Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Eylül 2017 Cumartesi

Dini cemaatler ile parçalanma ve yoksulluk arasındaki derin ilişki

İslam ülkeleri cemaat, tarikat vb gibi dini arkaik kuruluşlarca sarılmış durumdadır. Arkaik diyorum, çünkü varoluşlarının kökeni İslam’ın kuruluşundan başlıyor.. Bunlar yüzlerce kol ve isim halinde dal budak salmış, İslam dünyasının bütününü sarmıştır.
Bunların en büyükleri tamamen siyasileşmiş yapılardır; yani siyasi iddiaları vardır ve iktidarları ve devleti yönlendirmeyi, dahası iktidara bizzat gelmeyi anlayışlarının gereği sayarlar. Bu siyasallaşmışların en radikalleri IŞİD, El Kaide, Taliban vb gibi örgütlerdir. Savaş ve Cihat ile öne çıkarlar. Fethullah Gülen gibileri buna iyi bir örnektir. Gülen, daha başından siyasi iktidarı hedefleyen bir yapı oluşturdu ve en son geldiği nokta askeri darbe oldu.
Pek çoğu ise “yerel iktidar” sahipliği ile yetinir. Yani kendilerini yaşatacak, var edecek, parasını-ekmeğini kazanacak, yakın çevresini besleyecek irili ufaklı cemaatlerle varlıklarını sürdürür.

Demokrasi ve saydamlık sıfır

Hiç birinin şüphesiz ki demokratik bir yapıyla ilgisi yoktur. Seçim meçim kitaplarında yazmaz. Cemaat lideri, şeyhi, seyidi kendisinden sonra kimi isterse onu posta oturtur. Müritler de kabul eder. Geçen gün bir fotoğrafta gördüğümüz gibi, eğer gerçekse, kalkar, şeyhin çocuğunun sünnet edilmiş pipisini öper.
Bunların hiç birinde kişisel irade özgürlüğü yok, boyun eğdirme- eğme var. Her bireyin sahip olduğu beyin, inanç bataklığı içinde hiçleşir. Bu dini oluşumların liderleri adeta Tanrının tapulu sahibi gibi davranır, ettikleri kelam Tanrı buyruğu gibi algılanır. Bir soytarı çıkar pantolon giyenleri cehennemlik ilan eder..
Zerre saydamlık yoktur, paralar oluk oluk akar ve post sahibinin istediği gibi harcanır. Ne mürit hesap sorar ne devlet...
Bu girişti, diyeceğim başka.

Geri kalmışlık- dini cemaat ilişkisi

Bazı sosyologların ve yazarların gözünde bu “sosyal bir gerçekliktir”, olduğu gibi kabul edilmesi gerekir. Fakat genellikle yarı parçalanmış feodal yapının, yerleşmemiş ve yaygınlaşmamış ve üretici olamamış bir kapitalizmin, sanayileşememiş ve oluşmamış ve yerleşmemiş bir laiklik anlayış ve uygulamalarının, siyasetin laikleşemediğinden ve dini oy ve iktidar amaçları için kullandığından.. bahsetmezler.
Sosyal gerçeklik” mekanizmasının, emperyalizmin sömürü, yönetme ve hegemonya mekanizması olarak çalıştığına da değinmezler.
Toplumun yaratıcılığının, ekonominin üretkenliğinin neden az olduğu ve bunun toplum içindeki dini arkaik yapılaşmalarla ilişkisi, kimseyi ilgilendirmez.
Neden bugün İslam ülkelerinde terörün, parçalanmışlığın, ezilmişliğin, sömürünün şahı vardır... Bir sosyal bilimcinin veya bu konuda kalem oynatanların, bunun nedenlerini soruşturması ve toplumun arkaik yapılarıyla ve politik bağlantılarıyla ilişki kurması beklenmez mi..

Derin ilişki

Dini cemaat ve tarikatların İslam ülkelerinde yaygınlığı ile, bu ülkelerin geri kalmışlığı, Batı’nın pazarı olması, bu düzeni sürdürmede ve ortak sömürmede batı ile siyasi işbirlikçilik ve iktidar paylaşımı içinde olması arasında birebir ilişkiyi kurmayan “ünlü”ler, muazzam alkışlarla el üstünde tutulur.
Cumhuriyete karşı Saidi Nursiler yüceltilir.
F. Gülen terör örgütü cemaatini bir arada tutan “tutkal”ın ne olduğunu bile anlamazlar.
Dahası, Cumhuriyetin başarısızlığını ilan ederler. Bundan derin bir sevinç de duyarlar: Cemaatler, tarikatler galip gelmiştir, alkış alkış alkış...

Devrimleri başarısız ilan etmek

Dahası derler ki: İşte Anadolu bu, onu hiç bir zaman anlamamıştır Kemalistler. Bu nedenle de yenilmiştir.
Kastettikleri Anadolu’nun en arkaik kültürüdür. Çünkü varlıklarını buna dayandırırlar.. Atatürk bunun yerine bağımsız, özgür düşünebilen bir milleti geçirmek ve ülkeyi dünyanın sayılı ülkelerinden birine dönüştürmek istediği için “tu – kaka” edilir.
Bence erken vaazlara kanmayın.
Tarihimizin en büyük dönüştürücüsü, devrimcisi, tüm İslam dünyasında tektir ve tüm İslam ülkelerinin esaretten kurtulması ve kötü kaderini yenmesi için de meşaleyi yakan kişidir.

Atatürk’ün devrimleri başarıya ulaşmıştır. Bunu da yazacağım.
28 Eylül 2017 Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Eylül 2017 Perşembe

Cemaat ve tarikatların nesi “sivil toplum”?! Bırakın palavrayı!


Uzun zamandır yazmak istediğim bir konu... dini cemaatler, tarikatlar ve benzerleri.. şüphesiz ki yurttaşların çok çok azınlığını kendi ağlarının içine düşürebilmiş durumdalar, ama mali kaynakları muazzam... şüphesiz içinde din felsefesi olarak tanrıyı ve ona varış yolunu ciddi olarak tartışan, anlamaya çalışan, fikir yürüten pek çok insan var.
Mesela, “taksi şoförlüğü” yapan, beni gördükçe hemen arabasına alan Rizeli “medrese tahsili” görmüş dostum onlardan biri. Bilgili, fanatik değil, görmüş geçirmiş, “el almış”, mantık üzerinden düşüncelerini kurgulama ustası. Birbirimize hep saygılı kaldık.
Sözüm onlara değil. Bu azınlığın da azınlığı insanlar, varlığın nedenini anlamak için caba sarfediyorlar ve kendi yollarından gidiyorlar: Mesela şoförlük yaparak..

Cemaat: Para, iktidar ve insanları ötekileştirme

Cemaat tipi dini örgütlenmelerin bence hiç biri bir sivil toplum örgütü değildir. Hiç bir zaman da olmadılar.
Hemen hepsinde, en azından üyeleri ve önde gelenleri arasında, güçlü bir “kadın düşmanlığı” vardır. Bu düşmanlık, kadını bizlerle eşit bir varlık olarak görmez: Kadın baştan sona cinsel bir objedir.. Varlıkları adeta bu histeri üzerinde şekillenir. Cinsellik “ayıp”tır, “günah”tır. Kadın bir günah işleme aracıdır.. . Kadın tamamen örtünmelidir. Ama bunu savunan “kültür birikiminden” nasibi almamış ilkel yaratıklar, gece “günah aracı” karısıyla yan yana yatar.
Baktığınızda cemaatçi bu köktendinci fanatiklerin (IŞİD kafasıyla hemen ilişki kurmanızda hiç sakınca yok), iktidarlarını esas kadın üzerinden toplumsal olarak inşa etmeye çalışırlar. Kadını yok sayarak, bastırarak, aşağılayarak ve bir köle statüsüne sokarak yükseleceklerdir.
Sadece “sivil alanda’ olsa..

Güçleri devlet ve siyasetten..

En büyük gücü de etekleri altına sığındıkları devletten, siyasetten alırlar. Korurlar, beslenirler, devlet memuru yapılırlar, Cemaatlerine milletin kamusal zenginliklerinden mal ve para devşirirler. Ürettikleri bir şey yoktur, ama yedikleri çok şey vardır. Şimdi en şaşaalı günlerini yaşıyorlar.
Bunlardan biri, politik araçlarla, devlet, toplum, iş dünyası ve asker içinde darbe yapacak ve her yeri kapsayacak duruma bile geldi ve darbe girişiminde bulundu. Kimler sayesinde? Baktığınızda, tüm siyasi iktidar ve partilere şirin görünmüş, ama bu iktidar zamanında ise en büyük güce erişti. Yıllarca “Çak ortak...” havası içinde yaşadılar.
Bir diğeri, İbni Sina, İbni Rüşt gibi gibi İslam kültüründe, bilim ve felsefesinde yüz akı insanları, “sapkın, yük karası” diye nitelendirecek kadar düşünce çamuru içine batmıştır. Bunları büyüten bir de, durmadan ekranlara çıkartan programlardır.
Ensar Vakfına bakın. İktidar elinden gelse neredeyse tüm Türkiye’ye peşkeş çekecektir. Üstelik çalıştırdıkları insanlar arasından bol miktarda cinsel tacizcilerle kız ve erkek çocuklara cinsel tacizci çıkıyor.
Yumurtladıkları, nasıl bir ülke istediklerine ele veriyor: En son biri “kızlarla arkadaşlık yaparsanız kötü yola düşersiniz”, diyor.
Son bir ayda topluma verdikleri mesajlara bakın:
Gölcük Müftüsü olacak bir kişi, kendini türbanlamayan kadınlar için “Mağazalarda ambalajı açık teşhir ürünleri hep yarı fiyatına satılır, anlayana” diyecek kadar sapkınlık gösterebilmiş ve topluma hakaret edebilmiştir.

“Domates gibi soyulmuş” deme utanmazlığı

Kadını türbana sokan erken köktendincilerin yarattıkları efsunlu dünyanın etkisinde kalıp "Müslüman kadının da bir tesettür olmalıdır. Başları biraz açılmış, kabuğu soyulmuş domatesi kimse almak istemez. İşte bu anlamda tesettür de kadını mahfezin içine alır onun manasını ve suretini korur," diyen kadınlar bile çıkabilmektedir.
Artık kadınlar da kendilerini tıpkı erkek yobazlar gibi cinsel bakışla değerlendiriyorlarsa, tüm bunların “sivil toplum” ile ne ilişkisi olabilir?
Tersine, sivil toplumu, özgürlüğü ortadan kaldırmayı amaçlayan girişimlerin odaklarına dönüşmüştür bu kurum ve kuruluşlar.
Yaşadıkları şaşaa, tüm bunların nasıl parasal çamur içinde yüzdüklerinin de kanıtları. Büyük ve kirli paralar üzerinde kurulan saltanatlar.. iktidarlar.. topluma hakaretler ve düşmanlıklar...
Bunlar “sivil toplum” kuruluşları öyle mi?
Sivil toplum düşmanları demek daha doğru bir tanımlama..
26 Eylül 2017 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


26 Eylül 2017 Salı

Bir açılış törenini izlerken: Bilim dünyayı değiştiriyor, siyaseti de belirleyecek

Akademik yaşamın temeli olan, ‘dünyayı değiştirebileceğimize olan umud"a adanmıştır.”, güzel sözü üzerine düşünceler..
Geçen Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ders yılı açılış törenini izledim. Tıp Fakültesi henüz beş yaşında, öğrencileri 4.sınıfta. Kurucu Dekanı Türker Kılıç, beyin cerrahı... Araştırmacı bilim insanı ve üniversite kavramını, içselleştirmiş bir akademisyen. Kaybettiğimiz ünlü beyin cerrahımız Yücel Kanpolat yol göstericiliğini yapmıştı.
Prof. Kılıç, niteliği yüksek bir tıp fakültesi hedefiyle hareket etti. Öğretim üyesi seçimi, öğrenci yetiştirme, ders programında ve tıp fakültesine küresel boyut kazandırmada.
Açılış programı öğrenci odaklıydı ve önemli tıp merkezlerinde  çalışmalar yapan öğrencilerin izlenimlerini dinledik. Bu öğrencilerden bazıları önemli araştırma makalelerinde adı var; aralarında, bilim insanları için başarı ölçeği olan h-5 sayısına ulaşmış olanlar da. Bilimsel makalelerde imzası olan 30 kadar öğrencileri olmuş. Onlardan Melih Atalan’ı, İrem Türkmen’i,  Deniz Kılıç’ı vb dinledim. Yolları açık olsun!
Amaç, dünyayı koklayan öğrenen, iyi hekimler ve bilim insanları yetiştirmek.

Bilgi: 20 yılda üçte biri eskiyor

Rektör Şenay Yalçın, üniversitenin kurucu ilkelerine, Atatürk’ün dünyaya açık bakışına göre, insanlarla ve dünyayla iletişime açık nitelikle öğrenciler yetiştirme hedefini vurguladı. Üniversite’nin Vakıf  Kurucu Başkanı Enver Yücel, istenirse ve ortamını yarattığınızda her şeyin yapılabileceğini vurguladı. Özellikle geleceğin tıp dünyasıyla sağlık sektörünün gelişmesinin yakından izlemek gerektiğini, tıp alanında büyük veri depolamalarını kullanan yapay zekaların teşhis koymada vb., doktorlarla yarışacağını belirtti. Google gibi büyük teknoloji şirketleri sağlığa el attı, tıp ile mühendislik birleşti, dedi.
Bu yıl yeni öğrenciler Erzen ve Ortuğ sınıflarında derse başlayacaklar. Canan Erzen ve Gürsel Ortuğ da öğrencilere ilk derslerini verdi. Erzen, bilginin artış hızına ve öğrencilerin işinin zor olduğuna dikkat çekti. Bugün nano teknoloji alanında üretilen bilgi 18 ayda bir ikiye katlanıyor. 2020’de tıp bilgileri ise 2,5 yılda bir ikiye katlanacak. Ve en ilginci, 20 yıl içinde üretilen tıp bilgileri eskiyor, yanlışlığı gösteriliyor ve sadece üçte biri güvenilir bilgi olarak kalıyor.
Erzen doğru bilginin, doğru araştırma yöntemleriyle üretilmiş ve kanıtlanmış bilgi olduğunu anımsattı.

Yarının Hukuku nedir?

Türker Kılıç, bilimin engin ufku üzerine açılış konferansını verdi. Bilim dünyayı değiştiriyor. Kılıç, geçen açılışta da ses getiren bir konuşma yapmıştı, bu nedenle merakla bekliyordum. Konuşma Başlığı “Geleceğin Hukuku” üzerineydi.
Bildiğimiz ceza hukuku vb değil şüphesiz! Geleceğin canlı yaşam hukuku! Ve modern bilimin buna bakışı! Bilimin, yaşamın anlamını belirleyici özelliğini öne çıkardı, son araştırmalardan örnekler verdi. Tekil’in değil çoğulun önemini vurguladı. Bir ağaç yaprağını tanımlamak iyi, ancak yaprak dallarıyla, dallar ağacıyla, ağaç da ormanla birlikte varoluyor.
Ben”, ancak başkalarıyla var olabilir, içinde bulunduğu ağ ile tarif edilebilir. Zihin, ortamın kendisini geliştirmesiyle vardır. Her şey bir “bütünsellik” ile ilişkilidir. Bir uzaylı dünyaya baktığında insan türünü tek bir organizma olarak algılar. Tek bir karıncadan ziyade, karınca kolonisinin varlığı önemlidir. Bu bir organizma, ayrıca bir ormanla birlikte varoluş hukuku yaratır.
Araştırmacılar için de ayrı bir hukuk vardır. Bir ameliyathanede her şey kurallı ve belirleyici hukuğa tabidir. Ameliyathane bir bütünselliktir.
Canlılığı oluşturan, bağlantısallığın kendisidir. Beyin 100 milyar nörondan oluşuyor. Bu şimdi bilgisayarda simüle ediliyor. Yaşam bir kodlamalar ürünüdür. Beyin böyle bir kod sisteminin ürünüdür. Bilinç, enformasyon gerektiren bir süreç, maddenin bir biçimi, fiziksel bir niteliktir. Yaşam iç içe geçmelerle oluşuyor ve yeni paradigmalarla ilerliyor..

Medya özgürlüğü şart

Bunlar eksik anlatımlar tabii... Türker Hocayla tüm bunları HBT’de konuşacağız..
Özgür beyinlerle birlikte toplum ilerler ve beyin gelişir. Bilim için bu kaçınılmaz bir olgudur.
Gazetecilik de toplumun akıl sağlığı ve gelişimi için vazgeçilmezdir. Hem bilime özgürlük hem medyaya.. Her ikisi olmadan toplam var olamaz ve güdük kalır, çürür. Türkiye gelecekle var olabilir.

Bu nedenle de bugün Cumhuriyet çalışanlarını özgür bırakacak adalet bekleyişi içinde olacağız.
25 Eylül 2017 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet