Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

17 Şubat 2014 Pazartesi

Bir Yalanın Anatomisi / Kabataş Provokasyonu

Üstleri çıplak, başları siyah bantlı 100 kadar kişi, bebekli kadına saldırdılar, üzerine işediler” Kabataş yalanını, Gezi Parkı direnişinden ayırt edemeyiz.. Tıpkı “Camii’de içki içtiler” yalanı gibi. Zaten her ikisi de arka arkaya piyasaya sürülmüştü.. İki yalan da, Gezi Parkı direnişini kötülemek, toplum dışına itelemek, iktidarın cinayetler işleyen büyük şiddetini haklı göstermek, ve bütün bunların ötesinde, halkı kışkırtmak amacını taşıyordu.
En büyük yalanlar, ısrarla, en tepeden dillendirildiklerinde inandırıcılığı daha yüksek olur. “Baksana.. Başbakan bile…
***
Mizansende kullanılacak olan, tabii ki türbanlı olacaktı.. Çünkü turban 30 yıldır bu ülkede iktidar malzemesi olarak kullanıldı. RTE’nin tanıdığı bir belediye başkanının gelini olması, da inandırıcılıkta yüksek atlama amaçlıydı.. Ve, bir de bebek arabası sürüyor olmalıydı “mağdur” ki, toplum “kadın, bebekli, türbanlı, ah zavallım…” masalıyla yüreğinden vurulsun! Medyadaki evet eveeet eveeeeeet’çiler mizanseni tamamlayacaktı..
Bir de, Türkiye’de bugüne kadar görülmemiş bir “saldırı güruhu” tarifi yapılması gerekiyordu, bakın hele: “Belden yukarıları çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 80-100 kişilik bir grup..” Bunlar, bebeğiyle birlikte durakta bekleyen genç kadını dövecek ve üstelik üzerine idrarlarını yapacaklar, hatta bebeği bile tırmalayacaklardı!!...
Üstleri çıplak 100 kişilik bir gurup orada dolaşacak da, kimsenin dikkatini çekmeyecek, onları kimse görmeyecek, ne bir tanık ne polis olacak..
Daha o gün %95 büyük bir yalan diye konuştuk aramızda. Çünkü provokasyonun bütün unsurlarını içeriyordu. “Kamera – mobese görüntüleri var” iddiasının amacı da, yalanı yazacakları susturmak (ya doğruysa korkusuyla!) ve yalanın gerçek olduğuna ilişkin kamuoyunda güçlü bir algı yaratmaktı…
Yalanı “en üst makamdan” dile getirmek ve yalanı ortaya çıkartanlara daha büyük saldırılarda bulunmak, inandırıcılığı artırma yöntemidir.
Dün, “ya adli tıp raporunu nereye..” sözleri de, aldatmaya yönelik, çünkü, rapor “Kabataş’ta saldırıya uğrayan..” diye bir tanımlama yapmaz. Raporun üzerine istediğiniz öyküyü yazabilirsiniz. Kabataş, koca dayağı, düşmek, hırsızların saldırısına uğrayıp parasını çaldırmak.. Raporu Kabataş’a bağlamak, milleti enayi yerine koymanın örneklerinden biridir! Rapor, siyasetin isteği üzerine uyduruktan da verilmiş olabilir (Kurum onlara bağlı, ayrıca bu kurumdan ne siyasi raporlar, ne sahte imzalara doğrudur kararları çıktı!)
***
Yalçın Bayer’in köşesinden alayım:
Dr. Goebbels’in kuramlarından bazıları...
 İnsanların beyin tembelliğine dayanarak hareket edin...
Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır.
 Bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur.
 Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
 Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.
 Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
 Kendinizi savunmak yerine karşınızdakileri sürekli savunmada bırakın.”
***
Kabataş yalanının üzerinden bir kaç gün geçmeye başlayınca, hani kamera görüntüleri sesleri çıktı.. Onlar hiç bir zaman yoktu ki! Tıpkı Camii’de içki içtiler yalanının olmayan görüntüleri gibi (İçki içilmedi, diyen Müezzin’e yaptıkları, din ve allah konusundaki gerçek düşüncelerini yansıtıyor!) Ama önemli değil.. Varmış gibi davranmaya devam.. Tıpkı Kabataş’ta saldırı olmuş gibi.. Gezi Parkı’na büyük şiddet uygulaması ile tüm Türkiye’de köşeye sıkışan iktidar, sürekli olarak bu iki yalan senaryonun arkasında oldu.
***
Dün gazetemizde derli toplu vardı.. İ. Berkangörüntüleri seyrettim” demişti. İnsan gördüklerini nasıl göremez
E. CanBir kadını sırf başörtülü olduğu için uğradığı tacizden dolayı ispata çağırmak ne demek?”, “Yaşadığı saldırıyı anlatan insana ‘ispatla bakalım, yoksa inanmayız’ diyenlere saldıran M. Akyol’a kadar..
A. Aydıntaşbaş: “70-100 arası üstü çıplak, elleri deri eldivenli adam, bölümünün abartılı olduğunu düşünsem de, ortada bir taciz vakası olduğuna pek şüphe etmemiştim. Haklıymışım.. 
B. İlter: “Kalabalık bir grup tarafından darp edilen, tacize uğrayan, bebeği ve kendisi için ölümüne korkan… Morluklarını da gördüm, ille de meraklıysanız, ama benim tanıklığıma ihtiyaç yok ki, raporu var zaten.”
Basit soru: Birisinde gördüğü bir morluğun acaba nereden kaynaklandığı konusunda bir soru gelmez mi insanın aklına?

Hepimiz Başkomiser Nevzat’tan, şüphe etme sanatı üzerine ders almalıyız. Haberi bilerek çarpıtanlara mesleki etik cezası önermeli.. (Not: Bu yazı, ortada dövülme görüntüsü olmadığı savı üzerine yazıldı.. Gösterirlerse, yazdıklarım geçersizdir.)
16 Şubat Pazar, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder