Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Temmuz 2022 Pazar

Türkiye tek partiye teslim edilemeyecek kadar büyük’ -1

 obursali@cumhuriyet.com.tr

‘Türkiye tek partiye teslim edilemeyecek kadar büyük’ -1

26 Temmuz 2022 Salı


Bunu ben söylemiyorum. Ama bir süredir üzerinde düşündüğüm bir konu olduğu için başlığa taşıdım.

Kim söyledi peki?

Kadıköy’de yürürken Lazİstanbul esnaf lokantasının dışında oturan, beni görünce kalkıp masalarına çağıranlar söyledi. Biri, inşaat mühendisi, düne kadar AKP’yi desteklemiş. “Orhan Bursalı gel sohbet edelim biraz, Reis beni solcu yaptı” dedi. CHP’ye meyilli olmuş. Din konusunu açmak istedi, “Bak bu konu tartışma dışı, kim neye inanırsa inansın, kimsenin inancıyla dini ile bir sorunum yok” dedim. “Bilmiyorduk ki” dedi! Yani sosyal demokratları ve solu milleti dininden çıkartacak ideoloji olarak görüyormuş.

Nereden çıkarttın bunu dememe fırsat kalmadan, meğer tüm politikalarıyla milleti dinden çıkartan bunlarmış demez mi?! Politikayı din üzerinden yapmak milleti aldatmaktır dedim.. Sonuç ülke iflası! Yazılarım onlar tarafından ilgiyle okunuyormuş. “O taraftan” izlenir olmak hoş bir şey, sevindim!

ÜLKÜCÜ DAMARDAN

Diğer arkadaşımız siyasetin ülkücü damarında uzun yıllar üst düzey politika yapmış. Avukat. “Ama İstanbul birinci barosundan” diye ekliyor hemen! Yani AKP’nin kurdurduğu zorlama ve etkisiz barodan değil. Zaten baroları bölme politikaları da çökmüş durumda. 

Altılı Masa’nın önemini vurguladı. Kılıçdaroğlu olsun, Meral Hanım olsun kimi seçerlerse destekleyeceğiz, dedi. Sadece bir isme ambargosu varmış... Buradan çıkarttığım sonuç, Kılıçdaroğlu’na karşı AKP’den uzaklaşanlar arasında varsayılan “ama’ların” pek de gerçeği yansıtmadığı veya çoktan kırıldığıdır. “Esas olan RTE’den, tek adam yönetiminden, AKP iktidarından kurtulmaktır, ülkeyi çok yönüyle batırdılar, millet arasında düşmanlık tohumları ektiler” diyor.

Altılı Masa’da partilerin bir program çerçevesinde anlaşıp ülkeyi yönetme iradesi sergilemeleri çok önemli, dedikten sonra, başlığa taşıdığım cümleyi kurdu: Türkiye, tek partinin yönetemeyeceği kadar büyüktür!

Koalisyonları her zaman desteklemiş insan olarak hoşuma gitti bu cümle, çok doğru dedim. Türkiye çok yönlü bir çöküş içinde, çok daha farklı bir raya oturmalı, çok yönlü yükselişe geçirilmeli ülke.

Koalisyonlar geçmişte ortak yönetim ve uzlaşma konusunda bazı kötü örnekler sunmuş olabilirler, ama toplamda koalisyon hükümetlerinin ekonomik büyümesi, AKP’ninkini aşmış durumda ve çok daha demokratik temsiliyeti yüksek bir hükümet oluyor.

Bu iktidar sahip olduğu destek ve iktidar gücü ile ülkeyi çok ileriye taşıyabilecekken bu gücü ülke için, demokrasi için, gelecek için, yüksek katma değerli bir ekonomi yaratmak için kullanmadı, iktidarın nimetlerini yandaşlar arasında paylaşmak için kullandı. Oysa Türkiye’ye akan doğrudan yabancı sermaye ve sıcak para, tarihin hiçbir döneminde görmediğimiz miktardaydı. Sonuç deniz bitti!

Şimdi parti çıkarı yok, ülke çıkarı var anlayışı egemen olmalı.. Bu konuyu açacağım.

EĞİTİM İFLASINA NOT

Not: Bir gazeteci dostum dünkü yazıma bir not gönderdi: (Muhalefet partilerinin) Almanya’dan öğrenebilmeleri için organize olmaları, konuşmak yerine çalışmaları, kafayı çalıştırmaları gerekiyor, bunlar da çok meşakkatli işler tahmin edersin ki...

Muhalif beyler, duyuyor musunuz? Yanıtım dostuma, evet demek oldu. Türkiye’yi temelden dönüştürecek bir programınız varsa başarırsınız..Yoksa AKP ve Reis gibileri, gördünüz mü yapamadılar, biz yaparız diye Ankara’nın kapısını çalacaklardır... Ülkeyi tepeden tırnağa, çağdaş ve sorunlarını temelden çözen, 180 derece aykırı bir devrimci değişim dönüşüm rayına oturtamazsınız, hiç talepte bulunmayın...

Not: Cem Küçük döviz kurundaki artışa tepki gösteren oyuncu Birce Akalay’ı hedef gösterdi: “Son 20 yıldır böyle konuşanlar ya içeri girdi, ya kaçtı ya da kariyerleri bitti.” Bu tam rejime karşı çıkanların “kafaları ezilmeli” diyen faşist rejimlerin kara/kahverengi gömleklilerinin siyasi ve toplumsal terörüne denk geliyor.

ğitimin iflası: Almanlardan öğrenecek bir muhalefet var mı?

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Eğitimin iflası: Almanlardan öğrenecek bir muhalefet var mı?

25 Temmuz 2022 Pazartesi


İktidar var mı diye sormuyorum. 20 yıldır eğitimi adım adım bu hale getirenlerin tek yapacakları daha kötüsüdür. Zaten 20 yıldır çabaları daha kötü nasıl yaparız üzerine oldu.

Ali Akurgal (HBT yazarı, Ar-Ge uzmanı) bir mektupla düşüncelerini bildirdi. Almanlar, eğitimde, bilimde, Ar-Ge’de, sanayide, teknolojide bugünkü üstün duruma nasıl geldiler sorusunun bir yanıtı olarak görüyorum ve paylaşıyorum.

TAKI USTASINDAN ÇATI USTASINA

“Eğitimin iflası...” yazınızda, yerden göğe haklısınız. 1972 yılında İsviçre’de yanında çalıştığım şefim Volker Rüdiger, sonradan arkadaşım oldu. Volker ve eşi Karla, aslen Alman. Volker’in babası, Almanya’nın savaş tazminatlarını ödeyen kurulun başkanı. Bu nedenle İsviçre’de yaşamışlar, İsviçre vatandaşı olmuş. Karla ise Alman vatandaşı. Üstelik Almanya’da çalışma bakanlığının bir memuru. Her gün işe, Almanya’ya gidip geldi. Şimdi ikisi de emekli.

Karla’nın işi, ortaokullarda dolaşıp, öğrencilerle tek tek konuşup onları meslek seçiminde yönlendirmek. Öğrencilere verilen “meslekler” kataloğundan bir tane bana vermişti. 400 sayfa kadardı. Takı ustası başlığını açıyorsunuz, ne çok alt mesleği varmış meğer? Takıyı tasarlayan, bunun metalini hazırlayan, o metale şekil veren, değerli taşları işleyen, bunları taşıyacak tırnakları yapan, taşı yerine monte eden, takının parlatılmasını yapan hepsi ayrı.

Çatı ustası başlığı da öyle. Çatı iskeletini çatan, kaplamasını yapan, yalıtımını yapan, kiremitini döşeyen, şingılını döşeyen hep ayrı, derelerini yapan ayrı.

MAAŞIN BİLE BELLİ

Bunların her birine birer sayfa ayırmışlar. İlk başta bu meslekte çalışanların sayısı ve aldıkları ücretin dağılımı ve miktarı veriliyor. Sonra çalışma saatleri ve varsa mevsimlere göre dağılışı, bu mesleğin gerektirdiği bedensel özellikler geliyor. Arkasından bu mesleğin eğitimi geliyor. Kaç sene okuyacaksınız, mezun olunca staj mecburiyeti.. hepsi sıralanıyor. Sonra en önemlisi, bizde artık rafa kaldırılmış kalkınma planlarından alıntı, ileri senelerde bu meslekten olanlara ne kadar ihtiyaç duyulacağının kestirimi.

Ortaokul öğrencisi bakıyor, biçerdöver operatörü senede bir ay çalışıyor, ücret çok yüksek ama senenin 11 ayı boşta. Ya bana uyar diyor, kalan zamanda “çift ana dal” yapar barda çalışırım ya da bana uymaz, bana sürekli iş gerek diyor. Ya da bakıyor, Almanlar güneş enerjisini evlerin çatılarına yaygınlaştırmak için plan yapmışlar, beş sene sonra “güneş paneli montörü” ihtiyacı o günkünün altı katına çıkacak, “Bu işte para var” diyor, onu seçiyor.

Karla, kişilerin sınıf öğretmenleri tarafından tutulan raporlara bakarak o öğrencinin başarılı olacağını düşündüğü meslek seçeneklerini her öğrenci ile tek tek tartışıyor, mesleğini seçmesine yardımcı oluyor.

YETENEK SINAVI BİLE YOK

Bizde ise “yetenek sınavı” bile yok. Puanı tutturdu mu, endüstri meslek lisesine giriyor öğrenci. Sonra, basma kalıp ya motor kısmından ya torna-tesviye kısmından ya da mekatronikten mezun oluyor. Gerisi piyasada ne iş bulabilirse.

Bu belirsizlik gençleri meslek sahibi olmaktan kaçıp üniversite mezunu (aslında diploma sahibi) olmaya itiyor. Koç, nitelikli teknisyen bulamadığından meslek lisesi açmaya yöneliyor, diplomalı üniversite mezunları da işsiz ordusuna katılıyor. Arkeoloğun dolmuş şoförlüğü yaptığını görmüştüm, babama tapıyordu ama Ankara caddelerinde direksiyon sallıyordu.

Halbuki Alman, hem çalışma hayatını hem de buna katılacak olan gençlerin mesleki dağılımını planlayarak işsiz sayısını çok aşağılarda tutuyor ve işsiz kalanlara da hürmetli maaşlar ödüyor. Kimse de açım, işsizim diye “zırıltı çıkarmıyor.”

Acaba muhalefette hangi siyasi çıkıp Almanlarınkine benzer bir süreç getireceğini anlatacak?

***

Mektup bu kadar... Bu sistem, aynı zamanda meslekleri de ayrıntılarıyla düzenlemeyi ve yeni işi kolları yaratmayı beraberinde getiriyor. Yani iş kurma ve iş yapma hayatını da planlıyor... Farkında mısınız?

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Eğitimin iflası, üniversitesinin de...Üniversite sonuçları, rezalet tablo

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Eğitimin iflası, üniversitenin de...

24 Temmuz 2022 Pazar


Tutar yönü olmayan bir durum. Üniversite öncesi eğitimin / öğretimin ne kadar kötü olduğunu ortaya çıkaran “ayar” vazifesi gördü Yüksek Öğretim Kurumları sınavı. Tablo rezaletin de ötesi.

Temel Yeterlilik Testi’nde 96.518 kişi sıfır çekmiş.

Diyeceksiniz ki sınava katılan kişi sayısı 3.008.287, sıfır çekenlerin oranı yüzde 3.2 gibi, çok da büyütülebilecek bir durum değil. Bu kadar fire olur. Peki kabul edelim, yine de bu kadar cahil cühelanın bu teste girme cesaretine hayran olmamak mümkün değil. Kendini bilmezliğin, hem kendisi hem de kurumlar için zaman-para-makine değerlendirme, enerji israfına ne demeli, bilemedim.

Şu olabilir:

Kardeşim sen durmadan sıfır çekiyorsun uğraştırma, üniversite sana yaramaz, hem girsen bile en sıradan bölümlerde sürüneceksin, bitirince de şüphesiz ki iş bulamayacaksın, sen artık sınava giremezsin...

Üniversite bitirmiş olmak, kişileri toplum karşısında muteber-saygın kılıyor ya, hayır oraya girmekte ısrar edecek. Önemli olan, üniversite bitirmiş olmanın saygın olma kabulünü ortadan kaldırmak.

Bu nasıl olacak? Özel sektörde iş bulması zor, ama devlet diye bir kurum var, en değersiz diplomayı bile kabul eden devlet kurumlarının giderek niteliksizleşmesi, yandaş kadrosundan işe alımları mümkün kılması, bu sözde saygınlığı ayakta tutuyor: Abi temizinden 10 TL’nin üzerinde bir maaşla işe başlıyorsun! Devlete bir kapağı attın, sırtın yere gelmez. Bir de siyasete uşaklıkta sınır tanımazsan, neler olmaz senden!

Fakat yine de devlet veya toplum, sıfır çekenlere (aslında kaç eksi hanedeler, o da bir hesaplansa!) başka bir fırsat sunabilir: Kitlesel, duruma göre 1- 2 yıllık sertifikalı kurslar. 10 binlerce insanı yararlı hale getirebilir. Tartışmaya açıyorum.

MESELE SADECE YÜZDE 3.5 OLSA!

Figen Atalay’ın haberinin ayrıntılarına bakıyorum: Sıfır çekenlerin üst kademeleri de rezalet. Temel Yeterlilik Testi’nin 4 alt ayağı var.

Fen bilimleri testinde doğru bilme sayısı 20 soruda 3.2 soru (yüzde 16)

Matematik testinde 40 soruda doğru bilme sayısı 6.9 soru (yüzde 17.25)

Sosyal Bilimler testinde 20 soru içinde ancak 7.9 doğru yapılabilmiş (yüzde 39.5).

Türkçe testinde ise 40 soruda 18.7 doğru yapılmış (yüzde 46.75)

Türkçe’de bile yüzde 50 ortalamaya ulaşılamamış.

Hepsinin toplamının başarı ortalaması yüzde 30.. Türkçe ve Sosyal Bilimleri ayıklarsak fen ve matematik toplam ortalaması yüzde 16.8.

Bir de Alan Yeterlilik Testi var, katılanların ortalamaları şöyle:

Matematik 40 soruda doğru bilme 7.2 (yüzde 18)

Fizik: 14 soruda 2 doğru (yüzde 14.28)

Kimya: 13 soruda 1.5 doğru (yüzde 11.5)

Biyoloji 13 soruda 2 doğru (yüzde 15.38)

Ortaöğretimin çuvallamasını seyrediyoruz... Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, Türkçe testinde bile başarı oranı geçen yıla göre çok daha geri, diyor.

PARASI OLMAYANLAR ZORDA

1 net doğrusu olanlar bile bir üniversiteye girebilecek. Bunlar arasında parası olanlar özele gidecek, olmayanlar ise devlet üniversitelerinde yer kapmak için yarışacak... Baraj kaldırıldığı için sınava katılımda (560 bin daha fazla kişi) ve yer kapmadan yığılma. Tabii “üniversitelerde” kontenjanlar artırıldı. Derslikler aynı, yığılma birkaç katı. Kalite daha aşağı. Önemli olan herkesin eline bir diploma sıkıştırma. Üniversite affı kalite daha da aşağılara çekiliyor.

Üniversite diploması mı diyoruz? Hayır AKP’nin herkese nazar boncuğu dağıtımı, RTE damgalı.

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Suriye’ye yeni müdahale olur mu?

21 Temmuz 2022 Perşembe


Cumhurbaşkanının, İran ve Rusya liderleriyle Astana süreci çerçevesinde gerçekleştirdiği zirvede en önemli beklentisi, haftalar önce açıkladığı 5. Suriye operasyonuna bir şekilde onay çıkması veya iki ülkenin karşı çıksalar bile sessiz kalmalarını sağlamaktı. Aslında iki ülkenin de planlanan operasyonla ilgili tavırları, günlerdir belli olmuştu.

İran yakın zamandaki ikili görüşmelerde yeni bir müdahale açıklamalarına karşılık, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine vurgu yaptı. Ankara ile Suriye konusunda farklı bakışlara sahip olduklarını belirtti. 27 Haziran’da Ankara’ya gelen dışişleri bakanın “güvenlik endişelerinizi anlıyoruz, ama sorunu çözmekte başvurulacak yöntem diyalog ve barışçı işbirliğidir” demekle yetindi.

ŞİMDİLİK UZAK GÖZÜKÜYOR

İran ile Rusya bu konuda benzer görüş ve tutum içindeler. Her ne kadar Ankara, Rusya’nın Ukrayna’daki savaş nedeniyle, elinin eskisi gibi serbest olmadığını ve Ankara’nın müdahalesine karşı çıkamayacağını hesaplayarak bu operasyonu planlasa bile..

Münbiç ve Tel Rıfat’a yönelik planlanan, 30 km derinlikte güvenlik kuşağını tamamlamak ve PKK/YPG güçlerinden gelen tehlikeyi bertaraf etmek amacı açıklanan operasyonun gerçekleşmesi şimdilik pek mümkün gözükmüyor. Cumhurbaşkanı Ankara bu kuşağa Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi gerekçesini de ileri sürse de.

Ankara, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygılıyız, bu konuda fikir birliği var, Astana paydaşları arasında, dese bile kazın ayağı pek öyle gözükmüyor.

HEDEF HÂLÂ ŞAM

Ankara’nın Şam rejimini yıkma hedefi var. Rejim karşıtlarını örgütlüyor, silahlandırıyor, bir zamanlar adı Özgür Suriye Ordusu olan bu Şam karşıtlarına üstelik “Suriye Milli Ordusu” adını vermesi, Ankara’nın bu hedefinin baş delili. Ankara 30 km derinlikteki Suriye sınırı boyunca, koruyup geliştirdiği bu destekçi ordusunun kontrolündeki Suriye topraklarını çoğaltmak istiyor.

Acaba Ankara’nın yıllardır ÖSO’yu besleyip silahlandırmasının, maaşa bağlamasının Türkiye’ye yıllık maliyeti nedir? Kaç kişidir bu ordu? Bunlar bile başlı başına bir sırdır ve araştırılması gerekir.

İRAN MİLİSLERİ İLE ÇATIŞMA OLASILIĞI?

Fakat planlanan bu yeni operasyona karşı Şam’dan çok sert ve savaşırız açıklamaları geldi. Tel Rıfat yönüne askeri birlikler kaydırıldığı da öne sürülüyor. Şam-Suriye ordusu arkasındaki İran’ın milisleri ile bir çatışma içine girebileceğine ilişkin yoğun endişeler ve duyumlar okuyoruz dış basında.

Öyle ki bu kez Suriye’nin kuzeyindeki Kürt milisler (SDG) ile Suriye ordusu ve dahası İran milisleri arasında, Ankara’nın müdahalesine karşı koordinasyon yapıldığını okuyoruz. SDG, yani Suriye Demokratik Güçleri’nin, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve Türkmenlerden oluşan IŞİD’e karşı mücadele için oluşturulmuş ortak operasyon gücü olarak biliniyor. ABD onu silahlandırdı ve fiili olarak ayakta tuttuğu “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi”nin silahlı gücü olarak biliniyor. Tabii bu güç, YPG’nin kontrolündedir. Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları sırasında Türkiye ve ÖSO ile çatıştığı biliniyor.

KARŞI İTTİFAK

Tel Rıfat, Halep’in hemen üzeri. Ankara’nın kontrolü oraya kadar uzatması durumunda, bu kez güneye doğru yeni genişlemesini-sarkmasını gündeme getireceği yorumları yapılıyor.

En önemlisi SDG ile Şam ve arka planda İran milisleri arasında bu operasyona karşı bir ittifakın oluşmuş olmasıdır.

Şu da var: Türk savaş uçaklarının böyle bir çatışmada Suriye hava sahasına girmesi izne bağlı. Yasak bölge! Ancak Ankara çok yüksekten uçan silahlı insansız hava araçlarına güveniyor olabilir.

KURGU: ASKERİ BAŞARI!

Ankara Şam ile ilişkiyi reddediyor. Tüm sorun burada!

Ankara, her ne kadar 30 km’lik güvenlik kuşağının daha önceki anlaşmalarda sözünün edildiğini düşünse de İdlib’deki Şam karşıtı, üstelik ülkelerin terör listesinde olan HTŞ terör örgütünü tasfiye etme sözünü de kulak ardı ediyor.

Ama Saray’ın kurgusu bu dönemde askeri büyük bir başarı, olay, heyecanı yaratmak varsa, bir askeri macerada gözükara davranır mı? Hele son Pençe operasyonları ülkeye 40’a yakın vatan evladına, şehide mal olmuşken..

Sıradan önemli konular üzerine kareler, Fetö ve darbe

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Sıradan önemli konular üzerine kareler

19 Temmuz 2022 Salı


Eğer Ankara’da darbe girişiminin bir no’lusu Akın Öztürk değilse, neden bazı parmaklar, yorumlar, değerlendirmeler, o dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın fotoğrafı çevresinde dolanıyor da fotoğrafın üzerine konamıyor? Ortalık şüpheden ve teoriden kırılıyor.

• Öyle bir şey yapmıyorum ben. Ama Hulusi Akar Meclis soruşturmasına gitmeli, ifade vermeli ve milletvekillerinin sorularını yanıtlamalıydı.

• Şu mu denmek isteniyor: MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın kendilerine gelen subayın ciddi ihbarını değerlendirmek için Genelkurmay’a gitmesi üzerine, o gece sabah 3.00’te planlanan darbe girişiminin artık açığa çıkması ve bir geleceğinin olmayacağının anlaşılması üzerine, anında pozisyon değişikliği mi var? İlk emir hava sahasında her türlü uçuşun yasaklanması oldu... Müyesser Yıldız kanıt arıyor...

• Fakat tutuklanan ve yargılanan itirafçı FETÖ’cü subaylardan hiçbiri, ordu içinde darbenin başı konusunda bir itiraf ve imada bulunmadı. Kendilerine ihanet eden birini ele vermeleri beklenirken...

• Temel konu, ordu içinde darbe girişiminin tezgâhlayıcısı hiyerarşik bir yapının olup olmaması.. FETÖ örgütünün, dışarıdan “sivil imamlarla” ipleri elinde tuttuğu ve ordu içinde her şeyi kontrol eden böyle bir askeri hiyerarşik yapı oluşturmak istemediği görülüyor. Olsaydı, soruşturmalarda bu yapının çözülmesi kolay olurdu. Enerjiyi doğru yere odaklamak gerekir.

• Darbe girişiminin başarısı veya başarısızlığı, hem bu açıdan hem de FETÖ’cü siyasi yapı açısından tartışmaya açık. Onlar için iyi mi oldu yoksa kötü mü?

• Unutmayalım: Askeri kesim, tamamı neredeyse sivil olan FETÖ siyasi partisinin amaca ulaşmak için kullandığı sadece bir araçtır.

• Darbe girişiminden sonra sıvışan FETÖ’cü general amiral ve albaylar da var, 30’dan fazla.

• Darbe girişiminin tüm ham görüntüleri AKP’nin elindedir şüphesiz. Bunlardan işine ve amacına uygun olanları kesip kullandığı söylenebilir. Siyasi ticaret (iktidarın eteklerindekiler için de ticari!)

***

• Başa dönersek: MİT’in değerlendirmesi mutlaka vardır. O gece ile ilgili Hakan Fidan’ın RTE’ye sunduğu raporu göremeyeceğimiz açık. Orada, o gece ordu, Genelkurmay vb. için önemli değerlendirmeler olduğunu da varsayabiliriz. En azından bu iktidar bitip yeni siyasi ilişkiler ortamı doğuncaya kadar.

***

Son iki not daha:

• Cumhurbaşkanı Saraçhane’deki konuşmasında dedi ki: “FETÖ, terör örgütü olarak uluslararası kayıtlarda var mıydı? Yoktu. Sadece PKK, AB kayıtlarında vardı. Bu son NATO zirvesinde, YPG’yi, PYD’yi, FETÖ’yü NATO’nun kayıtlarına girdik. Dedik ki ‘Bu bizim kırmızı çizgimizdir. FETÖ’yü, PYD’yi, YPG’yi buraya terör örgütü olarak gireceksiniz. Aksi takdirde bizden ‘olur’ alamazsınız.’ Ve girdiler. Olay bu”

***

• NATO Genel Sekreteri Stoltenberg yanıt verdi: “Üçlü mutabakat zaptı bir NATO belgesi değil, kolaylaştırılmasına yardımcı olduğumuz bir belgedir.” Belgeyle üç ülke terörle mücadele için birlikte daha yakın çalışacakları mesajı verdi, “PKK için hem NATO hem AB tarafından terör örgütü tanımlaması yapılır” dedi. PYD/YPG ve FETÖ’ye ilişkin bir değerlendirmede bulunmadı. Türkiye’nin iade istemleriyle ilgili de “Finlandiya ve İsveç’ten belli kişilerin iadesi veya sınır dışı edilmesine ilişkin tüm kararlar, bu ülkelerdeki yargı kurumları tarafından kendi yasalarına göre alınacaktır”.

***

• Eee şimdi ne olacak? Stoltenberg/NATO çok ustaca bir manevra ile iki ülkenin ön üyelik meselesini çözümlediler. Zaten Biden daha önce RTE üzerinde durmuş ve bu tarihi fırsatı kaçırmayalım demişti.

• Bizim cumhurbaşkanı, dünya liderleriyle bir arada bulunup sorun çözücü gibi davranmayı sever. Dışarıda, eski İngiliz Başbakanı Johnson’ın yanından geçerken omzunu sıkması /sıvazlaması ilginçti!

• İç siyasete gelince, seçim yaklaştıkça görün siz ey NATO, Finlandiya ve İsveç!!!