Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

28 Şubat 2022 Pazartesi

Sonun başlangıç sayfası açıldı,İttifak uçuşa geçti

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Sonun başlangıç sayfası açıldı

14 Şubat 2022 Pazartesi


Günlük siyasete girin, bakın çok önemli gelişmeler oluyor, Millet İttifakı’nı yazın, dediğinizi duyar gibiyim. Peki, Empedokles ne olacak!?

Millet İttifakı’nda gelinen nokta, beklenen nokta. Bu ittifakı bozacak (küçük bir-iki parti aldatılır mı bilmiyorum) herhangi bir gelişme yaşanacağını sanmıyorum. 

Çünkü, hiçbirinin bu yaşanan düzende çıkarı yok, çöken bir iktidara el uzatacak ciddi hiçbir güç yok, ne ülkede ne de dünyada.

Sadece kendine çok güvenen ve 16 ay içinde şapkasından tavşan çıkaracağını sanan bir Tek Adam var.

TARİHİ KİLOMETRE TAŞI

Tek Adam zamlarla ekonomik krizi derinleştiriyor… Ya, 3-5 ay içinde toparlanacağının, yeniden “dengeyi” sağlayacağının ve boş kesimlere “bak başardı” dedirterek “kahramanlığa” soyunacağının hayalini yaşıyor ya da eğer bunu başaramazsa olağanüstü durumlar yaratacağı kestiriliyor.. Bu ayrı işlenecek başlık, ileride üzerinde duracağımız.

İttifak uçuşa geçti.

Aslında ittifakın başlangıcı tabii ki 2018 seçimleri öncesine gidiyor.

Dahası, ben bu tarihi, Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’yi 15 milletvekili vererek Meclis’e sokmasıyla başlatıyorum.

Bu, bugünkü gelişmenin en tarihi kilometre taşıydı. Dünyada eşi benzeri olmayan... Büyük bir siyasi atak ve strateji kuruluşuydu.

MERKEZ SAĞDA SORUMLU BİR PARTİ

Altında yatan düşünce ise iktidarları zamanında berbat ülke yönetimleriyle kendini yok eden, kalan parçaları da AKP tarafından yutulan, siyasi vb. ile “alınan” ve eritilen merkez sağda bir partinin hayat bulmasının zorunluluğuydu. Bu, AKP’nin, “Cumhur İttifakı’nın” da parçalanma sürecini geliştirecekti. İktidardan uzaklaşan seçmene rahat bir seçenek sunulmasıydı.

CHP’nin tek başına iktidarı devirecek büyük bir güce evrilemeyeceği saptaması (bazıları hayalini kursa da!) büyük bir ittifak gücü yaratılmasını dayatıyordu.

Beklenen ve gerçekleşen altı başkanlı toplantı ve fotoğrafa bakıyorum. 

İttifakın mimarı, özellikle kendini merkeze oturtmuyor.

Fakat bütün diğer liderler bunun bilincinde. 

Böyle bir ittifak, alçakgönüllülüğü öne almakla gerçekleşebilirdi. Bu yaklaşım tüm liderlerin de benzer alçakgönüllük ve dayatmalardan kaçınan yaklaşımlarıyla bugünkü düzeyine ulaşabilirdi.

İTTİFAKI MAYALANAN TEK ADAM

Şüphesiz ittifakın esas mayasını oluşturan Tek Adam’ın bizzat kendisi, politikaları ve uygulamalarıydı, ülkeyi soktuğu ve kendisinden başka tüm politikaları dışlama ve suçlama hayatı dar etme tutumuydu.

Yargı, hukuk, demokrasi… hepsinin istendiği ve gerektiği zaman askıya alındığı bir rejim içinde, kimsenin yaşama şansı olamazdı.

Ciddi ve sorumlu bir siyasi parti/düşünce, böyle iktidara herhangi bir destek sağlayamaz. Her ne kadar yakın seçimlerde böyle uyduruktan adamlar üstelik sol kisve altında çıkmış olsa bile!

DAHA GENİŞ BİR İTTİFAKA DOĞRU

İttifakın mümkün olan en geniş cepheyi sağlamaya yönelik adımlar atacağını, Kılıçdaroğlu’nun Fikret Bila’ya açıklamalarından öğreniyoruz. Sivil toplum, akademisyen ve meslek kuruluşlarının da desteği, planlanan ortak toplantılarla gündeme getiriliyor. 

Bu, çok daha geniş, partisizleri de katacak bir ülke desteği arayışıdır ve iyidir.

Sinerji yaratır. Sürükleyici olur.

Şüphesiz HDP ve aradığı sol bileşenlerinin de bir şekilde desteğine açık bir sistem ve demokrasi arayışına katılabilecekleri bir “açık kapı” bırakılması önemlidir


Empedokles’in Dostları ve batsın bu dünya

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Empedokles’in Dostları ve batsın bu dünya

13 Şubat 2022 Pazar


Dünyanın tepeden tırnağa rezil halini betimlemeye gerek yok. Nesini tutarsanız elinizde kalıyor. Yo o kadar değil, bakın bilim de teknoloji de ilerliyor, muazzam gelişmeler kaydediliyor, diyorsunuzdur. Bunu yadsımam; gerçekten bilgi, rekorlar kıran, her gün dünyayı dolaşacak ölçülerde üretiliyor; öyle ki ipin ucunu yakalamak mümkün değil. Ama...

Evet ama bilimin ve bilginin, dünyanın içinde bulunduğu koşulları değiştirme gücü çok sınırlı. Bilim-bilgi hem başlı başına bir güç hem de kendi başına iktidar değil, vasal bir güç. Paranın gücünün binlerce yıl boyunca bugün geldiği doruk noktasında yarattığı bir dünya, ne yaşanabilir ne sürdürülebilir nitelikte.

TARİH, KANLI DÜNÜN DEVAMI

Şuna bakın, ABD hâlâ Rusya’nın altını oyma çabasında, Rusya egemenlik alanlarını koruma telaşında.. AB, ABD, Çin, Rusya... Savaş politikalarıyla güç gösterileriyle düzenlerini sürdürüyorlar. Bizim gibi bazı ülkeler de işin içinde, güç ve egemenlik peşinde.. Siyasi egemenlik kavgası şüphesiz ki daha büyük sömürü alanlarına sahip olmayı amaçlıyor.

Müthiş bir zenginlik var dünyada.. 300 trilyon doları aşmıştır. Servet bölüşümü, güzellik, iyilik, sevgi üzerinde kurulu bir dünya yaratılamamıştır.

Bugünün dünden hiçbir farkı yok. Kaç bin yıldır dünyanın etrafında döndüğü ana mihver, savaş, öldürme, yok etme, paranın gücünü inşa etme, sürekli savaşlar, mutsuzluklar, elemler... Eldeki atom ve benzeri silahlar... İklim değişimi, yoksulluk..

Başladığımız tarihteyiz.

Sayfayı asla çeviremedik.

İnsanlık tüm bu belaları yok edecek yeni bir tarih sayfası açamadı.

Açmaya da niyeti yok. Kendi yarattığı kötülüklerin içinde boğulup, yok olup gideceği günü bekliyor.

YENİDEN DOĞUŞUN MÜJDESİ

Amin Maalouf, en umutsuz ama çağımızın en parlak yazarlarından-düşünürlerindendir. Son romanı Empedokles’in Dostları’nda geldiği nokta, dünyanın ulaştığı uygarlık düzeyinin bir hiç olduğudur. Bunu da dünyamızda görünmez-bilinmez bir yerde yaşayan, kendilerini Empedokles’in Dostları olarak tanıtan çok ileri uygarlık düzeyine ulaşmış bir toplumu kurgulayarak yapıyor.

Onlar sadece ölümü yenmek için savaşıyorlar. Çok ileri bir tıp seviyesine ulaşmışlar; henüz ölümü yenememiş olsalar da güzel ve sağlıklı uzun ömürlü bir yaşamı elde etmişler ve üstünlüklerini de dünyadaki hastalıkları hızla tedavi ederek gösteriyorlar. Bütün iletişim sistemini durduracak güce sahipler. Dünyanın yok oluşunu önlemek için ortaya çıkıyorlar.

Ve dünyanın iyi yönde değişmesinin yolunu açıyorlar.

Bu, insanlığın yeniden doğuşunun müjdecisidir.

Övünülen insanlık, bu yeniden doğuş öncesinde bir “müsvedde”, “alttür haline gelecektir”. “Tarihi bizim yaptığımıza emindik... Halbuki henüz tarihöncesinden bile” çıkamamıştık.

“Evrenin kralları olduğumuzu, yaratılışın en yüksek zirvesi yaratılışın Everesti olduğumuzu düşünüyorduk. Biz şanlı geçmişimiz, mucize yaratan bilimimiz, saygıdeğer dinlerimiz... Uygarlıklarımızın ölümlü olduğunu belirttiğimiz zaman bile caka satmayı, kibirli olmayı becerebiliyorduk...”

Gelecek artık bu adreste oturmuyor”du...

TARİHİMİZ CİNAYETLER TARİHİ

İnsanlığın mutlaka kendisinden daha “zeki uygarlıklarla karşılaşmasının gerçekleşeceği gün ansızın ve çok şiddetli olacaktır.

Empedokles’in Dostları’nın temsilcisi, şöyle diyor:

Empedokles’in dostlarımızdan çoğu, sizin tarihinizden söz ederken açgözlülükten, yırtıcılıktan ve cinayet dürtüsünden başka bir şey görmüyorlar, gücünüzü tahakküm ve köleleştirmekten başka bir şey için kullanabileceğinizi düşünmüyorlar.”

Amin Maalouf, bir kahramanına da şunları söyletiyor:

Dünya... Açgözlülük ve kinin cirit attığı bir savaş meydanına dönmüştü. Her şey, sanat, düşünce, yazı, gelecek, seks, komşuluk her şey kokuşmuştu. Ve birdenbire güçlü bir silgi darbesi ile karatahta siliniverdi. Tarih sıfırdan yeniden başladı, gezegenimiz yeniden masumiyetine kavuştu...”

***

Soru şu: İnsanlığın bu dönüşümü yapacak gücü olduğuna inanan var mı?

İki haftalık aradan sonra, merhaba!

Yarın şu Empedokles’i anımsama zamanı...

Kentsel varoluşun insan gerçekleri

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Kentsel varoluşun insan gerçekleri

10 Şubat 2022 Perşembe


Bu kez size Müfit Akyos’un kentsel varoluş üzerine önemli yazısını sunuyorum. Kenti yönetenlerin çoğu konuda kentte yaşayanların aklına başvurmasının önemi üzerine bu yazısı HBT’de yayımlandı. Pazara buluşmak üzere...

***

Akıllı şehirleşme kimin yararınadır sorusu ile başlayalım. “Politika olarak akıllılığın estetikleştirilmesi” olarak sunulan teknoşovenist ütopya imajının “akıllanan şehirde” yaşayan herkesin yararına olacağı söylenebilir mi? Var olan düzenin (üretim ilişkilerinin) üzerine kurulması durumunda da mı? Başta akıllı şehrin sunacağı hizmetlere veya kolaylıklara kimlerin daha kolay ulaşacağı, kimlerin daha fazla kullanacağı, bedelinin ödenebilirliği vb. sorularına yanıt verilmesi gerekir.

Daha öncesinde ise akıllı şehrin öncelikleri ve kullanım amacı ile tasarımlanma biçimi üzerinde daha fazla düşünmek ve dikkatli olmak gerekmez mi? Kentlerde aşırı düzeyde yaşanabilen toplumsal eşitsizlikleri ve sınıfsal farklılıkları azaltacak, özgürlük ve ortak kullanım alanlarını artıracak bir akıllı şehir inşası olası mıdır?

Kentin coğrafyasından, tarihinden, kültürel birikiminden etkilenen bütün sosyal ilişkilerinin odağında yer alan bireysel veya kolektif insan ilişkileri ve gereksinimleri akıllı şehir uygulamalarıyla bir algoritmaya indirgenebilir mi?

KENTLER ÖZEL ALANLAR

Akıllı şehir uygulamalarında temel hata, dünyanın mükemmel bir şekilde bilinebilir ve sayısallaştırılabilir doğrusal süreçlerden oluştuğunun varsayılmasıdır. Teknik olarak ise bir grup bilişim teknolojisinden oluşan anahtar teslim bir iş olduğu ve bir kez uygulandığında sapma ve bozulma olmaksızın tutarlı ve her koşulda çalışacağının varsayılmasıdır.

Oysa ki kentler (her bir kent), insanların kültürel birikimlerinin dışavurumları ile özgün uygarlıklar geliştirdikleri özel alanlar olageldiler. Bunu yaparlarken oluşan sosyal ağların, etkileşimlerin içerdikleri derinliğin, çeşitliliğin, karmaşıklığın ve çelişkilerin, özgünlüğün algoritmalarla tanımlanması olası değildir. Kenti yalnızca altyapı boyutu ile gören akıllı şehir uygulamaları teknolojinin her zaman en iyi, uygun ve nesnel çözümler sunduğu varsayımından hareket ettiğinden kentlerin uygarlık odakları olma özelliklerini ortadan kaldırma tehlikesini taşımaktadır.

Felaketlerin aklımızı başımıza getirmeye yarayacağı gibi kaderci bir anlayışta değilim elbette. Ancak toplumsal hatta küresel değerlendirme ve gözden geçirmelerin genellikle insanlığı sarsıcı olaylar sonrasında yapıldığı da bir gerçek.

Covid-19 yaygın salgını başta küresel eşitsizlikler olmak üzere sağlık sistemlerinden tarıma ve beslenmeye kadar kurulan neoliberal sistemlerin iflas ettiğini göstermedi mi? Neoliberalizmin kent siyasalarına etkisi piyasa kurallarının engelsiz işletilmesi biçiminde oldu. Kentsel gelişimin finansmanında finansal piyasaların etkin olması, kent hizmetlerinin vatandaşın (müşterinin?) gerçek gereksinimleri dikkate alınmaksızın özelleştirilmesi, kent yönetiminin kamu-özel ortaklıklarına itilmesi bunun örnekleridir.

Bunların sonucunda, kent varlıklarını piyasaya bağlayan neoliberal kentleşmenin ortaya çıkışıyla “yaratıcı, yenilikçi, rekabetçi, akıllı kent” gibi tasarımlar piyasacı bağlamda desteklenmeye başlandı. Özetle kentler yenilikçilik potansiyelinin en yoğun olduğu bölgeler olsalar da karmaşık yapılanmaları, nüfus yoğunluğu, işsizlik, evsizlik, kaynaklara erişememe, bireyselleşme (sahipsizleşme), eşitsizliklerin görünür olması vb. olumsuzluklarıyla sorunların yoğunlaştığı yerler haline getirildi. Bu durumda önceliklerimizin bize gösterilenler değil ve fakat gerçeklerin bize işaret ettikleri olduğunu görmemiz daha doğru olacaktır.

DEMOKRATİK KATILIM

Sonuç olarak kentleri, yağmaya açık bir meta olmaktan çıkarmak üzere toplumsal, sosyolojik ve ekonomik boyutlarıyla ele alan kentin aklını temsil edenin esas olarak kentlinin aklı olduğunu kabul etmek, gerçeklerin bize işaret ettiklerini görmemizi sağlayabilir. Kentin akıllılık boyutlarını yaşayanların yararına geliştirmek, kentin olağanüstü durumlar karşısında dayanımını artırmak temel yaklaşım olarak alınabilir.

Bu amaçla, her fırsatta kentte yaşayanların aklına başvuracak işleyişlerin geliştirilmesi (demokratik katılım), önceliklerin belirlenmesi ve kaynakların dağıtımında söz ve karar sahibinin kentte yaşayanlar olması (katılımlı bütçe uygulaması), kaynakların kullanımının izlenmesinin ve denetlenmesinin kentte yaşayanlarca yapılması ve/veya hesabının verilmesi (şeffaflık), kent sorunlarına yenilikçi çözümlerin doğrudan sorunların tarafı kentlilerce bulunması (sosyal yenilikçilik) ilk akla gelenler olabilir. Böylece bir Google kentinde yaşamak yerine kentsel varoluşun insan gerçekleri yaşama geçirilebilir (mi?).


24 Şubat 2022 Perşembe

Beyin göçünde suç göçende mi?

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Beyin göçünde suç göçende mi?

08 Şubat 2022 Salı


Bugün de sizinle Mustafa Çetiner’in güncel ve önemli bir yazısını paylaşıyorum. Yazılarıma hafta sonu başlayacağımı umuyorum.

***

Her zaman Türkiye’den ülke dışına yaşanan beyin göçünü eleştirmiş biriyimdir. Yıllar önce ben bunu söylediğimde ülke dışında yaşayan bir arkadaşım bana şöyle yanıt vermişti: “Türkiye için bazen yurtdışında olmak yurtiçinde olmaktan daha iyi olabilir.”

Yıllar içinde Türkiye’ye geri dönen akademisyenlerin mağduriyetlerini gördüm, ülkeye dönüşten sonra yaşadıklarına tanıklık ettim. 

Polemik yaratmamak için detayına girmeyeceğim ama daha çok yeni gazete sütunlarına, sosyal medyaya yansıdı. Anlı şanlı üniversitelerimizden birinin “kendi benzetmesi ile” her geçen gün biraz daha “Mickey Mouse” haline gelen rektörü ve şürekâsı tarafından yurtdışından ülkemize dönmüş bir akademisyene neler yapıldığı, bu hukuksuzluğa karşı insanların sessizliği, mütevelli heyetinin suskunluğu, bin bir emekle oluşturulan saygın bir bilim kuruluşunun ne hallere düşürüldüğü daha çok taze.  

Demem o ki eskisi kadar kızamıyorum bu ülkeyi terk edenlere.  

Kızgınlığım artık başkalarına.

‘PATRON BENİ GOLF SOPASI İLE DÖVER’

Ülke dışında artık yapamayacak noktaya gelmiş, araştırma bütçeleri tükenmiş, yenilerini alamayan, artık o düzlemde var olamayacak olan, yorulmuş, gözden düşmüş kişilerin bir zamanlar edindiği bilimsel saygınlığın arkasına saklanarak iyi bir emeklilik hayali ile ülkemize dönmelerine, etkin kurumlarda görevler kapmalarına, sonrasında da “ne şiş yansın ne kebap” pişkinliklerine kızıyorum. Onlardan birine “Geldiğiniz o büyük üniversitelerde gördüğünüz standartları bize de uygulayın, bize de öğretin” dendiğinde “Patron beni golf sopası ile döver” diye yanıtladığını biliyorum. 

Bir kızgınlığım da Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara haklı tepki gösterip kendi mahallesindeki vakıf üniversitelerinde benzer şeyler yaşandığında sessiz kalan sözde aydın ve demokratlara...

Geçen günlerde “BİO Türkiye Uluslararası Biyoteknoloji” kongresini online olarak yaptık. Yaklaşık bir yıllık hummalı bir çalışma ile gerçekleşti toplantı. Ülke dışından birçok konuşmacı yer aldı. Benim sorumluluğumda olan “Hücre ve Gen Tedavileri” bölümünde birçok önemli Türk konuşmacıyı dinleme şansımız oldu. 

GURUR DUYULACAK ARAŞTIRMALAR

BioNTech grubundan, Johannes Gutenberg Üniversitesi Onkoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Kurnaz, Penn State Üniversitesi’nden Dr. İbrahim Tarık Özbolat, Jackson laboratuvarlarından Dr. Derya Unutmaz, Missouri Üniversitesi, Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Bölümü’nden Dr. Esma Yolcu, İngiltere’den genç araştırmacılar Dr. Burcu Beştaş, Dr. Pınar Akçakaya konuşmacılarımız arasındaydı; anlattıklarından ve yaptıklarından çok etkilendim, gurur duydum. 

Dünyanın en büyük start-up projesinin içinde olan ve SANA Biotechnology, Gen Tedavisi Kıdemli Müdürü Dr. Semih Tareen’in arkadaşlarıyla geliştirdiği ve lenfoma tedavisinde FDA onayı aldıkları CAR-T hücre tedavisinin detaylarını duymak muhteşemdi. Daha başkaları da vardı, her biri kendi alanında önemli işlere imza atan ve yurtdışında olan birçok Türk araştırmacı.

Belki de ülkemizdeki bilim insanlarının, bilime yön verenlerin ihtiyacı olan ilk şey, İspanya iç savaşı sırasında Salamanca Üniversitesi’nin rektörü Miguel de Unamuno’nun şu söyledikleridir:

‘BAZEN SUSMAK YALAN SÖYLEMEKTİR’

“Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem.” 

Bizim gibi yaşı artık biraz ilerlemiş akademisyenlerin temel görevi, ülkemizi bir bilim toplumu haline dönüştürecek, ülke içinde ve dışında bilim üretecek olanlara yolları açmaktır.

Buna yol açan girişim nerede gelirse gelsin desteklemek temel görevdir. 

Suriyeli komedyen Duraid Lahham’ın “Neden imkânınız varken ülkeyi terk etmediniz” sorusuna şu yanıtı verdiği söylenir:

“Anneniz hasta olsa gidip hemen başka anne mi arar yoksa başında durup iyileştirmeye mi çalışırsınız? Vatan anne gibidir. Yoksul ise varlığıyız, yaşlı ise bastonuyuz, hasta ise ilacıyız, üşüyorsa elbisesi ve yalınayaksa ayakkabısı oluruz. Siz hiç toprağından göç eden ağaç gördünüz mü? Ağacı topraktan ayırırsanız o ağaç kurur. Vatan topraktır, biz ise ağaç.”

Bu sözler çok güzel gerçekten ama evde çocuğa şiddet uygulayıp çocuk evden kaçtığında bütün suçu çocuğa yüklemek de haksızlık değil mi?

***

Not: Bu yazı, Herkese Bilim Teknoloji dergisinin 286. sayısında yayımlandı.

Türkiye geriye düştü, İran bile öne geçti

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Türkiye geriye düştü, İran bile öne geçti

07 Şubat 2022 Pazartesi

Bugün size Bayram Ali Eşiyok’un çok önemli bir araştırmasını özetliyorum. (*)

“Türkiye’nin küresel ekonomideki göreli başarımı nasıl seyrediyor? Diğer ülkeler ile kıyaslandığında daha mı başarılı? Yoksa daha mı başarısız? Sorunun yanıtı için birçok gösterge kullanılabilir. Bu çalışmanın nesnesini dünyanın en büyük 20 ekonomisi oluşturduğu için biz GSYH göstergesinden yararlanacağız.

2015’te 16. Büyük Ekonomi olan Türkiye, 2020 yılında 20. sıraya geriledi. 2021 yılında ise 21. sıraya düşecek. Oysa 2015 yılında dünyanın en büyük 16. ekonomisi iken 2019 ve 2020 yıllarında sırasıyla 19. ve 20. sıraya geriledik. 2021 yılında ise 21. sıraya gerileyerek 2003 yılındaki yerine geri döneceği tahmin edilmekte.

Ancak IMF’nin 2021 tahminini hazırlayıp yayımladığı “Dünya Ekonomik Görünüm Raporu”, 2021 yılının ekim ayına ilişkin. Türkiye’de aralıkta zirveye ulaşan kur şokunun etkilerini tam olarak içermiyor.

20 EKONOMİ İLE KIYASLAMA

Peki, Türkiye’nin küresel ekonomi içerisindeki yeri giderek aşınırken Türkiye ile aynı kategoride yer alan ülkelerin ya da “büyük çevre ekonomilerin” (Çin, Hindistan, Meksika, Güney Kore, Brezilya gibi) başarımı nasıl seyrediyor?

Büyük çevre ekonomiler arasında göreli başarımı en yüksek ülkelerin başında Çin geliyor. 1970’te 93 milyar dolar GSYH büyüklüğü ve yüzde 3.1 dünya GSYH payı ile 7. sırada yer alan Çin, 2000 yılında 6. sıraya, 2020 yılında ise 14.9 trilyon dolar GSYH değeri ve yüzde 17.4 dünya GSYH payı ile küresel ekonomi zirvesinin sadece bir basamak gerisinde bulunuyor. 

Kuşkusuz dünya iktisat tarihinde istisnai bir başarı yakalayan, küresel ekonomi içerisindeki yerini önemli ölçüde değiştirerek birçok açıdan gelişmiş ülkelere yakınsayan ülkelerin başında Güney Kore geliyor. 1970 yılında 9 milyar dolar GSYH değeri ve binde üç GSYH dünya payı ile 31. sırada yer alan Kore, 2020 yılında 1.638 milyar dolar GSYH büyüklüğü ve yüzde 1.93 dünya GSYH payı ile 10. sıraya yükseldi.

1970’te Türkiye’nin yarısından biraz fazla (yüzde 52.7’si kadar) GSYH büyüklüğüne ve küresel sıralamada Türkiye’nin 12 basamak gerisinde bulunan Kore, 2020’de Türkiye’nin 10 basamak üzerine çıktı ve Türkiye’nin 2, 3 kat büyüklüğünde bir GSYH büyüklüğüne ulaştı.

İRAN TÜRKİYE’Yİ GEÇTİ

GSYH sıralamasına göre, 1970 yılında Türkiye’nin sekiz basamak gerisinde yer alarak 27. sırada konumlanan İran, 2019 ve 2020 yıllarında sırasıyla 16. ve 18. sırada yer alarak Türkiye’nin üzerine yerleşmiş.

Rusya’nın kısa sayılabilecek bir dönemde gösterdiği gelişme de son derece parlak. 2000 yılında dünyanın 20. büyük ekonomisi olan Rusya, 2020 yılına gelindiğinde 11. sıraya kadar yükselmiş.

L. Amerika’da yer alan büyük çevre ekonomilerin (Brezilya, Meksika ve Arjantin) karneleri parlak değil. 2000 yılında 9. sırada yer alan Meksika, 2020 yılında 15. sıraya gerilemiş.

Brezilya ise 1970 yılındaki 10. büyük ekonomi olma niteliğini kaybederek 2020 yılında 12. sıraya düşmüş. Arjantin, artık ilk 20 içerisinde değil, 31. sırada. L. Amerika özel olarak da Arjantin deneyimi, finansal krizler ve IMF gözetiminde uygulanan istikrar ve yapısal uyum programlarının bir ülkeyi nasıl felakete sürüklediğine ilişkin derslerle dolu bir deneyimdir...

Asya ülkeleri finansal liberalizasyon ve neoliberal yeniden yapılanma politikalarına kayıtsız şartsız teslim olmadan uluslararası ekonomideki başarımlarını daha iyi bir noktaya taşımış.

Bundan sonra ne olacak?

Türkiye’nin uluslararası ekonomide göreli başarımında son yıllarda belirgin bir aşınma izleniyor. 2015 yılına göre 2020 yılındaki küresel ekonomideki yeri dört basamak geriledi. IMF’nin GSYH tahminlerini kullanarak yaptığımız sıralamaya göre ise 2021 yılında 21. sıraya, 2022 yılında ise 22. sıraya düşmesi beklenmekte.

Türkiye’nin kişi başına gelir (KBG) sıralamasındaki yeri de aşındı. 2003’te 67. sıradan 2020’de 75. sıraya geriledi ve göreli olarak yoksullaştı.

Çin ise 2003’te 119. sıradan 2020’de 64. sıraya yükseltti. 2003’te 2.257 KBG ile Türkiye’nin 31 basamak altında (98. sırada) bulunan İran, 2020’de 9.928 dolar ile Türkiye’nin yedi basamak üzerinde yer alarak 68. sıraya yükseldi. Başka söze gerek var mı?

Sonuç olarak Türkiye’nin uluslararası ekonomideki başarımını yükseltmesi finansal birikime ve krizlere dayalı mevcut politikalarla yüzleşmesine, eğitim ve hukuk başta olmak üzere üstyapıda gerçekleştireceği köklü değişikliklere ve yeni bir kalkınma stratejisi çerçevesinde üretimin yapısını hızla dönüştürerek yoksullaştıran uzmanlaşma sorununu aşmasına bağlı gözükmekte.

Peki, kalkınmacı devlet ve planlama olmadan, salt piyasa sinyallerine dayalı bir kaynak tahsis süreci ve günübirlik politikalarla bu hedeflere ulaşmak mümkün mü?”

(*) Yazının tamamı Herkese Bilim Teknoloji dergisinin hâlâ satışta olan 306. sayısında. Orijinal yazıda grafikleri de göreceksiniz.