Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

9 Aralık 2012 Pazar

Planlama Diye Bir Şey Vardı, Değil mi?


CBT Gündem sayı 1342, 7 Aralık 2012
  
Ekonomi profesörü Bilsay Kuruç’ın liderliğinde geçen yıl başlatılan, aslında ülke için önem taşıyan ama siyaset için hiç önemsiz görülen/ sayılan planlama kurultaylarının ikincisi dün başladı, bugün de (7 Aralık) Ankara Üniversitesi Rektörlük 100.Yıl Salonu’nda sürüyor: 21. Yüzyıl İçin Planlama.. Kurum olarak, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (KAYAUM) kurultayın düzenleyicileri…
Bu yılki ana konuları yazalım: İlk gün şu konular vardı: Enerji Alanında Sorunlar ve Planlama (Cengiz Göltaş, Necdet Pamir, Olgun Sakarya, Oğuz Türkyilmaz.. Ve Sanayi Alanında Sorunlar ve Planlama (Oktar Türel, Dr. Serdar Şahinkaya, Yavuz Bayülken, Oktay Küçükkiremii.
Bugünkü programa bakıyorum: Sanayi ve Enerjide Planlama İçin Kurumlaşma, Model ve Politika Önerileri (Ali Ekber Çakar, Çağlar Güven, Çelik Kurtoğlu, Aykut Göker.. Sat 14:00-16:30 arası da Genel Değerlendirme var: Mahmut Kiper, Sencer İmer, Oktay Küçükkiremii, Oğuz Türkyılmaz, Mustafa Sönmez..
***
Geçen yıl Mayıs ayında gerçekleştirilen kurultayın ilki 21. Yüzyılda Planlamayı Düşünmek adını taşıyordu ve şu konular tartışıldı: Planlama ve Piyasa Tartışması, Ulusal (İktisadi) Planlama; Ulusal Toplumsal Planlama; Ulusal Bölgesel Yerel Planlama; Tarım Planlaması; Sanayi ve Teknoloji Planlaması; Enerji, Çevre ve Ulaştırma Planlaması..
***
Bilsay Kuruç, amacın içinde bulunduğumuz yüzyıl için ülkenin rotasını tartışmayı amaçladıklarını belirtiyor. Mümtaz Soysal, geçen yıl yapılan Kurultay ile ilgili yazısında şunları belirtiyordu:
Yaşadığımız ekonomik modelin bu ülkeye özgü olmaktan çok dünya ile uyum sağlamak düşüncesine dayandırıldığını ortaya koymakta. Yaklaşık 30 yıldır uygulanan böyle bir modelin dıştan kaynak aktarımı ile dışalıma ve dışa kazanç aktarımına dayalı olduğu açıkça belli.”
Böyle bir modelin sürdürülebilir olmadığı, büyük miktarlarda dış borç biriktiğinde veya cari açığın gayri safi milli hasılanın yüzde 10’una yaklaştığında kriz alarmlarının çalmasıyla ve büyümenin yüzde 3’lere düşürülmesiyle kesinlik kazanan bir olgu. Ekonominin çarklarını sürekli olarak sermaye ve mal-hammadde transferiyle döndürebilen bir ekonomik sistem, eninde sonunda zor duruma düşüyor.
Kalkınmasını tamamen piyasaya terkeden bir ekonomik sistem yerine, küresel ekonomileri de dikkate alarak, sanayisine ve kalkınmasına planlı olarak yol gösteren bir sistemi devreye sokarak, sürdürülebilir bir ekonomi oluşturabilir. Özellikle de yeni teknolojileri dikkate alan, orta ve yüksek teknolojilere doğru evrilmeyi hızlandıracak bir planlama düşüncesinin, politikaya egemen olmasını sağlamalı ülke. İktidarın bu yolda bir düşüncesini ne yazık ki göremiyoruz.
Ankara’daki toplantı, sadece iktidarlarca onyıllardır çöpe atılan, ilgili geniş çevrelerden de çoktan uzaklaşan planlamayı düşünmek olgusu, yeniden gündemlere girebilir mi?
En azından, bu yolda çabaların eksik olmadığını görmek, belki günün birinde bir kıvılcım etkisi yaratabilir düşüncesiyle, takdire değerdir.
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak üzere..

KUTU

ORTAÇAĞ VE GÖRKEMLİ KİLİSELER VE TÜRKİYE
Ayasofya, Notre Dame, Aziz Piyer Klisesi, Dom Kiliseleri, Milano Katedrali ve Avrupa'daki diğer tüm görkemli kilise ve katedraller Ortaçağ'da yapılmıştır. Ortaçağ, din kullanılarak halkın sömürüldüğü dönemin adıdır. 
Zamanın tek üretim ve değer kaynağı olan topraklar, kilise ve soylular arasında paylaşılmıştır. Tüm Avrupa'nın gerçek egemeni Papa'dır. Papa'nın takdis etmediği kral tahtına çıkamamakta, aforoz ettiği tahtını kaybetmektedir. Tarlalarda köle (serf) olarak çalıştırılan halkı, papazlar "efendilerine hizmette kusur etmezlerse öteki dünyada Cennet'e gideceklerini" söyleyerek uyutmaktadır.
Gelinler gerdek gecelerini kocalarıyla değil, efendisi soylu ile geçirmek ve kızlığını ona armağan etmek zorundadır. Kiliseye göre bunun dine aykırı bir yönü yoktur! Papazlar ve soylular arasında, fazla beslenmekten dolayı damla (gut) hastalığı yaygındır. Halk ise açlıktan ölmektedir. 
Bu sömürü ve ahlaksızlık düzeni Aydınlanma Devrimi ile sona ermiştir. Bundan sonra yapılmış olan kiliseler, sokaktaki diğer evlerin arasına sıkışmış basit yapılardır. Çoğunun çan kulesi de yoktur. Ön duvarındaki küçücük haç olmasa kilise olduğu bile anlaşılamaz.
Ülkemizde görkemli camiler yaptırma yarışının başlamış olması, Cumhuriyet'le başlamış olan Türk Aydınlanma Devriminden ortaçağa dönüşün göstergesi olabilir mi?
Prof.Dr.Süleyman Çelik- Samsun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder