni bilirkişi isteklerini nasıl reddettiğini ve gerçeğin açığa çıkmaması için çırıpınıldığını belgeliyor..
En son diyor ki:
Bizim Silivri Mahkemesinde sadece ve sadece evrensel hukuk ilkelerini ve gerçek adaleti aradığımızı, ama asli görevleri bu olan sayın hakim ve savcılarımızın neyi aradığını bilmediğimizi biliyor musunuz?..
***
Dava karara gidiyor.. Bu davayı ve sonuçların, böyle giderse, kimse kabul etmez, mahşere kadar! Hukuk mu? Hayır! Tamamen siyasal bir yagılama.. Üstelik suçlamaların tamamı sahtecilik üzerine inşa edilmiş..
Cemaatçı adam, hiç bir zaman hak ve hukuk yanından geçmemiş, Erdoğan’a yarı tehditvari de anımsatıyor: Bu davaları birlikte kotardık, yan çizemezsin!
Aslında çanak da kabak da çoktan patladı...
--16 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

14 Ağustos 2012 Salı

Küçük Kıyamet Zamanı mı? 2013 İlkbaharına Doğru!


CHP Milletvekili Hüseyin Aygün kaçırılıyor! Ergenekon davalarının başarılı tetikçi gazeteciliğinden AKP milletvekilliğine rütbelenen birisi, derin memnuniyetini dile getiriyor! Hüseyin Çelik, AKP propaganda şefi, bir kaç mehmet öldü diye meclisi toplayamayız diyor! Ve Başbakan, Kılıçdaroğlu’nu PKK ve BDP ile işbirliği ile suçluyor!
Bu nasıl iş!
Türkiye parça parça. Vallahi toplayabilene aşkolsun!
Giderek imkansız günlere dörtnala koşuyoruz!
***
Yanıbaşımız alev alev. İktidar ateşe benzin dökmekle uğraşıyor. Suriye’de 5 bölgeye TSK’yı sokacak, sözde güvenli tampon bölge yaratmak için. İktidar mümkün olduğu kadar çok Suriyelinin savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmasını sağlayacak politikalar izliyor. Ne kadar çok Suriyeli gelirse, Ankara’nın da doğrudan müdahalesi için o kadar meşru bir zemin oluşacağı düşüncesiyle!
RTE- Davutoğlu’nu anlayın: Suriye konusunda zararın bini beş para! 2 milyar dolarlık ticaret sıfırlandı! Üstüne üstlük, savaşın dumanları sardı ortalığı.. İtibar desen yerlerde! İran gündemde! Bu nedenle iktidar mümkünse hemen Esad yıkılsın istiyor, ABD’yi zorluyor; olaya bakın ki Vaşington ise Ankara’ya dizginliyor! Seçimler var, zamana ihtiyaç var! Suriye’de Esad’a karış El Kaideli kirli bir muhalefet oluştu!
İran’da da “Suriyenin Dostları” toplantısı düzenlendi ve büyük bir katılım oldu! Şam’ın arkasında güçlü bir dünya var! Ankara, savaşçı gazetecilere bu iş oldu havasını basarken, kendi hayalini satıyor!
***
Bu kirli muhalefete verdikleri her türlü destekle Şam’ı yıkamazlarsa, ikinci gündem maddesi sıkıştırıyor: İran ve atom üretimi!
Sıkışan öncelikle İsrail tabii ki: İran kesinlikle atom bombasına sahip olmamalı! İran ile İsrail arasında bu konuda yeraltında büyük bir savaş sürüyor! İsrail en iyi bilgisayar kırıcılarını İran’ın nükleer programı üzerinde çalıştırıyor!
Geçen yıl Batının “uzmanları”, İran iki yıla kalmaz atom silahını üretebilir, diyordu!
Bunun bir yılı gitti! Gerçeğin ne olduğunu hiç bilemeyiz tabii, İran açıklamadıkça! Bir bakmışsınız, ilk nükleer denemesini yaptı!
Unutmayın, Başbakan, iki yıl önceye kadar, İran’ın atom silahı üretimine doğrudan karşı çıkmıyor, Ortadoğu tüm atom silahlarından arınmalı diyordu, tabii İsrail’i kastederek..
Bugün acaba Başbakan de düşünüyor?
İran’daki program gerçekten hızla gelişiyorsa.. eğer Esad da 2013’e iktidar olarak girerse..
2013’ün Ortadoğu için felaketin felaketi geçme olasılılığı giderek güçleniyor demektir!
İktidar, Suriye ve Sünni –mezhep politikası gibi minicik bir açıdan bakıyor olaya..
Oysa fotoğraf büyük.
2013 ilkbaharı, kıyametin kopabileceği bir yıl olabilir!
ABD- İsrail- Batı, bir vuruşta Suriye’de Esad’ı, İran’ı ve Kürdistan kuruluşunu halledebilir!
Bunun hangi ve nasıl bir senaryo ile gerçekleşebileceğini düşünmeyin siz!
Burada Türkiye okkanın altındadır! İktidar hele!
Kördüğüm, Gordiyon, İskender’in kılıcı!
Koltuk ve iktidar hesaplarının yapıldığı 2014’ler, 2015’ler görülebilir mi?
***
Başbakan rejimi-yönetimini sıkılaştırıyor: daha büyük yetki, daha çok otorite ve tekleşen rejim!
İşi gücü: Kahrolsun gazeteciler, köşe yazarları, CHP, aleviler ve kendilherini desteklemeyen herkes!
Evet, soru açıkta duruyor: Bu iktidar ile iktidara karşı olanlar (muhalefet) arasında ortak ne var, veya ortak ne kaldı?
Türkiye’den geriye ne kaldı, kalıyor, kalacak?
Ve aynı zamanda da iktidardan?!
---14 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Şimdi Vizör’de İran!

Evet, “Suriye’yi hallettik” havalarından sonra yeni hedef çoktan “vizör”e girdi: İran! Davutoğlu İran’a diyor ki “politikanızı değiştirin!” Hangi hakla ve kimin diliyle diye sormak bile gerekmez.. İran da Türkiye’ye aynı şeyi dese? Yoksa İran da mı “Osmanlı bakiyesi”? 
Utku Çakırözer iyi bir iş daha yaptı ve İran Dış İşleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile de görüştü! Salihi, bölge dışındaki güçlerin Ortadoğuyu böl, parçala, yönet bilinen politikasını devreye soktuğunu belirterek, sorunlarımızı konuşarak çözmeliyiz dedi.
İran yönetimini şüphesiz ki zerre kadar sevmem! Ama bu görüşüm, emperyalistlerin İslam ülkelerini her zaman yaptıkları gibi cehennemin dibinde tutma politikalarına onay vermemi gerektirmez..
Bizim “batıcı” yazarlarımızın temel açmazı, siyasi olarak Batının emperyalist politikalarına her zaman destek vermeleridir! Kimisi, Pentagon ve Beyaz Saray çıkarlarıyla özdeşleşmeyi bir görev olarak bildikleri için!
İran, kendisine yönelik füze sisteminin Türkiye’de kurulmasından rahatsız oldu! Allahaşkına kim olmaz? Amerikalılar sık sık Türkiye’de kamuoyunun beynini yıkamıyorlar mı, “İran füzelerinin menzili içinde Türkiye de var” haberlerini, “bizim” mi yoksa “kendilerinin” mi olduğunu sık sık karıştırdığım medyaya sızdırdıkları haberlerle!
Amerikancılık, Amerikan çıkarlarının izleyicisi olmak demektir! Hem de her ne pahasına olursa olsun! Bu kadar sade!
***
Suriye’yı karıştırarak rejimi devirmek, tamamen ABD-İsrail politikasıdır. Değişmeyen gerçek, İran’ın önünün temizlenmesidir. İran’ın atom bombası projesinin durdurulması ise, İran’ı devirme politikasının da özüdür.. Bunu bilmeden veaya bilerek yazıp çizenler susuyorum sadece!
Suriye’nin yıkımına angaje iseniz, bu sürecin doğal uzantısı ve esas hedefi olan İran’ın da vurulup yıkılmasına evet dersiniz!
Türkiye ile İran arasındaki son zamanlarda gündeme sürülen “gerginlik”lere bu açıdan bakarsanız, olayları pırıl pırıl izlersiniz!
İlk mevziyi iktidar aldı, Davutoğlu-RTE ikilisi! İran ile aralarında sözde “Suriye” konusunda anlaşmazlığı bahane ederek!
Bu bahanenin ötesinden, Suriye’den sonra sıra İran’da yanıtı vardır! İktidar daha şimdiden, eğer başarabilirlerse, Suriye’den sonra başlayacak (veya uzarsa, daha erken) İran’a karşı da operasyonun kamuoyunu hazırlamak yatıyor..
Taha Akyol’un birdenbire Türkiye ile İran arasındaki tarihsel anlaşmazlıkları (neyse onlar!) gündeme getirmesi de bu amaçladır: hükümete yardımcı olmak! Baktım, eski gazetesinden bir yazar da yardıma koşmuş ve “İran tehditi” yazmış! Suriye’de iç savaşın bir nolu destekçisi bir diğer yazardan da,  (Ve Amerikan düğmeye bastı), İran konusunda kamuoyu oluşturulması için geç kalmamasını bekliyoruz!
Türkiye ile İran’ın ne kadar birbirine düşman ülkeler olduklarına ilişkin, ileride bol yazı okuyabiliriz!
Tabii, RTE ve arkadaşlarının, vaktiyle ne kadar büyük İran devrimi, Humeyni dostu olduklarını unutacağız! İktidar yazarları bunları hiç anımsamak istemeyecektir! Dahasını söyleyeyim: Onlardan, İran rejiminin ne kadar anti demokratik ve kadın düşmanı oldukları üzerine yazılar da bekleriz!
Amerikancılık aleti böyle bir şeydir! Hele onun desteğiyle iktidarda tutunabiliyorsan ve Amerikanın bazı konularda (Kürt vb) isteklerine direndiğin ölçüde seni deliklitaştan silip süpüreceğini biliyorsan!
Ayıptır bu ülkeye- günahtır!
***
Yazarları ve gazete patronlarını topa tutan Bay Muktedir ve dış politik arkadaşı, bu Suriye ve İran açmazlarının bir nolu sorumlularıdır. 
Bu noktada size “Erdoğan’ın çöl demokrasisi” başlıklı Nilgün’ün (Cerrahoğlu, 9 Ağustos) yazısını salık veririm. Bu yazı bağlamında Çöl Demokrasisi tanımının, iktidarın Suudi- Katar ittifakı içinde de güncel olarak yerine oturduğunu belirtmem gerekir. İktidar, bir çöl demokratıdır!
Türkiye, AKP ile nereye kadar gider bilemiyorum, ama RTE-Davutoğlu ikilisiyle hiç bir yere gidemez..

DOĞU PERİNÇEK’e not
Yazma fırsatım olmadı ama geçen pazartesi Silivri’de Balyoz ve Ergenekon davalarını izledim. Mustafa’yı uzaktan kucakladım. Tuncay Özkan, Haberal ve diğerleriyle uzaktan selamla karışık konuştuk. Doğu Perinçek ilk “Almanca Sözlük” hakkında bilgi istedi. 
Modern bağlamda ilk sözlük çalışmasını 1838’de Grimm kardeşler (Jacop ve Wilhelm) başlattı. Ama onlardan önce, Justus Georg Schottel’in (Stammwörter der deutschen Sprache ,1663), C. E. Steinbach’ın (Vollständiges deutsches Wörter-Buch, 1734) ve Johann Christoph Adelung’un (Grammatisch-kritisches Wörterbuch der hochdeutschen Mundart, 1793 – 1801) çalışmaları bulunuyor. 
Fakat “Jacob und Wilhelm Grimm’in ilk sözlüğü belgeli, her sözcüğün menşeini bulup çıkartan ve doğru kullanımını açıklayan” çalışması, ilk modern sözlük olarak kabul ediliyor. 1854 te ilk cildi, 123 yıl sonra son cildi 1961’de toplam 32 cilt olarak tamamlanarak yayımlandı! 
--13 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

12 Ağustos 2012 Pazar

Keskin Soru ve Kılıç : Etnik Çözüm- 3


Bugün daha çok kendi kozasında yeniden ciddi ve büyük politika yapacağı zamana hazırlanan İlhan Kesici, Etnik Çözüm yazılarım üzerine bir anımsatma yaptı: 
ABD, Wilson ilkeleri zamanından beri Kürtlerin himayesini yapar. Ayrıca, Baba Bush da anılarında bu tezi sürdürür.. Bugünkü Amerikan yönetimi de bu Amerikan politikasını harfiyen izlemektedir.. Kürtlerin bütün isyanları etnik temelde bir ayrılık amacını taşır..
Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson’un savaş sonrası 1918’de açıkladığı 14 ilkeyi yeniden açtım. 12.madde, Türk egemenliği altındaki ulusların özerk gelişmeleri için bütün engellerin kaldırılmasını istiyordu.
Hakkını yemiyelim: Türklere de çoğunluk olarak oturdukları bölgede bağımsızlık verilmesini öngörüyordu! (*)
Osmanlı aydınları arasında ilk Amerikancılık, ilk Amerikan himayesi düşüncesi Wilson’a dayanır. Amerikan mandacıları Türklerin varolma umudunu bu ilkelerde bulurlar.. 
Ama Mustafa Kemal ve arkadaşları “bir ihtimal daha var” diyerek Kurtuluş Savaşı ile bağımsız bir ülke-devlet ve bir ulus yaratmaya giriştiler.
***
Bugün gelinen nokta farklıdır. Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabım, bu başarısızlığın nedenlerini incelemeye yönelik küçük ve alçakgönüllü bir çalışmadır.
Özü şudur: Türk yönetimleri, 1938’den sonra, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, o güne dek çok başarıyla geliştirdikleri ulus ve ülke inşa etme iradelerini ABD ve Batı’ya teslim etmişlerdir. Türkiye, bu iradeyi hiç bir zaman elinden bırakmasaydı ve başkalarına teslim etmeseydi, bugün demokratik ve refah ülkesi olurdu ve bugün yaşadıklarımızın yüzde 10’unu bile yaşamazdık.
1918’de Amerikan mandacılığı gerçekleşmedi, ama İkinci Savaştan sonra bu bela Türkiyeyi yönetmeye başladı! Olay budur. Tıpkı dün ABD-SSCB cepheleşmesinde oduğu gibi, bugün de iktidar bölgede Amerikanın Ortadoğu egemenlik mücadelesinin aleti durumundadır.. ABD, Batı ve Hilari, Ankara’yi, eline hançeri tutuşturarak önce Suriye’yi sonra İran’ı hançerletip en sonunda da kendi böğrüne saplaması ve intihar etmesi sürecinin içine yuvarlamıştır.
Olay bu kadar sadedir. Varlığın başkalarının her türlü desteğine bağlı olduğu sürece, sen daha başından bitmiş bir insansın, ülkesin! Hele Ortadoğu’da bulunuyorsan!
***
Hayır, bu yazdıklarımdan Kürtler aleyhine bir şey çıkartılmasın lütfen. Ben emperyalizmin kendi dışındaki bütün ulusları, ülkeleri, devletleri mezhep, din ve etkin temelde parçalayıp kendine egemenlik yararı çıkarmasına karşıyım.. Türkiye özgür ve bağımsız bir ulus devlet olmayı Kürtlerle, Türk ve Kürt kimliğiyle birlikte başarabilseydi, bunları yaşamayacaktık.
Etnik Çözüm’ü yazacağım tabii. Birileri durmadan etle tırnak gibi iç içeyiz nasıl ayrılacağız, diyor ve Türklerle Kürtlerin bir arada yaşamaya mecbur oldukları sonucunu çıkartıyor ya..
Evet o kadar karışık bir millet olduk ki nasıl ayrılabiliriz? İstanbul ve Ada’da tanıdığım bütün Kürtlerin bir ayakları Doğu’da.. Ama bütün hayatını burada kurmuş, Türkler gibi az sayıda çocuğunu en iyi okullarda okutmak hayalini güdenlerin sayısı az değil! “Git orada yaşa artık özgür vatanın var diye zorlasan gitmez!” Ailelerimizdeler, şirketteler, devletteler, hep birlikteyiz.. 
Bu adeta tek milleti nasıl ayırırsınız? Başlarına bir şey gelse, hemen saklayacağım insanlar olurlar! Pırlanta gibi ve çalışkan insanları tanıyorum.. 
Burada saptamamız gereken temel bir olgu da, önemli bir çoğunluğunda oluşan Kürt kimlik bilinçleridir..  Bu, 30 yılda çok net oluştu!
Kürt Türk karışımı, ülkenin ve milletin birlik halinde yaşaması için belki de tek şansıdır... Bunun mekanizmaları kurulabilir mi, nasıl kurulur, bilemiyorum.
Özerk/federasyon yapılarla bu birlik kurulur diyen bunca kolaycı veya “bu böyle dönemi atlatalım hele” diyenler bu kadar varken, ben neden böyle diyorum?
***
Temel soru şudur: Hangi dinamik süreci belirliyor? Kürtlerin devlet kurması ve bağımsız yaşaması mı, yoksa Türklerle birlikte yaşaması mı? 
Uluslararası Ortadoğu dinamiği, birinci seçenekten yana işliyor. ABD ve Batı neredeyse Kürtleri zorla Türkiye’den ayıracak bir politika izliyor! Ortadoğu’da Kürt devleti kurulması temel süreçtir.. Türkiye Kürtleri bu sürecin dışında kalabilir mi, hayır biz istemiyoruz diyebilirler mi? PKK’nın eylemleri şüphesiz ayrımcıdır.
Süreç, gözyaşıyla, kanla ve nefretler doğurarak ayrılalım yönünde işliyorsa, bunun toplumsal büyük bir yarılma ile gerçekleşme olasılığını, büyük bir sosyolojik olgu olarak görmeyenler, siyaset yapamaz..
Bu süreçte Türklerde de, o zaman biz de bir ulus olarak yaşamak istiyoruz, duygu, düşünce ve eyleminin güçlü bir şekilde ortaya çıkması büyük olasılıktır. Bu zaten oldukça kısmen oluşmuştur. Görmeyen aptaldır..
Ne olacak o zaman?! Mübadele mi? Bu topraklar buna hep şahit mi olacak? En çok korkulan başa gelir derler. Ben bu savaşı görmek istemiyorum..
Aşağıdaki dipnotu okuyun.. 
Bugün gidiş öyle ki, bu topraklarda Türkler de yalnız başlarına, yaşamaya mecbur bırakılacak, gibi…
--
 (*) İngiliz Lord Curzon, 20 Ocak 1918 tarihinde şöye diyordu: “Türklere de kendi geleceklerini kendilerinin saptamaları hakkı (Self Determination ) tanınmalı. Türklerin asıl vatanları olan özgürlük ve bağımsızlığı ile toprak bütünlüğü garanti altına alınmalı, fakat Avrupa’da ki yerleri Türklerden alınmalı İstanbul ve boğazların yönetimi başkalarına verilmeli..”
--12 Ağustos Pazar, 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumuhuriyet

9 Ağustos 2012 Perşembe

Etnik Çözüm ve Tehlike-2


Biz ayrılamayız, etle tırnak gibi birbirimize karışmışız..” En çok dile gelen ve “ne çok doğru” dedirten bir inanç- kanaattir bu. Öyle dilimize yalan yalnış yapışmıştır ki, örneğin Gül-RTE, Cemaat-RTE için de söylenir..
Bal gibi her şey, herkes, her toplum, her ırk, her mezhep, birbirinden aynılır! Karı kocalar gibi!
Aslında bu bilinmez mi, bilinir tabii..
Ama bu sözle daha çok, güçlü bir isteğe vurgu yapılır: Ayrılmayın! RTE- Cemaat ayrılmayın, siz iç içe geçmişsiniz (ne demekse!)! Gül- RTE sakın aranıza ‘nifak’ girmesin! Hey Türkler- Kürtler bir arada durun..
Neden bu güçlü istek? Çünkü ayrılmalarda, buna en çok karşı çıkanlar zarara uğrayacaktır. Ayrılmak isteyen, bir yarar görmektedir.. Ama iki şeyin birlikteliğinin sürmesinde çıkarı olanlar da, derece derece ayrılığa şiddetle karşı çıkarlar, korkarlar, ürkerler.. Ama bu gerçek bir korku da olmayabilir!
***
Bu giriş, bir gerekçelendirmeydi. Ayrılmak istemek istememek üzerine uzmanları felsefi, toplumsal antropolojik, psikolojik, kütlürel açıdan sayfalarca yazabilir.
Ama, menfaatler, Gül ve Erdoğan’ı alabildiğine çatıştırır.. Varoluş ve yokoluş gibi bir şeydir bu! Birlikte olmak her ikisine de büyük yarar sağlayacaksa ittifaklarını sürdürürler.. Gül’ün son çıkışı, Erdoğan’a güçlü bir anımsatmaydı: Zarara uğrarsın, adaylığımı da koyarım, Cumhurbaşkanı olamazsın, Başbakanlık ve parti için yolumu tıkarsan eğer!
Erdoğan baktı tarttı, doğru söylüyor olabilirsin, biz bunu zamanı gelince konuşalım, yanıtını verdi.. Her ikisi de sözde bir kardeşlik, uzlaşma mesajları verdi.. Ya çatışma sonraki koşullara göre yeniden incelenmek amacıyla ertelendi, ya da şimdilik, evet sıra bende-sıra sende denerek donduruldu. Ama RTE en sona kadar kendi çıkarına bakacaktır! Örneğin ah bir Anayasa değişikliği olasılığını ele geçirse!!!
RTE örneğin, Almanların, görüneni ile içi tamamen farklı olduğunu belirterek (çok doğru bir saptama, bende de bir almanlık var!) toplumsal tehlike barındırdığını saptadıkları Cemaate ve lideri Gülen’e acımadı. İktidarı paylaşma mücadelesini epey ezerek geçti ve ona dedi ki:  ben sana ne vereceksem onunla yetineceksin, eteğimin altında duracaksın, ama hep orada, yukarılara tırmanmaya kalkışma boynunu koparırım..!
Bilmem konu üzerinde açıklayıcı ve inandırıcı olabildim mi!
***
Mesele Kürt konusuydu değil mi!
Kürt Meselesi’nin birinci özelliği, tarihsel olarak Kürtlerin bütün isyanlarının etnik ayrılma amaçlı oluşudur.. Dünkü yazımda sadece etnik temelde bir çözümün masada olduğunu vurguluyordum (olayların tarihsel ara kesitini ve arka planını iyi bilen bilge politikacı İlhan Kesici, Kürt Meselesi üzerine iyi anımsatmalar yaptı, ama sonraki yazıya..).
Aslında Kürt siyasetçileri de farklı bir şey demez. Nitekim Ahmet Türk de önceki gün, dört coğrafi parçanın Kürdistan olarak birleşeceğini dile getirdi. Bunların hepsi bilinen şeyler.. Bizim Kürt çözümüne yakın görüş bildiren Türklerin de tartıştıkları, bu sürecin kanlı değil “barış içinde” sonlanması-gerçekleşmesidir.
Savaşa karşı dile gelen bütün sloganların arkasındaki düşünce kabaca şudur: kardeşim, sonunda ayrılacaksın, aptallık etmeyin, ölmeden öldürmeden ayrılın ve bunun için de masaya oturun..
PKK ve Kürtler ve Türk yardımcıları Oslo görüşmelerinin bu doğrultuda bir yol haritasının çıkması için oradalar.
Ama Oslo masasından bir “ayrılık yol haritası” çıkartacak ve kabul ettirecek bir iktidarın tutunması zordur. RTE neden yan çizdi dersiniz, o kadar pohpohlamalar, sen bu işi çözersin, çöz kahraman ol ve tarihe geç, itelemelerine rağmen!!
***
Tamamen önyargısız yaklaşabilirsek, aslında bu tartışılabilir bir düşüncedir. Ama bunu bütün Türkiye açıkça tartışmalıdır! Bu büyük bir entelektüel ve kültürel kapasite gerektirir. Türkiye’de şüphesiz bunlar yok değil, ama ülke hiç bir zaman özgür olmamıştır, hele AKP döneminde bu özgürlükler tamamen baskılanmıştır.. Bunun da ötesinde, iktidar gerçekten ulusu bütünleştirici değil bölücü bir politika uyguluyor..
RTE’nin Aleviler, Cem evleri üzerine en son söyledikleri, tam bir bölücülüktür, dışlayıcılıktır.. Oy almadığı, alamayacağı kesimlerin dini inançlarına ve ibadet biçimlerine bu tür bir saldırıyı bu ülkenin başına oturan birisi yapabiliyorsa, bu tutum, ulusun değil kendi dar kişisel ve partisel çıkarlar uğruna bütün ülkeyi ateşe atabileceğinin göstergesidir.. Bunun dinle dincilikle ilgisi yok, sadece bilinçsizlikle, bilgisizlikle, geniş bakış eksikliğiyle.. sevgi eksikliğiyle, kendini tek otorite ve herşeyin karar vericisi sanmakla ilgisi olabilir..
İktidar çıkarını Alevileri dışlayarak savunan, CHP belediyelerini olur olmaz kan kusturan, TSK ve kendisine muhalif olanları hukuksuzluklar ve sahte düzeneklerle içeri tıktıran, adalet düşüncesini ayaklar altına alan bir düşünce ve iktidar yapısı, Türkiye’nin ulusal sorunları ve ulusal yararı için bir çözüm üretemez.. Sadece bölücü ve parçalayıcı olur. Türkiye tamamen bu durumdadır!
Etnik Temelde Çözümün zorunlu olarak yol açacağı büyük toplumsal tehlike konusu bir dahaki yazıya kaldı.
---9 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

7 Ağustos 2012 Salı

Damardan Kürt Meselesi ; Etnik Temelde Çözüm?! - 1



Kürt meselesine çözüm olarak, Kürt tarafının masaya koyduğu öneri, özerk bir yapıdan tutun federasyona ve ayrılığa kadar uzanıyor. İtiraz var mı? Yok.
Kürt tarafının çözüm önerisi, dinamizmini, şüphesiz ki kuzey Irak’taki Kürt devletinden ve ABD ve Batı’nın Kürdistan’ı devletleştirme politikasından alıyor. Buna bir itiraz var mı, yok. PKK’nın bugünkü gücünü esas olarak bu ortamdan almaktadır. Suriye ve İran’a karşı NATO’nun yıkıcı politikaları da, diğer açıdan, Kürdistanı devletleştirme politikasına büyük yarar sağlıyor.. sanırım bu görünen gerçeğe de itiraz yok.
Şimdi “bizim taraf”tan itirazların yükseleceğini bildiğim görüşümü açıklayayım: Kürtlerin örneğin Irak’ta adıyla sanıyla bir Kürt devleti kurmalarına karşı değilim. Bu zaten olmuş bir şeydir. Bir geç uluslaşma, bölgede hegemonik çıkarların savunulması etkin sürecinde yaşanmıştır. Kürtler Irak’ta zaten özel bir duruma (savaşarak) sahip olmuşlardı. 1993 ve 2003 Irak’ı yıkma savaşı, Kürtlerin bu ülkedeki ayrıcalıklarını federatif veya özerk Kürt bölgesi biçimine dönüştürdü. Aslında orada adı henüz açıklanmamış tam bir Kürt devleti bulunuyor..
Suriye’de Kürt varlığı azdır, sayısal ve bölgesel olarak. Davutoğlu’nun bu konudaki açıklaması doğrudur. Bu sayfada “Jane's Islamic Affairs Analyst March 2012, jiaa.janes.com”dan alıp yayımladığım harita da bunu gösteriyor.
İran’ı bir kenara bırakalım ve ülkemize dönelim..
***
“Savaşan Kürtler”in (politik veya silahlı), masa üzerinde duran önerileri, şüphesiz etnik temelde bir çözümdür. Bu öneri, Irak’taki “çözüme” benziyor. Bu süreç şüphesiz ki Irak’a benzer sonuçlar doğuracaktır, büyük olasılıkla.. Bunu bir vecize ile açıklarsak: Su yolunda akar!
Masadaki Kürt çözümü, Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları bölgede yönetimini ve Kürt kimliğinin her anlamda ön planda olmasını öngörüyor. Abdullah Öcalan’ın iki-üç yıl önceki çözümünü anımsayın, her türlü güvenlikten tutun mali konulara –vergi- kadar özerk bir yapı /devlet öngörüyordu.
Bu öneri temelinde, sertten yumuşağa kadar ama süreç içinde aynı özde çözümler dolaşıp duruyor ortalıkta.
Ama hepsinin ortak paydası, yeniden vurgulayalım, etnik temelde bir çözümdür..
Hükümetin iki hafta kadar önce resmen olmasa da el altından gazetelerde yayınlattığı yeni belediyeler yönetim biçimi tasarısı aslında, Kürtlere biraz daha kimlik olanağı tanıyan, ama Kürtlerin önerilerine kıyasla çok daha yumuşak / gevşek bir Kürt yönetimi oluşturulmasını öngörüyor. Ancak bu öneri bütün Türkiye’de uygulanacağı için, Kürt yönetimlerindeki belediyelere bir adım daha ötede bir yönetim sunmaktadır. Bu öneri ayrıca tartışma konusu yapılabilir.
***
Her neyse, bütün çözümlerin ekseninde etnik bir anlayış var.
Çünkü Kürtler, özerk bir yönetim yapısı istiyor..
Ortadoğu’da emperyalistler, kendileri dimdik ayakta iken ve ulusal bütünlüklerini sapına kadar korurken, farklı etnisite ve mezhep zenginlikleri olan ülkeleri (Türkiye dahil) bölüp parçalamaları, şüphesiz ki bu sürecin temel dinamizmidir.
AKP iktidarı da bu konuda tam kördür. Yanıbaşında oynanan oyunları farketmemesi mümkün değildir.. Acaba diyorum, bu emperyalist parçalama oyunundan kendilerine- Türkiye’ye de bir pay düşer, biçiminde bir ham hayal peşindeler mi?
Aslında, Davutoğlu- RTE ikilisinin Suriye gibi Ortadoğu ülkelerini ‘bizim Osmanlı arka bahçesi’ biçiminde veciz bir şekilde dile getirdikleri “stratejik derinlik” politikası, Ortadoğu’da biraz da bu düşü barındırıyor. Türk-Kürt federasyonu laflarını anımsayın.. CİA’cıların Orta Doğuda büyüyen Türkiye pompalamalarını düşünün.. Bir ülke kendi bütünlüğü için derin endişeler içindeyken... Yersen tabii.. Ama bizim medyaya herşeyi yedirirsin!
***
 Gelelim etnik çözüme.. Bu yazının eksenindeki kavrama..
Etnik temelli bir çözüm, ülkeyi ve insanları hallaç pamuğu gibi atacak bir sonuç üretme potansiyelini içinde barındırıyor. Bunu gelecek yazıda inceleyeceğim.. Türk ve Kürt nüfuslarının iç içe geçmişliği büyük bir şans iken, etnik temelli çözümler ise büyük felaketleri çağrıştırıyor..
Harita: Jane's Islamic Affairs Analyst, March 2012, jiaa.janes.com
--7 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Entellere Bir demokratik İkilem Sorusu ve Kürt Sorunu Çözüme mi Girdi?


Cumhurbaşkanı Gül PKK “pervasız bir plan içine girdi” diyor.. Gül demek istiyor ki: PKK Şemdinli ve çevresini (Hakkârı) yönetimi altına alma girişiminde bulundu, bu bölgede PKK iktidarı kurmak ve oradan yayılmak istiyor.. Bu ne cüret bu ne pervasızlık?!
Hemen diğer haber: Esad, Halep’i  geri almak veya Batının ve Türkiye’nin desteklediği Ordu’dan temizlemek için 20 bin askerini seferber etti..
Ankara, anlaşıldığı kadarıyla, Şemdinli’yi PKK yönetiminden kurtarmak için bölgeyi kuşatma altına aldı.. Veya, Şemdinli ve çevresini PKK’ye terketmemek için..
İki olay arasındaki farkı çok da anlamış değilim! Siyasi basiretim mi bağlandı sizce?! Her iki “Başkent” de bir “istila hareketi”ne karşı önlem mi alıyor!?
Acaba, Halep’in (Suriye’nin) işgali veya fethedilmesinin arkasında Türkiye ve ABD, Katar ve Suudi Arabistan varsa.. Şemdinli ve çevresini (Türkiye’nin Güneydoğusu’dan başlayan..) işgal girişimi arkasında kimler var?
Biri bana bunu anlatsın.. Tabii, en iyi Ankara anlatır.. Bizim “düz mantığımız” karşısısında, şüphesiz ki onlar entelektüel düzeyi yüksek karmaşık açıklamalar yaparak bizi ikna edebilirler..
Biz de karşılarında “aptal” görünmemek için, anlamış gibi yaparız nasıl olsa!
***
Üstüne üstlük Hilari Klintın da pattadanak gelmez mi Ankara’ya! Kafam iyice karıştı!
Acaba Şemdinli’de işler nasıl gidiyor diye yakından gözlemeye mi geldi? Yoksa Esad’ın Halep’i temizleme operasyonu ve Şam’da iktidarın bir türlü yıkılmaması karşısında, Ankara ile yeni bir eşgüdüm-işbirliği çerçevesinde acil eylem planı mı koyacak RTE’nin masasına!
TSK da tam kıvamında çünkü!
Ülkemizin “Siyasi İrade”sinin (Ankara ve Vaşington) her türlü emirlerini yerine getirecek bir Ordu yapısı oluşmuş durumda!
Ne demişti Hilmi Özkök (*): ABD Irak savaşına girmemiz için AKP üzerinde baskı yapmamızı istedi. Biz reddettik..
Şimdi böyle dolambaçlı yollara gerek bile kalmadı: AKP Suriye konusunda kendisi hazır ve nazır: Emredersin komutanım durumunda.. Ordu da AKP karşısında emredersin komutanım durumunda! Sorun çözüldü..
Belki de Hilari, hem Şemdinli hem Şam olayları arasında bir eşgüdümü sağlayacak! İki stratejik ortağı PKK ve Ankara’yı bir şekilde uzlaştırması gerek.. Yumurtaları kırmadan!
***
Şimdi burada bir “demokratik ikilem” sorunu ortaya atacağım.. Buna savaş veya barış ikilemi de diyebilirsiniz.. Bu ikileme, öncelikle, AKP’ye her türlü diktatörlük desteği vererek dünya çapında demokrasiye büyük katkıda bulunmuş pek seçkin aydınlarımızın bir çözüm getirmesi dileğimdir:
İlk durum:Ordu itirazsız tamamen siyasi iradenin emrinde olmalıdır” biçimindeki “demokratik doğru olgu”..
İkinci durum: Diyelim ki ülkenin ve Ordunun içine itilmek istendiği savaş, haksız bir savaş.. Savunma savaşı değil. Bölgeyi daha büyük kan gölüne döndürecek savaş.. Ve emperyalist çıkarlar için bir savaş.. Her yönüyle kayıp bir savaş..
Ordu’nun bu durumda “milli irade iktidarına” ve onun üstünden Vaşington talimatına tam uyum göstermesi, itiraz etmemesi “demokratik” mi olur?
Veya itiraz etmesi, iktidarı ve halkı ikna etmeye kalkışması mı “demokratik” olur?!
Bendeki kafa karışıklığı! Belki de onların kafasında böyle bir karışıklığın zerresi bile yoktur! Ama şimdiki durumda bu “ikilem” zaten çözülmüş durumda: Hilari, Conisinin yerine Mehmet’i geçirmektedir.. Demokratik süreç, milli iradeye uygun olarak işlemektedir!
***
Gelelim Şemdinli’ye: PKK, Türkiye gerisindeki hem arazi (Irak- Suriye) hem ülke ve güç (Irak/Kürt- ABD ve daha bilmemneler) bakımından müthiş arka bahçesini kullanarak, daha önce de denediği, bir alan-bölge-yerleşim ele geçirme planı içine girdi. Şüphesiz, ülke içinde geniş bir tabanı olmasa, bunu gerçekleştiremez.. Suriye’yi yıkmak için kurulan dünya (ve tabii öncelikle Türkiye) cephesi, PKK için de öncelikli yeni bir durum yarattı.. Ankara bunu bilmez mi!? Ama politikalar ABD çıkarlarına göre bir öncelik sırasına sahip..
Hiç unutulmasın: TSK, Karakollar vb açık hedeflerdir. İsteyen herkes gidip vurabilir.. Hele güçlü silahlı ve gizli bir yeraltı savaşı sürdüren ve baskında ustalaşmış bir örgüt söz konusu ise.. Şimdiki ise sadece baskın değil, alan ele geçirme ve koruma...
Bu iş zor. Suriye ile birlikte Türkiye de Kürt meselesi çözüm yoluna mı girdi?!
Şimdi Kürt meselesine yeniden damardan girme zamanı geldi..
(*) Dünkü yazımda İnternet siteleri onun zamanında kuruldu diye yazmıştım, öyle olmadığını açıkladı, düzeltirim..
--6 Ağustos 20012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

5 Ağustos 2012 Pazar

Ordu’yu Siyasi Tasfiye


Ordu’yu, tüm üst yönetim olarak tasfiye, siyasi Ergenekon ve Balyoz davalarının ana hedefiydi. Bu dava bir hukuk davası değildir, öyle sananlar varsa, onları buradan en hafifinden şaşkınlar diye ilan ediyorum! Varın gerisini siz söyleyin! Bunun bir hukuk davası olduğunu söyleyen, tertipçilerin yüzlerce ortağı, ortalıkta “uzman” diye dolaştırılıyor! Kamuoyunu buna inandırmak göreviyle..
Onlarca mektup geliyor tutuklu subaylardan.. Davasını ve durumunu anlatan. Tümgeneral Ahmet Yavuz’un adını gördüm örneğin emekliye sevkedilenler arasında. Üzüldüm, mesleğini madalyalarla süslemiş komutanlardan biri. Balyoz’a son gurupla birlikte dahil edilmişti, Ahmet Bey dışarıda kaldı, alalım içeri ve ona da Ordu’dan güle güle diyelim mantığıyla, iler tutarı olmayan, hatta suç iddiası bile olmayan bir tutuklama ile..
Şu mahkemelere kadar bir subayla bile hiç bir ilişkim olmamıştı. Bir keresinde, onlarca gazeteciyle birlikte terörle uluslararası mücadele sempozyumunu izlemek için davet almıştım Harp Akademilerine.. Ahmet Yavuz, bizim gazetecilerin yemek masasında ev sahipliği yapıyordu.. Onu bir kez de, Balyoz tutuklamaları başladıktan çok sonra, Cemal Reşit Rey’de bir konserde karşılaşmıştım.  Sonraları da, neden bile gösterilmeden kendini içeride buldu!
Balyoz bir kepazeliktir, hukukun yüzkarasıdır. Yüzlerce subay Ahmet bey durumundadır.
Hepsinin hikayesi şüphesiz vardır, ama hepsinin ortak noktası, albay ve üstünün, mümkün olduğu kadar tasfiyesi için alınan siyasi karardır! Bu nedenle, bu köşede siyasi karara ve hukuksuzluğa işaret ettim. Çünkü tek tek haksızlık öykülerinin hiç birine yardımcı olmayacağını biliyorum.
Aslında en iyisi gazetede bir köşe ayrılıp kimin hangi saçma iddia ile suçlandığını ve tutuklandığını kamuoyu ile hergün paylaşmak gerekir. Gazete yönetimine burada öneriyorum!
***
İktidarın “siyasi tasfiye” kararı alabildiğine çalışıyor. Bu planları işlemiştir: İçeride tut veya suç uydur içeriye at, terfisini durdur, sonra da emekli et..
Tutuklu 40 subay daha emekli edildi..
Bu tasfiye, AKP ve Cemaatin ortak hukukudur. İlker Başbuğ da Başbakanın ve hükümetin arzusu dışında içeride tutuluyor değildir. Şöyle yazılarıma dönüp baktım geriye, daha ilk albay tutuklandığında, rütbe sırasıyla generallere sıra geleceğini ve bir genel kurmay başkanının da tutuklanacağini yazmışım. Adım adım en tepeye tırmanmak, baştan alınan bir karardı.. Süreç içinde “şans topu” İlker Başbuğ’a vurdu! RTE istemese Başbuğ bir dakika orada tutulmaz!
İnternet sitelerini açan Hilmi Özkök dışarıda ve tanık olarak ifade veriyor..  Siteleri kapatan Başbuğ ise içeride ve tutuklu!
***
Hukuk adına utanç verici bir “casusluk davası” açmışlardı İstanbul’da! Onlarca subay casusmuş! Hepsi iddialardan beraat etti! İktidar medyası, AKP ve Cemaat, subayları çarmıha gerdiler! Davayı kamu oyunda ilgi çeksin diye fuhuş, seks, kadın öyküleriyle sosladılar.. Ortada hukuki-ciddi bir sav-belge olmadığı ve dava yalan ve tertip üzerine kurulduğu için, karar beraat..
Bence bu davayı açanları, dava iddiasından sorgulamak gerekir..  Bu iddiaları kimler bir araya getirdiler, yalan dolanla insanların onurlarıyla, meslekleriyle oynadılar.. Günün birinde şüphesiz bu soruyu soran ve bu tür davaları yeniden gündeme getiren hukukçular olacaktır! 
Onlara, sözde anlayabilecekleri bir cümle ile seslenmeli: Düşmez kalkmaz bir Allah! Buna inansalar bu düzenleri kurmazlar!
Gözden kaçmasın: Ankara’da bir yargıç, casusluk ve fuhuş operasyonlarına bir polis tertibiyle dahil edilen ve “çocuk pornosu” bulundurmakla suçlanan Binbaşı Tamer Karslıoğlu’nu beraat ettirdi. Dikkat edin, yargıç beraat kararına “sanığı aşağılayıcı bir suçla suçlamak isteyen kötkü niyetli kişi veya kurumlar tarafından bu DVD’nin, diğer el konulmuş eşyalar arasına konulmuş olabileceği..” cümlesini yazdırıyor!
Böylece polisin ve iddiayı hiç araştırmayan savcılık kurumlarının bugüne kadar ki siyasi davalarda kurdukları tezgah, böylece ilk kez mahkeme tutanaklarına geçmiş oluyor!
Balyoz ve Ergenekon davalarında, gerçeği dile getirecek böyle bir cümle ile karşılaşmayacağımıza eminim. Bu heyetler işlerini bitirecekler, işleri de bitecek... Başka bir mahkeme yargıcı ise, mutlaka benzer cümleleri kararlarına yazacaklardır!
***
Hilmi Özkök Ergenekon davasında anlattıklarıyla, aslında hukuksuzlar- yasa tanımazlıklar içinde debelenen bu davanın da bence ipini çekmiş oldu.
Mustafa’nın haberini de aklamış oldu: Evet bu iktidar işbaşına yaptığında hepimiz tedirgindik. Ben genç subaylar tedirgin değil diye bir şey demedim. Başbakana da bu tedirginliği anlattım...
Özkök tarihi bir görev yapmıştır. Balbay’ın üzerinde çok tartışılan ve neredeyse Mustafa’nın tek tutukluluk gerekçesi olarak ortada kalan haberini de doğrulamıştır. Vay be, bir doğru habere 4 yıl!!!
Mahkemelerin 1249 gündür Balbay’ı nasıl ve hangi gerekçe ile orada tuttuklarını açıklamalı gerekir.. Vicdanlarından bahsetmiyorum, maaşlarını vergilerimle ödediğim bir yurttaşa açıklamalarını istiyorum! Tabii sadece Mustafa değil, hepsi için aynı soruyu yöneltiyorum!
***
İktidarın siyasi tasfiye planının yürümesine iki şey yardımcı oldu: a) Ekonominin yolunda gözükmesi... b) Etkin medyayı tasmalı hale getirmesi! (Bir de tasmalı kanaatçı aydın zümre yaratması)!
Ne demiş Napolyon bizimkilere: Ooo sizdeki medya bizde olsaydı, Fransızların Waterloo savaşını kaybettiğimizden bile haberi olmazdı..
Tıpkı şimdi Şemdinli’de olan bitenlere uygulanan adı konmamış sansür gibi..
--
5 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


RTE'nin Önünde 8 Temel Zorluk


Başbakan için bugün ve yakın gelecek nasıl gözükmekte? Onun yerinde olmayı kimseye önermem.. Hem politik hırsları ve hırslarını gerçekleştirme açısından hem de içinde bulunduğu reel koşullar açısından baktığımızda, önümüzdeki 3 yılı kapsayan yakın dönemin üstesinden gelmesi zor veya belki de imkansız bir durum içinde olduğunu görüyorum… Bunların bir veya ikisinin olumsuzluğu bile, Başbakan’a karizmayı fena halde çizdirecek bir sonuç doğurur.
Bunlara hep birlikte bakalım.
***
1)              Suriye meselesi.. Bizzat Antakya cephesini açarak ve iç çatışmaya fiili müdahalede bulunarak yarattığı Yeni Suriye Tablosu, hızla Türkiye aleyhine bir durum yarattı. Ülkenin üçe bölünmesi için siyasi koşullar olgunlaşırken, ABD’nin veya Ankara’nın “bölünmeye izin vermeyiz…” açıklamalarını, ancak siyasi abuklukla nitelendirebiliriz ve “nasıl önleyeceksiniz..” sorumuza da gerçekçi bir yanıt alamayız..
Burada akla gelebilecek iki seçenek var: İlki Esad yönetiminin duruma egemen olmasını sağlayacak önlemler almaları!!! İkincisi ise, Türkiye’nin Suriye’yi bütünüyle işgal ederek, Esad’ın görevini görecek, yani ülke birliğini sağlayacak bir yönetimi iktidara getirmesi!!
Bu seçenekler mümkün mü sizce? Esad yıkıldığında, yerine her kim geçerse geçsin, parçalanmayı sadece geciktirebilir, ama önleyemez.. Başbakan ve Davutoğlu, ancak bilerek diyebileceğimiz bu tabloyu parattılar.. Bu başlıbaşına karizmayı çizdirir ve siyasi sonuçları büyüktür..
2)   Gül ve Köşk Seçimi… Erdoğan, Gül’ün siyasi geleceğini kesmek için elinden geleni yaptı. Geçen yılın Aralık ayında yazdığım “Üç Koltuk” yazı dizisinin en önemli bölümlerinden biri, Gül- Erdoğan çatışması ve Köşk seçimi idi. Yazı (11 Aralık 2011) küçük değişikliklerle bütün tazeliğini koruyor. Gül için, başbakanlık yolunun kendine açılmasından başka bir seçenek yoktur. Gül, başkanlık sistemine de karşıdır. Erdoğan’ın hükümeti köşkten yönetme hırsına da.. Bu nedenle, danışmanı Ahmet Sever büyük kozu açmış ve Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçimine yeniden girme hakkını vurgulamıştır. Gül girerse, her ikisinin de kaybedeceği açıktır (Erdoğan da tek başına da kaybedebilir!)
3      ve 4) Anayasa değişikliği ve başkanlık- yarı başkanlık sistemine geçiş, Edoğan’ın en zor hırslarından biridir. Gerçekleşmesi neredeyse imkansızdır. Bunun için girebileceği ittifaklar ve verebileceği tavizler, bizzat Başbakan’a seçimleri bsile kaybettirebilir! Düz Cumhurbaşkanı olarak seçimlere girme olasılığı yüzde 99 gibi duruyor. Olay biter, kazanırsa orası son durağı olur.
5)   Cemaat ile çatışma.. iktidar çatışmasının üçüncü boyutudur. Cemaat bir ayağı iktidarda ama Erdoğan’a muhalefettedir. İkisinin bir daha uzlaşması, iktidar paylaşımı içine girmesi mümkün gözükmüyor. Cemaat bütün stratejisini Erdoğan’ın siyasi gücünü kırma – iktidarını zayıflatma üzerine kurmaktadır. Bu arada, cemaatin siyasi gücünü abartmamak gerekir. Seçimlere girse minik bir parti olarak kalır. Bu nedenledir ki, iktidar odaklarına yerleşerek iktidarı devralma biçimindeki yeni bir darbeci politika uygulamaktadır..
6)   Kürt Meselesi.. Irak ve Suriye’deki Kürt siyasi ve idari yapılanması, Türkiye’de Kürt meselesine büyük ivme kazandırdı. Başbakan, KCK davalarıyla bu işin üstesinden gelemez. Siyasi olarak da Kürtleri hapishanelere doldurarak bu işi çözemeyeceğine göre, Kürt isteklerine tatmin edici nasıl yanıt vereceği belirsizdir. Geçen hafta basını sızdırılan yeni yerel idari yapılanma, belediyelere yeni yetkiler verilmesi görüşü-tasarısı, belki hükümetin Kürt meselesine yeni bir çözüm arayışı olarak görülebilir.
7)   Ekonomi.. Türkiye ekonomisinde ikitdar yapısal bir dönüşüm gerçekleştiremedi. Ekonomik büyümeyi finanse edecek döngünün sonuna gelindi gibi. Büyümenin yarattığı cari açığı azaltmak için, büyümeyi çok yavaşlatan önlemler almak zorunda kalıyor..  Türkiye 10 bin dolar gelir merdiveninde sıkışıp kaldı. Bu sıkışmanın artarak büyümesi büyük olasılık, sonuçları ise yeni bir krizdir. Gelir adaletsizliğini arttıran iktidar, ekonomnin iç kaynaklarla da kendini döndürecek bir yapıya kavuşmasını başaramadı. Bu sürdürülebilir değil..
8)   2015 genel seçimleri.. Bütün bu saydığımız olumsuzluklarla birlikte, 2015 genel seçimlerine gidilecek. Halk AKP’li ve dindar oldu safsatalarını yerle bir edecek bir sbonuçla karşılaşma olasılığımız güçlü.
Erdoğan ve hükümeti, yukarıda saydığımız bütün bu olumsuzlukları zamana yayarak seçimlere kadar idare etme şansı bulunuyor mu?
Karizmanın çizileceği zamanların içinde bulunduğumuzu gösteren işaretler çok daha fazla..
-----2 Ağustos 2012 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı