Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

28 Haziran 2021 Pazartesi

SBK: Siyasi müsilajın - salyanın, dip çukurdan dışa vurumu

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

SBK: Siyasi müsilajın - salyanın, dip çukurdan dışa vurumu

22 Haziran 2021 Salı

Biliyo um, düşüncelerinizin kokusunu alıyorum; Ne o, dünya yeniden şekilleniyormuş da, Çin’miş, Amerika’ymış, savaşmış da boş ver bunları, Türkiye çukurun içinde, bunları yaz, der gibi önemli çoğunluğunuz. İçiniz içinize sığmıyor, haykırıyorsunuz ormana doğru; ülke nasıl bu duruma düşer, düşürülür diye utanç içindesiniz... Tıpkı Behiç Ak’ın dünkü karikatüründe insanların yüzlerini elleriyle, kollarıyla, ceketleriyle utançtan kapatması gibi...

Bunları bilmiyor musunuz da bir de benim yazmamı istiyorsunuz... Ben ise düşüncelerinize çok önemli yeni bir analizi sunduğumu düşünürken...

ABD’NİN PARASINA ÇÖKME OLAYI

Peki, ara verip yazayım: SBK (Holding), yani kaçtığı Avusturya’da ABD’nin talebi üzerine tutuklanan Sezgin Baran Korkmaz olayı, ülkeyi yöneten siyasetin, onun emrinde çalışan adalet mekanizmasının, Emniyet’in ve leş kargası yandaş gazetecilerin işin içinde olduğu, bir zenginliğe elbirliğiyle çökme olayıdır.

Bu, ne ilktir ne yenidir; yıllardır süregiden bir utanmazlık abidesi siyasettir, rezilliktir.

Bundan hemen önce de biliyorsunuz Yalıkavak Marinası olayı yaşadık ki emredici siyaset ile ortağı, mafyanın yine epey karanlık ticaretten kolayca kazanılan zenginliğin üzerine çökme olayıydı.

Bunlardan önce de FETÖ’cülerin mal varlıklarına çöküldü, FETÖ borsası oluşturuldu, vur patlasın çal oynasın. Fidyesini veren kurtuldu, ya az malıyla kaldı ya da hepsini kaybedip canını kurtardı.

Tüm bunların hikâyesi yazılacaktır. Alanlar, verenler, çalanlar, mafyalar, siyasiler... zamanı gelecek. Zaten kıyısından köşesinden yazılıyor, kitaplaştırılıyor.

Yıllardır alttan alta gerçekleşen, yeraltını sarıp sarmalayan siyasi müsilaj olayının artık dip çukurlarda kalamayıp bir bir gün ışığına çıkmasını; siyasetin, mafyacılığın, yağmacılığın yüzeye vurması olayını yaşıyoruz, sayın okur!

Tıpkı Marmara Denizi’ni önce b.. çukuruna dönüştürüp sonra salyalar yüzeye vurunca, aaaaa diye şaşırır olması gibi ülkenin.

Bütün bunları biliyorsun da niye beni bir kez daha yazmaya zorluyorsun!

511 MİLYON DOLAR

Anlatayım: SBK mal varlığının, aslında ABD’de bir büyük vergi kaçakçılığından Türkiye’ye kaçırılmış payı olduğunu fark eden her türden leş kargası, üzerine üşüştü.

Adamın girmediği iktidar ilişkisi yok gibi. Fotoğraflar fotoğraflar fotoğraflar...

Tabii ki yargı mensuplarıyla da. Bir kısım leş kargası gazeteciyle de.

Görüştüğü, dost olduğu bir kısım gazetecilere de kendisini şirin anlattırdığı açık seçik. Epey siyasi ve yargısal ve medyatik halkla ilişkiler yapmış. “Kendini anlatmak”, ne kadar sevimli olduğunu göstermek için, halkla ilişkilercileri yakınımıza kadar gelip kapıları çalmış. Uzakta bilmediklerimiz kapıyı açmış, yakınlarımızdakiler ise açmamış...

Çünkü dağıtacak bol para var. Karaparayı, kaçırılan vergiyi kendini ve tüm ticari faaliyetini meşrulaştırmak için, siyasetten yargıya, gazeteciye kadar durmadan dağıtması gerekir.

Neden? Çünkü sahip olduğu zenginlik kendisine ait değil. Biz mal varlığının tam dökümünü bugüne kadar biliyor muyduk? Hayır. Ama kaçırılan 511 milyon dolarlık verginin peşine düşen Amerikan savcıları, Amerika’daki ortakları bülbül gibi ötünce dedektif gibi çalışıp hepsinin dökümünü yapmış ve Türkiye’den hepsine Amerikan devleti adına el konmasını istiyor, oradan öğreniyoruz! Malın mülkün dünkü Cumhuriyet’te tam dökümü vardı!

PAYLAŞIM MEKANİZMASI

Siyaset payını alıyor, adalet mekanizmasındakiler payını alıyor, gazeteci kılıklı reziller payını alıyor - alamıyor, bilmiyoruz ama en azından hizmetten yararlanıyor.

Malına tedbir konuyor. MASAK rapor hazırlıyor. Tedbir koyan savcı yardımcısı sonra tedbiri kaldırıyor. Adam bakanlıkla görüşüyor, “hadi kaç deniyor”, ver elini Avusturya.

Kırk sent kaçak verginin hesabının sorulduğu bir yer.. Nerede 185 milyon dolar ve faizi diye soracaklar.

O da, hesap tutmazsa, nerelere, kaç milyon dolarlar dağıtmak zorunda kaldığının dökümünü yapmak zorunda kalır. Kırk katır mı, kırk satır mı!

Ha, Biden yönetimi, Afganistan savaşına talip olan Ankara’yı düşünerek bu dökümleri açıklar mı, bilmem. Henüz Sarraf gizli dosyası duruyor.

Eskinin, adamları olan generallerin karıştığı Locheed rüşvet olayı örtbas edildi.

SBK dosyası da bekler, zamanını...

***

Sayın okur mutlu oldun mu?..

26 Haziran 2021 Cumartesi

20 YILDA ABD’NİN ÇÖKÜŞÜ, ÇİN NASIL YÜKSELDİ? Dünya yeni bir savaş döngüsüne girdi, Türkiye de! - 2

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Dünya yeni bir savaş döngüsüne girdi, Türkiye de! - 2

21 Haziran 2021 Pazartesi

20 YILDA ABD’NİN ÇÖKÜŞÜ, ÇİN NASIL YÜKSELDİ? 

ABD’nin NATO’ya geri dönüşü ve NATO’ya son toplantıda daha büyük küresel görevler yüklenmesi, Biden’ın Rusya ve Çin’i baş düşman ilan etmesi ve savaş mekanizmasını buna göre yeniden şekillendirmeye girişmesinin temelinde, aslında ABD’nin askeri ve ekonomik (ve bunlara bağlı olarak siyasi) önemli güç kaybı ve hegemonyasının iyice tehlikeye girmesi var. Bunu sayısal olarak da görüyoruz. Bu açıdan konuya sonra döneceğim.

Üçüncü bin yıla girerken, yani 2000’lerin başında ABD adeta dünyada rakibi olmayan, ekonomik askeri ve siyasi tek süper güçtü. Roma İmparatorluğu gibi bin yıllık dünya egemenliği hayalleri kuruyordu.

- Şirketleriyle, büyük mali zenginliği-sermayesiyle ve alabildiğine sömürüsüyle dünyayı sarmıştı,

- küreselleşmenin en büyük destekçisiydi,

- uzaya egemendi,

- askeri ve ekonomik teknolojik yeniliklerin lideriydi,

- hayatın tüm alanlarını saran ve her şeyi yeniden biçimlendiren /tanımlayan dijital dünyanın lideriydi.

- Bilimsel araştırmaların beşiğiydi. Dünyada en etkili bilim araştırmaları orada yapılıyor, insan genomu, beyin on yılı, kanser araştırmaları vb. tüm alanlarda her yıl on milyarlarca dolar harcıyor, hastalıkları tedavide yeni yöntemler geliştirmede öncü rol oynuyor, bilimi ilerletiyor, patentlerde dünya liderliğine yaklaşan bile olamıyordu...

ÇİN ATILIMI, ABD HAYALLERİNİ BATIRIYOR!

Fakat Çin inanılmaz bir atılımla, yukarıda saydığım her şeye ortak oldu. Teknolojide, bilimde, patentlerde ve tabii ekonomide!

Ortak olmakla kalmadı, bilimin ve teknolojinin pek çok alanında ABD’yi hızla geride bırakmaya başladı. İnanılmaz bir parası ve ekonomik büyümesi (uzun süre yüzde 10!) vardı. Dijitalin her alanında ABD’ye rakip oldu. Sosyal iletişim sitelerinden tutun her alanda!

20 yıl içinde bunların gerçekleşmesini kimse hayal edemezdi. Zaten ekonominin gelişme hızına bakan uzmanlar, 2010’lara varmadan ve hemen sonra Çin’in 2035’te ABD’yi pek çok alanda geride bırakacağı ve Çin Yüzyılı yaşanacağı senaryolarını ortaya koydular ve bu öngörü daha 2020’lerde gerçekleşmeye başladı. Çin, Batı’nın önemli değerlerini satın alıyor, hazine bonolarını elinde tutuyor, yüksek nitelikli teknolojik ürünleri dünyayı ele geçiriyordu, dünya ekonomisinin sürdürülebilirliğinde ve gelişmesinde başrole soyunuyordu.

Çin’in bu büyük atılımında, ABD’nin motor gücü olduğu küreselleşme aslında en etkili rolü oynuyordu. Bu oyunda kazanan Çin (ve tabii Güney Kore...), bence kaybeden ve gerileyen de ABD (ve Batı Avrupa) oluyordu.

NASIL OLDUYA GELİNCE

Ucuz ve nitelikli işgücü ABD fabrikalarının ve teknolojik üretimlerinin Çin’e (ve Uzakdoğu’ya..) kaymasını sağladı. Çin’in dünyanın dörtte biri olan nüfusun yarattığı cazip pazarı da buna katalım. ABD’de oto fabrikalarının Detroit’i bile kepenkleri kapadı. Büyük ölçekli üretim ve ucuz işgücü, Amerikan -tabii ki bazı Avrupalı da- şirketlerine de muazzam kazançlar sağlayacaktı. Ama Amerikan işgücü piyasasını da batıracaktı. ABD Dolar’ın gücüyle iç piyasayı ayakta tutuyordu. 2007 finans kapitalin ABD’de çöküşü ve küresel krizin yaratıcısı oldu. Gelirler düştü.. Hâlâ toparlanabilmiş değil, üstüne bir de pandemi binince...

Dünya ticaretinde Çin öne çıktı. Bir de üstüne, dünyayı üç yönden saran Yol Kuşak projesini devreye soktu... Bu, Çin’i tüm dünyaya yakınlaştırıyordu. Çin, bu konumuyla bölgesel olarak siyasi etkilerini artırıyordu. ABD, korumacılığı işletmeye bile başlad, Çin’in satın almalarına karşı!

Askeri gücü, uzay gücü, hemen her alanda üretim gücü, ABD’yi egemenlik tahtından indirmeye yetiyordu.

Çin, hele hele küreselleşmenin ve dijitalleşmenin yarattığı büyük olanakları büyük fırsatlara dönüştürerek kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasasının nasıl işlediğine çok iyi bir örnekti.. (Geride kalan ülkelerin akıllı davrandıkları taktirde hızla yükselme ve ileriye geçme şansı gibi, ucuz işgücü ve üretim kapasitelerinin geri kalan ülkelerde yarattığı yüksek kalkınma hızı fırsatları ve şansları gibi..)

***

Böylece Çin, baş düşmanlığa terfi edecekti...

NATO ve Biden’ın bütün bu askeri stratejik değişiminde, ana faktör Çin’dir. (Tabii ki yazının devamı var...)

Dünya yeni bir savaş döngüsüne girdi, Türkiye de! Güç çatışmaları

 

Dünya yeni bir savaş döngüsüne girdi, Türkiye de!

20 Haziran 2021 Pazar

Evet, daha ciddi bir küresel savaş süreci Biden dönemi ile başladı.

Kısaca bir bakalım:

İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu bir dünya oluştu. ABD’nin başını çektiği “Batı”, Sovyetler Birliği’nin başını çektiği “Doğu”. İki kutbun sınırını Avrupa ile Doğu Bloku oluşturdu. Ama küresel çapta, ABD’nin karşısında o zamanlar zayıf bir Çin, Vietnam, Kore bölgesi de ABD’nin “sosyalizmin yayılmasını” önleme amaçlı, Asya savaş alanıydı.

Bu süreç, “Soğuk Savaş” dönemi olarak tarihe geçti. ABD ve Sovyetler, nükleer füzelere sahip oldukları için askeri ve siyasi bakımdan bir “dehşet dengesi” kurulmuş ve bu denge küresel savaşı önleyici etki yapmıştı. Ama yerel savaşları değil.

Şüphesiz ki bir hegemonya çatışmasıydı yaşanan, ama “komünizm” ile “kapitalizm”, “hür dünya” ile “esir dünya” diye propagandası yapıldı.. 

Kapitalist emperyalistler, kendilerine “kapalı pazarı” hem mal hem sermaye ihracı için açma ve hegemonya alanlarını genişletme savaşı içindeydiler. 

Soğuk Savaş’ın ilk büyük çatışması Kore savaşı oldu. Menderes hükümeti, emperyalist amaçlara hizmete koşuyor; Meclis kararı bile almadan, NATO’ya girebilmek için, askerimizi Kore savaşına sokuyordu.

Ülke iradesini emperyalizme teslim

Bu karar, Türkiye’yi Türkiye yapan kurucu ilkelerinden, bağımsızlık duruşundan, ülke iradesinden vazgeçişi, ülke iradesinin yabancıya teslimi demekti.

NATO’ya böyle girdik. Rusya’ya karşı ABD-Batı kuşatmasının ileri cephe ülkesi yapıldık. Rusya’ya karşı atom füzeleri (Jüpiter) yerleştirildi topraklarımıza, ilk vurulacak, mahvedilecek cephe ülkesi yapıldık. Kore savaşına katılmamız, bizi, askerimizi Batı’nın kullanışlı aracına dönüştürdü.

Her şeyimizi feda ettik. Ağır sanayimizi, uçak sanayimizi...

Soğuk Savaş’ın ileri cephe ülkesi olarak, demokrasi yolunda gelişmemizi bile feda ettik. Ordu yönetimi Amerikanlaştırıldı, NATO’laştırıldı. Demokrasi inşası için atılan her adım boğduruldu, askeri darbeler bunun için yapıldı art arda. Batı için önemli olan demokrasi, ekonomik gelişme değil, tamamen kendi kontrollerinde savaşmaya hazır bir Türkiye’nin varlığı idi.

Bugünkü demokrasi ve ekonomi açığımızın kökleri ta 1950’lere, Amerikan güdümüne dayanıyor. Gladyolar da bu dönemin ürünüdür.

Tek kutuplu dünya

Soğuk Savaş 1980’lerde Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile sona erecek ve tek kutuplu ABD dönemi başlayacaktı. Batılı bazı politik teorilere göre (Fukuyama), artık dünya kesinlikle ABD öncülüğünde kapitalist-emperyalist liberal düzene girmişti ve tarihin sonu gelmişti. Küreselleşmenin önündeki engellerin kaldırılması finans kapitalin dünya üzerindeki egemenliği de böyle başlayacaktı.

Ama hem kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası gereği hem Rusya’nın bu kez merkezi otoriter kapitalizmle hızla toparlanması ve üstüne üstlük Çin’in dünya sahnesine çıkması, dünyanın asla tek kutuplu olarak kalamayacağının kanıtları oldu ve bu konudaki teoriler kısa sürede çöktü.

Üstelik Çin Komünist Partisi sahneye kapitalizmin araçlarını ödünç alarak büyük bir güç halinde çıkıyordu. 

Çin’in bu politikası, Sovyetler Birliği reel sosyalizm uygulamasının, bireyin yaratıcı gücünü kolektivizm baskısı altında yok ettiği, yaratıcı-üretici güçlerin gelişmesi için belirli özgürlük alanlarına ihtiyacını göz ardı ettiği ve Batı kapitalizmi karşısında tutunamayıp çöktüğü dönemin, aslında özeleştirisi gibiydi. 

Çin, Sovyetler’in çöküşünü analiz etmiş, ondan ders almış ve Batı kapitalizmine ancak onun bu silahlarıyla karşı durulabileceğini keşfetmişti. 

Ayrıca Çin dünyaya, Batı kapitalizminin Afrika, Asya, Latin Amerika’daki sömürü araçlarına karşı yeni bir politika geliştirerek giriyor, oralarda genişliyor ve Batı’nın etki alanını daraltıyordu. 

Bu apayrı müthiş ve mükemmel bir konudur.

Hegemonya çatışması

Yaşadıklarımızın, aslında “sosyalizm - kapitalizm” çatışması olmadığını, hegemonya kurmak ve ekonomik olarak büyümek ve etki alanlarını mümkün olduğunca genişletmek olduğunu, bir insan ömrü içinde anlayacaktık.

Çin Komünist Partisi’nin politikaları apayrı bir olgu, nereye evrilir tartışılır.

Ama bugüne bağlı kalarak, ABD/ Batı-Çin-Rusya merkezli büyük çatışma alanları yaratıldığını ve Biden’ın NATO’ya geri dönüşünü yeni bir konseptle, savaş konseptiyle geliştirdiğini söyleyebiliriz.

Ve Ankara, bu savaş konsepti içinde, yine Menderes’in Kore kararında olduğu gibi, Batı’nın ileri cephe ülkesi yapılmamızda olduğu gibi, yine ordusu ile bu kez Kore değil, fakat Afganistan’da rol almaya talip olarak saf tuttu..

Tabii ki devam edecek! Başlığı aklınızda tutun!

25 Haziran 2021 Cuma

Besleme basın, şahsım devleti, yargısı, patronu yaratırsanız, her şey kirlenir

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet,  17 Haziran Perşembe, 2021

 

Hangi konuyu ele alacağına şaşırıyor insan. Ekonomi sıfırı tüketince, ABD karşısında boyunların iyice incelmesini yazmak dururken, medyayı yazalım, çünkü bu bizim işimiz.

Medyada hep bir kirlilik vardı. Önce bu saptamayı yapalım. Bu kirliliğin niteliği ve türleri, ayrı bir yazı konusu.

Ama medya 2007’den sonra, Cumhuriyet tarihinde hiç bu kadar kirlenmemiş, kalemler satılmamış, yalanla kavrulmamıştı.

Hiç bu kadar, ben gerçeği ters çevirir yalandan bir külah olarak okurun halkın kafasına geçiririm denmemiş ve uygulamaya konmamıştı.

Hiç bu kadar büyük ölçekte iktidar tarafından ihalelerle beslediği şirketlere satın aldırılmamıştı.

Hiç bu kadar milyarlarca lira ile iktidarın şirketlerince ve iktidarın kurumları ve belediyeleri tarafından beslenmemişti.

Hiç bu kadar satılık kalem de olmamıştı, onlar bu kadar yaygın olarak medyada yer bulamazlardı.

Bugün patlak veren satılık utanmaz rezil medyacıların sayısı, bence buzdağının görüneni. Alttaki rezillikler ortaya çıkacak. Tıpkı Marmara deniz yüzeyini kapsayan salyalar gibi.

 

Medyayı bu hale, aslında iktidar düşürdü. Medyayı satın aldırınca ve yandaş- havuz medya yaratılınca, medya ile iktidar arasında resmen ve görünür pek çok ilişki kaçınılmaz olarak resmileşti.

Yayın yönetmenlerini bir kenara bırakıyorum. Onlar gazetecilikten çok, olan bitenleri iktidar açısından şirin güzel göstermek ve çarpıtmak için koltuklarında oturuyorlar.

Medyanın kalemleri ve bazı görünür yüzleri de iktidarla ve şirketlerle daha derin ilişkiler içine girdiler.

Olay iktidar için güzellemeler yapmayı aştı, bizzat para kazanma için arabuluculuk veya kirli işlere girme noktasına vardı.

Bakan ahbabı olmak, on yıllarca süren al- ver gülüm ilişkileri, rezilliklerle bezendi. Mafya ile devlet- iktidar- yargı arasındaki rezil parasal ilişkilerin bir parçası olmaya dönüştü.

Bakıyorum utanma kalmamış, ar damarlar çatlamış, ya o benim çok iyi arkadaşımdır, çık ortaya hakkında iddialara yanıt ver demelere varmış.

 

2007’de başladı

İktidar, 2007’den itibaren, medyayı tam bozma ve yok etme girişimlerini sürdürdü.

Amacı medyayı on paralık etmekti.

On paralık olsun ki, tam güvenilmez olsun, gerçekler de gerçek olarak algılanmasın, doğru yazılanları halk doğru kabul etmesin..

Yalanla gerçek birbirine karışsın.

Her şey hem yalan hem gerçek olsun.

Bu, 2007’de uygulamaya konan medyayı bitirme operasyonuydu.

Hamdolsun, bu proje büyük ölçüde başarıldı!

Pek çok gazetenin itibarı yerle bir edildi.

Zamanın ciddi ve güvenilir gazeteleri bitirildi.

Tam yandaş olmayan medya patronlarının baskı altına alıp yönlendirildiği, her aan hukuksuz bir şekilde, mesela Fetöcülükle suçlanarak malının mülkünün ele geçirilme tehdidi altında yaşatıldığı bir yerde...

Böyle bir ortamda her türlü kirli iş yapılır. Medya da kendi işini yapamaz hale gelir.

 

Mesele salt medya değil

İktidarın devleti de şahsım devletine, medya da şahsım medyasına, yargıyı da şahsım yargısına, belediyeleri de şahsım belediyelerine dönüştürme süreciyle, mafiyöz lider ve örgütlerin iktidarla iç içe geçmesi süreciyle  birleşti, her şey hızlandı.

Mesela salt medya değil.

Adaletin olmadığı, yargının iktidara bağlandığı, mahkemelerde suçtan adam kurtarma borsalarının kurulduğu, müthiş haksız hukuksuz çalma çırpma paraların havalarda uçuştuğu, bir yerde, medya da işin içindedir.

Her şey birbirine karışmış durumdadır.

Mafya, yargı, devlet, siyaset, al takke ver külah ilişkileri içinde, çukurda birleşmişse...

Medya da, önemli ölçüde çukurdadır.

 

Haksızlık yapmayalım

Fakat haksızlık yapmak istemem. Hala gerçeklerle nefes alıp veren bir kesim medyamız var. Buralarda gerçek gazeteciler konuşuyor, açıklıyor, yazıyor, çiziyor, haykırıyor. Ekranlarda yapılan pek çok program, yandaş ve baskı altındaki tv’leri izlenirlikte altlara sürüklüyor.

Dijital ve alternatif medyalar gelişiyor.

2007- 2021, yani 14 yılda milyarlarca lirayla beslenen medya takımı, güvenirliklerini iyice yitirir ve epey yerle bir olurken, gerçekler yine, tüm baskılara rağmen, gün ışığına çıkmayı sürdürüyor.

Gerçekler hep bir yolunu bulur ve halka ulaşır.. Her zaman.

Afganistan cehennemine mi giriyoruz

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet,  15 Haziran Salı, 2021 


Henüz Cumhurbaşkanı ile ABD Başkanı arasında görüşmeler konusunda bir bilgi yoktu bilgisayarın başına oturduğumda. Ama ilk karşılaşma kareleri düşmüştü medyaya. İlk göze çarpan, RTE’nin maskesiz haliydi.. Herkes maskeli, RTE ise 3 bin antikorun verdiği güvenle çıplak yüz. Anlaşılan Biden yürürken RTE’ye denk geliyor ve yumruk selamı ile karşılaşıyorlar. Derseniz ki, neden maske takmıyor... Antikorları o kadar çok ki, covit yayma olasılığı bile hemen hiç yok gibi. Ama yine de genel kurala uyması beklenebilirdi.

Dün İpek Özbey’in eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la yaptığı konuşma önemliydi. AKP’nin hali pür melalini çok iyi anlatıyordu. Onların içerinden birinin anlatımı, bizim yazdıklarımızdan nedense daha etkili ve dikkate alınır oluyor. Çünkü o hem partinin kurucularından hem içeriden, hem de 40 yıllık diplomat, tüm ilişkileri bilen RTA ve adamlarını tanıyan biri.

Sedat Peker’in de bu iktidarın icraatları, çevresindeki adamları, Soylu’nun ilişkileri vb üzerine anlattıkları çok daha inandırıcı, etkili ve müşterisi çok olmuyor mu?

Nedeni “içeriden” biri olması, dobra anlatması..

Yakış “Dışişlerinin dışarıda bir itibarı vardı, şimdi hiç keman çalmamış birini başkemancı olarak konsere çıkartıyorsunuz” sözü iktidarın devletin dış işlerini soktuğu kararlık tüneli çok iyi anlatıyordu. Bir de ülkenin içine yuvarladığı ekonomik krizin, görüşmelerde RTE’nin elini iyice zayıflattığını söylüyordu... Kesin.

 

Afganistan bir savaş alanı

S-400’ler hangardan çıkmayacağı sözü yeterli olur mu, Biden ve ABD için bilinmez. F-35’ler için ödenen 1 milyar dolardan fazla parayı Türkiye geri alabilir. Fakat Ankara’nın en cazip önerisi, Afganistan’dan çekilen ABD- NATO askerlerinin yerine talip olmasıdır. Ne demiştim: En satacak hizmetimiz Ordu’dur. Buna bayılırlar.

Fakat bu konu salt kabil havaalanını koruma ile sınırlı kalmaz. Biliyorsunuz, ABD’nin / NATO’nun baş edemediği ve sonuçta Taliban la masaya oturup anlaşmaya vardığı TalibanKabil havaalanını Afganistan korur açıklamasını yapmış ve Ankara’nın önerisine karşı çıkmıştı.

Bu şu demektir, iktidar Afganistan’da Batının terk ettiği askeri sahaya talip ve bu nedenle Taliban saldırılarına karşı da açık. Ankara bu öneriyi yaparken, aslında Batının salt havaalanını değil yarım bırakıp çekildiği savaş alanını sahipleniyor, belki de “Siz çuvalladınız, ama biz bunu başarırız, etkin İHA ve SİHA’larımızla bölgede kontrolü nasıl sağlarız göreceksiniz” diye bir gövde gösterisi yapıyor.

ABD Afganistan’da 4.000 kadar askeri kaybı verdi. ABD yurttaşlarına maliyeti 2 trilyon dolar civarında.

 

Tek beklenti, para girsin

ABD/ Batı, Ankara’nın teklifine balıklama atlar, Ankara da tek başına ateşle karşı karşıya kalır. Buna karşılık, kendisine ne verilir bilemem. Evet silahlar vb.. Ötesinde ne var, Ankara hangi beklentilerle Afganistan’ı Taliban’a karşı korumaya sahip çıktı, bilmiyoruz. Ama en azından, S-400’lerin hangardan çıkmaması, totalitarizm- otoriterlik suçlamalarının hafifletilmesi ve geri plana çekilmesi bile, Ankara’nın elini rahatlatabilir. Belki Halk Bankası konusu da geri plana itilir.

Tek beklenti, Türkiye’ye içine düştüğü büyük ekonomik krizi hafifletecek bir dış sermaye akışının başlaması. Borçların büyümesi pahasına..

RTE ve adamları stratejiyi bunun üzerine kurdular.

Ülkeyi aslında daha zor günler  bekliyor gibi...

23 Haziran 2021 Çarşamba

4 yıl içinde Adalet üzerinde siyasi vesayet katmerleşti


Kılıçdaroğlu tüm ülkede büyük heyecan yaratan Adalet Yürüyüşü’ne başladığında ülkede yüzbinleri, milyonları harekete geçirdi. Ülkedeki adaletin yargının üzerindeki siyasi kumpasa karşı yürüyüşün o sıradaki güncel nedeni Enis Berberoğlu’ydu. MİT tırlarıyla ilgili somut kanıtı olmayan bir dava ile Berberoğlu mahkum edilmişti.

Delil olmayınca, bu iktidar zamanında adalete / yargıya “kanaate dayalı” mahkumiyet düşüncesi, yaptırımı dayatılmıştı. Türk hukuk sistemi kanıta dayalı işlerken, iktidarın siyasi davaları kanaate dayalı, talimata dayalı iş görüyordu. Berberoğlu davası bu hukuk iğfalinin tipik örneğiydi.

Kılıçdaroğlu bir gecede karar veriyor ve Ankara’dan İstanbul’a Hak ve Adalet yürüyüşünü başlatıyordu. Ve CHP hızla organize oldu ve 25 günlük yürüyüş Maltepe’de muazzam bir mitingle sona ererken, ülkenin en temel yasal- anayasal sorunu kitlelere mal edildi. Ülkenin dört bir tarafından yüzbinlerce  milyonlarca insanın desteği ile CHP ve lideri tarihinin en büyük eylemini grçekleştirmişti.

Bu yürüyüşe Bolu- Düzce’de katıldık, Kılıçdaroğlu ile yürüdük, aynı haksızlıklar Cumhuriyet’e karşı da yapılıyordu ve aslında Yürüyüş’e neden olan konunun bir parçasıydık.

Burada önemli olan, bugünden geriye baktığımızda, iktidarın milyonlarca insanın bu haykırışlarından bir ders çıkarıp çıkarmadığıdır. Siyasi ilişki ve yönlendirmelerden arınmış, adil, yasalara Anayasa’ya uygun adalet dağıtan bir adalet mekanizmasının işlemesine fırsat verilip verilmediğidir. Haklar ve özgürlükler açısından adalet mekanizmasının düzgün işlemesinin sağlanıp sağlanmadığıdır.

Ne yazık ki, hayır. İktidar şöyle diyor: Ne kadar yürürsen yürü, ne kadar haykırırsan haykır, ben bildiğimi okurum. Adaleti kendi iktidar çıkarlarıma göre düzenlerim. Artık adaletin de kesin vasisi benim. Her şey benim vesayetim altındadır.

Yargı üzerine örülen adeta bir “siyasi kumpas”tı. İktidar kendine bağlı bir yargı oluşturmuştu.

4 yıl içinde bu vesayet geliştirildi.

2017 Anayasa Referandumu ile tüm yargıyı tepeden tırnağa Saray’a bağlayan bir Anayasa değişikliği ve tek adam rejimi ile vesayet kökleştirildi.

Ülkemizde kurulan rejim, halka kapalıdır, siyasi diyaloğa kapalıdır, öğrenmeye işbirliğine, ülkemiz çıkarları için demokratik görüşmelere kapalı bir rejimdir.

Meclis’te 19 yıldır muhalefetin tek bir yasa önerisine, Meclis Araştırma komisyonu kurulması önerisine evet dememiş bir rejimdir.

Hak ve adalet arayışı, sadece siyasi konularda değil, pek çok konuda, özellikle parasal konulara da genişlemiştir.

FETÖ borsası bunlara örnektir. Adalette, pek çok konuda ve mahkemede “ver parayı kurtul” dönemi işlemektedir.

Rejim, adaleti, iktidarda kalabilmenin bir aracı olarak bile kullanmaktadır. Yüksek Seçim Kurulu’ndan tutun, pek çok konuda, mesela yolsuzlukların araştırılmasında çok sayıda örnekler yaşıyoruz.

Adaletin, ancak yargı üzerindeki siyasi tasallutun- vesayetin sona ermesiyle sağlanabileceği bir Türkiye’de daha çok yaşar olduk bu dört yıl içinde..

ABD S-400’leri yasaklayınca.. Türkiye hasta adam mı? Sultan Abdülhamit Recep Tayyip Erdoğan.

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet,  14 Haziran Pazartesi, 2021

 Sultan Abdülhamit Recep Tayyip Erdoğan... Cumhurbaşkanı sanmıyorum ki böyle bir nitelemeden rahatsız olsun. Saray ve adamları, hasta, ölümcül yataktaki Osmanlı’yı ayakta tutabilmek ve biraz daha yaşatmak için Abdülhamit’in büyük güçler arasında izlediği politikasına hayranlar!

Abdülhamit Sarayı, kim Osmanlıya öncelikle dişlerini gösterdiyse, diğer(ler)ini ona karşı koz olarak kullandı. Birbiriyle neredeyse eşit ve saldırgan güçler (İngiltere, Almanya, Çarlık Rusyası, Fransa gibi) arasındaki Osmanlıyı parçalama ve imparatorluğun en büyük lokmalarını kapma mücadelesi böylece bir parça dengede tutuldu.

Çünkü bu güçlerin hepsi birbirini kolluyordu.. Aralarındaki saldırganlıkları, İkinci Dünya Savaşı çözecekti.

Sonuç tabii ki hastanın parça parça ham yapılması oldu. Çarlık Rusyasının büyük Ekim Devrimiyle bu rekabetten çekilmesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Anadolu İhtilali’ni kısa sürede gerçekleştirmesine yardımcı oldu.

Abdülhamit’in politikasını harika bulan ve övenler, bu politikanın yıkıntıyla sonuçlandığını bilmezler mi? Süreci ve sonucu görmezler.

Ayrıca bu “denge” politikası hastayı biraz daha yaşatmanın tek yolu olarak görülmüştü, yanlış değildi, ama sonuç vermeyecekti o başka.

 

Türkiye yoksa “hasta adam” mı?

Peki Recep Tayyip Erdoğan ve yanlış teori üreticileri şunu hiç bir düşünmüyorlar: Türkiye bugün hasta adam mı ki, güçler arasında böyle bir yol izleme hevesindeler? Özellikle Saray, Rusya’ya karşı ABD’yi, ABD’ye karşı da Rusya’yı “kullanma” politikasıyla, sözde ikisinin arasından sıyrılıp “kâr” elde edecek.

Büyük bir özgüvenle, Rusya’dan S-400 savunma sistemini satın aldılar. Güller yazıp duruyor, 14 aydır çalıştıramadılar.

Neden? Çünkü ekonomiyi çökerttiler ve Türkiye’yi “hasta adam”, zayıf ülke pozisyonuna düşürdüler.

Neden? Çünkü Türkiye’nin kuruluşunun temel ilkesi olan Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesini – politikasını terk ettiler..

Sözde “aktif dış politika” ile büyük güç oyunlarının içine daldılar. Büyük lider büyük ülke büyük güç ve büyük politika!

 

Ama şunu unuttular:

Bu büyüklüklerin temelinde büyük ve güçlü ekonomi yatar, bilim ve teknoloji yatar. Üreten ülke, fazla veren bütçe, sattığınız malların ucuz emeğe değil yüksek katma değere dayanması yatar... Hak, Hukuk, Adalet, Demokrasi, Adil Yargı yatar...

Bunlar yoksa, oynadığınız dış politika oyunu ile gerçek gücünüz örtüşmüyorsa, Rusya turistini göndermez, mallarınızı iade eder, ciddiyetinizi sorgular, bana karşı Ukrayna ile falan oynama der.

ABD de bastırır ve S-400-lerin kullanımını “yasaklar”.

Evet yasakladı, yasa ile hem de!  Saray ve adamları, bu yasağı adeta kabul ettiler, şimdi S-400’leri ne yapacağız diye kara kara düşünüyorlar, nasıl yapalım da, ABD ile bu sorunu çözelim, S-400’leri ne geri verelim, ne kuralım, ne ABD’ye verelim...

 

“Teknik konu” derekesi

Savunma Bakanı bunu “teknik konu” olarak görme gafletinde bunuyor. Yani çok temel büyük bir satın alma politikasını “teknik detay” derekesine düşürüyor. Adamlar buna karşı yasa çıkartıyor, biz de ABD’ye “teknik detay” mesajı vererek, her türlü çözüme hazırız mı diyorlar?

Evet, Sultan Abdülhamit’in izleyicisi Recep Tayyip Erdoğan ve adamları, şimdi teknik detay çerçevesinde S-400’leri ABD’nin kabul edebileceği bir arayış içine girerek, onları en azından “depodan asla çıkartmama” sözü vererek, bir çözüm peşindeler.

Anlaşamadığımız konuları bir kenara itelim, işbirliği yapabileceğimiz konular üzerinde görüşelim” yaklaşımı, aslında S-400’leri mezara gömmeyi amaçlıyor. Burada en iyi çözüm olarak “Tamam, bunları kullanamayacağız, ama bu konuda yazılı, sözlü bir açıklama yapmayalım, bunu unutalım” çözümüdür.

Adamlar yasa çıkartmış! Saray ve adamlarının elinde kala kala, kendilerinden önceki “Eski Türkiye”nin “Jeopolitik değeri” kaldı.

ABD ve Batı da sizi kendi kampında tutmak için bu değer üzerinden asgari pazarlığı kabul ederek işe başlıyorlar.

Yarın ikili görüşmenin ana konusudur bu.

***

Yurtta Barış Dünyada Barış politikasını asla terk etmeyecektiniz, değiştirmeyecektiniz.

Bu politikaya daha aktif hale getirerek, ülkenin saygınlığını büyütecektiniz, aranan ve güvenilen ülke yapacaktınız.

Atatürk ve arkadaşlarının “Üreten Türkiye” politikasından öğrenebilseydiniz, Tüketen Türkiye diyerek bugünkü çöküntüyü de yaşatmazdınız bu millete..

Kendi üretimi ve parasıyla değil, yabancı üretimi ve parasıyla ekonomi büyütme, ülkeyi bu hale getirdi!