Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

2 Kasım 2010 Salı

Zulümhanede İki "Kafadar”


Kafa kafaya vermişsiniz, akıllı bir yol bulmuşsunuz ve birbirinizle söyleşi yapmışsınız... Anlattıklarınız, ülkenin nasıl bir zulümhaneye dönüştürüldüğünü, Ergenekon silahıyla aslında muhalefetin tamamıyla sindirilmek istendiğini yeniden ve yeniden gözler önüne seriyor...
Okuyana, anlayana, vicdanı olana, kafası olana, tabi ki..
Pazartesi günkü (dün) yazınızı dört gözle bekliyordum! Medyanın önemli bir kısmının pislik yuvasına dönüşen çirkefliğini ne zaman dile getireceksiniz diye!
“Silivri mahkemesinin yanında bir de medya mahkemesi var, bu mahkemede savunma makamı yok” diyorsunuz.
Medyadaki insan cellatlarından bahsediyorsunuz..
İddianameye bile girmeyen alçakça iftiraları, Mustafa'yı casus gibi gösterenleri...
İkinizi de astılar, biçtiler, bıçakladılar, öldürdüler ve Silivri'ye attılar; henüz ididaname bile yokken ortada!
Hayır, bunlar gazeteci değil, meslektaş değil, en gözükara tetikçi..
Geri bakın, askeri darbeler dönemine, o zamanlar da medyada gizli saklı duran ama ruhunu satmaya hazır uşaklar hemen kendilerini meydana atmışlardı!
İnsan denen yaratık, olağanüstü koşullarda ne mal olduğunu ortaya koyar.. Hapishanede bile yiyeceğin fazlasına saldırır, bir kısmını cebine koyar, bencilliğin doruk noktalarında gezinir durur...
Silivri'de, bir zamanların afralı tafralı insanlarından, keskin devrimci doçentlerinden falan itirafçı çıkmadı mı, kendini –ve yalan dolanla insanları– satmadı mı!
***
Ne düşündülerse medyadaki tetikçiler! Artık onlar çıkamaz, ayvayı yerler, iktidar ve adamları amansız, bunları ne olursa olsun mahkûm ederler mutlaka, biz de haklı çıkarız...
Ama kazın ayağı dönüyor...
Tetikçinin beyni tam çalışmadığı için, devranın döneceğini hesap etmez, baltanın kendi kafasına ineceğini de göremez!
Benim hiç bir alçaklığa tahammülüm yok. Bu demektir ki, insan denen yaratıkların önemli bir kesimine de tahammülüm yok...
“Meslektaş” aynı işi yapan demekse eğer, hayır, aynı işi yapmıyoruz; bu nedenle tüm medya mensuplarıyla aynı dünyayı da paylaşmıyoruz...
Yarın dışarı çıkacaksınız, yan yana düştüğünüzde el mi sıkışacaksınız!? Yüz yüze mi bakacaksınız!
Gözlerimde, çirkef çukurundan size bakacak yüzler ve gözler canlanıyor sadece!
Kim hangi yalanı yazdı, isimleriyle kitaplaştırılmalı...
***
Mustafa Zulümhane'sini baskıdan önce okuttu bana. 21. Yüzyıl Türkiyesi, insanlığı, kurumları, adaleti, yargısı, hakimi, savcısı, siyasetçisi ve medyasıyla, nasıl toptan bir utanılacak durumda olduğumuzun resmi belgesidir, kitap.
Hepimiz için, gelecek için ve varlığımızın sürmesi için tayin edici önemde olan adaletin nasıl yerlerde süründüğünün bu belgesi karşısında, bir kez daha ülkem için umutsuzluk gırdabında bulmuştum kendimi!
Sonra toparlanmış ve hayır böyle olamaz, böyle olmamalı demiştim!
İnsanın, bizzat gördüğü yaşadığı olaylar başka, bunları bir kitapta okuması ise bambaşka!
Tuncay Özkan'ın da Mustafa'dan önce Ergenekon üzerine üç kitap yazdığını okurlara anımsatalım. Bu kitaplar yaşadığımız zulmün günceleridir! Kütüphanelerimizde, bu dönemin anıtları olarak bulunmalıdırlar!
***
Sizler, zulmü açığa çıkartan, gözler önüne seren insanlarsınız.
Zulüm, haksızlık, adaletsizlik, yalancılık, ülke çapında hilekârlık, bunların hepsi size yapıldı ve siz ve orada bulunan çok sayıda insanda cisimleşmiştir!
Bu ülkede siyasi nedenlerle, iiktidarlara ve iktidar güçlerine karşı muhalefet nedeniyle hapishaneye girmek, yargılanmak, insanların neredeyse gögüslerinde şerefle taşıyacakları bir madalya olmuştur!
Ama batsın böyle bir “şeref madalyası”!
Sanmayın ki, zulüm sadece orada!
Oradaki dorukta olan zulüm!
Ergenekon zulmünun rüzgarı, dalga dalga, çeşitli şiddetlerde, bütün ülkeye yayılmış durumdadır!
Üniversiteler üzerinde, işverenler üzerinde, kadınlar üzerinde... ve hele hele namuslu, dürüst medya üzerinde, esip durmaktadır!
İktidarın kılıcı, en son “kantarın topuzunu” bir parça kaçırdığı gerekçesiyle, Oktay Ekşi'nin kafasını uçurmuştur.
Oktay Ekşi ki, diline beyefendidir genellikle, yapılmayacak bir benzetmeye başvurmak zorunda kaldıysa, ülkenin ne duruma sokulduğunun açık bir olgusudur, yaşadığımız olay...
Kitap Fuarı'nda Zulümhane'yi gelip imzalatanlardan ve tanıdıklarından ve köylülerinden, Balbay'a baki selamlar..
2 Kasım 2010 /Bilim ve Siyaset 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder