Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

25 Ocak 2021 Pazartesi

Uğur Mumcu’lardan bize kalan miras ve bitmeyen karanlık dönemler

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 24 Ocak Pazar, 2021

 

Öncelikle bugün Uğur Mumcu’yu ve diğer demokrasi, Cumhuriyet ve yurtseverlik şehitlerimizi analım. Bu ülkeye büyük değerler kattılar. Hepsi işlerini mükemmel yapan insanlardı. Bunu bir okurum gönderdiği mesajında anımsattı.

Durumu olabildiğince gerçekçi saptamak, yarına bakarak olabilecekleri öngörmek, bağnazlıktan uzak durarak bağımsız ve dik durmak, şüphesiz ki yurtseverlik, dayanışmacılık ve gerçekleri alabildiğine savunmak, 90’ların o karanlık dönemlerinde ve dahası sonrasında bir bir ardına yitirdiğimiz gazeteci, yazar ve aydınlarımızdan bizlere kalan en önemli mirastır. Bunlara sahip çıktığımız sürece hepsinin anısını yaşatmış olacağız, bayrağı da bizden sonrakilere böyle devredeceğiz.

 

Karanlık dönemler hiç bitmedi

 

2000’li yıllarda Hablemitoğlu öldürülmüş, Yarbay Ali Tatar utancından intihar ettirilmiş, onlarca insan, İstanbul halkının belediye seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğratarak kent dışına attığı Binali Yıldırım’ın bugün bile hiç sıkılmadan savunduğu kumpas davalarında hapishanelerde ölüme terkedilmiştir. İnsanların onurlarıyla beş yıl oynanmış, sonra ellerine üçer beşer yüz bin lira sıkıştırılarak pardon denmiştir.

Ülkemizde aydınlatılmamış siyasi cinayetler bir şekilde sürmektedir. Arkasında devlet güçlerinin olduğu tahmin edilen olayların kapağı açılamamaktadır. Tahir Elçi olayı bunlardan önde gelenidir.

Yaşanan pek çok kitlesel bomba katliamlarının, özellikle 2015 öncesi ve sonrasında, siyasi sorumlulukları sorgulanamamaktadır.

Siyasi iktidar (gazeteci kılıklı yardakçıları tarafından) neredeyse hemen her şey, 2014’ye kadar eller üzerinde tutulan, el ayak öpülen, göklere çıkartılan en önemli ve büyük ortak FETÖ’ye fatura edilerek olaylardan sıyrılmaya çalışılmaktadır. Oysa iktidar içinde ve eteklerinde, FETÖ’nün tüm sorumluluklarını paylaşanlar el bebek gül bebek siyasetin önemli figürleri olarak yaşamakta ve ülke hayatına damgasını vurmaktadır.

 

“Öfkeli tepkisel gençler”

Meslektaşım Orhan Uğurlu, Gelecek Partisi yöneticisi Selçuk Özdağ, programcı Afşin Hatipoğlu, peş peşe, kendilerine ülkücü denen kişilerin öldüresiye saldırılarına uğradı. Daha önce de benzer saldırılar yaşamıştık.

Bu saldırıların belirli siyasi merkezlerce özendirildiği açık.

Burada iktidara da bu saldırıların siyasi sorumluluğu ve faturası söz konusu. Saldıranlara adeta “öfkeli tepkisel gençler” gözüyle bakılıyor. Ama iktidar sahiplerinin kısa dönemde bu faturanın etkilerini düşündüklerini hiç sanmayın. Bu durum, AKP içinde ciddi siyasi farklılaşmalara neden olsa da, kimisi rahatsız görünse de, asla feda edemeyecekleri bir birleşik yapıyı sürdürmenin dayanılmaz zorunluluğu içindeler.

İktidar paylaşımı ve bedel ödemek böyle bir şeydir.

 

Uysak mı uymasak mı

 

Aynı farklılaşma, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymak mı uymamak mı konusunda da net görülüyor.

Yargı üzerinde egemenlik, Saray’ın asla ve hiç bir zaman vazgeçemeyeceği bir sürekli iktidar konusudur.

Bunu, İstanbul’daki başsavcının jet hızıyla Yargıtay’a, orada bir dosya bile açmadan ve koltuğuna oturmadan Anayasa Mahkemesi’ne aday olarak gönderilme olayında da net görüyoruz. Tüm atanma Saray’ca kotarılmıştır ve Anayasa Mahkemesi’ne atanarak süreç noktalanmıştır.

Kör parmağım gözüne dercesine bu kadar açık seçik oynanan bir oyun bile, ülkede siyasetin yargı üzerindeki güdümüne ve yargının da güdülünmeye çok çok açık yapısına net göndermeler yapmaktadır.

Adalette yargıda reform mu dediniz?

Göstermelik şeyler yaşarız, ama tayin edici belirleyici şeyler asla yaşamayız.

 

Gerçek kayınca ellerden

 

Aklıma yine 17 Ocakta yazdığım, “ABD’nin en güçlü yönü ne? Ya bizim yargı sistemiz?” başlıklı yazı geldi.

Eh beşinci sınıf “demokrasicilik ve adaletçilik oyunu”ndan daha fazla ne bekleyeceğiz ki?!

Yargısızlık ve adaletsizlik de karanlık dönemin sürdüğünü gösteren, aslında bugünün üst yapısallık özelliğidir. Ve en zor olan da bu yapıdan ülkenin kurtulmasıdır.

Ülkemizde uzun yıllardır gerçeğin egemenlik alanının kaymış olduğu zamanları yaşıyoruz.

Bakalım ne kadar sürecek. Uğur Mumcu’ların aydınlatma bayrağını devralan kaç nesil daha görecek bu ülke!

24 Ocak 2021 Pazar

Dünyayı ne bekliyor, Çin ile yıkıcı rekabet mi işbirliği mi?!

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 21 Ocak Perşembe, 2021


Dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemdeyiz, ekonomik liderliklerin daha 15 yıl öncesinden yer değiştireceğinin projeksiyonlarının yapıldığını, 2030 – 2035’e kadar Çin’in dünya liderliğini devralacağını ileri süren raporları anımsayan var mı? Bu raporlar yanıldı, yani 2030-2035 çok uzun süre, gelişmelerin dinamiğini kestiremedi raporlar, Çin 10 yıl içinde öne fırladı.. Her alanda, ama konum bilim ve teknoloji ile sınırlı bugün.

Dünyada liderliğin - güçlülüğün temelinde, boş laflar değil, bilim ve teknoloji bulunduğunu burada burada kaçıncı kez vurguluyorum bilemem.

Tıpkı bir zamanlar, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren ABD Vannevar Bush’un “Bilim: Sonsuz Ufuklar” raporunun yol göstericiliğinde bilim ve teknolojide ve dolayısıyla ekonomide ve askeri alanda, tüm rakiplerinin (Avrupa, Japonya vb) yerle bir olmasından da yararlanarak Batının dünyadaki liderliğini inşa ettiği gibi, Çin de bugün bilim ve teknolojiye dayanarak kendi liderliğini dayatıyor.

 

Kedi ve fare

 

ABD, öteki kutuptaki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni çökerterek tek süper güç olarak varlığını yüzyıl – bin yıl sürdüreceğini sanırken... Çin yükseldi. Bu yükselişinin tarihi bana göre Deng Şiaoping’in (1904- 1997) “farenin siyah ve beyaz olması önemli değildir, esas olan fareyi tutmasıdır” görüşü ile başlar.

Çin, ABD’yi, kapitalizmin kendi silahlarıyla vuracaktı. Önemli olan fareyi tutmaksa (ABD – Batıyı, kapitalizmi yakalayıp geçmek, Çin’i yükseltmek), kedinin kapitalist veya komünist olmasının bir önemi yoktu. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden veya Sovyet sürecinden çıkardığı en önemli ders buydu Çin’in. “Cüce Deng” den sonrasının Çin Komünist Partisi ve Çin liderlikleri bu politikadan milim şaşmadılar ve çok daha rafineleştirerek inşa ettiler. Sonuç bugünkü Çin’dir!

 

“Kapitalist Çin”

 

Çin için bugün “kapitalist ülke” deniyor ve Çin Komünist Partisi’nin işbaşında bulunması ise pek de akıllara sığmıyor (paradoks sanrısı).

Bu ayrı bir yazı konusudur, ama sadece bir cümle kurayım: Çin kapitalizmin en yaratıcı öğesi olan bireysel yeteneği aldı ve bu yeteneği alabildiğine geliştirerek özgürleştirerek, devletin merkezi desteğine ve rolüne de adapte ederek yola koyuldu. Devletin merkezi rolü ve desteği bireysel yetenekle birleşti. Kapitalizmi kapitalizm yapan ana işleyiş mekanizmalarını (şirket, borsa, finansal piyasalar, bankalar, bilim ve teknolojiye odaklanma, büyük bilim projeleri) da kurarak hızla bugüne vardı.

Tabii Çin kedinin siyah veya beyaz olması önemsizdir politikasını benimseyince, aynı zamanda kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasasına da tabi oldu, yani arkadan gelenlerin öndekini yakalaması ve geçmesi.

 

Determinizm ve toplumlar

 

Şüphesiz sol ortodoks cenahta tartışılmakta olan çok yönü var, Çin milliyetçiliği, emperyalizmi vb de dahil, ama Çin “komünizm hedefi”ni de vurguluyor. Hedefe giden yollar çeşitli! Ayrıca insanlığın inşa ettiği toplumun nereye doğru evrileceği konusunu kimse bilemez, insanlık bu yolda deneyerek değişerek dönüşerek ilerliyor. Çin bu ilerlemenin şimdilik baş rol aktörüdür.

Tarihi determinizm” bakışı bir saplantıdır ve geleceği belirli kalıplar içinde saptayıp insanlığın o kalıpta ilerlemesini sağlayamaz.

***

Amacım, Çin’in bilim ve teknolojide ABD ile nasıl başat duruma geldiğinin rakamsal dökümünü yapmaktı. Ekonomik büyük gücünün ardına bakmaktı.

Sonraki yazılara bırakıyorum, bu giriş çok daha önemli çünkü!

 

Dünyaya ne egemen olacak?

 

Biden koltuğuna oturdu. Evet, ABD’nin “dünya liderliği”ne yeniden soyunacağının ve “akıllı önderlik” etmenin yolunu açacağının işaretlerini veriyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne, İklim Anlaşmasına vb geri dönüşünü vurguluyor.

Salı günkü yazımda belirttiğim, bilim ve teknolojide yeniden büyük bir açılım yapması, iddiasını temellendiriyor.

Burada en önemli rakibi Çin. Tartışmasız.

Biden’ın gelişi, Çin’e karşı büyük meydan okumayı da içeriyor aslında.

Trump, dar bakışı ile, Çin ile mücadeleyi salt ticaret savaşları çerçevesinde sınırlandırmıştı. AB’yi ve NATO’yu bile dışlamıştı.

Biden bu konuyu nasıl ele alacak, Çin ile işbirliği mi yoksa yıkıcı rekabet mi dünyaya egemen olacak...?


Bilim, Beyaz Saray’ın baş köşesine tırmandı... Çin ile liderlik savaşı ve BÜ

 

23 Ocak 2021 Cumartesi

Yıkılsın bilimsel elitist üniversiteler!

Üniversitelerde liyakat yıkılmalı, yerine ideolojik kamplardan insan kalabalıkları oluşmalı...

 

Tamam, bu iktidarın üniversiteleri yüceltmek, ülkenin bilim ve araştırmada dünya standartlarında bir düzeye gelmesini istemek gibi bir derdi yok.. BÜ’ye atanan öğrencilerin kayyum rektör istemiyoruz kampanyalarının öznesi Bulu’nun da böyle bir derdi yok. Üniversitelerin başlarına atanan, birincil niteliği Saray’a endeksli olmak olan AKP siyasetçilerinin tümünün de böyle bir derdi yok.

Hala tüm bunlardan sorumlu YÖK olduğunu düşünebilirsiniz, çoğu muhalif öyle.

Hayır, rektör ve üniversitelerin yönetiminden birinci derecede sorumlu Saray, Reis veya Cumhurbaşkanıdır. YÖK’ü bile bay pas etmiş ve doğrudan atamaları üstlenmiştir. YÖK atamalarda bu aşamada bürokratik bir kayıt tutandır. Oraya rektörlük için başvuruyorsunuz, liste Saray’a gidiyor, birisi seçiliyor. Saray bu listeden mi seçiyor, yoksa zaten aklında olan ve daha önce seçtiği adamı mı atıyor, bilmiyorum. YÖK bilir. Atanmayacağını, Reis’in kriterlerine uymadığını bilen hiç kimse de rektörlük için başvurmuyor.

 

Yeni YÖK, evet ama

 

YÖK, Prof. Yekta Saraç  ile birlikte artık kendine yeni YÖK diyor. Kendine iyi ve ciddi bir iş buldu: üniversitelerin kalite sorunlarıyla ilgileniyor. Şimdi TÜBİTAK Başkanı olan Prof. Hasan Mandal bu konuda kendisine çok yardımcı oldu.

Bir takım yetkilerini üniversitelere devretti, “Yükseköğretim Kalite Kurulunun kurulması, Yükseköğretimde Misyon Farklılaşması ve İhtisaslaşma Projesi, YÖK 100/200 Doktora Projesi, Hedef Odaklı Uluslararasılaşma, Üniversite-Sanayi İş Birliği, Dijital Dönüşüm, Açık Bilim ve Açık Erişim Projesi, Geleceğin Meslekleri Projesi, YÖK Sanal Laboratuvarı, akademide liyakata ve kritik alanlara öncelik veren YÖK-Gelecek Projesi..” gibi konulara odaklandı. Üniversiteleri üçe böldü.. Araştırma üniversiteleri grubu oluşturdu vb.

 

Liyakatı kurması mümkün değil

 

YÖK “liyakat ve şeffaflık” diyor gerçi. Ama üniversitelerin yapılan siyasi atamaların “liyakatını” ölçebilecek bir yetkisi ne yazık ki yok. Çok sıkışık zamanlarda Cumhurbaşkanı atamalarına destek çıkmayı da yerine getirmek zorunda. Çünkü Cumhurbaşkanına bağlı!

Üniversitelerin hedeflerine ne kadar ulaştığı konusunda ölçümler yapıyor her yıl. Son endeksinde santim santim ilerlemeler kaydedildiğini gördük.

Ama esasta değişiklik pek yok.

Demek istediğim tepeden yapılan siyasi atamaları YÖK’ün ne kadar liyakat ve şeffaflık ilkeleriyle denetleyebileceğini tartışamam, olanak pek veremem.

Yani bir yandan Saray ve bir yandan liyakat ve şeffaflık arayışında YÖK.

 

Siyasal Üniversite isteniyor

 

Üniversiteler liyakata ve bilime göre mi yönetilmek isteniyor?

Hayır. Kendisi de üniversite mensubu olan, iktidarın ekran yüzlerinin açıklamalarını izlediğinizde, bilime, bilimsel elitizme, seçkin üniversitelere duyulan büyük kin ve nefreti görüyorsunuz.

Efendim Anadolu’ya, yoksullara kapalıymış üniversitenin kapıları. Anadolu yoksulmuş, ideolojik olarak da dışlanıyorlarmış özellikle iktidarı destekleyenler, bu nedenle BÜ’nün başına yapılan tepeden atamalarla bu düzen bozulacak... Her görüşten ideolojilere kapılar açılacak!!!

Yıkılsın BÜ, ODTÜ gibi iktidara yandaşlık yapmayı istemeyen elitist üniversiteler!

 

Üniversiteler elitist yerlerdir

 

Evet bilimsel elitist yerler. Liyakat hiyerarşisinin olduğu her yerde elitizm vardır. Bu elitizm ideolojilerle ilgisizdir. Sağcı da olabilir solcu da.. Liberal de.. Ama bilimselliği yoksa, zayıfsa, ister solcu ister liberal olsun, yeri neresiyse orasıdır. Aranan öncelikli nitelik liyakattır. Yoksa lütfen başka yere!

Ama bilimsel liyakatizm, koç başlarıyla yıkılmaya çalışılıyor.

Bunlar yıkılacak ve ülkenin ortalamasının altına eşitlenecek her şey. Bileşik kaplara akacak. Üstelik delikli bir bileşik kap sistemine..

 Bilimde biad yoktur. Siyasal veya ideolojik sadakat bilimde zırvalıktır.

Türkiye’ye büyük zarar veriliyor.

BÜ’den epey bir süre başarım bekleyemezsiniz, hocaların yüzde 98’i atanmışa karşı, kendilerini aşağılanmış görüyor, Reis’in kayyumunun gitmesini bekliyor.

Bay kayyum da polisin pratik davranıp üniversitenin kapısına kelepçe vurmasını pek zeki bulup destekliyor.

Bulu bey, dışarı davet ediliyorsunuz tüm üniversitece, öğrencisiyle hocasıyla.

Buyurun, bu tarafa alalım...

ABD’nin en güçlü yönü ne? Ya bizim yargı sistemi?

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 17 Ocak Pazar, 2021

 

Herkes buna ayrı yanıt verebilir. Kongre’nin basılması, Trump’ın zavallı duruma düşerek pılısını pırtısını toplayarak tarihsel bir siyasi perişanlıkla koltuğunu terk etme noktasına gelmesi, soruya net yanıt veriyor: Hukuk sistemi...

Dikta eğilimli, seçimi kaybetmesine rağmen koltuğu terk etmemek için her şeyi deneyen Trump ABD’nin adalet sistemine çarptı. Oysa, 4 yıl boyunca yargı sistemine yaptığı atamalarla aslında kaybedeceği seçimleri yargı eliyle kazanmanın hesabını yaptı.

En son, seçimlere iki ay kala yüksek yargıya yaptığı atama bile, eski başkanların atamalarıyla karşılaştırıldığında, alışılmamış bir karardı. Oysa atamayı seçim sonrasına bırakması bir centilmenlik beklentisiydi, ama nerede o kalıbın adamı!

Daha seçimler yapılmadan haftalar önce demokratların oyları - sandığı çalacağı, hile yapacakları propagandasına girişmişti. Ortada fol yok yumurta yok. Özellikle mektupla oy kullanılmasının iptali için çok çalıştı, çünkü demokrat seçmenler arasında önemli bir kesim bu yolla oylarını kullanıyordu.

Sonra seçim sürecinde durmadan, günde neredeyse beş parti, oyların çalınmakta olduğu, listelerin değiştirildiği yalanlarını çığırdı.

Daha seçimlerden önce hem yerel mahkemelere hem yüksek mahkemeye başvurmak için bir avukatlar ordusu kurdu.

Önce eyaletler temelinde açıklanan sonuçları, kazanacağını düşündüğü eyaletlerde yerel mahkemelerin ve temyiz mahkemelerinin iptal etmeleri için davalar açtırdı.

 

İki itiraza da ret!

 

Bu davalar büyük bir çoğunlukla reddedildi, hile yapıldığına, listelerin değiştirildiğine ilişkin bir bulgu kanıt bulunamamıştı.

Sonra Yüksek Mahkeme’ye iki kez itiraz bulundu avukatları.

Yüksek Mahkeme’nin 3’ü demokrat başkanlarca, 6’sı cumhuriyetçi başkanlarca atanmış 9 üyesi bulunuyor. En son üyeyi, bir kadın yargıcı iki ay kadar önce bizzat kendisi atamıştı.

Yüksek Mahkeme’ye Pensilvanya sonuçlarının, ikinci seferinde yine bir kaç eyaletteki seçimlerin iptali için başvuru yapıldı. Yüksek Mahkeme ilkinde oybirliğiyle, ikincisinde iki çekimserle başvuruları reddetti. İkinci başvuru güçlüydü, Sedat Ergin, “başvuru Teksas eyaletinin Cumhuriyetçi Başsavcısı tarafından yapılmıştı ve ayrıca 18 eyalet başsavcısı 106 Cumhuriyetçi Kongre üyesi tarafından destekleniyordu” diye yazdı (12 Ocak).

Yerel düzeyde, bir kısım muhafazakar savcıları ancak harekete geçirebilmişti.

Fakat kaybettiği seçimleri bu kez yargıyı kullanarak tekrar ettirme, Seçiciler Kurulu’nda şüphe uyandırarak Biden’in atanmasını engelleme  ve seçimleri yargı yoluyla kazanma politikası iflas etti.

 

Capitol’u basın!

 

Bugüne kadar görülmemiş bir şey daha yaptı, intikam hırsıyla ve gözü karalıkla: Seçimleri çalacaklar diye bağırıp çağırarak, muhafazakar, beyazların üstünlüğüne inanan, Hitler hayranı, aralarında eski askerlerin de bulunduğu, Amerika’nın dinci ku-klus-klancı, ırkçı en karanlık muhafazakar kitlelerini harekete geçirdi ve isyana hazırladı. Öyle ki, Biden’ın başkanlığının onaylanacağı gün Capitol’e gidiyoruz, diye çağrı yaptı. Nitekim kışkırttığı kitleler Capitol’u bastı.

Trump, muhafazakar ağırlıklı Yüksek Mahkeme için “Yüksek Mahkeme’den de memnun değilim. Benim aleyhime karar vermek hoşlarına gidiyor... Üçünü ben seçtim.. özellikle de biri için çok kavga ettim...” diyecekti.

İşte, ABD’nin en güçlü sistemi ne sorusuna yanıtın, yargı sistemi olduğu ortaya çıkıyor. Bir Başkan, en kötüsünden bile olsa, pek çok ülkenin kaderini değiştirebilir. Ülkeyi batırabilir, çıkartabilir, rezil edebilir, yargıyı ele geçirerek diktatörlüğünü sürdürebilir.

ABD’nin en güçlü yanı birincisi güçler ayrılığının çok sıkı ayrıntılı bir şekilde yapılandırılmış olmasıysa, ikincisi ve daha önemlisi yargı-hukuk sistemi. Zaten güçler ayrılığının teminatı da bu sistem diyebiliriz.

Muhafazakar başkanlarca, üçü bizzat Trump’ça atanmış olmalarına rağmen, Yüksek Mahkeme Trump’ın sahtekarlığına hukuksuzluklarına ve istemlerine zerre prim vermiyor ve yasa- hukuk ne diyorsa onu yapıyor.

 

Bu kaliteyi sağlayan ne?

 

Burada yargıç kalitesi birinci derecede önemli. Hukuk eğitimi öncelikle. ABD’de hukukçu olmak en zor iş.

Bizde 4 yıl oku, biraz staj yap, avukat veya yargıç ol.

ABD ve Kanada’da ise, hukuk okumak için önce herhangi bir alanda başka bir üniversite eğitimi – diploma almak zorundasınız. Önemli değil, isterseniz biyokimya okuyun!

Sonrasında da zorlu süreçlerden geçiyorsunuz. Yüksek Mahkeme’ye atanma noktasına gelinceye kadar da, evet belki sosyal muhafazakar görüşlere sahipsiniz, ama yargıçsınız, yasalara gerçeklere bağlısınız. 9 yargıç arasında ilginç, tek bir Trump lehine fire bile verilmemesi, sistemi ayakta tutanın ne olduğunun kanıtıdır.

Belki Sedat Ergin, 6 yıl bulunduğu ABD’de deneyimlerini bu konuda yazar. Çünkü “ABD’nin en güçlü yanının hukuk- yargı olduğu” görüşünü, yaptığımız uzun bir telefon sohbetinde ondan aldım.

Bu arada, ABD’de sadece hukuk fakültesine giriş için değil, tıp fakültesine giriş için de, tıp öncesi 4 yıl istenilen dersleri almak zorunda olduğunuzu da burada belirteyim.

17 Ocak 2021 Pazar

Aşısız bir ülke manzarası ve bilinmezlikler

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 14 Ocak Perşembe, 2021

 

Aşı başladı derken hayale kapılmayın. Sağlık çalışanlarına yetecek kadar aşı var sadece. Devamı ne zaman gelecek bilinmiyor. Dünyada aşı 1 ay önce başlamışken, Türkiye’yi aşısız ve savunmasız bırakan, ve ancak 3 milyon doz aşı getirtebilen beceriksiz bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi...

Üyeleri diyor ki bahar gelecek güller açacak.. aşılanacak herkes.. turizm patlayacak Türkiye bu yıl köşeyi dönecek, merak etmeyin...

Ülke batmış, süt ve ürünlerine yüzde 25’un üzerinde zam.. emekliye ve memura yüzde 7 zam. Yıllık enflasyon yüzde 36; ihtiyaçlarınız elinizi yakıyor. Politikacı, bu durumun sebebi ve yöneticisi, uydur uydur söylüyor.

Kanada, 38 milyon nüfuslu ülke, 266 milyon doz aşı siparişi verdi ve stoklarını dolduruyor, bu yetmedi geçenlerde 20 milyon doz daha satın aldı.

Bir adım önüne bakan, halkının ve ülkesinin yakın geleceğini planlayabilen ülkelerin durumu bu.

Bizim iktidar 3 milyon dozu zar zor getirtebildi.

 

En etkili aşılar neden yok?

 

Sağlık Bakanı “Çin aşısı klasik daha güvenli” demişti, acaba korku, endişe, toplumun sözde ileri kesimlerinde bile egemen olan mRNA aşısı karşısındaki bilgisizlik ve bilinçsizlik mi BioNTech aşısından uzak tuttu iktidarı? Pandemi bilim kurulu böyle mi tavsiyede bulundu?

Anlaşma yaptık yapıyoruz, Uğur Şahin ile konuştuk konuşuyoruz, ayrıcalık istedik istiyoruz, burada üretim yapalım dedik diyoruz... eli kulağında geldi gelecek.

Bir sürü laf.

Ama halk aşısız. Savunmasız. Ekmeksiz. Esnaf perişan. Dükkanında, iki sipariş alacak, paketle satacak diye bekçilik yapıyor. Sigortasız çalışanların hepsine yol verildi, diğerleri işçi çıkarma yasağı nedeniyle günde 39 TL’ye var olmaya çalışıyor.

 

Yeniden yeniden aşılama olabilir

 

Normale dönmenin, insanların ekmek teknelerini çalıştırmalarının yolu, ülkeyi aşılamaktan geçtiğinin farkında değiliz. Maske mesafe hijyen laf, yine de onlar olmasa bu ülke ölümlerden hastalıktan kırılmıştı; ama kısıtlamayı kaldırdığınız anda salgın alıp başını gidiyor, çünkü insanlar ekonomik faaliyetlerini sürdürmek için kalabalıklaşıyor, birbirine sürtünüyor, iç içe giriyor.

İktidar, hele beş bine doğru iniş yolu gözüksün vaka sayısının, kısıtlamaları gevşetecek, yine tepelere doğru tırmanacak.

Neden Kanada ve diğer ülkeler aşı stokluyor?

Çünkü yapılan aşıların koruyuculuğunun ne kadar süreceği bilinmiyor.

Belki 3 ay, belki 6 ay...

Eğer halkını acil aşılayamazsan tehlike büyük, bulaşma sürer bir yandan ve yüzde70 sürü bağışıklığına ulaşamazsın.

 Aşının bağışıklık etkisi kısa süreli ise herkesin yeniden aşılanması gerekecek.

Belki 6 ayda ikinci kez daha, bilmiyoruz.

Hangi aşının daha uzun süreli etkililiğini sürdüreceğini bilmiyoruz.

 

Hiç bilmediklerimiz var

 

Ama Çin aşısının yüzde 50,4 etkililiği ile BioNTech’in yüzde 95 etkililiği arasında fark da, koruyuculuk açısından çok önemli. Bizde belki de aşı yapılanların yüzde 50 sinde aşı işlemeyecek veya zayıf koruma sağlayacak ve bu insanlar virüse karşı korunmak ve yaymamaları için kısıtlamalara uğrayacaklar.

Bunların hiç birini bilmiyoruz.

Aşı uygulamalarının sahadaki sonuçlarına göre gerçeklerle karşılaşacağız.

Bir de, toplumun yüzde 50’si aşıya direnirse, toplumsal bağışıklığı sağlamak ekstra olanaksız hale gelecek.

3 milyon aşının ne sonuç vereceğini bile bilmiyoruz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, ülkeyi soktuğu bu öngörüsüzlükten ve güvensizlikten bir an önce çıkarmalı ve etkililiği yüksek aşıları bir an önce ülkeye getirmenin yollarını aramalı.

 

Yazıma ek bilgi

 

Pazartesi günkü yazımda, iki anketin sonuçlarını karşılaştırmıştım, milletvekili seçimlerinde Akademetre anketinde kararsızların dağıtılmış halinde partilerin muhtemel oy oranlarını vermiş, MetroPoll anketinde ise kararsızların dağıtılmamış ham oy oranlarını yayınlamıştım. Prof. Özer Sencar, bu bilgiyi de gönderdi.

MetroPoll’un araştırmasında, bu pazar seçim olursa hangi partiye oy verirsiniz sorusunda kararsız seçmenin partilere dağıtılmasıyla şu sonuç elde ediliyor.

AKP              30,6 (38,9)

CHP              20.0 (25,5)

İyi Parti        8,9   (11,3)

HDP              8,7   (11,1)

MHP             6,8   (7,7)

Deva 2,2; Gelecek 1,6; SP 0,8


Kararsızların dağıtımı hep sorunludur. Oy oranına göre dağıtmak bilimsel kabul edilmez. İki anket de kendine özgü yöntemle gerçeğe ulaşmaya çalışıyor. Akademetre, kararsızların dağıtımında bilimsel olarak daha doğruya yakın bir yöntem geliştirdiğini açıklıyor.

Aşı: Bilinç, bilgi ve aydınlanma düzeyi yerlerde