Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Nisan 2013 Salı

Milli Merkez Kurultayı: Yeni Parti?! CHP'yi Sıkıştırmak mı Amaç?


Milli Merkez Kurultayı biliyorsunuz “Milli Anayasa” çalışmalarının ülke çapında ve hatta Avrupa’da yapılan geniş katılımlı toplantılar sonucu oluştu. Başbakan ve adamlarının çeşitli kentlerde düzenlediği “başkanlık anayasası toplantılarına” karşıduruş olarak seyretti. Ulusal bir duruşu var. Kurultay sonucu, Milli Merkez adında bir yönetim oluştu, Başkanlığa Hüsamettin Cindoruk getirildi. Ufuk Söylemez de yönetimde..
Söylemez, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Bankacılık, İzmir milletvekilliği, Erbakan-Çiller koalisyonu döneminde (54. Hükümet, RefahYol)  ve 53.Hükümette (DoğruYol-Anavatan) Devlet Bakanlıkları yaptı.. Neden Söylemez üzerine bilgi verdin, diye soracaksınız.. Ankara’daki Milli Merkez Kurultayı’nda ilginç sözlerini okudum: “İl ve ilçe merkez temsilcileri için seçimler yapacağız, geniş bir danışma kurulu oluşturacağız.. Bu oluşumun dışında kalanlar kaybeder” dedi.
Milli Merkez Kurultayı, şüphesiz, İşçi Partisi, Türkiye Gençlik Birliği’nin geliştirdikleri inisyatif ile rüzgarlarını doldurdu. Bir geniş ittifak oluşumudur. Bu bakımdan başarısını kutlamak gerekir. Baktığımız zaman, ittifakın öne çıkan aktörleri, İP ve TGB dşında, Cindoruk ve Söylemez, 2001 krizi sonrası 2002 ve 2007 seçimlerin silip attığı, çökerttiği “merkez sağ”ın ayakta kalan ve siyaseti sürdüren politikacıları. Kurultayda CHP’nin ulusalcı kanadından da milletvekilleri konuştular. Yürütme Kurulu, Şahin Mengü, Kemal Anadol ve İsa Gök, Ali Topuz gibi daha çok eski ve daha az yeni CHP milletvekillerinin de bulunduğu, sanatçı temsilcisi olarak sevgili Ataol Behramoğlu ve tanınmış 26 isimden oluştu.
Yürütme Kurulu, Milli Merkez’i geliştirme, Milli Merkez Temsilciler Meclisi, il ve ilçe teşkilatları oluşturma yetkisi aldı..
***
Şimdi gelelim olayın siyasi boyutuna: Milli Merkez’in geliştirilmesine baktığınızda, çok net olarak yeni bir siyasi parti oluşumunun yapısına, iskeletine benziyor, yeni bir siyasi partinin temelleri atılıyor, diyebilirsiniz. Milli Merkez CHP ulusalcılarından –en azından görünen bir kısmının- net desteğini almıştır. Şahin Mengü de Kurultay’da yaptığı konuşmada “Milli Merkez, aynen, CHP’nin omurgasını temsil eden ulusalcılardır” demiştir. Ama CHP’deki ulusalcıların hepsinin desteğini aldığı söylenemez.
Milli Merkez’in kısa sürede bir ulusalcı parti olarak doğması beklenebilir. Bu konuda yaptığım görüşmelerden çıkan bir özeti vereyim.
***
·      Evet, bir parti kuruluşuna gidiyorlar...
·      Eski merkez sağın politikacıları burada bir çıkış yapma umudundalar..
·      İşçi Partisi yeni bir yükseliş yakalama umudunda..
·      CHP’nin tabanında “merkezin eylemsizliğinden ve içinde bulunduğumuz çok önemli döreme ilişkin ikirciliğinden hoşnut olmayan önemli bir seçmen ve aktivist kitlenin desteğini” alıyorlar ve alacaklar.
·      Ben de bu gelişimi İzmir Kitap Fuarında okurlarla söyleşilerden net olarak gördüm.. Dahası, eski, tanınmış etkin bir il başkanı “acaba gidip İP’ye mi kayıt olsam ve çalışsam” dedi. Beklerse Milli Merkez Partisi’nde de çalışabilir!
·      Milli Merkezcilerin, CHP’nin ulusalcı kanadından 20 kadar milletvekili koparma veya kopma olasılığı üzerinde durduğu belirtiliyor.
·      Önder Sav, Milli Merkez’e katılımın geri plandaki adı mı? Mengü ve Gök’e bakılırsa...Sav’ın siyasetten asla kopmayacağı düşünülürse..
·      CHP, Milli Merkez’in en önemli hedeflerinden biri dersek, eşyanın doğasına aykırı olmaz...
·      Milli Merkez partileşir, CHP’nin içindeki ulusalcıları tamamen kopartıp alır mı, CHP’yi ulusalcılardan tasfiye etmeyi düşünen, belki AKP ile çözüm sürecine destek vermek isteyen ve isteyecek yöneticilere bırakır mı? CHP karbuz gibi bölünür mü yani!
·      Şüphesiz, CHP içindeki, kendilerine “yenilikçi” diyecek kesim sevinebilir, hatta dışarıdaki medya vesairedeki destekçileri sevinebilir bile.. BDP, İmralı, sürece CHP’yi yamamak isteyenler ve çeşitli kepazelikler yapanlar zil çalıp göbek bile atabilirler..
·      Eğer ciddi bir bölünme gerçekleşirse, gerçekten de CHP kopar, seçimlerde yitip gidebilir.. Ehvenişer, Atatürk’ün partisi vb gibi bir dizi nedenle CHP oy veren seçmenler, eğer karşılarına ciddi bir seçenek çıkar ve bu seçeneğin iktidara olabileceğine, en azından “büyük mücedele” edeceğine inanırlarsa, bufünkü olağanüstü koşullarda Milli Merkez’e yönelebilir. CHP, seçim barajının altında kalabilir!
·      Milli Merkez partileşirse, kulaklara fısıldanan ve benim de öngördüğüm Parti Başkanı adayı olarak, Ümit Kocasakal ismi, ciddi olarak ortaya çıkar, çıkabilir, büyük destek de alır! Bu bir kestirimdir, Kocasakal’ın böyle niyeti şimdilik olmayabilir de.. Kendisine sormadan bunu yazdığım için belirteyim..
·      Bir not daha: Parti içinde ve dışında pek çok ulusalcı önemli isim, CHP’yi savunuyor ve Milli Merkez’e yanaşmıyor..  Bekleyelim, görelim..
----30 Nisan 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

29 Nisan 2013 Pazartesi

1918’lerin İzdüşümleri / Milli Merkez Kurultayı


Hiç şüphesiz ki, içinde bulunduğumuz süreçte kimin ne dediğini, kimin ne yazdığını, kimin neyi sakladığını ve yazmadığını, kimin bağımsız bir gazeteci tutumu almak yerine şakşakçılık yapmayı tercih ettiğini belgeleştirecek birileri çıkacaktır.
Şu içinde yaşadığımız “barış süreci” üzerine, ülkeyi dolaşan Patronun Adamları da (şu akil sözcüğünü artık saplandığı b.k’tan kurtaralım) tarihte müstesna yerlerini şüphesiz alacaklardır... Ama onlara gelinceye kadar, tarihin altını çizeceği ne kadar insan, not, olay, söz var, say say bitmez... Dikkat edin, tamamen tarafsız durdum! Bunlara, en hafifinden ihanet vb gibi sözcüklerin eşlik edeceğini ve bir yüzkaralığın peşlerini bırakmayacağını söylemek, kâhinlik değil. Geçmişe bakmak yeterli!
Medya bir beyaz kağıttır, veya üzerine hiç bir görüntü veya yazı düşmemiş bir boş ekran, veya uzayda henüz dalgalanmamış bir ses.. Her sabah bir şekilde bu “medya” dolup dolup boşalıyor, kimler nelerle nasıl dolduruyor “medya”yı.. 
Meselâ Bakanlığa getirilmiş Ömer Çelik bey.. Eminim düne kadar “Türk olmaktan” sık sık gurur duyardı. Şu söylediklerine bakın: “Devlet kurulurken ulus devlet mantığı içinde tektipleştirici bir devlet kurulmak istendi.... Türklerin bile hafızalarında karşılığı olmayan bir Türkçülük ve milliyetçilik üretildi..” Bunları kime söylediği önemli değil, söylemesi önemli.. Ne tarih bilgisi var, ne devletlerin ve ulusların nasıl oluştuğuna ilişkin bilimsel araştırmalarla tanışıklığı...
Herhalde Türkiye’nin tam işgal edildiği 1918-19’larda yaşasaydı Ömer Çelik ve feyz aldıkları, Başbakanı, Davutoğlu’su ve ilh.,  baştacı edilirlerdi ve Ulusal Kurtuluşçu’lara karşı savaşırlardı.. Tabii o dönemde yaşasalardı böyle bir yüreğe sahip olabilirler miydi üzerine spekülasyon yapmak abesle uğraşmak olur.. Ama bu ekibin, işgal ve Kurtuluş Savaşı sürecindeki izdüşümlerini, yani kimlere denk düştüklerini kitapları açan herkes görebilir.. Veya 95 yıl öncesinin, milletin tam anlamıyla silip süpürdüğü ve tarihin çöp sepetine attıklarının, sanki canlanıp  ayağa kalkıp gölgelerinin bugüne ulaştığını sanabilir!
Bakanlık koltuğuna oturtulmasının nedenini daha iyi mi anlıyorum bu demecinden sonra? Belki! Ertuğrul Günay bunları söyler miydi, bilmiyorum. Çelik’in bu dönüşümü tam ne zaman gerçekleşti, tahmin ileri sürülebilir: Başbakanın “Türk ve Kürt milliyetçiliğini ayakları altına alması”ndan bu yana olabilir mi?!
Medyayı dolduranlar, siyasetçiler ve bunlarla ilişkili bütün diğer dünyalarda, kişinin kendisi olması bu ülkede bu kadar zor neden olabiliyor? Yoksa bu “süreçlerde” rol kahramanları asıl benliklerini mi dışa vuruyorlar?
Olguları örtbas etmek derken, son yaşanan bir örneği özellikle belirtelim: Mesela “süreçten yana” olanlar, ekranlarda ve Kandil’deki açıklamalarda şu cümleyi neden saklama gereğini duyuyorlar, ve hiç bir şart yok herşey güllük gülistanlık diyorlar? Bunu biz değil kendileri izah etmeli: Kürt halkı özgürlük mücadelesiyle önemli bir düzeyi kazanmıştır. 
Kürt halkı, Türkiye’de kimliksiz ve statüsüz yaşayamayacak bir noktaya gelmiştir”.
 Oysa Karayılan’ın açıklamarı içinde tek ilginç, yeni ve durumu açıklayan ve benim de esas gördüğüm (ve başından beri de bildiğim!) cümle buydu!
Neyse, başka bir konuya geçelim

Milli Merkez Kurultayı
İzmir Kitap Fuarı’nda isyankâr, içine itildiğimiz durumu asla kabul etmeyen mücadeleci İzmirlilerle beraber olmak keyif vericiydi. Bir kucaklaşma, dertleşme, gönül alış verişi.. Hepsine çok teşekkür.. Mustafa Balbay’ın kafesi arkasına da geçtik ve kitaplarını imzaladık..
Bazı okurlar şu soruyu yönelttiler: Milli Merkez hakkında ne düşünüyorsun.. Recep Bey (+Apo) Anayasası’na karşı oluşmuş bir halk, bir millet hareketi! Karşı çıkmak ne mümkün! Şüphesiz desteklenmeli! Umarım genişleyerek yayılır ve Başbakan Recep Bey’in Başkanlık veya kendisini ülkede yasal en büyük tek otorite haline dönüştürecek Anayasasını engelleyici büyük bir güç haline gelir..
Gördüğümüz kadar çok farklı kesimleri kucaklıyor.. Önemli olan, süreci iteleyen güçlerin, bu farklı yapıyı gerçekten yönlendirecek olgunlukta davranıp davranmayacağıdır. Hiç bir kırgınlığa veya dışlamaya izin vermeyecek bir olgunluk.. Öyle ki, bu hareketin hedefine ulaşması uğruna, gerekirse kendi partisel çıkarlarını bile hiç önemsemeyecek bir özveri ile..
--29 Nisan 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Nisan 2013 Pazar

Silivri, Yazar Oldu! "Hedefteki Donanma"


Kandil yazmalı, ama bu pazar bir önemli kitaba dalalım. Siz “barış anlaşması”nın, iktidarın utanarak eğilip bükülerek “verdiğimiz hiç bir şey yok” sözleri yerine, Apo ve Kandil açıklamalarına kulak verin. Onlar ne diyorsa doğrudur! Kürt tarafı açık seçik konuşuyor. Kürtler dürüst, hatta RTE’nin yanında demokrat bile diyebilirsiniz!..
Sözü Silivri’ye getirmenin binbir bahanesi var! Silivri yazar oldu, zaten kardeşim Balbay yazar olarak girmişti, Tuncay Özkan da öyleydi.. Ama hayatlarında kitap yazmamış subaylar da usta yazar-araştırmacı olarak karşımızda.. Hem yüzlerce kitabı deviriyorlar hem yaşadıklarını yazıyorlar..


Siyasi gündem o kadar dolu ki, kitaplara el atmaya zaman bulamıyor insan.. Örneğin Cem Gürdeniz’in “Hedefteki Donanma” kitabı bunlardan biri. “Cumhuriyet tarihinde ilk kez hayali darbe”den (Gürdeniz, emekli Amiral!) yargılanıp içeri atılan subayları derinden anlayalım. Yazarak acılarını hafifletiyorlar, böylece çok yararlı kitaplar kazanıyor ülke! Ordu’yu ve içinde olup bitenleri anlamak ve eleştirel duruşlarını görmek için de, bu kitaplar değerli, çünkü bu kitaplarda saf gerçekler var.. Deniz kuvvetlerinin (Kıbrıs çıkartması vb gibi) ilginç ve heyecanlı olaylarını da okuyorsunuz, güncel askeri stratejileri de..
Kendi ülkelerinde esir alınmış” insanlar. Darbeye kalkışsalar, hiç umurumda olmaz, başaramadılar içerideler der geçerim. Böyle bir girişimleri olduğuna ilişkin somut bilgi-belge olsa, eh ne yapalım derim, ama o da yok.. Ordu vesayetini kaldıracağız diye yüzlerce insanın başını yemek ve buna destek çıkmak, ahlaksızlığın danıskasıdır. Vicdan bunu kaldırmaz..
Askeri vesayetin tasfiyesi adı altında (bu ne kadar doğruysa bile), yürürlüğe konan, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadarki kazanımlarının tasfiyesidir.. Köktendinci inançları olan bir başbakan ve çevresinin Türkiye’ye vurduğu en büyük darbe, laikliktir. Bu geleceğimizi karartacak ve ülkeyi sefalet içindeki islam ülkeleri arasına bir aday olarak katacak bir gidişattır. Laiklik, salt yaşam tarzına müdahale değildir.. Bunu öyle anlayanlara derim ki batsın içkin! Eğitimle, gelecek kuşakların kafalarının esir alınmasıdır öncelikle, kadınların “islami yaşam” zırvalığının kelepçelerine vurulmasıdır..
***
Gürdeniz, “emperyal çete”nin donanmaya nasıl sahte belgeleri ektiğini anlatıyor. Tabii ana fikirlerinden biri, bu komplonun, Deniz Kuvvetleri’ndeki büyük birikimi, yurtseverliği, deniz kuvvetlerinin ihtiyacı olan savunma araçlarının milli üretimle tedarik politikasını hedef aldığıdır: “İşin özü, Türklerin denizlerden uzaklaştırılmasıdır, tarihin en önemli kilometre taşlardı deniz suyuyla yıkanmıştır.. “Türk deniz gücü sözde Balyoz davası tutuklamalarına kadar altın çağını yaşıyordu”, bunu gerçekleştiren subayların hemen hepsi şimdi içeride! “Savaş gemisi 3 yılda inşa edilir, gemi kotumanı 15, komodor 20, amiral 25 yılda yetişmektedir..” biliyorsunuz, bu alçakça komplo, İzmir’de de sahneye konuyor!
Hedefteki Donanma (Kırmızıkedi yayını), Deniz Kuvvetleri’nin, donanmaların tarihsel rolünü, gelişimini, savaş-savunmada önemini anlatması, milli gemi politikalarının gelişimi, 2003 Körfez Savaşı ve ABD ile ilişkiler konusunda okuru yoğun şekilde bilgilendirmesi ve ABD’nin Kürt politikalarını anlatması, 2003 1 Mart Tezkeresinin reddiyle, Irak’ta özel görevli Türk subaylarının başına çuval geçirilmesi olayı ile Ordu’ya karşı tasfiye süreci arasında kurulan ilişki ile de dikkat çekiyor. Wikileaks belgelerinde, Amerikan büyükelçisinin gizli kriptolarında da bu net görülmekte..
Gürdeniz, ABD’nin tarih boyunca Türkiye ile gerilimli ve Türkiye aleyhine olan uygulamaların da tarihsel bir dökümünü yapmış.. Kıbrıs çıkartması ve ambargodan tutun, çuval olayına kadar! AKP iktidarının, Meclis’ten kaçırarak, Amerikan birliklerinin Kuzey Irak’a geçmesine göz yumması da, herhalde ileride konu edilecek yasadışı eylemlerden biri olmalı! Gürdeniz, çuval geçirme olayında Türk subayının tutumunu eleştiriyor.. Balyoz soruşturmasındaki bütün sahte belgeler karşısında “hukuka saygılıyız” diyerek tüm hukuksuzluklara kapıları açan ve subaylarını vahşi saldırı karşısında sahipsiz bırakan komutanları da, bence yerden yere vuruyor!
Çünkü tasfiye edilen, “21.yüzyılınz gelecek 30-40 yılın Denz Kuveetleri Komuta yapısı”ydı.. Subaylar İnebahtı, Çeşme, Navarin.. feci baskınlarından sonra, Cumhuriyet tarihinin ve Türklerin tarihinin bu en büyük baskınına “Donanmanın Hasdal Baskını” adını veriyorlar!
Okunması gereken bir güncel belge!
---28 Nisan 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Nisan 2013 Cuma

Ertuğrul Özkök Yanılıyor, Tartışılan "Batı Eyaleti"dir :-)


Kısa planı, yani RTE’nin kafasındaki kısa-siyaseti biliyoruz, bu temel gerçeğin üzeri karartılamaz: Tasarladığı yeni anayasayı referandumla bu millete kabul ettirmek için ve arkasından Başkanlık Seçimi için uygun ortam yaratmak.. Bu kadar basit ve sade..  Bu uygun ortamın yaratmanın anahtarı olarak PKK’lıları “ülke dışına çıkarmak” olarak tanımlandı. Erdoğan’ı şimdilik bunun dışındaki, sonraki olasılıklar/gelişmeler fazla ilgilendirmiyor.. Olayın sonrası ile, hayalindeki Başkan’lığı elde edince ilgilenecektir!!!
Bu, 2010 yılı seçimlerinden önceki RTE siyasetiyle de örtüşmektedir. O zaman da ateşkes 5 aydan fazla sürdü. Bunun da siyasi nemasını yedi.. Sonra ise PKK ve BDP’lileri “asmaya” kadar vardırdı işi!
Şimdi ise seçimler öncesi yeni bir “ortam sakinleştiricisi” olarak, İmralı’da daha kapsamlı ve APO-RTE karşılıklı iradesi ile, “PKK aktivistleri”nin Türkiye-Kürdistan savaş cephesinden çekilmesi “cihazı” çalıştırılıyor.. 
Bu nasıl olur, denetlenebilir midir, gerçekten elde gerçek bilgi/veri olacak mıdır.. “Silahlı gücün” varlığını Kuzey Irak / Suriye’de sürdürmesini RTE nasıl denetleyecektir... Bu gücün, değişecek olası başka siyasi koşullarda Türkiye’ye geri dönmesini ülkede hangi güç engelleyebilecektir.. Öyle bir güç burada var mıdır.. “Silahlı gücün” kentlerdeki adamları ne olacaktır... PKK’nın bütün silahlı güçlerini ve hücrelerini ülkeden geri çektiğinin kanıtlanabilir bilgisinin kaynağı, tek başına PKK mı olacaktır? (Çektik işte kardeşim bana inan, gerisini merak etme sen!)
Bunları tartışmanın anlamı yoktur. Yoksa barışa ihanet içinde olursun... Zaten bu noktanın iktidarı da pek ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Önemli olan, seçim süreçleri boyunca silahların susması ve “cephe” savaşlarında askerin ölmemesidir! Anasının babasının yedi sülalesinin oyu RTE’ye lazımdır!.. Şu süreç geçsin, gerisi Allahkerim..
***
Ama şimdiki RTE/İktidar-APO anlaşması kapsamlı gözükmektedir, siyasi, ideolojik ve coğrafi bir yapıya sahiptir.. Zaten işi ciddiyete ve iradeye bindiren de ikili arasındaki bu resmen mi desem, zımni mı, yoksa gizli mi veya palavra mı, bilemeyeceğim, var mı yok mu, bilinmeyen bu “anlaşma”dır (Apo’dan öğreniyoruz bunu!). Ama ortalıktaki duruma göre, bu anlaşma Türkiye’nin yapısını değiştirecektir. Sessiz sedasız, Güneydoğu’da ilan edilmemiş bir Kürt devlet yapısı söz konusudur. RTE, anlaşma gereği bu yapıyı güçlendirici önlemler alacaktır.. Yoksaa.... En azından “iki eyalet”li bir yapı oluşmaktadır: Türk eyaleti ve Kürt eyaleti!!!  Pardon, Kürt eyaleti bellidir de öbürü tartışmalıdır..
Ertuğrul Özkök bu kez bizlerin yazılarını falan ileri sürmeden durumun fotoğrafını çekti ve işin ayrılık sürecine yöneldiğini, “adil barış” adı altında bir bölünmenin başladığını yazdı. “Türkler”e de bir parmak bal dağıtarak Türk Milleti lafının anayasada yer alacağını ve merak edilmemesini müşdeledi!! Işın Çelebi ile bölünmenin nereden olması gerektiği tartışmasına bile girdi. Işın bey asla Dicle ve Fırat’ı, GAP’ı vermemiz mümkün değil, diyormuş.. Özkök ise adil barışın gereği neyse o yapılsın diyor(muş- mu yoksa?!)
Arkadaşlar, GAP’ı verelim mi yoksa diretelim mi? Diretme olasılığı var mıdır?! Nereleri gözden çıkartacağız.. Hadi bakalım...
***
Özkök’ün yazısından anlaşıldığına göre, ortalıkta eh bir sorun gözükmüyor , yani meseleler çözülmüş de haberi yok milletin.. Pardon bu konu milleti ne kadar ilgilendiriyor, merak eden de yok! Millet biziz, ortalıkta yazıp çizen ve konuşanlar, siyaseti uygulayan zevat..
Ama Özkök, epey geride kalmış, tartışmanın dışına düşmüş, halledilmiş bir konuyu sanki güncelmiş gibi yazmış. Eh leyleği havada, şu sırada kimbilir hangi coğrafyada görürsen, olacağı buydu:
Tartışılmakta olan Güneydoğu’nun Kürt devlet yapısına dönüşmesi değil! Kürt eyaletinin adı sanı bellidir de, ama “Türk” eyaletinin kimliği ve ne olacağı belli değildir, karışıktır..
Türk eyaleti”nde Türkler, Kürtler, Çerkezler vs yaşamaktadır.. Kırk millet.. Bu nedenle, buraya Türk Eyaleti denmesinin de ürkütücü büyük sakıncaları vardır.. Esasında tartışılan konu “Batı Cehpesi’ne”, buraya ne diyeceğizdir. Bu aşamaya geçildi. Esas bölünme tehlikesi bu “yaka”dadır!
Bu tehlikeyi önlemek için de, Türk, Türklük, Türk bayrağı, Türk milleti vb gibi, “Türk ırkçılığını”, Türk devletini, Türk egemenliğini vb çağrıştıracak kavram, simge vb’lerden de kaçınılması hızla gerekmektedir.. Yoksa, “bu yaka”da da alimallah büyük bölünmeler, parçalanmalar olur... İşi çözürken, bir hamlede hepsini halletmek gerekir.. SK, yani ordu sorunun tam çözümünde ülkenin güvencesidir!
Zaten Türk Bayrağının renginin, adının sanının da değiştirilmesi, Patron’un Adamları arasında tartışılmaya açılmıştır.. (*)
Evet, “Batı Eyaleti”ne bir isim arıyoruz..
Haydi bakalım, yaratıcılığınızı çalıştırın!!! (**)
---
(*) Patron’un Adamları’ndan bazıları, “bize kim böyle görev verse koşa koşa gideriz” diyerek, zorluklarını izah edici, gerçekten de Patron’un adamı olmadıklarına yemin billah edici açıklamalar yapıyorlar! Kim atadı seni kardeşim, millet mi, patron mu?
(**) Bu bir “Bu iktidarı Ne Yıkar?” 5.yazısıdır, başlıkta yok diye yanılmayın J)
--25 Nisan 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Nisan 2013 Çarşamba

Dikta Medyası ile Karanlığa.. (İktidarın Başını Ne Yiyecek-4)


Evet bu kez Erdoğan söylemiyor: Batsın bu gazeteciliğiniz, televizyonculuğunuz.. Kim demişti: Gazeteler çıkmasa televizyonlar sussa, bu iktidarın milletin beynini satın alma olasılığı hızla düşer! Ama hayır, sağcısından solcusuna neredeyse bütün medya iktidarın değirmenine su taşıyor! Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli noktasında, en çok konuşulacak ve tartışılacak bir zamanda, herkes susuyor veya tek taraflı beyinler satın alınıyor..
1) Türkiye, tarihinin en önemli kavşak noktalarında birinde. RTE, neredeyse tek başına, Türkiye’den başka bir ülke çıkarma peşinde.. Türkiye Cumhuriyeti yerine, örneğin anadolu islami federasyonu gibi bir ucube, bir yeni yapı kurma niyetinde.. Ne olduğunu ne olacağını, planı programı niyeti amacı konusunda bilen kimse yok, herhalde en yakın bir kaç adamı dışında, asıl niyetler bütün Türkiye’den saklanıyor.
2) Ama, eğer kafanız çalışıyorsa, izlediği yol, yöntem ve politikalarından bütün çıkarsamaları yapabilirsiniz; aptalsanız veya kasıtlı olarak RTE’nin bu programının destekçisi iseniz, susarsınız! Dahası iktidarın çözümünü tartışanlara bile saldırırsınız, vay bak çözüme karşı çıkıyorlar diye.. Veya “barışın galibi mağlubu yoktur, barış olsun da nasıl olursa olsun, isterse Türkiye’nin de adı ortalıktan silinsin, esas olan anaların ağlamamasıdır” diye ortalıkta aslanlar gibi dolaşırsınız.. 
Bir kara sis perdesi Türkiye’nin halkın kamuoyunun üzerine örtülüyor. İktidarbaşı bugünler için ve kendi geleceği için 11 yıldır medya özgürlüğünü baskılıyor..
3) Bursa’da miting yapılıyor. Belki de Bursa’nın tarihinde görülmemiş bir kalabalık bayraklarını kaparak alanlara akıyor. Çağrıyı MHP yapıyor, ama gelenlerin büyük çoğunluğu MHP’li değil. Kimisi 1 milyon kişi diyor, ama yarısını atın 500 bin kişi.. Hadi yine fazla mı buldunuz, onun da yarısını atın 250 bin kişi.. Ama Cumhuriyet dahil gazetelerin birinci sayfasında haberi yok! Neden? Hiç bir fikir alış verişi içinde olmadığım MHP çağırdı diye mi?
Konu MHP değil, Türkiye! İzmir’deki kalabalığı bilmiyorum, ama onun da haberini göremiyoruz gazetelerin ilk sayfalarında..
İktidarın eli, yaşamakta olduğumuz büyük olayları karartıyor.. Medya, muhalefette olanı bile, halkın eğilimini, tepkisini görmezlikten gelerek, bir şekilde iktidarın değirmenine su taşıyor.
***
4) Halkın oyunu alarak iktidara gelenler, adeta tam bir hak gaspı içinde. Ve büyük bir suskunlukla geçiştiriliyor yaşamakta olduklarımız. Türkiye Cumhuriyeti siliniyor. Tayyip Erdoğan, Atatürk ve Cumhuriyeti’ni ortadan tamamen kaldırarak, yerine kendisini geçiriyor yeni bir kurucu lider havasında... Türkiye Cumhuriyet yerine, Kürtleri, Apo’yu, PKK’yı, BDP’yi, yani tüm Kürtleri kullanarak, şimdiik onlarla birlikte hareket ederek (yarın onları ne yapacağını bilemem..), bir islami devlet kuruluşu peşinde koşuyor..
5) RTE, zaten geçenlerde İslamın, birlikteliğin temeli olduğunu açıkladı. Bu demektir ki artık Türk, bir tür mürktür.. Kürt vardır, Kürt sorunu vardır, ama artık Türkler ortadan kaldırılarak bu sorunu “çözecektir”! Oysa Türk denen olgu, kendini öyle hisseden yüzmilyonları bütün dünyada birleştirici tek duygudur.. Selanik’te bir satıcı abi Türk müsünüz diye yaklaşıyor bize.. Kimse müslümanlığımı sormuyor! Çünkü İslam bir birliktelik, bütünleşme aracı değildir ve hiç olmamıştır geçmişte de! Dile bakıyor, Türkçe ve hemen yakınlaşıyor.. Kendini de Bulgar Türkü diye tanımlıyor. Bulgar lafını da, yaşadığı coğrafi bölge tanımı olarak kullanıyor.. Biz Türküz diyor.. Olay bu kadar basittir..
6) Ulusal devletler zamanında, üstelik ulusal devletlerin dışında başka hiç bir devlet tipine yaşam hakkı olmadığı dünya koşullarında, RTE-Davutoğlu ikilisi ve adamları, bir ümmet toplumu yaratmak gibi bir hayal peşinde koşuyor.. İslamın, ülkenin birleştirici temeli olabileceği gibi, tarihsel herşeye aykırı, asla hayat bulamayacak bir pan islamist düşünce peşinde koşuyor.
Bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili ne varsa hepsi değişmeli ve yokedilmelidir..
Yokedecekleri aslında Türkiye’dir, millet bu büyük tehlikenin farkında, bu amaçla bayrağını kapıp alanlara koşuyor. Milletin bir kısmı da, eski ve yeni milletvekilleri, sendikalar, çeşitli kitle örgütleri ve liderleri, önderleri,  Ankara’da Milli Anayasa Forumu ve Merkez Kurultayı topluyor..
Bazı aymazlar sanıyor ki Kürt meselesini çözüyor iktidar, aslında Kürtler dahil Türkiye’yi çözüyorlar..
7) Bir iktidar seçilmiş de olsa, devletin, ülkenin, milletin benimsediği temel ilkelerde, değerlerde, varoluşta, ülke isminde ve biçiminde hiç bir değişiklik yapamaz..
Bu yolda ileri süreceği bir değişiklik milletin nitelikle çoğunluğunun onayını almak zorundadır!
CHP yönetimi sessiz bir işbirliği içinde midir? “RTE’nin çözümüne destek çık yoksa eriyip gidersin” diyen küstahların ve utanmazların tehditlerine boyun mu eğmiş durumda?
CHP’den bir kişi görevden ayrıldı mı, konuyu hemen ülkenin ana meselesine dönüştüren ama  muhalefeti ve milleti hiç görmeyen tam bir dikta medyası ortamında, nereye gider bu ülke!
***
8) Şimdi ileri sürülen temel kepaze görüş şu: Türkiye, kuruluşunda yanlış kuruldu!
İnsanın ne diyesi geliyor, biliyor musunuz..
Biliyorsunuz biliyorsunuz...
--23 Nisan 2013/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

23 Nisan 2013 Salı

İktidarın Başını Ne Yiyecek-3


Selanik’ten selamlarımla başlayayım, ama Selanik yazmayacağım, iktidarın ekonomik açmazına devam: Bir ülkeyi ev, apartman, gökdelen şantiyelerine dönüştürerek “köşeyi” dönmüş bir ülke var mı dünyada! Biri bana bunu anlatsın! İleri teknolojiye geçememiş, yüksek teknolojik-tasarım-ARGE’yi imalat sanayi ve bütün diğer üretim alanlarına hakim kılamamış bir ülkede, 2023’de “25 bin dolar milli gelir ve 10.Büyük Ekonomi” ancak politikacı- iktidar palavrası olarak kalmaya mahkumdur. Yazın bunu bir kenara!
RTE’gillerin ana sloganı şudur: “Durmak yok: İnşaata Devam!” İnşaatçılar da dolduruşa gelmiş, ülkeyi ancak inşaat yaparak biz kurtarırız gibi zırvalıkları üstlerine almış durumdalar.. Ev ofis satarak yabancıya, döviz getirecekler ve Türkiye borçlarını ve verdiği dış açıkları kapatacak! O getireceğiniz üç beş döviz Tayyipgillerin dişlerinin kovuklarına yetmez!
Ayrıca iktidar “inşaatçı” politikasıyla, örneğin İstanbul’ın kuzeydeki hayat damarı ormanlarını ve içme suyu beslenme kaynaklarını yokediyor, bunun yolaçacağı büyük sorunların üstesinden ileride Türkiye nasıl gelecek, bilinmez. Küresel sıcaklığın Türkiye’yi kurak bölgeler arasına soktuğunu düşünecek olursak, RTE’nin yaptığı özellikle İstanbul’da iklim değişikliğini hızlandırmak olacaktır.. Adamlar geleceğe büyük sorunlar devrediyorlar! Umarım İstanbul’un kuzeyi, bu iktidar gider de, mahvolmaktan kurtulur..
Ayrıca İstanbul’un yıkılıp yeniden yapılmaya çalışıldığı bu dönemde, iktidar inşaatçılara enerji tasarrufunda “sıfır tolerans”lı binalar/yapılar standartını da dayatmadı! Bir yandan da yeni yapılarda fazla enerji kullanımına devam! RTE döneminin (örnek ve milyarder) iş adamı tipinin de İnşaatçılar olduğunu anımsayalım!
***
Dönelim sanayinin ve ekonominin yapısına...
Sanayinin az gelişmiş ve düşük teknolojik üretim yapısını ele veren iki göstergeye dikkat çekeceğim: Birincisi, gayri safi yurtiçi hasıla içinde, araştırma-geliştirmeye harcadığınız toplam miktarın oranı. Aşağıdaki tabloda üç ülke ile kıyaslamalı olarak yüzdeleri görüyoruz. Türkiye’nin ARGE harcaması yüzde 0,87. Bu 2012’de 0,89 olmuştur. Bu iktidarın hedefi önce yüzde 2’idi, 11 yıldır yüzde 1’e bile ulaşamadıkça, yüzde 3’e çıkardılar! Yok mu arttıran!

2008 %
Brezilya
1,08
Çin
1,47
Kore
3,36
Türkiye 2010
0,87
İşin farkında olanlardan biri Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan.. Hatta Sanayi Bilim ve teknoloji Bakanı Nihat Ergün.. Ama iktidar takmış kafaya yerli otomobili! Çağlayan’ın, yerli marka-otomobil yapımı dayatmasını akılcı bulmayan Mustafa Koç’u televizyonlarda azarlaması, (bir bir tehdittir aynı zamanda!), kendini bilmez bir iktidar gücünün insana ne ayıplar yaptırabileceğinin örneği olarak tarihe geçti! “Yerli oto yapıla!” emriyle bu iş olmaz.. Yayarsınız 10 yıla bu hedefi, önce burada üretil(e)meyen motor vb ne varsa, bunların tasarımı ve üretimi için  bir politikalr dizisi saptarsınız.. Hatta, patronlar yanaşmıyor mu, devleti akılcı bir şekilde üretimin içine sokarsınız.. Beş yılda işi bitirsiniz, sonra gelin ortak markaya.. dersiniz... Veya iş adamları+devlet gibi konsorsiyumla bu işe soyunursunuz.. Yok, adamlar serbest piyasacı ve liberal ya, bu işe soyunmayacaklar!
Ama onların derdinin daha çok “işte yerli marka oto da yaptık” reklamında ve halkın oylarında olduğunu unutmayın!
Öyle olmasaydı, yerli otoya gelinceye kadar  devletin yapacağı neler var neler! Mesela ithal ettiğimiz kimya ürünleri, yarı mamül ve hammaddeler.. 10 mu desem 20 milyar dolar mı.. Petkim nal topluyor. Petkim’i sattılar Türkiye’de olmayan bazı ürünlerin üretimi koşullarıyla.. Minik minik yeni yatırımları yok değil. İkiyüz-üçyüz milyon dolar tasarruf edeceğiz diyorlar yeni yatırımlarıyla.. Oysa bizim 5 -10 -20 milyar dolarlık tasarruflara ihtiyacımız var, eğer koşacaksak!
***
Çağlayan, örneğin Kimya sektöründeki bu üretim açığını ele alsın hele! 5 yıl içinde 5 milyar dolarlık bir üretimi burada nasıl gerçekleştireceğinin, plan ve programını yapsın.. Dayasın planın arkasına devletin ARGE desteğini! Hem yeni, modern büyük iş alanları yaratsın, hem de 5 milyar dolarlık ithalat tasarrufu ve cari açık azlığı! Sağa sola sataşacağınıza görevinizi yapın beyler! Nihat Ergün de, acaba ARGE harcamamız neden yüzde 1’e bile ulaşamıyor derdinden kurtulur! Makamının da hakkını hukukunu verir! Tabii, Kimya sektöründe nasıl ithal edici değil de üretici oluruz, ayrı bir konudur, bir örnek fikir olarak ileri sürülmüştür.. Bütün sektörler için bu söz konusudur..
Böyle bir anlayışın adı Ulusal Bilim, Teknoloji, Yenilikçi ve ARGE politikalarıdır.. Adında ve işin içinde, ulusallık, devlet, aklın güdümü, ülke çıkarına büyük kıskançlık, ulusalcılık olduğu için tüyleri diken diken oluyor mudur bakanlarımızın bilemem! Ama baktıkları, üstlendikleri, yapmaları gereken işin tanımı budur da, ondan söylüyorum (Bunu bilmez olurlar mı?!)
***
Neyse, ülke sanayisi- ekonomisinin içinde bulunduğu zayıflığı ortaya koyan bir başka göstergeyi de anımsatarak yazıyı tamamlayalım Aşağıda, ülkelerin Avrupa ABD ve Japonya’da aynı zamanda tescil ettirdikleri patentlerin sayılarını görüyorsunuz (CBT, 1358).. Bu, sanayinin, ülke ve insan aklının nitelikli dışa vurumu ve yarattığı ekonomik değer anlamına geliyor aynı zamanda! Bu ve benzerleri yoksa, mama yok kardeşim!


2009
Brezilya
58
Çin
667
Hindistan
161
Kore
1.959
Türkiye
24

Yarın bir yazı daha gelecek... O da damardan.. “Bu İktidarın Başını Ne Yiyecek” konusunu tartışırken, aslında ekonomi meselesini geride bırakan büyük gelişmeler içindeyiz, bu bağlamda, siyaseti ele alacağız. Ama şu Tekno-bilim-ekonomi konusunu bir bitirelim..
---22 Nisan 2013/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

21 Nisan 2013 Pazar

İktidarın Başını Ne Yiyecek-2


Önce Perşembe günkü  “İktidarın Başını Ne Yiyecek?” başlıklı gazetede de basılan yazımda acele ile yaptığım yanlışı düzelteyim (Bloğumda düzeltmiştim): Adam başına düşen milli gelir 10 bin TL değil tabii ki $ olacak.. İkincisi, Türkiye’de dolar milyoneri ve milyarderi karışıklığı. Doğrusu: 2012’de dolar milyarderi sayısı 38’den 43’e yükseldi. Wall Street Journal’a göre de, Türkiye’deki dolar milyonerlerinin sayısı 94.000.. 
Şimdi devam:

İhracat’taki Fotoğraf: Türkiye’nin 10 bin dolar milli gelirde çakılıp kalmasının ve ihracat arttıkça cari açığın daha fazla artmasının nedeni tartışılmıyor. Başbakan ve bakanları bol keseden atıyor.. Geçen gün de Forum İstanbul’un tanıtım toplantısında, koca koca patronlar iktidarın bu masalını yineleyip durmuşlar! 2023’de dünyanın en büyük 10. Ekonomisi ve 25 bin dolar adam başına milli gelir! Kendini tahıl ambarında görmek hoş bir şey! AKP bu amaca yönelik ekonomide hiç bir şey yapmıyor? Bir çözüm üretemediği için duvara dayandı.. Temel sorunu söyleyelim: Sorun, ihraç ettiğimiz imalat sanayi ürünleri içinde, yüksek teknoloji içerikli ürünlerin oran olarak yerlerde sürünüyor olması:

Yüzde 1,9! 
Evet evet, % 1,9 (2010 yılı; yıllardır böyle)! Araştırmacı B. Ali Eşiyok’un Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizin 1358.sayısında (29 Mart 2013) yayımlanan “Türkiye Teknolojinin Neresinde?” başlıklı incelemesindeki, Dünya Bankası veri tabanından derlediği rakam bu! Peki Güney Kore? % 28,7! Ya Hindistan? %7,2.. Peki Çin? 27,5. Brezilya: 11,2.. Yani önümüzde büyüyebilen gelişmekte olan ülkeler ve büyüyemeyen gelişmekte olan Türkiye var..
Yüksek teknolojinin payının önemi şu: Sanayi ürünleriniz ne kadar yüksek teknoloji içeriyorsa (kalite!), o kadar  yüksek fiyat, yüksek getiri.. Ayrıca, yüksek teknolojiyi ülkenizde üretirseniz, dışarıdan satın almazsınız, dolayısıyla cari açığınız artmaz, kendi beyin gücünüzü kendiniz kullanırsınız, kaliteli beyniniz ülke içinde büyür, nitelikli iş alanları açılır..

Fakirleşerek Büyüme
Türkiye’nin sanayi malları ihracatının temel özelliği, düşük teknoloji içerikli malların oranının çok yüksek olması.. İhracatımız içinde “düşük teknoloji içerikli sektörlerin payı yüzde 30.4” (*).. Buna düşük-orta teknoloji sektörlerin payı olan % 37.8’i katın, etti: %68.2!..
Ekonominin iyi yapısını gösterecek Orta –İleri Teknoloji sektörlerin payı ise çok düşük: %8.4.. Yüksek Teknoloji sektörlerin payı ise %3.4.. İktisatçılar, ülkenin ihracatının sürekli düşük teknolojili mallara –sektörlere dayanarak artmasına, fakirleşerek büyüme diyor!
İhtiyacınız olan yüksek teknolojiyi ise büyük paralar ödeyerek dışarıdan alıyorsunuz.. Düşük nitelikli ürünleri de ucuza satıyorsunuz! Sizin satın aldığınız orta- yüksek teknoloji bir kamyon ürüne ödediğiniz dövizi geri kazanmak için, mesela 20 kamyon bazen 50 kamyon mal satıyorsunuz! “Yoğun emek ve sürekli çok kaynak” isteyen bir ekonomik yapımız var!

Emek Üzerinde Baskı
Düşük teknolojili üretim yoğun emek ve bol kaynak istediği için ücretleri baskılamak zorundasınız. Çünkü dünyada rekabet edebilmeniz için emek ucuz olmalı. İşte bu iktidar da bunu yapıyor. Taşeron sisteminin nedeni budur.. Sendikaları yoketmeye çalışmasının nedeni de! (Patronlar yüksek nitelikli mal üzerinden değil, düşük ücretler üzerinden üretimlerini sürdürebilsin ve sermaye biriktirebilsinler..) Türkiye ekonomisi hâlâ önemli ölçüde çok ucuz “ne iş olsa yaparım abi” emeklerle dolu! Enflasyon yüzde 10’larda, ama emeğe önerilen yüzde 4-6.. Sürekli ütülen bir çalışan sınıf.. İktidar bu sınıfı ne kadar süre baskılayabilecek..

İmkansız
İşte iktidarın en büyük çıkmazı bu ekonomik yapı. İçeride çarkları döndürmek için en önemli ihtiyaçları ithal etmek zorunda, bu ithalatı da yine dış paralarla karşılıyor. Borç artıyor artıyor (cari açık), tehlike çanları çalıyor, ekonomik büyümeyi yüzde 2,2’ye düşürmek zorunda kalıyorsunuz..  Eşiyok diyor ki: “Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda teknolojide hızlı gelişmeler sağlamadan uluslararası rekabet gücünde (ihracatta) ve cari açık gibi yapısal sorunların çözümünde kalıcı başarımlar elde etmesi neredeyse imkânsız gözükmekte. Teknoloji düzeyi düşük (Harcıâlem, gıda ve tekstil gibi sektörlere dayalı) bir ihracat profilinin uzun dönemde sürdürülebildiği son derece kuşkuludur”
Eşiyok nazik davranmış.. Kuşkulunun ötesindedir durum.. İmkansıza yakındır.. Devam edeceğiz..
--
(*) A. Eşiyok, CBT 139, OECD sınıflandırmasına göre ve TÜİK veri tabanı). İhracatın %32,3’ünü sağlayan düşük teknoloji sektörleri: Gıda ürünleri ve içecek, Tütün, tekstil giyim ürünleri, deri ürünleri, ağaç-mantar- hasır örme ürünleri; kağıt ve ürünleri, basım plak kaset, mobilya sınıfı.. Düşük-orta teknolojili sektörler: Kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri, Plastik ve kauçuk ürünleri imalatı, Metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı, Ana metal sanayi, Makine ve teçhizat hariç; metal eşya sanayi, Deniz taşıtlarının yapımı ve onarımı..
--21 Nisan 2013/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet