Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

9 Ocak 2012 Pazartesi

Düdüklü’nün Buhar Sesi ve Allah Kahretsin..


Odatv davası akşamı.. Konuyu izleyen gazeteciler ekranda umutlu, tahliye bekliyor. Akşam olmuş bir haber yok... Hey, nerede kaldı bu tahliye?! 
Haberciler mutlu haberi gazetelerine iletmek için Adliye önündeler...
Tahliye umudunu ateşleyen ne? Durun söyleyeceğim, ama önce...
***
Öncelikle ipsiz sapsız bir iddianame ile, insanların bir araya getirilerek bir “terör örgütü” torbasına sokulmaları.. kurulan hayali saçma sapan bir dizi ilişki.. 
Ergenekon zinciri, önce Odatv baskını ile, Odatv-Silivri (Ergenekon) arasında kuruluyor. Bu işi tezgahlayanların yazdığı açık seçik olan “Ulusal Medya-2010” çıfıtı ise, Silivri-Odatv bağını kuran “belge”...
Odatv, böylece, “dışarıda hala yaşayan Ergenekon’un, medya talimatlarını yerine getiren bir örgüt evi”yapıldı.
Burada bir taşla iki kuş vuruyorlar:
Birincisi, “heyyyy bakın, onları o kadar Silivri’ye tıktık, askeri, gazetecisi, profesörü.. ama canavar kırk başlı beşyüz ayaklı, gövde dışarıda yaşıyor, tehlike geçmedi, darbe her an olabilir...” demek..
Böylece, hem harareti sönen ve toplumda tepki çeken “Ergenekon davaları”nın yıldızı parlatılacak.. hem de, cemaat faaliyetlerinin ve Ergenekondaki hukuksuzlukların da faş edildiği muhalif Odatv’nin canına ot tıkanacak..
Odav’den bir “yağ” daha çıkartılıyor: Genel seçimlere doğru, Baykal’ı itibarsızlaştırmak, CHP’yi zayıflatmak için, bir takım ajanlar veya ünlü olma hevesindeki zavallılar kullanılıyor.. (Bu tutmayınca, seks kasetleri sürüldü piyasaya.)
***
Vurulmak istenen ikinci kuş, cemaat üzerine kitap yazanları, araştırmacılığı ile başa bela olacak Nedim gibi gazetecileri, Ergenekonla ilişkilendirerek “terör örgütü kapsama alanı” içine almak..
Birbiriyle ilgisiz, ama yazdıkları benzer, gazeteci Ahmet Şık ile yılların polis şefi Hanefi Avcı, (ve Nedim) Odatv aracılığıyla “ergenekon zincirine” bağlanıyor.
Dava budur.. Gerisi ise büyük bir palavradır! Yok belge varmış, yok Ahmet talimat almış, Hanefi ile kitabı ortak yazmış, Yalçın Küçük de notlar düşmüş, olaya Nedim de karışmış... Hepsi uydurulmuş hurafelerdir ve masonik dinci örgütün, gazetecilerin “Bize Dokunan Yanar” sloganında dile gelen tezgahıdır..
Kamuoyu, sürekli olarak, bu tür davalarla meşgul edilmelidir aynı zamanda! Çünkü Türkiye alev alev, durmadan, hep, sürekli... Ayrıca masonik örgüt, Troçki’nin “sürekli devrim” felesfesini, “sürekli karşı devrim”e çevirmiş, uyguluyor! (AKP ile arasındaki ciddi çelişkidir bu..)
Bu tür tezgahlarla döşenen, daha koyu otoriter bir yönetimin taşları üzerinde yürüyüp gidiyorlar!
Olay siyasidir, dava siyasidir.. O halde çözümlemeleri de ancak siyaset üzerinden yapabiliriz! Bazı hukuki izlere de rastlayabilirsiniz.. İnternet Andıcı suçlamalarında olduğu gibi..
Bu andıcın üzerine de, “Genel Kurmaş Terör örgütü” kurmak, özel yargılamaların “proto-kalıpları”na uygundur. Durum, hemen her hareketin terörist faaliyet olarak görüldüğü dönemdir.
Hoşlanılmayan insanları bir bahane yaratarak bir torbaya tıkıp, onlardan bir örgüt yaratma!
***
Torba örgütler, diyorum ben buna!
Önce torbayı dikiyorsunuz, sonra üzerine “terör örgütü” yazıyorsunuz, içine tıkabildiğiniz kadar insanı tıkıyorsunuz!
İktidar bu “torba”yı, aynı zamanda Meclis’de “torba yasa”larda da uyguluyor! Bir yöntem bulmuşlar, tepe tepe herşeyde uyguluyorlar!
Beyler, bayanlar, Türkiye hiç bu kadar felaket bir hukuk dönemi yaşamamıştı! 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de bile!
Askerlerin darbe dönemi hukukunu daha karanlıklaştırarak uygulayan bir koalisyon dönemindeyiz!
Bu düzenin oluşmasında “ileri demokrasiye geçeceğiz” geri zekalılığı veya satılmışlığı ile katkısı bulunanların...
***
Gelelim Odatv davasında gerçekleşmeyen tahliyelere..
Tahliye konusunda oluşan iyiniyet beklentisi, bu çıfıt çarşısında “kurulan tezgahın artık ayan beyan ortalığa döküldüğü, bunun sürdürülmesinin olanaksız olduğu” biçiminde, kafalarda (ben de dahil!) oluşan psikolojik insani duygu ve akli sonucu olarak ortaya çıktı: Eh yani, artık bu oyun biter bugün...
Bu beklentiyi körükleyen ikinci neden de, yargılayanların, sanıklara “artık yemek şikayetlerini çıkınca yazarsın” vb gibi esprili ve ortalığı yumuşatan davranışlarda bulunması...
Saat 22’ye doğru “tahliye yok” denildi... “Ciddi iddialardan dolayı tutukluluk hallerinin devamına...”
Sonuç: Siyasi davanın siyasi koşulları oluşmadan serbest bırakmak yok, demek ki..
Sahnelenen hukuk değil ki bırakılsınlar! Bu davayı arkadan hangi güçler tezgahladıysa, aynı güçlerden veya onların ağababalarından bir işaret gelmesi gerekir..
Hele Başbuğ da tutuklanırken..
Ama yine de, kaynayan düdüklünün buharını almak için, 23 Ocak’ta, bir şeyler olabilir..
Allah kahretsin beni de, gördüğünüz gibi, her zaman bir umut yaratıyorum kendime!
---

8 Ocak 2012 Pazar

Başbuğ Terör Örgütü Üyesi!!!

Genel Kurmay Başkanı, terör örgütü üyesi! Başbuğ, tam kalbinden vuruldu! Haklıdır! Ayrı suçlamayla tutuklanan diğer subaylar da haklıdır! Hiç biri bu suçlamayı kabul edemez, kaldıramaz ve bu suçlamayla yaşayamaz!
Bu suçlamayı, sadece sözkonusu subaylar değil, aynı zamanda, görevini yaparken yine terörist faaliyetler ve terör örgütü üyeliğiyle suçlanan gazeteciler de... Doğanın ve insan yaşam çevresinin katledilmesine karşı mücedele eden sosyalistler ve doğa savaşçıları da kabul edemezler..
İktidarın yönlendirdiği ve Kılıçdaroğlu’nun haklı olarak “siyasi iktidarın araçları” olarak nitelendirdiği özel mahkemelerin özel atanmış sahiplerinin ceza yasası kitabında tek suç bulunuyor: Terörist faaliyetler, terör örgütü üyeliği!
Muhalifleri, veya iktidar koalisyonunun “defterini dürmek istediği” herkes ve etkinlikleri, derhal hükümeti yıkmaya yönelik faaliyetler, terörist örgüt ve terör örgütü üyeliği ile suçlanıyor..
Sonra gelsin, 10 yıla kadar içeride tutuklu kalmayı öngören ceza suçlamasıyla ve iddianameyle tutuklamalar!
Adi mi adi, faşist mi faşist bir kumpas kuruldu ülkeye, muhaliflere, derdest edilmek istediklerine...
Bu amaçla da siyaset referandumla bütün adaleti ve yargıyı denetimi altına aldı, kullanışlı kişileri seçti, şimdi de demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun, yasaların ve insanların üzerinden buldozer gibi geçiyor!
***
Başbuğ’un tutuklanması, veya bir genel kurmay başkanının tutuklanması, çoktaaan planlanmış bir olaydı.
Hiyerarşik zincirin tepedeki halkasına kadar tamamlayacaklardı tutuklu subay “kadro”larını.. Bunu bilmeyen, görmeyen vardıysa eğer, ne diyeyim!
Cemaatin ve iktidar basınında, durmadan çalınan tamtaydı bu! Orduyu tırnağından tepeye vurmak, bu koalisyonun neredeyse yeminli icraat programıydı..
Cemaat medyasında örneğin, tutuklu arkadaşlarını ziyarete giden subayların nasıl büyük suç işlediklerini ağızlardan tükürükler sıçratarak, bağırıp çağırarak yapılan “ihbarlar”ın ardından, örneğin kısa süre sonra, inceleme başlatılıyordu!
Televizyonların gazeteci kılığındaki bazı kadınları-erkekleri, basbar bağırıyorlardı: Başbuğ tutuklanmalıdır!
Ama hiç biri şöyle demiyordu: Yahu ayıptır, günahtır, bu suçlama büyük bir haksızlıktır, internet andıcından bütün tutuklu subaylarla birlikte Başbuğ da tutuksuz yargılanmalıdır!
***
Seyrettikçe, okudukça midemden öğürtüler yükseliyor. Medya medya olalı, böyle böyle adilik görmemiştir!
Başbuğ internet andıcından sonra 1,5 yıldır dışarıdaydı... İktidar koalisyonunun saptadığı ve kendilerine en uygun gördükleri bir zamanlama ile yine büyük bir tatava yarattılar ve Başbuğ’u tutukladılar!
Genel Kurmay Başkanını “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla tutuklamak, Ordu’da veya ülkede, hiç bir vicdanın kabul edebileceği bir durum değildir. Ordu terörist örgüt, emir komuta zinciri içindeki imzalar da terör örgütü üyeleri olarak ilan edilmekte!
Bunun için çok fazla düşündüklerini sanmayın!
***
Hiç bir zaman da “yahu herşeyi herkesi terörist görüyoruz, ayıp etmiyor muyuz” biçiminde bir vicdan muhasebesi yapmazlar. Olmayan bir şey, muhasebe yapabilir mi!
Bir de iktidarın kaba kafaları demiyorlar mı, yazmıyorlar mı ki, “Başbuğun tutumlamasıyla Türkiye demokrasi yolunda büyük bir adım daha attı!
Demokraside ileri adım atmayı, tutuklamalara göre hesap eden kaba kafalara demeliyiz ki..
Demokrasi yolunda daha büyük adımlar atabilmek ve “tam demokrasi” olabilmek için, sırasıyla, önce bir başbakanın, sonrasında bir de cumhurbaşkanının tutuklanması mı gerekecek?!
Bu kafalar, Türkiye’nin demokrasi göstergelerinde neden melez ülke, yarı özgür ülke sınıflarında yer aldığını, basın özgürlüğünde neden 138.ülke olduğunu araştırsınlar önce!
Ülkede adaletin içine ettiniz! B.. çukuruna dönüştürdünüz demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri ile ilgili ne varsa!
Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurular, 2010 yılındaki başvurdu sayısı 6.800 iken, 2011’de nasıl katlanarak 9.000’e yükseldi..
Türkiye dörtnala koşuyor.. Nereye mi?
Parçalanmışlığa, dinci faşizme, hukuksuzluğa..
Bugünün büyük mağdurlarının, bu haksızlıkları unutması mümkün mü sizce?
--8 Ocak 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

7 Ocak 2012 Cumartesi

Yılın Bilim Olayları: Science ve Nature’ın Seçimleri


İki haftadır yerimiz elverdiğince 2011 yılının önemli bilim olaylarından seçmeler sunuyoruz size.  Tabii burada yol göstericiler, dünyanın önde gelen bilim dergileri. Bunları karınca kararınca sizlere ileteceğiz. Nature ve Science dergilerinin derledikleri özel seçkiler de var. Bu iki dergiyi, 2011 son sayılarından yaptıklarıı seçmeler ve özel yazılar açısından bir şekilde incelemenizi öneririz. Bir bakış genişliği veriyor. Nature dergisi ek bir dosya sunuyor, dergide yayımlanmış yazılardan bir Doğu Tıbbı! Bence buna da bakmakta yarar var!
Bu dergilerde hem editörlerin seçimleri bulunuyor hem de yayınladıkları haberlerden okurların en çok okudukları, tıkladıkları..
Science dergisinin 10 önemli bilim olayı olarak seçtikleri şunlar:
1)             Japonların Haya Usa uzay gemisi, dünyamıza kadar uzanan Asteroid tozlarının Asteroid kuşağından geldiğini ve renklerinin güneş rüzgarları tarafından değiştirildiğini saptadı..
2)             100 bin yıl önce Afrika’dan gelen Homo sapienlerin arkaik DNA’ları incelendiğinde, bugüne kadar diğer türlerle eşleşmedikleri anlaşıldı.
3)             Milyonlarca yıllık evrime karşı foto sistem (PS II) denilen gerekli proteinin aynı katalitik çekirdeği paylaştığı ortaya çıktı. Bu olmasaydı, sadece denizaltındaki hidro termal bacaların yanında hayat olacaktı.
4)             Bu sene astronomlar yıldız oluşumunu ve genç evrenin ortaya çıkışıyla ilgili iki önemli buluş yaptı. İlki, hidrojen bulutları saptandı bu bulutlar Büyük Patlama’dan sonraki bir kaç yüz milyon yıl önceki primordial gazla benzeaşiyor. İkinci buluş: Samanyolu galaksisinde bulunan küçük bir yıldız.İçinde, güneşin onbinde birine yakın metal yoğunluğu bulundu. Bu, evrenin ilk yıldızlarına benziyor.
5)             Mikroplar biziz! İçimizde taşıdığımız mikrobiyal topluluklar üç bölüme ayrılıyor. Bütün bunlara göre her insanın barsağında farklı gurupta mikrop var. Bunlar yenilen yiyeceklerle ilişkili..
6)             RTS aşısı, sıtmaya karşı özellikle çocuklarda bağışıklığı güçlendirerek en etkili savunma sağlıyor.
7)             Bugüne kadar Güneş sisteminin dışında 700 kadar gezegen bulundu. Bunların kendi güneşleri çevresinde dönüp dönmedikleri bilinmiyor.
8)             Ismarlama sanayi molekülleri! 1756’da keşfedilen zeolitler, aliminyum silikat ve oksijen atomlarından oluşmuş 250 yıl boyunca 40 doğal zeolit keşfedildi ve bunlara bakarak 150 tane de sentetik versiyonu üretildi. Daha çok çamaşır deterjanlarında kullanılıyor, şimdi de katalizörlerde kullanılacak.
9)             Bedenimizdeki eski hücreleri çıkartarak ve bunların en iyilerini seçip vererek gençleşme olasılığı üzerinde çalışılıyor.
10)         AİDS’in sonunun başlangıcı. HPTN052 adı altında yapılan deneyden en etkili ve inanılmaz olumlu sonuçlar alındı. Yayılmasını engelliyor.
Science dergisinin aylara göre yaptığı bilim olayları seçiminde Ağustos ayının en önemli olayı olarak Türkiye’de TÜBA’nın hükümet tarafından ele geçirilmesini gösterdi ve üyelerin pek çoğunun istifa ederek yeni bir akademi kurma girişiminde bulunduklarını belirtti..
***
Nature’ın seçtikleri: Dergi 10 kişi ve önemlerini duyurdu.
John Rogers: Elektronik cihazları giyilebilir aksesuarlar olarak ayarladı. Dario Autiero: Ekibiyle birlikte nötrinoların ışıktan daha hızlı yol aldıklarını ileri sürdü. Mike Lamont: Büyük Hadron Çarpıştırıcısının etrafındaki parçacıkları izleyen mühendis.. Essam Sharaf: Mısır’da hükümeti dönemsel olarak etkisi altına aldı. Psikolog Diederick Stapel: Bilimde kötü bir isim bıraktı. Öyle bir sistemle bilim hırsızlığı yaptı ki yıllarca hırsızlığını kimse saptayamadı. Lisa Jackson: Kanıt tabanlı çevre düzenlemesini yaşama geçirdi. Tatsuhiko Kodama: Fukuşima nükleer kazasında hükümetin radyoaktief serpintiyi hesaplama biçimini reddetti. Bu hesaplamanın halka zarar verdiğini gösterdi. Rosie Redfield: Arsenik tabanlı yaşamı birebir kopyaladı. Sara Seagel: Güneş sistemi dışındaki gezegenlerin keşfiyle isim yaptı. Dünyaya benzer gezegenler buldu. Danica May Camacho: Dünya nüfusunun 7 milyarıncı bebeği olarak isim yaptı.
***
Tümevarım- Tümdengelim tartışması 

Bu konuda geçen hafta Sevgili Celal dostumun yazısına yanıt verecektim ki, Bozkurt Güvenç hocanın nazik yazısıyla yetinelim şimdilik dedik. Güvenç’in yazısına da okurumuzdan eleştiri/ katkı geldi, Bozkurt Hoca hemen yanıtını verdi.. Bunları tartışma sayfamızda okuyacaksınız. Gördüğünüz gibi hepimiz çok hızlı hareket ediyoruz!!
Osman Bahadır’ın yazısı da, konuya, benim de benimsediğim yönüyle katkıda bulunuyor. Bilimin tümevarım mı tümdengelim mi diye bir meselesinin olduğunu savlamak yanlıştır, en azından bilimin bugün ulaştığı düzey olarak. Bu ikisinin biribiri olmadan varolamayacağı açıktır. Konuya, felsefi dedikodusundan çok, pratikte olan biten açısından bakmalı. Celal, arazi gözlemlerine ve bu gözlemlerden elde ettiği onlarca veriye dayanmadan, bir varsayım-teori ortaya süremez. Şüphesiz ki, kuramlar ileri sürülebilir, bunları tek tek çeşitli açılardan test ederek doğrulukları veya yanlışlıkları gösterilir..  Ancak bu kuramlar da bilimcilerin – düşünürlerin başına gökten düşmüyor. Yine konunun yansımalarını (veri, gözlem, çeşitli araştırmalar vb...) üstün bir seziyle birleştirilmesiyle ortaya sürülüyor..
Celal Şengör, eminim ki yazısında konuya bilim felsefi açısından bir yaklaşımda bulunmayı denedi.. Ancak bir köşe yazısında konuyu bütün yönleriyle incelemek zordur. Yanlış anlamalara yol açabilir.. “Ancak tümevarım yoluyla, bütün parçaları bir araya ggetirilmesiyle bir kuram inşa edilebilir, bir parça eksik kalırsa, kuram ileri sürülemez..” biçiminde en azından bugün için bir yaklaşım olduğunu hiç sanmıyorum.. Böyle düşünenler varsa, hiç bir zaman bir varsayım ileri süremezler. Sadece bilim veya felsefenin aptalları olarak yaya kalırlar.. Sadece başkalarının, bulguları sentezleyerek büyük fikre varmalarına yol açarlar...
Celal Şengör, konuyla ilgili Bozkurt Hoca’nın önerisini dikkate alan yeni bir yazı gönderdi.. Ama doğrusu bu yazıya henüz bakmadık, gelecek hafta okuyacaksınız..
Yeniden mutlu bir yıl diliyoruz..
 --CBT, sayı 1294, 6 Ocak 2012


6 Ocak 2012 Cuma

Uludere, Zulme Hayır.. Ortaklarda Kavga..


Öncelikle saydamlık... hata mı, saptırma-yanıltma mı.. bir dizi “inanç” ortalıkta dolaşıyor. İktidarın Uludere konusunda ülkeye en büyük hizmeti, olayı samimiyetle ortaya çıkartmak ve hiç bir bilgiyi ve ayrıntıyı saklamamaktır. Milletin öncelikle buna şiddetle ihtiyacı vardır.
Bu katliam, tartışma götürmez ve inandırıcı bir şekilde netleşmeli.
Bölgede süren “gerilla savaşı”nda, en büyük tehlike ve acı, sivillerin zarar görmesidir. Savaş varsa bu kayıpları önlemek çok zor. Siviller her yerde ne yazık ki “iki ateş” arasında telef oluyor.
Onlar da kaçakçıydı” gibi, katliamı mazur gösteren aptalca şeyler dolaşıyor ortalıkta.
Kaçakçılık, bir ticaret türü. Yüzyıllardır dünyanın her yanında sürer. Hele hele Güneydoğuda halka hayatını geçindirecek iş olanakları sağlayamayan bir devletin yapacağı tek şey, bu “sınır ticareti”ne göz yummasıdır. Nitekim büyük ölçüde göz de yumuluyor.
***
Peki, o yolun-geçidin esas olarak sınır ticareti olarak kullanıldığı doğru mu?
Eğer doğruysa, bu bilgi, verilecek kararın bin kez gözden geçirilmesini zorunlu kılar.. İktidar medyasında okuyoruz: kaçakçıların arasına tanınmış bir PKK lideri saklanmıştı, Türkiye’ye giriş yapıyordu... Bırakın bu palavraları! Öyle olduğunu kabul etsek bile, bir kişi için 35 kişinin katledilmesi emrini kim verdiyse suçludur!
İster genelkurmay başkanı olsun!
Bu savaşta dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sivillerin, bu bağlamda Kürtlerin, zarar görmesini önlemektir. Zulüm hiç bir zaman kabul edilemez. 1990’lı yıllarda Kürt halkı da PKK’nın uzantısı görülerek ağır zulme uğradı. Özel harekatçıların ve askerin o zamanki zulümlerinin faturasını milletçe ödedik ve ödemeyi sürdürüyoruz.
En büyük fatura, Türk-Kürt halkları arasında derinleşen psikolojik uçurumdur; PKK güçlendi ve Kürt siyasal hareketi, PKK’sı ve sivil siyasi hareketiyle birlikte, ülkede “devlet örgütlenmesi”ne bile gitmeye başladı!
KCK bunun ürünü.
Ana mesele: Halk zulüm görmemeli!
Haksızlık ve adaletsizlik yapılmamalı..
Türkler ve Kürtler arasında ayrımcılığı körükleyecek hiç bir eyleme yer verilmemeli!
***
Mesele, devletten yana tavır almak veya devlete karşı çıkmak değil.
Devlet ne yaparsa haklıdır, bu bir savaştır, suçsuzlar da yanar ne yapalım, tavrı hiç değil.
İnsanlığımız hiç bir koşulda kayıp vermemeli!
Geçmişte bu tutumun Kürt meselesini nerelere getirdiğini görmemek aptallıktır..
Dün televizyonlarda (ve bir kısım basında) tartışılan konu, AKP’nin devletleştiği idi! Neymiş? Silahlı Kuvvetlere sahip çıkmış! AKP artık bütün güçleri kontrol ediyor! Bir iktidarın “devletleşmesi”, devlet-parti özdeşleşmesi ile mümkün. Evet, AKP hiç bir iktidara nasip olmayan bir devletleşme yaşıyor.
Zaten başından beri politikası da buydu! Bakıyorum, AKP yanlılarından bazıları, özellikle cemaat gazeteleri yazarları, düne kadar teşvik ettikleri bu politikayı, şimdi “büyük buluş” yapmış gibi, AKP devletleşti diye teorileştiriyorlar!!! Neymiş? Erdoğan Askere sahip çıkmış!
Ordu AKP emrinde.. Büyük bir eşgüdüm içindeler. Bütün operasyonları siyasi-askeri karar mekanizmaları içinde yapıyorlar... Erdoğan’ın Ordu’ya sahip çıkması doğaldır.. Bir hata varsa ona da sahip çıkıyor!..
***
Ama cemaatçilerin başka bir derdi var: Bunu vesile ederek Orduyu yoketmeye devam!
Taa ki, imamları başkanlığında “yeni ordu” kuruncaya kadar!
Bunu yazıp duruyorlar zaten!
Erdoğan’ın Taraf’a ve o mahut yazarına çatması ise, cemaatin politikalarıyla AKP’nin politikalarının artık birbirine uyuşmamaya başlamasıdır!
Ortak hedeflerine ulaştılar, devleti ve kurumlarını denetimlerine aldılar, adamlarını yerleştirdiler; cemaat devam etmek istiyor, sonuna kadar gitmek istiyor...
Anlaşmazlık, “şimdi sırada ne var” noktasında patlak verdi!!
Cemaat daha fazla iktidar istiyor, daha fazla denetim istiyor, Erdoğan’ı da yönetmek istiyor!
Teşbihte hata olmaz, diyerek belirtelim, Cemaat Erdoğan’ı iktidarda “kuklalaştırma” politikasına geçti!.. Bu ise ayrı bir analiz...
---5 Ocak 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

3 Ocak 2012 Salı

2011: En Önemli 2 Olay


Vurgulamadan geçmeyeceğim: Geçen yılın en önemli olayı üzerine gazete sayfaları dolup taşarken, bir kaç noktaya değinmek gerekir. Bana göre, Türkiye iç politikasını ilgilendiren boyutuyla baktığımızda, 2011’in en önemli iki olayı vardır.
İlki ve en önemlisı, 12 Haziran’da yaşadığımız seçimler ve sonuçlarıdır.
Bu seçim sonuçları her ne kadar AKP için büyük zafer olarak sunulsa da (2007: %46,58 ve 2011: %49,83= 3,25 puan artış), aslında AKP’nin seçim planı ve 4 yıllık iktidar dönemi için planladıkları açısından, büyük bir yenilgidir.
***
Bir çok kez yazdım: AKP seçim planını 367 milletvekili çıkarmak ve Meclis’te tek başına Anayasayı değiştirmek üzerine kurmuştu.
AKP, dört partili meclis aritmetiği içinde (AKP, MHP, CHP ve BDP) ve CHP’nin de iyice oy kaybedip %20’lerin altına düşmeyeceği koşullarda, 367 milletvekili çıkartamazdı...
Bunu gördüler ve 367 milletvekilliği hedefi için iki plan yaptılar:
İlki, CHP’de seks kasetiyle bir “liderlik krizi” yaratarak partiyi gözden düşürmek ve seçmenlerde “bu partiden adam olmaz..” algısı yaratarak partinin oylarını ve milletvekili sayısını azaltmak istediler. Bir de yaratılan Odatv “terör örgütü” ile CHP’yi ilişkilendirmeye çalıştılar.. Baykal hızlı gitti, ama CHP hızlı toparlandı ve Kılıçdaroğlu ile parti oylarını %20,98’den %25,98’e, milletvekili sayısını da 112’den (burada DSP de vardı!) 135’e yükseltti!
CHP’deki bu yükseliş, AKP’nin milletvekili sayısını, oy oranını arttırmasına rağmen azalttı, 341’den 327’ye düşürdü!
AKP’nin iki ayaklı seçim planının ilk ayağı geri tepti ve çöktü! Bu önemli bir yenilgidir!
***
Planın ikinci ayağı, MHP’yi yüzde 10 seçim barajına takmaktı. Meclis dışında kalabilecek en yakın parti MHP idi. MHP’nin çıkartamadığı milletvekillerinin büyük çoğunluğunu AKP devşirecekti!
AKP bu amaçla MHP’den sloganlar ve içerikler de devralmıştı ve karşımızda kısmi bir MHP duruyordu! AKP’de zaten iyi bir milliyetçi-MHP’li damar vardı! Ama bu yetmezdi; yine seks ve ses kasetleri ile, Bahçeli dışındaki liderlik kadrosu deşifre edildi...
Ama bu plan da tutmadı, seçmen bu ahlaksızlığı affetmedi, CHP’den de destek oylarıyla MHP barajı rahat aşarak Meclis’e girdi..
Bu sonuç AKP için daha büyük bir yenilgidir!
***
Neden yılın olayı seçtiğime gelince..
1)   Bugüne kadar görülmemiş bir ahlaksızlık üzerine kurulan seçim stratejisi yaşadığımız için..
2)   İktidar koalisyonunun, seçimleri kazanmak için her türlü hileye, taktiğe başvurabileceğini gösterdiği için...
3)   2011 Haziran seçimlerindeki bu rezaleti muhalefet partilerinin asla unutmamaları için..
4)   AKP tek başına Anayasayı yapabilecek bir çoğunluğa ulaşamadığı için.. Ulaşsaydı, bugün Tayyip Erdoğan Anayasası ve Cumhuriyeti kurulmuş olacaktı!
5)   Halk/seçmen, bu tuzaklara karşı sıkı durduğu için...
Daha ne olsun, bu AKP için büyük bir yenilgi değil de nedir?

Al PKK Ver Suriye

Yılın önemli dış olayı olarak da, iktidarın kendisine özgün bir politika olarak inşa ettiği sıfır sorunu bitirip, Orta Doğu’da Amerikanın politikasının uzantılığına soyunmasıdır.
AKP’nin, Orta Doğu’yu Osmanlının tarihi kültürel uzantısı olarak gören politikasını sona erdiren gelişme, Arap Baharı’na ABD ve NATO’nun müdahalesidir. Sıra Suriye’ye gelince, iktidar büyük güç karşısında büküldü ve “büyük dost” Suriye’ye cephe aldı..
Geçen yıl 5 Ekim’de bu köşede yayımlanan yazımın başlığı şuydu: “Al Suriye Ver PKK”.. Veya iktidar gözünden bakabiliriz de “Ver PKK Al Suriye..”
O yazıyı bloğumda okuyun! Çünkü bugün gerçekleşen bu olaydır!
ABD Irak Kürdistanı’ndan silahlı PKK hareketlerini kontrol için Predatorlerle Türkiye’ye bilgi aktarıyor. Ortalıkta dolaşan, “PKK’ya karşı başarı” haberlerinin arka planı bu “ittifak”tır.
Buna karşılık da Türkiye, Suriye’de Esad rejiminin yıkımında başrolü üstlenmeyi yüklendi..
Uludere katliamındaki bilgi aktarım senaryoları karışıktır. ABD’nin yanlış bilgi vererek köylüleri vurdurttuğu savı, henüz kanıtlanmaya muhtaçdır...
Etkileri bakımından, yılın dış olayı da budur..
--3 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

2 Ocak 2012 Pazartesi

2012 Beklentiler: Erdoğan ve Cemaat


2012’de izleyeceğim en önemli konulardan biri, 2014’de boşalacak Üç Koltuk’la ilgili gelişmeler olacak J.
Şimdiden çeşitli senaryoları okuyoruz: Cumhurbaşkanı, sorular üzerine, siyasette beklentisi olmadığını, bütün makamlarda bulunduğunu söyleyerek mütevazi giriş yaptı! Ama en önemli nokta, siyaseti sürdüreceği idi. Gül’ün “beklentim yok” demesi ile siyaset yapacağını vurgulayan sözleri, birbiriyle çelişiyor.. Henüz Üç Koltuk meselesine iki yıl varken, koltuk meselesine doğrudan giriş yapması, kamuoyu gözünde şık olmazdı!
İkincisi, ve en önemlisi, iktidarın (gayri) resmi ortağı cemaatin devlette tırmanışı.. Cemaatin devleti ve AKP’yi- Erdoğan’ı kuşatması.. Bu bağlamda, Erdoğan ile cemaat arasındaki ilişkilerdeki gelişmeler, siyaset, AKP ve ülke için önemli.
Bu bağlamda, cemaatin liberal-amerikancı gazetedeki koşbaşısı malum kişinin Erdoğan’a “MİT’i senden iyi biliyorum, Kasımpaşalılığın bana sökmez..” biçimindeki “kabadayılığı”, aslında cemaatin Erdoğan’a karşı ana düşüncesinin dışa vurumuydu. İkisi arasındaki “diyaloğu” ilgi ile izledim!
Koçbaşı, MİT’in yeniden yapılanması gerektiğini gündeme getirdiğine göre, cemaatin üzerinde çalıştığı yeni hedefinin, MİT’te yapılanma olduğu ortaya çıktı.
***
Bu arada, Cemaat ile Erdoğan arasındaki çok önemli bir noktanın da, özellikle Amerikancılık noktasında düğünleniyor.
Türkiye’deki medya ve askere yönelik siyasi adli operasyonların tertipçileri, başı çekenler, esas olarak Amerika-cemaat müttefikliğine dayanıyor.
Cemaatin dünya çapındaki politikasının belkemiğini, ABD ile müttefik olması oluşturur. Ülkemizde hiç bir güç, cemaat kadar amerikancı olamaz.. Erdoğan ve Davutoğlu bile.. Onlar, Amerikanın güçlü bileğini ve kesin kararlılığını gördükleri noktada, politik gerçekliğe dönüyorlar ve Amerikancı politikayı uyguluyorlar.
Cemaatin adalet kurumundaki yapılanmasını biliyoruz. Özellikle özel yetkili kurumlarda.
Cemaat- Erdoğan siyasi çatışmasında, akle gelen fantastik sorulardan biri de, acaba cemaat Erdoğan’a da hukuk mızrağının ucunu gösterir mi? Bu fantezi sorunun ardındaki olgu, cemaatin kendisine karşı olan ve rakip olarak gördüklerine her türlü hukuki tuzağı kurabilecek bir güce ulaştığını sanmasıdır.
***
Üçüncüsü, Erdoğan’ın sağlığı! Bu konuda yoğun spekülasyon yapılıyor. Başbakan’ın ciddi sağlık sorunu varsa, AKP ve iktidar siyaseti baştan sona yeniden yapılanacak... Üç Koltuk meselesi de, Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesi de, AKP- Cemaat arasındaki ilişkiler de, epey buna bağlı.
Eğer böyle bir durum otaya çıkarsa, bütün siyasi-iktidar ilişkilerini yeniden tanımlayacağız.. Çünkü iktidarın ana adı Erdoğan’dır. Parti, her durumda, en az zarara uğrayacak yeniden bir liderlik yapılanması üzerinde duracak. Gül de olsa Arınç da olsa, Erdoğan’ın halk üzerindeki etkisi bakımından elde ettiği “kişisel başarım”a ulaşması mümkün gözükmüyor.
***
Kürt sorunu, en önemli konularımızdan biri olacak bu yıl. Leyla Zana, “Özerklik bile yetmez, kendi kaderimi tayin hakkı istiyoruz” diyerek, Kürt meselesinde “öncü” rolünü sürdürüyor. Şunu belirtelim ki, Zana’nın söylediklerinde yeni bir şey yok aslında. Her zaman burada, PKK (ve buna bağlı BDP’nin) stratejik yöneliminin bu olduğunu belirttik.
İki adım geri bir adım ileri veya tersi, Kürt politikasının ana mihveri oldu. Barzaniler ve Talabaniler hep bu çizgi izlediler. Koşullar oluşmadan Büyük Kürdistan mümkün değil. Ama ana doğrultu hep o yöndedir. Doğrusu da budur, onlar açısından!
Türkiye ile birlikten yana bütün çözümleri tartışmalıyız... Kürtler üzerindeki her türlü zulme karşı çıkacağız, Uludere, ne olursa olsun bir kıyamdır!.. Ama “ayrılıkçı” ve etnik damardan politikalara destek vermek, bu köşenin gündeminde olmayacak.
Şüphesiz, Suriye- İran /Ortadoğu en önemli konuların başında geliyor. İşin ucunda atom bombaları da var.. Bu yıl pek çok gerilim yaşayacağız..
***
2012’in en önemli konularından biri de, Avrupa Birliği’dir. Birlik’teki çözülmeler, çok önemli bir labortauvar deneyimini, ulus devletleir aşan büyük bir yeni oluşum kurma deneyimini zora sokacaktır.
Ekonomik kriz, bu bağlamda Türkiye dahil, pek çok açıdan siyasi ve sosyal sistemleri derinden etkilemeyi sürdürecek.
Ve Halkların mücadelesi ve direnişler daha çok gündeme gelecek.
Yeni yıla hoşgeldik..
--2 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

1 Ocak 2012 Pazar

Zaman, 2012’yi Nasıl Eğip Bükecek?


Bugün 2012’nin ilk günü, sizi hoş tutacak şeyler ne yazsak bilemedim. Biz adadayız, sessizlik, hafif yağmur, martılarımız orada damlarda ve bacalarda; ağaçlarda ise kargalarımız.
Size kertenkelelerimizi yazacaktım yazın veya sonbaharda, büyük bir aileyi ve bebeklerini.. Olmadı, kısmetse bu yaz. İlkbaharda onlar da çıkacak yuvalarından. Baktım ortada hiç biri yok şimdi.
Hayır siyaset yok, iktidar kavgası yok bugün.
Ne cemaatin Erdoğan’ı teslim alma numaralarını yazacağım..
Ne Erdoğan’ın “acaba cemaati karşı çıkma gücü var mı bu saatten sonra”, diye soracağım..
Çok daha önemli fantezi bir soruyu da bugün yöneltmeyeceğim...
***
2011 yıl çok mu hızlı geçti, günler, haftalar, aylar?
Bu izafi bir duygudur, bilirsiniz.
Zaman dediğimiz ve bölüp dilimlediğimiz.
Zamanın bazen hızlı geçtiğini bazen durduğunu bazen yavaşladığını / hızlandığını duyumsarız.
Öyle gelir bize.
Düşünüyorum da, insan beyni/psikolojisi hem zamandan bağımsız hem zamanın parçası.
Belki de izdüşümüyüz zamanın..
Peki zaman nedir?
Ve zamanı gören var mı, görebilir miyiz?
Zamanı herkes görür... elinize avucunuza alamazsanız belki, ama görürsünüz.
Aynaya baktığınızda görürsünüz, saçınızda, yüzünüzde, derinizde..
Dostlarınızda, çocuklarınızda, eşinizde... çevrenizde..
Erdoğan’a bakın, işte zaman onunda yüzünde.
***
Zaman, değişimdir, işte bu kadar.
Zaman, fiziktir, durmadan devinen. Fizik de zaten maddenin devinim halleridir.
Bütün kâinat /evren, devinerek değişiyor; bu değişimin belki de devinimin en küçük birimine, zaman diyebilirsiniz..
Değişimleri toplayın toplayın toplayın... Devinimleri de toplayıp toplayın toplayın..
Belli bir zaman biriminde veya toplamında, değişimlerin farklı hallerini elde edersiniz.
Dersiniz ki, doğdu, öldü, hamile kaldı, çürüdü, açtı, soldu, döküldü, sarardı, yeşillendi, kurudu, patladı, çöktü, büyüdü, küçüldü, hastalandı, koktu, canlandı, yokoldu, toz oldu...
Hoşgeldiniz biyolojiye..
Fizik ve biyoloji aynı şeydir.
Fiziğin diğer yüzüdür biyoloji.
Bu ikisinden başka bir şey de yoktur!
Biri, öyle demişler ama inanmayın, “cansız doğa”nın, diğeri “canlı doğa”nın adı.
Aptalca bir şey.. Evrende canlı-cansız doğa diye bir şey yoktur.
Ne demekse “Natürmort”.
Aslında tek şey vardır..
Devinen, değişen her şey tek bir şeydir.
Varlık birdir, sadece halleri farklıdır.
Birisini görürüz, “ay fiziği ne kadar değişmiş” deriz..
Biyolojik varlığı değişmektedir. Yüzünün, bedeninin halleri, fiziksel farklı görünümleridir.
İşte zamanı o değişimde görmekteyiz..
***
Güneş’i, kendi varlığının ana nedeni, yansıması, ürünü, parçası, senden bir şey olarak gördüğün an, meseleyi bitirmişsin demektir.
Aynısınız.. Yani, neredeyse!
Köpeği de, kertenkeleyi de, kediyi de, solucanı da, çiçeği-ağacı, böceği de..
Yani, neredeyse aynıyız hepsiyle..
“Öbür dünya”yı bir kenara bırakın, maddi dünyada mutlaka “tapacak” bir şey arıyorsan Güneş’e bak.
İnsanlığın ilk bilge kişileri Güneş’e tapanlardı, denir mi?
Eğer Güneş’in ömrünü tamamlamasıyla, dünya ve biyolojik varlık, başka fiziksel varlıklara dönüşecekse... 
Varlıkları ile Güneş arasında ilişki kurdularsa..
***
Biz doğadan, evrenden koptuk, ne Güneş’i biliriz ne yıdızları takarız.
Onlar başka biz başkayız.
Biz, insanlar yani, evren’e paralel bir iç dünya inşa ettik!..
Bu “insanlar dünyası”nın evrenle aşık atacağını sanıyoruz.
Dünyayı insanlaştırıyoruz..
Yani çevremizi yakıp yıkıp yok ediyoruz...
Yukarıdan bakıldığında “eskiden” herşey yeşil, mavi ve ağaçtı..
Giderek, herşey apartman, herşey çöl, herşey duman ve is, herşey karanlığa dönüşüyor.
Sözde ve güya, insanlar gelişiyor, zenginleşiyor, uygarlaşıyor!!!
***
Sanıyorsunuz ki, bazılarının tanrısı var...
Aslında Tanrı’yı da takan yok!
Kendisinden, kendilerinden başka hiç bir şeyi takmayanların dünyasına hoş bulduk.
***
Şimdi zamanı konuşabiliriz.. yeniden.
Zaman, 2012’yi nasıl eğip bükecek, dersiniz?
İşte aslında yazdığımız bütün yazıların konusu budur.
Mikro dünyamıza pala çalmaktır, yazı yazmak..
Haydi bismillah!
Ne dersiniz, acaba Cemaat, Erdoğan’ı....
----1 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset - Orhan Bursalı