Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

21 Aralık 2011 Çarşamba

3 Koltuk Boşalıyor - 7; Erdoğan Vesayet Arıyor


Aslında çok önemli 2 yıllık sürece girdik. Beşir Atalay dedi ki: AKP liderliği, geleceğe yönelik politikalarını saptarken stratejik düşünür.. 
Yani diyor ki: Gelişmeleri raslantılara bırakmayız... Erdoğan ve yakınları, boşalacak 3 önemli koltuğun nasıl dodurulacağı sorunuyla uğraşıyor.
Temel siyasi gerçek şudur: Erdoğan bugün sahip olduğu liderlik gücüne dayanarak, eğer siyasetten emekli olmaya niyeti yoksa, Cumhurbaşkanlığını, Parti Başkanlığını ve Başbakanlığı, öyle bir şekilde “bağlamaya” çalışacak ki, önümüzdeki 10 yılda kendisini ve geleceğini görebilsin.
Şüphesiz ki “gelecek 10 yılı bağlama”, politikacının “gönlünde yatan iyi gelişmeler”e dayanır. Varsayım şudur: 5 yıl- 10 yıl daha iktidarsak eğer, 10 yıl boyunca ülkenin en etkin kişisi olmayı nasıl sürdürürüm!
Özellikle lider konumundaki bir politikacı, bu hesaplamaları ve buna yönelik stratejileri, zirvede olduğu sırada yaparsa, en yüksek yararı sağlayacak denklemler kurar!
Bu sadece Erdoğan için geçerli değil! Abdullah Gül de aynı şekilde düşünecektir! İkinci-üçüncü sıradaki politikacılar da! Gelecek kariyer ve beklentilerin hesabı, her türlü ‘dini kardeşlik’ hesabının üzerindedir! Hiç bir siyasetçi bunun dışında kalamaz.
Şüphesiz, Türkiye iç, dış ve bölge dinamiklerinin; sadece siyasi değil, ekonomik gelişme dinamiklerinin de büyük etkisi altında. Siz “bugünkü olağan gelişmelerin sürmesine göre” hesabınızı yaparken, bu dinamiklerden çok güçlü olan biri bile, yaptığınız denklemleri darmadağın eder! Bu denklemleri, halkın iradesi de muhalefetin dirayeti de bozar..
Hele hele muhalefet!  Tabii, rakibin iktidar hesabını-denklemini bozacak kendi “stratejisi ve denklemi” varsa!..
***
Öyleyse, Erdoğan için temel soru: 10 yıl sonra da Türkiye’de egemen kişi olma hesabı, politik denklemi nedir?
Şunu söyleyebiliriz: Parti Başkanlığını ve Başbakanlığı da himayesi-vesayeti altına alacak bir Köşk...
Bunun en kestirme çözümü ise, şüphesiz Başkanlık Sistemi’ne geçiştir. Erdoğan iki-üç yıldır bunun iklimini yaratacak çalışmalar yapıyor.
Bu arada Gül’e gelince, cemaat güçleriyle ittifak yapabilir.. Ama hiç bir siyasi lider, bir Cemaat insanı-politikacısı olarak liderlikte-iktidarda kalamaz. Ta ki, cemaat, AKP’nin içini tam oymuş olsun. Zaten o zaman AKP diye bir şey kalmamıştır.
Erdoğan’a yönelik, yetmez ama evetçi eleştirilere de bakacağız...
Şimdi başka bir konu:
***
 YÖK Başkanı İyi Bir Bilimci mi?

Geçen haftaki Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Gündem’inde yazdım. Kısa özet: Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın “parlak bir bilimsel kariyeri”ne ilişkin, pompalama haberleri okuyoruz. Bilim insanlarının başarılarını sorup bilgi alacağınız Web of Knowledge veri tabanı ise öyle demiyor!    
Cetinsaya, G  ismiyle araştırıldığında, karşımıza 7 bilimsel yayını ve de topuna ise 7 atıfı çıkıyor. 5 makalesine 0 atıf; birine 1, diğerine 6 atıf almış. Ayrıca 4 makalesi kitap eleştirisi; biri derleme ve 2’si araştırma makalesi gibi gözüküyor.
Çetinsaya’nın parlak bir bilimsel kariyerinden değil, ama parlak bir siyasi ilişkiler ağından bahsedebiliriz ancak. Bu ağ onu bir vakıf üniversitesi rektörlüğüne, oradan da YÖK Başkanlığına taşımış.
Şimdi, Çetinsaya’yı, tanımadığınız bir bilim insanımızla kıyaslayacağım: Prof. Dr. Miral Dizdaroğlu, Türkiye Bilimler Akademisi’nin seçkin üyelerinden biri iken, hükümetin TÜBA’ya “bilim insanı atama kararı” üzerine istifa etmişti.
Dizdaroğlu’nun uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 235 makalesi var; bunlara aldığı atıf sayısı 13.600; h-indeksi ise 60.
Bazı ödülleri: Amerikan Kimya Derneği’den “Hillebrand Ödülü”; TÜBİTAK Bilim Ödülü; ABD Hükümeti’nin Gümüş ve Altın Madalya ödülleri; Polonya’da Nicolaus Copernikus Üniversitesi Onursal Doktor ünvanı; 4500 kişinin çalıştığı ve ABD’nin ikinci en büyük Ulusal Laboratuvarı olan National Institute of Standards and Technology (NIST)’de çalışan 17.000 bilimci arasında en çok atıf alan kişi. “NIST Fellow” ünvanı; NIST’in en yüksek bilimsel ödülü olan “Stratton Award”ı.
Sadece Dizdaroğlu değil; pek çok insanımız da benzer niteliklere sahip.
Ama iktidar, bilimsel başarılara değil, siyasi görüşlerine, ilişkilerine, yandaşlığa bakıyor!
Bu kaldıraca bindiğinizde hooop yukarıdasınız! Herkes “profesör” ya!
Türkiye’de “bilim” liyakatı, ayaklar altındadır..
--20 Aralık 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumuhuriyet

19 Aralık 2011 Pazartesi

3 Koltuk Boşalıyor - 6; Erdoğan’a Hançer?!


Dünkü yazımda, Cemaat ve AKP’nin yakını Nihal B.Karaca’nın yazısından alıntı yapmıştım (11 Aralık Habertürk). Bir Bakan Pensilvanya’ya giderek F. Gülen’e, Cemaat’in devlet kadrolarına yerleşmek için doymak bilmez isteklerinden şikayetçi olmuş, ver allah verdikçe daha fazlasını istemelerinden rahatsızlıklarını dile getirmişti.
Buradan, devlet kadrolarının cemaat tarafından yağmalandığı dışında çıkartılacak önemli bilgi, cemaat ile AKP arasındaki “bölüşüm ilişkileri”nin, AKP’yi taciz noktasına ulaştığıdır.
Her zaman yazarım, Cemaat ile AKP iki ayrı (siyasi) örgüttür. Tamamen farklı iki ayrı liderliği, amaç ve hedefleri vardır. Cemaat ile AKP tarihsel bir kesitte birbirleriyle örtüştü. Cemaat, AKP kabuğu altına girdi, oradan, partinin içini, üstünü, altını, Erdoğan’ı oyma faaliyeterinde önemli bir mesafa aldı. AKP giysisi içinde herhalde bakanları da vardır, parti liderleri de.
Cemaat, örgütlü-yeminli bir güç, din tabanlı görünüşlü büyük bir toplumsal menfaat şebekesidir. Fatih Altaylı’nın F. Gülen’e yönelttiği “yani bir Mason örgütü gibi mi” sorusuna aldığı yanıt da “öyle de diyebilirsiniz..” olmuştu!
Ama aynı zamanda büyük bir siyasi örgüte dönüşmüştür cemaat. (Bknz. 12 Temmuz 2010 tarihli “Cemaat Apolitik mi?” yazım) “Mason teşkilatlanması” gibi her yere nüfuz ediyorlar.. Ama onları katbekat aştılar. AKP içinde, toplumu dönüştürme projelerini gerçekleştiriyorlar. Bu arada tabii ki AKP’yi de..
AKP bir “kabuk”tur. Kabuk içinde bir istila hareketi vardır. İşaretler, Adalet mekanizmasını önemli ölçüde cemaatin denetlediği, siyasi -operasyonel bütün işleri de (yargı, özel mahkemeler, polis) adamlarının yürüttüğü yönünde.
***
Erdoğan bunun ayırdında! Cemaat ile Erdoğan arasındaki gerilim, sandığımızdan çok fazla. Öyle ki bir bakan taaa Pensilvanya’ya gidiyor!
Bizim günlük siyaseti izleyen gazeteci yorumcularımız sanıyor ki, karşımızda bütünsel bir blok var! “Onlar en sonunda anlaşırlar ve bütünleşirler”demek, bir siyasi yorum değildir. Aralarında anlaşma-uzlaşma olacaksa, bunun nasıl olacağı, belirleyici olandır!
Erdoğan ile adamlarının (B.Arınç) şüphesiz ki en barizi olan Gazeteci tutuklamalarındaki işgüzarlıklar, hukuksuzluklar, ve bütün davaların uzayarak işkenceye dönüşmesi konusunda rahatsızlıkları ciddidir. “Gözaltılar bizim talimatımız değil, güvenlik, emniyet savcılık yetkilerini kullandı, bu süreçlerin süratle neticelendirilmesi arzumuzdur”, sözleri, Erdoğan’ın rahatsızlığının dışavurumuydu ve dolaylı olarak Cemaate yüklenmeydi! Çünkü bunun bütün siyasi yükünü Başbakan taşıyor. İnşa ettiği “dünya politika kariyeri”nin bunları taşıyamayacağını görüyor!
Yargılama sürecini kontrol eden Cemaatin ise böyle sorumluluğu yok. Hile, hurda, sahtecilik, hukuksuzluk... bunların hepsi birer araç onlar için! Toplumu istedikleri yönde dönüştürme-değiştirmenin araçları!
***
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Parti liderliği koltuklarının 2014’da boşalması, Cemaat ile Erdoğan arasındaki gerilimi tırmandırdı ve yeni saflaşmaları erken tetikledi.
Şike Yasasını değiştirme sürecindeki yalpalanmalar, Erdoğan’ın çevresinin ne kadar kırılgan olduğunu ve çoğunun kendisini “satacağını” gösterdi! AKP büyük bir dalgalanma yaşadı! Hele Arınç! Özellikle Erdoğan’ın hastalığı döneminde sık pozisyon değiştirdi.
Erdoğan’a karşı, “Biz biad eden kimseler değiliz” bile dedi! Erdoğan kesin talimatını verince, özür diledi! Bu özürün de büyük bir haslet olarak değerlendirilmesi çok komikti doğrusu! Siyasi bir derin yalpalanma sonucu gelen özür, ancak “durumu ve pozisyonu kurtarmak” demektir!
Çünkü Erdoğan hala güçlüdür ve önümüzdeki iki yıl bilinmezlikle doludur!
Bu derin yalpalanma acaba şunu da gösterdi mi: Cemaatin, Erdoğan’ın yakın çevresinden bir kısmını esir aldığını, ve etkisini?
Erdoğan şunu gördü mü: Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün, günlük siyasette etkisinin kırıldığı bir “sürgün” yerine dönüştürülmek istendiğini?
Bu amaçla, Erdoğan ve çevresinden bir kesim, Gül’ün Başbakanlığına oynayacaktır. Yeni saflaşmalar bu eksenda olacak. Erdoğan’ın Anayasal bakımdan güçlendirdilmiş bir Başkanlık rüyası, sadece bir rüya olarak gözüküyor bugün için..
Erdoğan ya teslim olacaktır, o zaman siyasi kariyerini de sonlandıracaktır; ya da gücünü en azından koruyacaktır.
Bunu belirleyecek olan, boşalacak 3 Koltuğun nasıl ve hangi ilişkiler ve uzlaşmalar çerçevesinde doldurulacağıdır..
Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı koltuğu da siyaseten bir bilmecedir!
AKP bu koltuğu kaybedebilir; ekonomik ve toplumsal gelişmeler bunu gösterecek. Tabii bir de muhalefetin gücü!
Acaba Erdoğan, koşullar ne olursa olsun, Cumhurbakanlığına aday olur mu?
--19 Aralık 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

3 Koltuk Boşalıyor-5; Cemaat ve Güce Sığınma

Bugün, Cemaatin “güce sığınma” politikasına değineceğim. Bu, F. Gülen’in temel siyasi-sosyal büyüme politikasıdır.. 8 Haziran 2010 tarihli "Otoriteye Boyun Eğ” yazımda bunu yazmıştım. Boyun eğmeyi, içinde yaşadıkları ortamdaki en büyük otorite ile uyumla yaşamak olarak algılayın! Hoşgörü sloganlarının anlamı da budur: Rakipleri, bertaraf etme politikası: Ben o kadar tehlikesizim ki!.. Barış içinde beraber yaşayalım.. Tabii, onların belirledikleri bir zamana kadar.
Cemaatin dünya karargahı ABD’dir! En büyük uyumu da ABD ile gösterir! F. Gülen’in ABD aleyhine tek sözünü bulamazsınız! ABD ile uyumu, ABD ve dünyada rahat faaliyet gösterme ve büyüme olanakları sağlamıştır..
Bu işbirliği, Türkiye’deki operasyonları bile (Ordu’ya ve muhalefete karşı) birlikte yürütmeye varmıştır. ABD iyi bir operasyonel müttefik kazanmış, buna karşılık Cemaat büyüme olanağı!
Faaliyet gösterdikleri bütün ülkelerde siyasi otorite ile işbirliğine azami dikkat gösterir (bazen başaramaz ve sınır dışı edilirler).
Türkiye’de her zaman iktidarlarla ve iktidara gelecek güçlerle işbirliği yaptılar.
12 Eylül Cuntası ile de! Bu amaçla Evren’i cennetlik bile yaptı F. Gülen! Amaç, kendilerine zarar gelmesin, hatta destekçi olarak görünsünler ve büyüyebilsinler.. Özal’ı da desteklediler.. Yükseldiğini gördükleri Ecevit’i de! Bütün destek çıktıkları iktidarlar, Cemaate hoşgörü ile baktı ve yolaçtı! Baykal da! Bugünkü CHP’liler de, Cemaate “yan gözle” bakmazlar!
Bu açıdan Cemaat, “sürekli meyve toplayan” politikasıyla, gerçekten dünyada incelenmesi gereken, bütün iktidarlarla beraber (Papa ile de!) bir siyasi müttefikler hareketi yarattı! Siyaset bilimi açısından, bu politika incelenmeye değerdir gerçekten de.
***
Geçen yılki yazımda, F. Gülen ve AKP arasında, Gazze’ye yardım gemisi ve İsrail’le patlayan çatışma üzerine F. Gülen’in sözlerine dikkat çekmiştim: “İsrail'le anlaşarak bu yardımı yapmaları gerekirdi.. otorite ile çatışmaları yanlıştı”. Ve şöyle yazmıştım:
Otorite ile savaşmak yok!
ABD en büyük otoritedir! İsrail de bu bağlamda ABD'nin ikinci büyük otoritesdir!
Gazze'ye, İsrail'in karşı çıkmasına rağmen çıkartma yapmak, aptallık ve salaklıktır!
Ne yapacaksan, otoriteye boyun eğerek, otorite ile işbirliği yaparak yapacaksın!
Cemaat, Ordu'ya boyun eğdirme operasyonlarını da, ülkemizdeki ve dışarıdaki en büyük iki otorite ile birlikte, işbirliği halinde yürütmektedir: ABD/CİA ve AKP!”
***
Cemaat, bir yılı aşkın zamandır AKP’ye sopa gösteriyor. Erdoğan ve bazı bakanlarına! Bakın, “hem Cemaate hem AKP’ye yakın”, Nihal Bengisu Karaca, 11 Aralık tarihli Habertürk köşesinde, bütün bu yazdıklarımızı nasıl doğruluyor:
Büyük resimdeki en temel ayrışma nedeni, cemaatte AK Parti’nin uyguladığı dış politikanın Türkiye’yi dünya sisteminden (yani ABD’den-ob)koparacağı endişesinin var olması… Mavi Marmara’nın yola çıkması ve sonrasındaki gelişmeler, İsrail ile ilişkilerin bozulması ise cemaatin hükümetten.. ayrı düşmesine neden oldu. Cemaat için Türkiye’nin İsrail’i karşısına alması, Ortadoğu ülkesi olmayı tercih etmesi anlamına geliyor, hükümet içinse bu “bölge gücü” olmanın anahtarı. Hakeza, İran için alınan riskler de cemaate fazla ve gereksiz görünüyor. Bu kesimde, hükümetin “bölge gücü” olmak için attığı adımların, kurduğu ittifakların ve dahi kurmaktan kaçındığı ittifakların maceradan ibaret olduğu kanısı hâkim. İsrail’in eskisi kadar “dokunulmaz” olmadığı fikrine katılmıyorlar.”
Yani Cemaat, tepeden tırnağa, ABD’nın Orta Doğu’daki politikalarının uygulayıcısı (En büyük güce uyum)! Erdoğan BOP-MOP, ama “sıfır sorun”la bölgesel güç politikası denedi. Ama bugün tamamen ABD’nin ve Cemaat’in politikalarına geldi! Cemaat, iktidara İran’ı da hedef gösteriyor! ABD gibi!
Karaca, devam ediyor, özetle:
 "Seçim öncesi Pennsylvania’da bir olay oldu. AK Parti’nin önde gelen simalarından biri, Hocaefendi’yi ziyarete gitti ve orada birtakım yakışıksız sözler zikretti… Türkiye’deki cemaat mensuplarının Hocaefendi’ye şikâyet edilmesine, cemaat mensuplarının bir türlü memnun edilemediğine kadar geldi… ilişkiler de yara aldı.”
AKP,  cemaatin siyasi bir erki kullanmadığı dolayısıyla “yıpranmadığı” halde, ülke politikalarını domine etmesinden rahatsız.
Bu konuda bir yazı daha gelecek.
--18 Aralık 2011 – Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

17 Aralık 2011 Cumartesi

Yeni YÖK Başkanı ve Bir Performans Kıyaslaması


Yeni YÖK Başkanı ve Bir Kıyaslama
Üniversiteden bir dostumdan, yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın bilimsel performansını sordum. Web of Knowledge veri tabanından araştırıp gönderdi. Bu veri tabanı, Web of Science'ı, Science Citation Index Expanded (1945’den bugüne), Social Sciences Citation Indexes (1956’dan bugüne) ve Arts & Humanities Citation Index (1975’den bugüne) isimli atıf indekslerinin Web ortamında taranmasına imkan veren çok disiplinli bir veritabanı olarak bilinir. Bilim insanlarının, bilimsel aktivite-araştırma, bilime katkı anlamında ne yaptığı, araştırma makale ve kitaplarının ne kadar okundukları konusunda bilgi verir. Bu evrensel bir ölçümdür. 
Cetinsaya, G”  ismiyle araştırıldığında, karşımıza Çetinsaya’nın 7 bilimsel yayını ve bütün bu yayınlarına da topu topu 7 referansı/atıfı çıkıyor. İşte yayınları:
1)           The Cambridge History of Turkey, vol 4, Turkey in the Modern World, makale, 2011, henüz 0 atıf.
2)           Turkey-Iran relations, 1979-2004: Revolution, ideology, war, coups and geopolitics, makale, 2007, 0 atıf
3)           The caliph and Mujtahids: Ottoman policy towards the Shiite community of Iraq in the late nineteenth century, 2005, 0 atıf
4)           The Ottoman view of British presence in Iraq and the Gulf: The era of Abdulhamid II, 2003, 1 atıf
5)           Turkish foreign policy, 1774-2000, 2002, 0 atıf,
6)           Rethinking nationalism and Islam: Some preliminary notes on the roots of 'Turkish-Islamic synthesis' in modern Turkish political thought; 1999, 6 atıf;
7)           The well-protected domains: Ideology and the legitimation of power in the Ottoman empire, 1876-1909; 1999, 0 atıf..
Bu bilgileri, basında bazı köşe yazılarında, Gökhan Çetinsaya’nın parlak bir bilimsel kariyeri olduğuna ilişkin görüşleri okuyunca, veriyorum… Bu yazarlar, kendilerine söylenenlerin doğruluğuna neden bakmazlar? Şüphesiz, Çetinsaya’dan “hayır eksik taramışsınız, şu makalelerim ve atıflarım da var” şeklinde gelecek bir düzeltmeye açığız.
Yukarıdaki makaleleri araştıran bilim insanımız bir de not düştü bize: “Makale 1, 2, 5, 7 kitap eleştirisi görünüyor, 6.makale ise derleme. Geriye kaldı 2 araştırma makalesi.” Tabii bunların İslam ve Orta Doğu araştırmalarına yer veren dergilerde yayımlandığını da ekleyelim.
Bir not daha var: “Yusuf Ziya Özcan nasıl oldu da Cumhurbaşkanı’na danışman oluyor? TÜBA üyelerini 67 yaşında çürüğe çıkartan cumhurbaşkanı, daha yaşlısını nasıl başdanışman alıyor acep?
***
Çetinsaya’nın parlak bir bilimsel kariyerinden değil, ama parlak bir siyasi ilişkiler ağından bahsetmemiz mümkün. Geçen yıllarda iktidarın bağışladığı büyük ve değerli arsalar üzerinde kurulan, “Bilim ve Sanat Vakfı”nın Şehir Üniversitesi rektörlüğünde bulunuyordu Çetinsaya. Bu Vakıf, Ülker Grubu’nun desteğiyle yürüyor. Vakfın kurucuları arasında Dış İşleri Bakanı Davutoğlu da var; basında yer alan haberlere göre, Çetinsaya için Davutoğlu “hocası” ve “üstadı”. Yine aynı haberlere göre Çetinsaya, F. Gülen cemaatinin kontrolündeki Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın da üyeleri arasında. Siyasal Bilimler Fakültesi’nde okumuş (Ankara), doktorasını dışarıda yapmış, Hacettepe ve İTÜ’de çalıştıktan sonra Şehir Üniversitesi rektörlüğüne getirilmiş. Çetinsaya, Davutoğlu’nun dış politika görüşlerini tamamen benimsediği, ifadelerinden anlaşılıyor. Çetinsaya’nın atanmasında başrolü Davutoğlu’nun oynadığı da, basında yer alan haberler arasında.

235 MAKALE VE 13.600 ATIF
Şimdi bir kıyaslama yapacağım. Kıyaslamayı bu kez fazla tanımadığınız bir bilim insanımızla yapacağım. Prof. Dr. Miral Dizdaroğlu, Türkiye Bilimler Akademisi’nin seçkin üyelerinden biri iken, hükümetin TÜBA’ya üye atama yetkisini üstlenmesi üzerine istifa etmişti. Dizdaroğlu’nun hakemli dergilerde yayınlanmış
* 235 makalesi var var.
* Bu makalelere yapılan atif sayisi 13.600.
* h-indeksi ise 60.
Bir kısım ödülüne bakalım:
1. Amerikan Kimya Derneği’nin en başlıca ödüllerinden biri olan “Hillebrand Ödülü” (1989).
2. TÜBİTAK Bilim Ödülü (1993)
3. ABD Hükümeti’nin Gümüş ve Altın Madalya ödülleri (1993 ve 2005).
4. Türk-Amerikan Dernekleri Asemblesi tarafından, bilime yaptığı katkılardan dolayı “Yılın Türk-Amerikalısı” seçmesi (1993).
5. Polonya’da Nicolaus Copernikus Üniversitesi’den Onursal Doktor ünvanı erildi (2000).
6. 4500 kişinin çalıştığı ve ABD’nin ikinci en büyük Ulusal Laboratuvarı olan National Institute of Standards and Technology (NIST)’de 2000 yılında yapılan bir ankete göre, son 19 yıl içinde NIST’te çalışmış ve çalışan 17.000 bilimci arasında en çok atıf alan bilimci.
7. “NIST Fellow” ünvanı (2006).  Bu ünvan 4500 kişi arasında sadece 30 kişiye verildi şimdiye kadar.
8. Dokuz Eylül Üniversitesi’den Onursal Doktor (2009).
9. TÜBA üyeliği (2008).
10. 2010’da yine çalıştığı kurum NIST, Dizdaroğlu’na en yüksek bilimsel ödülü olan “Stratton Award”u verdi.
***
Sanmayın ki, sadece Dizdaroğlu bu kadar başarılı bir bilimsel kariyere sahip. Daha pek çok insanımız da benzer niteliklerde. Ama siyaset, bilimsel başarılara bakmıyor ülkemizde. Siyasi görüşlerine, ilişkilerine, yandaşlığa bakıyor!
Ükemize yazık ki yazık!
 ---Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, s.1291, Gündem, Orhan Bursalı, 16.12.11

15 Aralık 2011 Perşembe

3 Koltuk Boşalıyor – 4: Cemaat: Bedel Zamanı!


3 koltuk sorunu, gelecek 2,5 yılı belirleyeceği için, analizi sürdürüyoruz.
3 koltukta gerçekleşecek büyük değişikliklerin salvo ateşlerini seyretmeye başladık. Şimdilik kesine yakın bir nokta var: Başbakan Erdoğan Köşke çıkmak istiyor, bunun için Cumhurbaşkanlığı seçimine katılacak; seçilirse (bunu da tartışmalıyız, tüm muhalefet ortak aday çıkartırsa, eğlenceli bir seçim olabilir!) 5 yıl Cumhurbaşkanı olacak.
Başbakan’ın, Anayasa’yı da değiştirerek, Başkanlık Sistemi’nin ilk adayı olarak seçilmek istediğini biliyoruz. Eğer bu konuda kesin kararlıysa, yeni Anayasa uzlaşmalarında “müthiş açılımlar” görebiliriz: “Al sana Anayasa maddesi, ver bana Başkanlık sistemi”. Bu yolun da imkansızlıklarla dolu olduğu biliniyor. Büyük bir olasılıkla Erdoğan, Gül’ün kullandığı yetkilerle yetinecek!
Son yazıda, Başbakan’ın Köşk’e çıkmasıyla “siyasete ara verecek” olmasını, “topal ördek” olarak nitelendirmiştik. Başbakan, “topal ördek”liği engellemek için, Gül’ü “dışarıya” göndermek istiyor (Erdoğan topal ördekliğini, Parti ve Başbakanlığa getireceği “adamları” ile dengelemeye çalışacak). Bunun kamuoyunu yaratmak için, uşak-yalaka “renkli kalemler”in devreye girdiğini de görüyoruz.. Türkiye ne kadar itibarlıymış… büyükmüş… BM sekreterliği gerçekleşebilirmiş… bir dizi palavrayla Gül’ün eline “elma şekeri” verilmeye, parti liderliğine ve başbakanlığa yanaştırılmamaya çalışılıyor.
Öte yandan, sözde anketlerle, başbakanlığa ve parti liderliğine en çok kim isteniyor haberleri pompalanıyor.. Başbakanın anket, plan ve programında karanfil var, papatya var ama  “Gül” yok! Erken başlayan peşrev seyrediyoruz.
***
Gül, durumu değiştirebilir mi? Ancak Cemaat desteğiyle bunu deneyebilir! Şike yasasına veto, bu ittifakın provasıydı!
Cemaat’ın Erdoğan’a tavır alabilmesinin ve parti/iktidar içinde (ilk kez!!) başka ittifaklara girmeye cesaret edebilmesinin ardında, hem parti-iktidar-halk içindeki yuvalanmasının hacmi, hem de Erdoğan’ın Parti ve Başbakanlığı bırakarak “topal ördek” durumuna düşmesi var!
Yoksa Cemaat, her zaman (yükselen) bir iktidar kanadı altında kalmayı ana politika benimsemiş bir örgüttür (*). Erdoğan güç yitirmeseydi, Cemaat ona karşı çıkmaya cesaret edemeyecek ve verilenlerle yetinecekti!
Cemaat, üçüncü “eşit güç” olarak büyüdüğünü düşünmektedir! Dolayısıyla tepelerde 3 Koltuk için 3 Güç çarpışmaktadır!
Gül “iktidarı” altında, iktidar ortaklığı güçleneceği için Cemaat daha büyüyebilir.
Üçlü güç denemesinde hepsinin zayıf yönü bulunuyor: Erdoğan’ın “topal ördek”liği; Cemaat’in siyasi bir korumacılığa – siyasi iktidarın kanatları altına muhtaçlığı ve Gül’ün Parti içinde zayıflığı…
***
Ama şunu vurgulamalıyız: Ne Gül için ne de Cemaat için iktidar sorunu kolay değildir. Dahası, Erdoğan’ın topal ördekliğine rağmen, bu ittifakın kazanma şansı daha zayıf gözükmektedir! Cemaat, Erdoğan’ın otoriter ve güçlü kişiliğini görmemektedir! Hastalık ve nekahat zamanı, Erdoğan’a ortalığı gözleme ve gelecek stratejisini gözden geçirme zamanı tanımıştır.
Erdoğan ile Cemaat arasında, eski ittifakın yürüyeceğini artık sanmıyorum. Camlar kırılmıştır. Cemaat, varlığını, Erdoğan’ın iktidar ve gücüyle eşitlediği zamandan beri, bu böyle!
Erdoğan, bunu “haklı” olarak, kabul etmez, edemez. Çünkü, iktidarı milletin elinden çekip alan odur..
Daha zaman var. 2013’te, Gül ile Erdoğan arasında “eşit koşullarla” bir görev değişikliği olmazsa, sert çatışmalar yaşanabilir. Tabii, Gül’ün Parti’ye resmen üyeliği de gerekli, bu arada!
Erdoğan, işi kolaylaştırmak için Gül-Cemaat ittifakını engellemek isterse, Cemaat’e boyun eğmek durumuyla karşı karşıyadır: İsteklerini kabul edecek ve Cemaat’e devlette, hükümette ve toplumda daha geniş alanlar açacak!
Bu yol, Erdoğan için giderek cemaatin “siyasi kuklası” durumuna çıkar!
Erdoğan, böyle bir kuklalığı şüphesiz ki zul sayar!
Bazı yorumlara göre, Cemaat-AKP ittifakı bozulmaz. Tartıştığımız bu değil. Cemaat, kendisi için en uygun koşulları yaratmak için, liderlikte kimin olacağı konusuna ağırlık koyuyor. Cemaati AKP’siz düşünmek neredeyse olanaksızdır. Ama tersi için aynı şeyi söylemek, çok da doğru değildir!
Ama bu “politika oyunu”nu kaybetmesi durumumda, bir de bedeli olacaktır!
Cemaat, artık bir siyasi iktidar odağıdır! Bunun de bedelini er geç ödeyecektir!
(*) İsrail meselesinde Erdoğan’a karşı tavır alması, küresel olarak ABD’nin eteği altına sığınmasından ileri gelir.. Cemaat’in bu politikasını gelecek sayıda irdeleyeceğim.
---15 Aralık 2011 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

13 Aralık 2011 Salı

3 Koltuk Boşalıyor - 3 Cemaat /Erdoğan İkiliği


İktidarın gayri resmi ortağı olan Cemaat’in, Erdoğan – Gül geriliminde (boşalacak 3 koltukta, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Parti Başkanlığı) rolü nedir? Bu üçüncü yazıda, el yordamıyla ve su yüzüne çıkan ve benim gözüme çarpan olaylara bakarak, bu soruya yanıt arayacağız..
***
Cemaat, yazarları aracılığıyla, anlaşılıyor ki, Başbakan Erdoğan’ın Ergenekon’u tafsattığı ve bugün gelinen noktada artık bir uzlaşma ile davaları sonuçlandırmak istediği düşüncesinde. Cemaat, polis ve yargıdaki örgütlenmesiyle, ‘aşağıdaki’ operasyonları sürdürülmesinde bir nolu etken. Uyduruk belgeler düzenlenmesinden... Ordu, Odatv ve gazeteci tutuklamalarına kadar..
Cemaat görünüşte ortada yok, ama AKP diye bir parti var iktidarda ve Türkiye’yi yöneten! Fakat Cemaat, siyaset belirleyen ve uygulayan bir güce ulaştı. Cemaatin bütün uygulamaları, AKP uygulamaları olarak algılanıyor.
Bir yere kadar tamam, ortaklık, karşılıklı siyasi çıkar ilişkileri ve kendi iktidarlarını inşa ettikleri sürece, sorunsuz sürüyor.
Ancak, cemaatin (yarı gizli-yarı açık örgütlenmesiyle ve politikalarıyla) kurmak istediği bir Türkiye modeli var... Ve bir parti örgütlenmesi olmadığı için, milletin karşısına çıkıp oy isteme zorunluluğu yok..
Öte yanda ise kitle partisi AKP var. AKP, Türkiye’de olan biten herşeyden sorumlu. Oyunu kurallarına göre oynamak zorunda. Sonuçta 4 yılda bir seçim yapılıyor ve halktan oy isteniyor.
Bu iki yapının arasında büyük bir çelişki olduğu açık. Yazgıları ayrı.. Yani bir yerde yollarının ayrılması veya aralarında derin anlaşmazlıkların çıkması doğal.
Cemaatin sırtında yumurta küfesi yok..
Yumurta küfesi AKP’nin ve Erdoğan’ın sırtında.
Yumurtalar kırılırsa, suçlu ve gözden çıkarılacak olan Erdoğan’dır!
***
Başbakan, taşıdığı küfedeki yumurtaların kırılmaya başladığı düşüncesinde!
Cemaat ise, kırılırsa kırılsın, küfeyi sonuna kadar taşıman gerek, küfeyi sırtından indirirsen, davadan saparsın, havasında!
Cemaat, Erdoğan’ı ve AKP’yi kullanarak, kendi siyasi ve toplumsal hedeflerine varmak istiyor. Yani Erdoğan ve AKP, cemaatin politika ve hedeflerini taşıyıcı ve ileriye götüren bir araba, en iyisi araç diyelim..
Arabanın teklediği” anlarda, cemaatin yazarları kamçıları şaklatıyor! Haydi breeee!
***
Ortak çıkarlar gereği, amaca ulaşılmış, Ordu’nun vesayeti kırılmış, Ordu iktidarın politikaları doğrultusunda denetim altına alınmıştır. Erodoğan ve Davutoğlu, Suriye’ye gir emri verse, Ordu’dan bir itiraz gelmez.. Meselâ...
Ama gelinen noktada, AKP, büyük bir baskı altındadır, hem dış hem iç.. Burada durmak istiyor!
Subayları daha ne kadar, artık esarete dönen yargılamada içeride tutabilirsin?
Gazetecileri daha ne kadar terör örgütü faaliyetleri şaklabanlığıyla, uydurmacasıyla içeride tutabilirsin?
İçeriyi ve dışarıyı daha ne kadar aldatabilirsin veya oyalayabilirsin?
Dışarıya vaaayyy demokratik değilsin diye örneğin Suriye’nin üzerine yürü, ama içeride zulmün katmerlisini yap...
Seçilmiş milletvekillerini içeride tut...
Daha ne kadar??!!!
***
Bu noktada, Erdoğan ve Parti ile Cemaat çatışıyor..
Erdoğan sırtındaki küfede yumurtaları kırarken, güç ve itibar kaybederken; Cemaatin, “Daha ne kadar?” sorusuna yanıtı, sonuna kadar! Ellerinden gelse, hepsini asacaklar, ama ne yazık ki, idam kaldırıldı!!!
Cemaatin lideri ve yazarları, AKP- Erdoğan bir eksen kırılması yaşıyor, yazık olacak onlara, bir zamanlar bir Erdoğan vardı, diye yazıyor.
Anlıyoruz ki, siyasi davalar üzerinde süren cemaat vesayeti, hukuksuzluğu ve zorbalığı, AKPyi bunalttı! AKP bu yükü atmak istiyor, Cemaat karşı çıkıyor...
Öğrencilerin, sosyalist gençlerin aylarda içeride tutulması da, küfede kırılan yumurtalardan bir kısmını ifade ediyor.
Şike olayı da, Cemaat ile Erdoğan arasındaki kırılmanın tam dışa vurumu...
Cemaat herşeyi “organize ağır suç”a sokarak, sözde temizlik yaftası altında, aslında futbolda kendisine yer açmak istiyor. Futbol, kitleleri gütmek için iyi bir araç sanıldı..
Ama kazın ayağı farklı çıktı! Taraftarın büyük öfkesi sonucu, Erdoğan yelkenleri indirip cezaları daha normal sınırlara çekince, Cemaatin öfkesiyle karşı karşıya kaldı.
Cemaat, Silivri davalarının da bu yolla sonlandırdırılacağını görüyor. O zaman en büyük “oyuncağını” yitirecek! Yapılan soytarılıklar ve tezgahçıları açığa çıkacak..
Katmerli öfkesi bu yüzden!
Yok hayır, burada cemaatin son derece totaliter ve diktatör, Erdoğan’ın demokrat olduğunu söylemiyorum. Ama her ikisinin totaliterlikte gidebilecekleri mesafeler farklı...
Bu konuyu belki Perşembe günü de sürdüreceğiz, bakalım hele.
---13 Aralık 2011 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

12 Aralık 2011 Pazartesi

3 Koltuk Boşalıyor -2, Tehditler ve Yeni Saflaşmalar Dönemi


Dünkü yazıda, en geç 2014’de 3 koltuğun boşalacağını (Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve AKP Başkanlığı) yazdık ve özetle dedik ki:  Gül de artık Erdoğan gibi 1.Adam oldu. Erdoğan, Köşke çıkar ve yerini Gül’e bırakırsa, sadece Köşk’ü yönetir. Gül, Erdoğan’ın hükümet ve parti üzerinde vesayetini zerre kadar istemez. Erdoğan bu nedenle Gül’ü saf dışı bırakmak isteyecektir. Şike üzerinden erken kopan kıyametin nedeni, boşalan üç koltuğun nasıl doldurulacağı üzerinedir..
***
“Şike” yasası parti içinde/Meclis’te Cemaatçilerin etkisini gösterdi. Erdoğan’ın bazı yakın çalışma arkadaşları, Gül’ün yasayı geri göndermesini alkışladı. Ancak Erdoğan’ın kesin talimatı üzerine yasa aynen çıktı.
Bu kargaşa neden böyle anidan patlak verdi, sorusu önemli.
Bu sorunun yanıtı Erdoğan’ın güç kaybında:
Köşk’e çıkacak olması, kendisini şimdiden “topal ördek” konumuna indiriyor. Yani Başbakanlıktan ve Parti Başkanlığından gidecek bir lider! Köşk’e çıkan hiç bir liderin, “malını mülkünü” (yani Başbakanlığı ve Parti Başkanlığını) ne kadar bir veya iki “güvenilir arkadaş”ına emanet etse de, politika sahnesinde işler farklıdır.
Geçmişte bu sistem hiç yürümedi! Çünkü güvenilir kişilerin üstleneceği görevler kamusaldır, siyasaldır; “gizli kasa”ya veya şirket hisselerinin “emanetçiliğine” benzemez!
Gül ile Erdoğan arasında, Putin-Medvedev ilişkisinin kurulması zordur. Durum ve ilişkiler farklıdır. Türkiye siyaseti dinamiktir ve çeşitli güçlerin etkisi altındadır. Ayrıca ABD ve AB vardır! İkisi birden, ülke yönetiminde “en iyi pozisyonları” elde edemez ve koruyamaz.
Erdoğan’ın “topal ördek” durumunu, hastalığı da pekiştirdi! Spiegel’in “ABD Başkan yardımcısı Biden, hastalığının önem derecesini bizzat anlamak için Erdoğan’ı evinde ziyaret etti” yorumunu ciddiye alabiliriz.
Orta Doğu’da kıyametin koparılmaya çalışıldığı şu aylarda, Türkiye’de liderlik durumu, ABD için birinci derecede önemlidir; durumu ciddiyse, Erdoğan’ın yerine başka bir lider aranacaktır.
***
Erdoğan’ın, eğer hastalığı ciddi değilse, Gül’e yolu açması beklenemez! Gül’e “şerefli” başka görevler aranacaktır. Medyada “Gül’ün başbakanlığa getirilmeyeceği, ona Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği” önerileceği söylentilerini, ciddi bulmalıyız (Reha Muhtar’ın yazısı).
Gül’ün Türkiye’den uzaklaştırılması, Erdoğan için en iyi çözümdür şüphesiz! Ama, belki de imkansıza yakındır! Erdoğan’ın iki yılı, bu problemi çözmeye çalışmakla geçebilir.
1)   Hastalığı süreğense, sorun çözülür, Gül’e yol açılır.
2)   Değilse, uzun süreli bir mücadeleye sahne olacaktır zirveler!
3)   Arınç ve başkaları, Başbakanlık ve Parti başkanlığı için düşünülebilir. Tabii, Erdoğan’la birlikte ve onun yardımıyla.. Çünkü çekirdek kadronun gücü, ancak Erdoğan’la birlikte varolabilir.
Çünkü halk, Erdoğan’ı tanıyor. Erdoğan şu veya bu şekilde ülke yönetiminden çekilirse, AKP’nin gücü yarı yarıya azalır! Hayranları, Erdoğan Köşk’e çıkarsa, parti ve hükümetteki ikincil ve üçüncül adamlarıyla birlikte “hükümet işlerine karışmasını” hoş karşılayabilir. Bu emanetçilik, kötü ve zayıf da olsa, bir dönem daha sürebilir.
***
Ama siyasi çatışmanın dozu yüksektir ve  çözüm hiç de öyle yağdan kıl çeker gibi olmayacak. Çünkü arada üçüncü bir güç var: Cemaat!
Cemaat siyasetin göbeğinin de göbeğinde (*). Bu siyasi –dini kurum, bir süredir Erdoğan’ın bazı bakanlarını hedef aldı. Erdoğan’ın Mısır’a ve İslam dünyasına “laiklik” önermesine tepki gösterdi! Cemaat, güç topladığı emniyet ve adalet gibi kurumlarda, AKP ile bazen çatışıyor.
Cemaatin milletvekilleri de var, bakanları da. Cemaat desteğini öyle anlaşılıyor ki, Gül’den yana kaydırıyor.
Gül, siyaset sahnesine, yani AKP içine, büyük bir olasılıkla Cemaat desteğiyle ayak atmaktadır.. İşte Erdoğan’ın, boş koltukler meselesini yağdan kıl çeker gibi çözmesine engel, bu durumdur. Tehditler ve yeni saflaşmalar dönemindeyiz..
Yarın, Cemaat’in durumu...
---
 (*) Cemaati yükselten, doğrudan siyaset yapması ve iktidar odağı haline gelmesidir! İktidarın nimetlerinden menfaat dağıtması, iktidar olanaklarıyla örgütlenmesidir. Cemaati yükselten siyaset, batmasına da neden olacaktır!
Not: Dünkü yazıda, ikinci kez kabul edilen Şike yasasını Gül’ün referanduma götürebileceğini yanlışlıkla yazdım. Böyle bir yetkisi buunmuyor.
--12 Aralık 2011 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı