Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

24 Aralık 2010 Cuma

Yavuz Nutku, Bir bilim insanı (2. yazı)




Bu yazıyı, Nutku'nun öğrencisi ve Yeditepe Üniversitesi Matematik Bölümü öğretim üyesi Hasan Gümral'ın Nutku üzerine hazırladığı ve Nutku'nun bilimsel katkılarını bütünüyle anlattığı makalesinden özetledim. Buraya, Nutku'nun sadece kişiliğini anlatan kısımlarını aldım. Yazının orijinali, Prof. Dr. Yılmaz Akyıldız'ın hazırladığı ve Uygulamalı Matematik Enstitüsü'nce basılan (ODTÜ) “Anılarla Yavuz Nutku” kitabında yayımlandı. Kitap, Nutku'nun daha çok bilim çevrelerinden arkadaşlarının ilginç ve hoş anılarıyla doludur.


Kimlik: Yavuz Nutku 3 Şubat 1943'de Istanbul'da doğdu. Babası, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk modern gemilerini tasarlayan, İTÜ Gemi İnşaat Fakültesi'nin kurucularından Ord. Prof. Dr. Ata Nutku, annesi öğretmen Naciye Nutku'dur. 1700'lü yıllara kadar oluşturduğu aile ağacı web sitesinde görülebilir. Berkeley'deki California Üniversitesi Fizik Bölümünden lisans ve Chicago Üniversitesi Fizik Bölümünden doktora (1969) derecelerini aldı. Araştırma alanları gravitasyonel dalgalar, gravitasyonel instantonlar, topolojik kütleli gravitasyon kuramları, tam-çözülebilir sistemler ve Monge-Ampère denklemleridir. Uluslararası Genel Rölativite ve Gravitasyon Topluluğu, Türkiye Bilimler Akademisi ve Amerikan Fizik Derneği üyesidir.

Türkiye 1970: Yavuz Nutku 1970'li yılların ortalarında Türkiye'ye geldi. Ünlü fizikçimiz Feza Gürsey ODTÜ'ye geçmişti. Hakkı Ögelman ve Yavuz Nutku gibi başka konulardaki başarılı genç fizikçiler de ODTÜ'ye geldiler. ODTÜ'de anahtar fizikçi olarak Erdal İnönü ve rölativite öncüleri olarak Feza Gürsey, Yavuz Nutku ve Ferit Öktem görünmekteydi.

Diabetes Mellitus: Bir yıl çalıştığı İTÜ Fizik Bölümünden 1990'da ayrılıp Bilkent Üniversitesi'ne geçti. Burada matematik bölümünün lisans ve lisanüstü programlarını hazırlayıp eğitime başlamasını sağladı. İTÜ'de bulunduğu sıralarda Erdoğan Şuhubi'nin uyarılarıyla yaptırdığı testler sonucu tip I (insülin bağımlısı) şeker hastası olduğu ortaya çıktı.
Son yıllarda yaptığı çalışmaların doktorunun kendisini yaşamda tutmasıyla mümkün olduğu düşüncesiyle, makalelerinde Prof. Dr. Temel Yılmaz'a teşekkürü eksik etmemektedir. Yavuz'un son yirmi yıldır yaşamda kalmasıyla ilgili olarak, belki de hepimizin teşekkür etmesi gereken bir kişi daha var: eşi Lütfiye Hanım.
Yavuz'un Bilkent Üniversitesi'ne geçişinde o sıralar aşık olduğu ve kısa sürede evlendiği Lütfiye'sinin etkisi yadsınamaz. Diabetle yaşamda ise, Yavuz'u defalarca hipoglisemi komasından kurtaran Lütfiye Hanım'ın etkinliği ve çabalarını anmamak kendisine büyük haksızlık olur. Lütfiye Hanım sayesinde, ben de dahil, Yavuz'un o zamanki öğrencilerinin hipoglisemi konusunda iyi birer ilk yardım görevlisi olduğumuzu söyleyebilirim. Çünkü, Lütfiye Hanım kısa süreli ayrılması gerektiğinde, belirtilerden başlayarak ne durumda ne yapılacağını ayrıntılarıyla öğretirdi. Bunun önemini, bir toplantı dönüşünde Ankara'ya gelirken İstanbul'da bir günlüğüne tek başına kalan Yavuz'un, girdiği koma sonucu sağ tarafına felç geldiğini öğrenince çok daha iyi anlamıştık. İlginçtir ki; Yavuz, bu olay üzerine en korktuğu şeyin hesap yaptığı sağ elini kullanamamak olduğunu söylemişti. Yavuz'un, kendisini ziyarete gelen arkadaşını görünce, kağıtları ve makaleleri yayıp hesap yapmaya başlayarak hastahane koridorunu çalışma alanına dönüştürmek; görevini savsaklayan hastabakıcı yüzünden hastahaneyi terkedip Üniversitedeki odasında çalışmaya dönmek gibi davranışlar sergileyen zor bir hasta idi

Soldan sağa: Yavuz Nutku, Gülay Dereli, Rita Hacınlıyan, Lütfiye Nutku, Tekin Dereli ve Avadis Hacınlıyan.


 Feza Gürsey Enstitüsü: Yavuz, 1994'de TÜBİTAK-Marmara Araştırma Merkezine geçti. Buradaki Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü'nün TÜBİTAK tarafından yeniden yapılandırılmasında etkin görev aldı. Enstitü, yoğunlukla endüstriyel ve teknolojik araştırmaların yapıldığı Merkez'den ayrıldı. Kandilli'de Boğaziçi Üniversitesi tarafından sağlanan binada Feza Gürsey Enstitüsü adı altında kuramsal fizik ve matematik araştırmaları yapılan bağımsız bir kurum oluşturuldu. Yeni Enstitü, kurucu müdürü Yavuz Nutku yönetiminde tüm üniversitelerden araştırmacılara açık, Türkiye'de türünün ilk ve tek örneği olarak araştırma yarıyılları düzenleyen ve doktora sonrasında araştırma olanakları sağlayan bir işlev üstlendi. Pek çok ünlü matematikçi ve kuramsal fizikçinin ziyaret edip araştırma yarıyıllarında dersler verdiği Enstitü, Türkiye'de uluslararası hakem denetiminden geçen ilk kurumlardan biri oldu. Araştırma yarıyıllarında verilen dersler ve düzenlenen toplantılarda yapılan konuşmalar kitap olarak yayınlandı..
 Yavuz Nutku hastalığının sonlarınaz doğru hala K3 problemi üzerine çalışmaktaydı. Kendisiyle çalışmak isteyenlere de bunu önermektedir. Günün sonunda K3 hakkında öğrendiklerimiz, gün boyunca Yavuz'un bu konudaki inatçı tavrını açıklar niteliktedir: yaşamımızın büyük bir kısmını çözümüne harcayacağımız veya en azından birlikte geçireceğimiz problemlerimizin seçimi önemlidir. Yavuz'un, bu yazının yazarına kariyerinin başlangıcında yazdığı bir mektupta da söylediği gibi "hayat bir kere yaşanıyor, ve O'nda da herşeyi yapmak kabil değil."
 Görüyoruz ki; Yavuz yaşamı boyunca sadece gravitasyon denklemlerinin önemli çözümlerini hedeflemiş ve bu hedef için tam-çözülebilir sistemler ile dinamik sistemlerin çok-Hamiltonlu yapılarına da katkıda bulunmuştur. Gravitasyon denklemleri, geleneksel deyişle "kuşun gözü"dür.

 Kuşun gözü: "Günlerden birgün ülkenin birinde en iyi avcıyı seçmek üzere bir yarışma düzenlenmiş. Aralarında bir prensin de bulunduğu tüm iyi avcıları toplamışlar. Önce kuralları anlatmışlar: size bir hedef göstereceğiz. Okunuzu gerip bize neler gördüğünüzü anlatacaksınız, oku bırakmayacaksınız. İlk avcıdan belirli bir ağacın dalına konmuş bir kuşun gözüne nişan almasını ve gördüklerini anlatmasını istemişler. Avcı, ilk olarak kuşun gözünü, sonra sırasıyla kuşu, konduğu dalı, yaprakları, diğer dalları, ağacı vb tarif etmiş. Tamam demişler, sıradaki gelsin. Diğerleri de gördüklerini son derece ayrıntılı olarak anlatmaya başlamışlar. Sonunda sıra avcı prense gelmiş. Kuşun gözüne nişan al demişler. Almış. Anlat demişler ne görüyorsun? Prens kuşun gözünü görüyorum demiş. Başka demişler. Kuşun gözü! demiş. Israrla başka birşey görüp görmediğini sormuşlar, prens de ısrarla kuşun gözünden başka birşey görmediğini söylemiş. Prens en iyi avcı seçilmiş."

 Tuzaklar: Bu hikaye Yavuz'un doktora danışmanı Chandra tarafından, çalışması gereken asıl problemin çözümüne hizmet etmeyen alanlarda gezinmeye başlayan doktora öğrencilerine anlatılırmış. Birinci defa anlaşılmazsa, ikincisi, sanki ilk defa anlatılıyormuş gibi, ayrıntılı olarak tekrar anlatılırmış. Üçüncü anlatım, artık bizim seninle yollarımızı ayırmamız gerekiyor anlamına gelirmiş. Ben iki kere dinledim. Buradaki temel mesaj, ne Chandra'nın ne de Yavuz'un şahsen kendileri, yüzeysel, birbiriyle bağlantısız, günü kurtarmaya yönelik ya da nereye varacağı bilinmeyen problemlerle uğraşmadıkları gibi, kendileriyle çalışanların da böyle bir yola sapmalarına asla izin vermeyeceklerini göstermeleridir. Hatta size, bana yapıldığı gibi, problemi reddetme hakkınız olduğunu bile söyleyebilirler. Bu bir tuzaktır. Ancak, kuşun gözünden başka şeylere takılmak, bir doktora öğrencisi için daha büyük bir tuzaktır.

Yasak sözcük: Öte yandan çalışılan problemin, uydurabileceğiniz çeşitli nedenlerle, çözül(e)mediğini savlamak herhalde Yavuz'a yapılabilecek en büyük hakaret olur. "Olmuyor" sözcüğü Yavuz'un lüğatında yoktur ve kullanılması O'nu sinirlendirir. Yapılacak tek şey problemi benimsemek, hatta onunla özdeşleşmekdir. Bu durumda çözümün bulunmaması hemen hemen olanaksızdır. Çünkü, çözümü olası görülmeyen problemler zaten Yavuz'un kilitli kasasındadır. Çalışılacak problemi son derece açık, anlaşılır ve özlü olarak ortaya koyar, kaynakça vermekten olabildiğince kaçınır. Sanırım bunun en önemli nedeni, günümüzde daha çok nicelik gözeten akademik ölçütlerden ve kimi yazarların özgün çalışmaları gözardı etmesinden dolayı, bilimsel literatürün çözüm bulma aşamasında pek fazla yararı olmayacağı düşüncesidir. Nitekim, Yavuz'un aynı problemi kaynakça göstererek ve göstermeden verdiği kişilerden, kaynakçadan haberi olmayanın problemi çözdüğü de bir vakıadır.

 Kaynakça sorunu: Ancak, problemi bir kere çözdükten sonra o kaynakçalara ulaşmak ve atıfta bulunmak artık bir insanlık borcudur. Sayıca pek fazla olmayan makalelerimin inceleme aşamasında hakemlerden "literatürü iyi biliyor" şeklinde övgüler alan birisi olarak, benim öğrendiğim ve bildiğim, özgün bir sonuç bulduğunuzda, bu sonucun ilgilisi olduğu konunun gelişimine katkıda bulunanlara atıfta bulunmanız gerektiğidir. Neredeyse kanıksamaya başladığımız, özgün çalışmaların kaynak gösterilmemesi sorununun Yavuz'u da rahatsız ettiğini öngörmek zor olmaz. Zor olan, buna tepkisinin ne olacağını öngörmektir...

 Bir çalışmanın değeri: Buluş yapılan bir konuda özgün kaynakçanın belirtilmemesinin buluşun değerinin artmasına bir katkısı olmayacağı açıktır. Yavuz'a göre bir buluşun değerini tarih belirler. Bunu, kendisinde hayranlık uyandıran bir teoremin sahibi olan Franco Magri ile diyaloğu üzerine yazdıklarından görelim: "... Magri ile 20 yıl önce karşılaşmış olmanın ve O'nunla teoremi hakkında konuşma isteğimin heyecanıyla doluydum. Fakat, O omuzlarını silkti ve "o eski bir sonuçtu" dedi. Şimdi; Pisagor theoremi 2500 yıl önce geldi, ona hiç "eski" denilerek atıfta bulunulduğunu gördünüz mü!. Büyük teoremler asla eskimez ve Magri'nin teoremi büyük bir teoremdir. Öte yandan, yazarı teoremini istediği gibi adlandırma ayrıcalığına sahiptir".

 Modus operandi: Yavuz matematiğin yapılarak öğrenileceği ilkesinin en iyi uygulayıcılarından birisidir. Bir kere, hesap yapmadan problemle ilgili tartışma hakkınız yoktur. Hesap yapmak ve, daha genel deyişle, kanıtlamak bilginin bedelidir ve sahip olabilmek için ödenmesi gerekir. Bu sonuncusu, Yavuz'a öğrencilik yıllarında babası Ata Nutku'nun verdiği bir dersti.
 Kendisiyle çalışmaya başladığımızın ilk günü bana boş bir masa-sandalye gösterdi, masanın üzerine bir top kağıdı yanlamasına koydu ve "kağıdı böyle tutacaksın ve mürekkepli kalemle yazacaksın, benim sana öğretebileceğim başka birşey yok" dedi ve işine döndü. Mürekkep yazının/hesabın kalıcılığıdır. Bu durumda yapılacak hatanın bedeli de ağırdır: tüm kağıdın yeniden yazılması.
 Erdoğan Şuhubi'nin zorlamasıyla dış formlar konusunda hazırladığı ders notları bu nesnelerin anlaşılması ve kullanılabilmesi bakımından son derece eğitseldir. Aynı konuda Cahit Arf'in basılmamış notlarıyla karşılaştırıldığında, Arf'in yapılandırıcı bir yaklaşımı, Yavuz'un ise "modus operandi" tarzını benimsediği görülür.

 Uyarı: Bilim dışı tartışmalardan ve spekülasyonlardan, işin doğrusunu bir kereliğine ve açıkça anlattıktan sonra uzak durur. "Gerçekçi olmayana tahammülsüzlük", aşağıda göreceğimiz üzere, Yavuz'un kalıtsal özelliklerinden birisidir. İşte iki anektod:
 Bilkent Üniversitesi'ndeki odasını telefonla arayarak ışık hızının aşılabileceğini, Einstein kuramının yanlış olduğunu, vb savlayan bir lise öğrencisine tavsiyeleri hem dikkate hem de kayda değer diye düşünüyorum: Işık hızının sabitliği gibi bilimsel ölçütlerden geçerek bilgi olmuş önermelerin sorgulanmasından yüz yıl gibi uzunca bir süredir vazgeçilmiş olduğunu, merak, dikkat ve çalışmasını öğrenim programlarındaki konulara yöneltmesi gerektiğini, böylelikle gerçek problemlere ulaşabileceğini, araştırmacı olmanın uzun soluklu bir koşu olduğunu, sabırlı olması gerektiğini vb söyledi. Ne yazık ki, bu öğrencimiz Yavuz'un iyi bir gravitasyoncu olmadığına karar verip Yavuz'dan, Yavuz'un kendisinden daha iyi bir gravitasyoncunun adını istedi.
 Bir başka olayda, adı Mevlana, kardeşlik, Sirius, alfa ve sair sözcüklerden oluşmuş bir tarikatın başı olduğunu savlayan bir hanım geceleri yıldızlararası geziye çıktığını, bu arada kara deliklerle karşılaştığını ve onların içinden geçtiğini anlatıp duruyordu. Bir televizyon kanalı konuyla ilgili olarak Yavuz'u Gebze'de buldu. Kara deliklerin ne olduğunu sordu. Yavuz'da basitçe tahtada anlattı. Daha sonra, haberci sordu: kara deliğe girmek ve sonra çıkmak olası mı? Yavuz: Asla. Haberci: bir hanım uykusunda kara deliğe girip çıktığını savlıyor. Yavuz: "kendisine iyi uykular dilerim".

 Korunan büyüklükler: Yavuz Nutku için çalışmalarda dönüşümler altında değişmez kalan nesnelerin ve büyüklüklerin kullanılması olmazsa olmazlardandır. Yukarda sözü edilen Lax formulasyonu, hidrodinamik tür operatörler, Lichnerowicz ve De Rham kompleksleri, genel kovaryans, ayar değişmezliği, dış-formlar vb bu türden teknikler ve yapılardır. Yaşamımda aldığım en büyük tehdit bunlar yüzünden olmuştur: "eğer bir daha tahtaya değişmez kalmayan bir şey yazarsan seni gebertirim!".
 Yavuz için yalnızca matematikte değil, yaşamda da korunan, miras kalan değerler önemlidir. Aşağıda alıntılayacağım bir konuşmasında kendisini üç nesildir Nutku ailesinin belkemiğini teşkil eden bir hedefe katkıda bulunmuş birey olarak tarif eder. Babası Ata Nutku hakkında yazdığı bir yazıda O'nun "gerçekçi ve başarıya yönelik olmayan hiçbir şeye tahammülü olmadığını" belirtir. Aynı özelliğin Yavuz'da olmadığını iddia etmek olanaksızdır. Yine babasına ait ve Yavuz'u tanıyanların da yabancısı olmadığı bir karakter özelliğini şöyle anlatır: "(Babam) doğru bildiğini en kesin bir dille ve acımasızca söylerdi. ... Babamın "doğruları balyozla kafaya indirme yöntemi"nden en fazla nasibini alan ben, burada kendisine, doğru yolu gösterdiği için teşekkür ediyorum". Ata Nutku'nun da aralarında olduğu Cumhuriyetin ilk kuşağından sıklıkla övgü, gurur ve hayranlıkla bahsettiği anlar, benim için son derece etkileyici, duygulandırıcı ve ayartıcı olmuştur.


Süleyman Nutki   Ord.Prof.Ata Nutku                                   Naciye Nutku

Nutku ailesinin sırrı: Nutku ailesi üç kuşaktır ülkemizde denizcilik, müzecilik, gemi inşaatı, edebiyat, felsefe, gravitasyon ve tam-çözülebilir sistemler konularında öncülük ve atılım yapmaktadır. Bu yazıyı, gravitasyon kuramına öncülük eden, son kuşak Nutkulardan Yavuz Nutku'nun 29 Nisan 2004 tarihinde Gölcük'te donanma subaylarına yaptığı bir konuşmanın son bölümüyle bitirmek istiyorum. Yavuz, Deniz Müzesinin kurucusu, dedesi Süleyman Nutki ya da kullanılan adıyla, Nutku Bey'in, eşi Firuze hanım ve oğullarına 4 Ağustos 1909 tarihinde Mısır'da Port Said'den yazdığı bir mektuba atfen şöyle diyor:
 "Bu mektup ailemizin belkemiğini teşkil eder ve takdir edileceğini sanıyorum ki ben de bu hedefe katkıda bulundum. Nutku Beyin mektubunu günümüz Türkçesine kazandıran babam Ata'dır. Nutku Bey yazmış ki:
 Efendi oğullarım,
 Görüyor ve anlıyorsunuz ki babanız size istediklerinizi alabilmek için denizlerde çalışıyor, çabalıyor. Rahatını aramıyor, etrafımızda dalgalar kabarıyor, gürlüyor, vahşice hücum ediyorlar gemimize. Babanız hep sizi düşünüyor. Bir gün gelecek babanız çok daha yaşlanmış olarak eve dönecek ve size güzel şeyler, maymun, papağan, kuşlar, yemişler getirecek. (gerçekten kısa süre sonra İstanbul'a bir maymun gönderilmiştir! [2]) Siz de onun yanına oturup okuduğunuz kitaplardan öğrendiklerinizi babanıza anlatacaksınız. Çalışmamış ve öğrenmemiş olanlar o zaman utanır ve babasının yüzüne bakamaz. Şimdi çok çalışınız.
 Nutku".
Metin, CBT sayı 1239'da yayımlandı, 17 Aralık 2010

Prof. Yılmaz Akyıldız, Yavuz Nutku'yu ziyaretinde, Ağustos 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder