Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

15 Mart 2015 Pazar

Gerçekten Vesayete Karşı mısın?


Koray Çalışkan ile Seferihisar’da yapılan Tohum-Takas Şenliği’nde aynı panelde konuştuk, sonra gece de oturup sohbet ettik. Kültürel bileşenlerimiz, kişisel ve toplumsal mücadele çıkışlarımız çok farklı. Dolayısıyla bunlar (şart olmasa da) bugüne ve yarına bakışımızı ayrıştırıyor. Koray siyaset bilimci, Boğaziçi Üniversitesi’nde doçent, medyaya yansıdığı için de belirteyim, Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanlarından.
Çalışkan, konuşmasına artık askeri veyaset bitmiştir, bu seçimler askeri vesayet altında yapılmayacak diye söze başladı ve 3-5 dakika bu minval üzerine mutlu mesut konuştu. “Askeri vesayet” şüphesiz karşı olduğum bir durum. Ama Türkiye’nin düne kadarki kötü yönetiminden “askeri vesayet” kadar, “kötü- yağmacı, ülke batırıcı siyasi sivil vesayetide fazlasıyla sorumlu görürüm.. El ele batırılan bir ülkede ortak imza!
Çalışkan ile, ne “bu vesayetin hangi alçak komplolar, öldürülen hayatlar, çekilen acılar” ile “bitirildiğini”, ne böyle bir yaklaşımın ayıbını ne de bu komplo düzenini kimlerin kurduğunu, siyasi ve stratejik amaçlarını tartıştım. Konuyu açsam, panel konusu güme gidebilirdi!
Çalışkan’ın bu yaklaşımı çok yaygın sıradan kabul: “Olsun, askeri vesayet bitti ya! Bu uzun bir konu, tartışmasına girmem, bu saatten sonra sadece alıp çöpe atarım; burada amacım başka!
***
Askeri vesayetin her nasılsa bittiğine alkış tutanların ortak bir özelliği var: En hafifinden HDP, en uç noktasında PKK destekçiliği. Kürt meselesinin çözümüne destekleri sonsuz. Nasıl çözülürse çözülsün.
Peki PKK nedir? Bir silahlı güç. Ne dayatıyor? Kürt meselesinin siyasi çözümünü. Neyle? Silahla.. Kalkışma, silahlı savaş ve benzer tehditlerle..
Yani Kürt meselesi ve çözümü üzerinde bir “askeri-silahlı vesayet” sözkonusu.
Peki TSK nedir? Silahlı güç. Siyaset üzerinde “vesayet” denen şeyi bu güce dayanarak dayatıyordu. Şunları yap bunları yapma.. (önemli olaylarda!) En son 1997’de post –modern müdahalede bulunmuştu (Bütün hukuki, yasal-anayasal kılıflara uydurularak da olsa).
Siyasete “silahlı bir güç” müdahalede bulunuyorsa, adı vesayettir. TSK’ninki vesayet de, PKK’nınki vesayet değil mi.
Ama çifte standartlılar, zaten siyasetin mesela Kürt meselesini çözeceğine inanmayanlar, PKK’nın arkasına geçiyor ve desteğini veriyor… Eee, TSK’nin de örneğin 97 post modern müdahalesi sonucunda hükümete sunduğu yapılacaklar listesine bir bakın.. Mesela eğitimin 8 yıla çıkması. Bunları politikacıların kendiliklerinden asla yapmayacağına inandıklarından, “müdahale”de bulundular.
***
Şöyle bir yaklaşım da var: PKK-HDP- Öcalan’ın dayattıkları ama ülkenin demokratikleşmesine hizmet eder, Kürt meselesinin çözümü başka türlü mümkün değil. (Şüphesiz, bölünme olması da bu demokratikleşmenin sonucu olarak kabul görür)
Kusura bakmayın, 97 post modern müdahalenin dayattıkları arasında ülkenin demokratikleşmesine katkıda bulunacak istekler de vardı!
Hadi bunu bir yana bırakalım, meseleye ülkenin demokratikleşmesi açısından bakacaksan, 27 Mayıs 1960 darbesi / İhtilaline kimsenin söz söyleme hakkı olamaz.
Türkiye en büyük reform-demokratikleşme, bilim-eğitim atağını, insan hakları vb, 27 Mayıs’ın yol açtığı ortamda 27 Mayıs Anayasası ile yaptı. Bunu sağlayan da askerdi! (Yassıada davalarının da tam bir rezalet olmasını ve idamların olumsuz, büyük ve bölücü siyasi etkilerini bir kenara bırakalım. Aynı asker 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle ülkenin içine etti.)
Yani kuralsızlık var: o silahlı vesayet başka bu silahlı vesayet başka.Bakalım “silahlı vesayet” Kürt Meselesini nasıl ne kadar çözecek.
PKK-HDP çözüm vesayetinin arkasında olanlar seçimlere de bu vesayeti öneriyor.
***
HDP –PKK arkasına geçenler, PKK ile savaş görevi verilen Ordu’yu karşılarına almaları normal.
Evet, Kürt Meselesi’nin pek çok demokratik kazanım elde etmesinde, arkadaki silahlı gücün varlığı yadsınamaz. Ama bu, siyaset üzerinde bir silahlı vesayet olduğu gerçeğini değiştirmez. Eğer mesele “askeri vesayet” ise.

Koray Çalışkan siyaset bilimci, aklıma gelmişken bunları yazayım dedim.
---10 Mart 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Kadın Eşitliği: Değişimin Ana Aracı Ne?

Öncelikle Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Bütün kadınlara çiçek vermekle hoş davranmakla canım cicim sevgilim şekerim bi tanem demekle bu iş geçiştirilebilecek gibi değil.. Yılın bir tek günü tırnaklarını saklayacaksın, 364 günü ise çıkartacaksın..
Gözümün önünde bir karikatür canlandı geçen yıldan, bir dağ ayısı sevinç içinde, karanlık ağzını açmış, kirli dişleri, tüm bakımsızlığı, yarı açık madalyonla göğsü ve kirli yüzü ile sırıtıyor ve diyor ki: Nihayet kadınlar günü geçti, artık bizim 364 günümüz başladı..
O tip erkeğin tüm aşırı uçtaki hallerinin toplamı.. Zaten karikatürün üstünlüğü ve sanatçılığı da budur.. Çizer, gözümüze sokuyor o tipi, belki de diğer tüm erkekleri ayırıyor olabilir. Erkekler, “Bu biz değiliz” diye istedikleri kadar haykırsın.. Evet o görünüşte, düşüncede olmayabiliriz.. Çoğumuz o tipin ipini çeker.
Ama o tipin bütünlüğünde bizden hiç mi parça yok? Tutumunda, düşüncesinin kenarında var.. Kadınların toplumsal konumlarına baktığımızda görürüz..
***
Kadının toplumsal konumunun değişmesi, daha doğrusu aralarında bir dengenin sağlanması, evrimsel bir süreçtir. Değişim sürecidir. Toplumların önünde iki yol, aslında tek yol var:
Bu değişimin, türlü çeşitli araç-gereçle hep yolunu açacaksın. Kadınların konumlarında gözlü gürülür, mesela 4-5 yıllık süreçlerde ölçülebilir değişimi izleyeceksin. Kadın, toplumsal eşit yurttaş konuma adım adım gelecek..
Bu kültürel–toplam değişimin tek yolu. Eşitliğe giden tek yol. Eğitimin, çocukluktan başlayarak aile içine kadar sokulmasını, çocuk yuvalarında ve okullarda, taviz vermez şekilde her tür ayrımcılığın dışlanmasını gerektirir.. Kızların mutlaka okuması için de devletin tüm desteğini gerektirir. İşe alımdan ücret eşitliğine kadar ayrımcılığın kaldırılmasını da.
Şüphesiz ki, ülkede toplumsal gelirin-refahın artması bu değişim sürecinin çok önemli bir parçası. Yoksulluk, kadınların ve çocukların daha çok ezilmesi mekanizmalarını harekete geçirir..
Gelelim işin bam teline: Değişim sürecinin en önemli aracı siyasal iktidardır.
***
İktidar, kadınların konumunu eşitleyici yönünde mi değiştiriyor? AKP’nin kadın erkek eşitliğinden anladığı tek şey var: Türban takma özgürlüğü. Bu işi bebeleri türbanlamaya kadar indirgediler. Bütün politikaları kadınların toplumsal konumlarını hatta geriletici bir bütünsellik gösteriyor. Evde, kocanın karısı. Çocuk doğurma makinesi. En iyi kadın, başları türbanlı kadın ve çocuk. İş hayatında ne işi var? Bunlar resmi politikalar.
Gazeteler geçen gün TÜİK istatistiklerine dayalı, kadının toplumsal konumunu açıklayan olumsuz haberlerle doluydu. Avrupa ülkelerinin ancak yarısı kadar kadın çalışma hayatımızdı (%28). Yüzde 50 ortalamayı alsak, yüzde 22 açık var. Kadın nüfusunun çalışma hayatında yüzde 22 eksikliği, Türkiye’de işsizlik oranına eklenmesi gereken bir sayı..
AKP’li milletvekili kadınların siyasal rolleri, eşitsizliği perçinleyici yönde. AKP kadınları siyasal oy amaçla “kullanıyor”. Kabataş yalanı bunun tipik göstergesi.. Üstelik neredeyse tüm erkek yazarlarını bu oyun için seferber ederek.
Türkiye kadınların daha çok eşitsizliği yönünde, geriye doğru giden bir ülke. İslami politikalar ve inançlar doğrultusudaki toplumsal tutuculuk, sorunu ağırlaştırıyor. Eşitlik yönünde gelişmesi gereken süreç, tersine çalışıyor.
Ana siyaset, erkeklerin fiziksel, fizyolojik, toplumsal, çalışma hayatı, aile içindeki güçlü konumlarını, her alanda toplam egemenliklerini kısıtlayıcı yönde olması gerekirken, yapılan erkek egemen yapıyı ve kültürü daha da arkaikleştirmek.

Bu politika nasıl değişecek, umut nerede?
8 Mart 2014 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

10 Mart 2015 Salı

Tohum Takas Şenliği + Hasan Ali Yücel / Can Yücel + Yeni Kuşak Köy Enstitüleri

CBT Gündem, Sayı 1459, 6 Mart 2015


Evet bu üç başlığın gündemi belirlediği toplantı için Seferihisar’daydım. Türkiye’nin Genç Cumhuriyet’in dünya eğitim tarihine en büyük katkısı olan Köy Enstitüleri’nin 75. Kuruluş Yıldönümü ve Hasan-Ali Yücel’in ölümünün 53. Yılının anısına hazırlanmış, Seferihisar’ın ünlü çalışkan belediye başkanı Tunç Soyer’in başlattığı Tohum-Takas Bayramı ile birleştirilmişti. Üçü bir yerde! Köy enstitüleri, Hasan Ali Yücel ve tohum takas.. zaten üçünü birbirinden ayırmak isteseniz başaramazsınız.
İşin arkasındaki mimarlardan biri Prof. Kemal Kocabaş. Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nin (YKKED) Başkanı. Bu olayı yaşatıyorlar ve canlı tutuyorlar. Dergileri de var: Yeniden İmece! Üç ayda bir güzel güzel yayınlıyorlar. Son sayısını elime tutuşturdular.. Kapağı: “Aydınlanma ışığı sönmedi”..  İçeride 2011’de ödül verdikleri büyük yazarımız Yaşar Kemal’in fotoğrafını görüyorum.. Dergide çok başarılı yazılar var. Seferihisar’daki Çalıştay’ın adı: “Seçimlere Giderken Türkiye’de Eğitim, Bilim, Kültür ve Kırsal Kalkınma Politikalarında Sorunlar ve Çözüm Önerileri”.


Sürprizlerle dolu oldu benim için Çalıştay ve toplantı. Güzel aydınlık bir belediye salonu, dışarıdan ışık alan. Hasan Ali Yücel belgeseli seyrettik. Belgeseli 1997’de yapan tarihçi Prof. Zeki Arıkan’da oradaydı; Arıkan, dergimizin yazarlarından, böyle hem belgeselini seyrettik hem tanıştık! Tabii bir başka sürpriz Güzel Yücel’in konuşması oldu. Hasan Ali’nin torunu, Can Yücel’in deniz bilimci kızı! Özellikle babasını canlı canlı anlattı. Aile içinden dinlemek çok farklı! Can Yücel, o isyancı ve her zaman muhalif insan ve bir sokak çocuğu! Can Yücel şiiirleri her konuşmada adeta rehberlik etti toplantıya, salonda doldu dışarıya taştı.. Ender rastlanan bir kalabalık vardı, taa Muğla’dan gelenler oldu, o gün hepimiz Seferihisarlıydık, teşekkürler.. Tabii Kemal Kocabaş ve Tunç Soyer’in kısa ve özlü konuşmalarını dinledik. Unutmadan: YKKED’nin bir de müzik grubu var, daha doğrusu ağırlıklı olarak Mandolin grubu. Köy Enstitülerinin müzik ve mandolin geleneğini yaşatıyorlar. Ayfer Kocabaş yönetiminde bir ziyafet çektiler bize.
Hıfzı Topuz, Ahmet İnam, Koray Çalışkan ve benSeçimlere giderken 2015 Türkiyesi ve aydınlığı aralamak” başlıklı oturumda konuşmalar yaptık. İlhan Cihaner bizi yönetti. Sonra “Kırsal bölge kalkınmasında köy enstitüleri, tarımsal üretim, kooperatifçilik ve halk kültürü” panelinde, Tayfun Özkaya, Yakup Kepenek, Neptun Soyer, Özkan Yıldız’ın çok güzel konuşmalarını dinledik, deneyimleri öğrendik. Ferdan Çiftçi yönetti. Son panel “Köy enstitülerinin güncel karşılığı neydi? 2015 Türkiye’sinde Eğitim, Kültür ve Sanatta neler oluyor” idi ve burada Cengiz Bektaş’ı, Firdevs Gümüşoğlu’nu, Alper Akçam’ı, Binnur Yeşilyaprak’ı dinledik. Serdar Kızık yönetti.

YERLİ TOHUMU YAŞATACAĞIZ
Arada, hemen arkada gerçekleştirilen belediyenin örgütlediği yerel tohumları yaşatma yaşatma amaçlı yerli tohumların parasız takasına katıldık. Bu takasta alış veriş yok. Veriyorsun alıyorsan veya vermeden alıyorsun (benim gibi!). Tohum takas dernekleri Ege’nin çeşitli kentlerinde kurulmuş. Bu, bakanlığın yerli tohumu yoketme ve yasaklama, İsrail ve Amerikan tohumlarını Türkiye’ye tarımcıya dayatma politikasına karşı bir protesto hareketi olarak gelişti. Seferihisar Belediyesi dördüncü kez .ubu bayramı düzenliyor! Belediye yüzlerce paket yerli tohum dağıttı..  Can Yücel Tohum Merkezi baş roldeydi!
Tunç Soyer: “12 bin yıl boyunca dünyanın tahıl ambarı olmuş bu topraklarda, tarımı bitirmeye çalışıyorlar. Tarımı dışa bağımlı hale getirmek ve sadece endüstriyel boyutta yapılmasını istiyorlar.. Onun için gübreyi, samanı ithal eder hale geldik. ‘Tarım, endüstriyel boyutta yapılmalı öyle köylünün çiftçinin yapacağı iş değil’ diyorlar. Bu nedenle bir gecede 16 bin köyü kapatıverdiler. Bu insanların kentte işsiz ordusuna katılması, gecekondu nüfusuna dahil olması, köylünün toprağıyla kentlinin sofrasının kopması demek…Biz köylünün ve yerel tohumun yaşaması için mücadelemizi sürdüreceğiz.”
***
 İyi ki katıldım. Prof. Binnur Yeşilyaprak, yardımcı doçentken yazıları CBT’de yayımlanıyordu, “Arifiye Köy Enstitülü annemle Damla Söyleşiler” kitabını verdi. YKKED yayını olarak çıktı. Canlı, resimler, konular, anılar..
Bir tarımbilimci olan Prof. Tayfun Özkaya da, “Nasıl bir organik tarım?” ve “Başka bir hayvancılık mümkün mü?” kitaplarını hediye etti (Yeni İnsan yayınları).
İnsanlarımız, devrimcilerimiz, uzmanlarımız temelde harıl harıl çalışıyor ve biz farkında olmadan, çevreleri bakımından dünyayı değiştiriyorlar. Gördüğüm bu.. Cengiz Bektaş dahil!
Her birimiz birer karınca olmalıyız, herşey için, şikayet yok, çalışmaya ve değiştirmeşe devam! Bunu gördüm ve zenginleştim! Yaşayın hepiniz!
***

Gelecek Cuma yeniden birlikte olalım.. Unutmayın, Cuma mübarek bir gün, beyin besleme günü!

7 Mart 2015 Cumartesi

YÖK Başkanı Yekta Saraç İle Görüşme...

Gündem, CBT Sayı 1458, 27 Şubat 2015
  

Geçen haftaki Gündem’de YÖK’ün tıp ve hukuk lisans öğrenimlerine girebilmek için üniversite sınavlarındaki puanlama sıralamasına getirdiği “baraj puan” kararını olumlayan görüşlerimiz üzerine Prof. Yekta Saraç aradı ve kararları üzerine biraz ayrıntılı bilgi verdi. Tabii Başkan’ı hazır bulmuşken sorularımızı da yönelttik.
Önceki sistemin yarattığı sakıncaları sıraladı Saraç. Evet bunu biliyorduk, geçen yıl örneğin hukukta “tüm zamanların rekoru” kırılmış ve puan sıralamasında 366.000’inci öğrenci hukukta öğrenime başlamıştı. Kimlerle aynı  sınıfta? 1600. sıradan hukuka giren öğrenci ile (tabii tam burslu). Tıpta da 109.000’inci öğrenci üniversiteye girmişti. Aralarında  bu kadar “yetenek”, “bilgi”, “ilgi” farkı olan bir sınıfta eğitim düzeyinin aşağıda seyretmesi kaçınılmazdı.
Biröğrencinin hukuk fakültesine kaydolabilmek için 150.000’inci sıraya baraj koydular.  İlk 150.000 içinde olan öğrenciler hukuku seçebilecek. Vakıf üniversitelerin bir kısmı bu karardan memnun olmamış, ama kaliteyi gözeten bazı vakıf üniversiteleri, “biz 100.000’inci sıranın altındaki öğrencilerden kabul edeceğiz” bile demişler. 
Bu üniversiteler bu kararlarını hatta daha aşağı çekerek açıklamalılar. Saraç diyor ki, “böylece onlar arasında da bir rekabet ortamı hazırlamış olduk.” Hatta “vakıf üniversiteleri için barajı daha da yükseltebiliriz” diyor.
Tıp okumak isteyen öğrencilerin de ilk 40.000 öğrenci arasında olmaları gerekiyor. Tabii, matematik-fen ve Türkçe-matematik okuyan öğrenciler için sıralarda farklılaşma olacak.
***
Mesele sadece hukuk ve tıbbın kalitesi ile sınırlı değil. Mesela mühendislik bilimleri var! Temel bilimlerden kaçış var… Öyle ki bazı üniversitelerin temel bilimlerine kaydolan öğrenci bile yok. Hem bu sorunun çözülmesi hem de mühendislik eğitiminin kalitesini yükseltmek gerekiyor..
Yekta Saraç bu iki konunun da çok vahim bir durumda olduğuna vurgu yaptı. Yaptıklarını “yangında ilk kurtarılacaklar”a benzetti.. Tıp ve hukuktan sonra, bu yıl temel bilimlerde, arkasından mühendislikte, ihtiyaç olan yüksek kaliteyi yakalamak için düzenlemeler hazırladıklarını belirtti. Temel bilimlerde başvurular azaldıkça kontenjan azalmasına gidildiğini, bunun da başvuruyu ve kaydı sıfıra indirdiğini, şimdi bu yanlışlığı gidereceklerini söyledi. Bu hafta açıklama yapabilirler. Tabii mühendislikteki feci durum da hemen el atılmayı bekliyor.
***
Şüphesiz bunlar tedrici iyileştirmeler. Saraç, dikkatli, pilot uygulamalarla gittiklerini, sorunlara “bütüncül” yaklaşmadıklarını, ama en acil konularda adım adım iyileştirmeler sonucu ortaya reform denebilecek bir bütünselliğe ulaşmak istediklerini söyledi. YÖK bu değişiklikleri süreli “askıya çıkarma” yöntemiyle yapıyor. Üniversitelerde yapılması kararlaştırılan değişiklikler “paydaşların” görüş ve eleştirilerine sunuluyor ve sonra kesinleşiyor.
YÖK, doktora programlarına da el attı. Saraç, üniversitelerin “doktora fabrikasına” dönüştüğünü açık yüreklilikle dile getiriyor. Bu amaçla kriterler yükseltildi ve uluslararasılaşmanın yolu açıldı: Programda asgari öğretim üyesi sayısı 5’ten 6’ya çıkartıldı ve 1 yabancı uyruklu öğretim üyesi koşulu kabul edildi. 
Doktora programında yer alacak öğretim üyelerinin de, “en az 4 yarıyıl bir lisans, ya da 2 yarı yıl tezli yüksek lisans programında drers vermiş olması, bir öğretim üyesinin doktora programında tez yönetebilmesi için de en az bir (1) yüksek lisans tezi yönetmiş olması” koşulu kondu.Lisansüstü Tez danışmanlığı” için de bazı kararlar alındı.  Tabii, doktora niteliğinin yükseltilmesi ve uluslararası değerlere yaklaşılması için bunlar yeterli mi, bence tartışmalı..
Tabii en önemli bir karar daYeterlilik ve tez savunma toplantılarının dinleyicilerin katılımına açık yapılması” kararı.. Avrupa’da böyle, ben Danimarka’da bir doktora savunmasına katılmıştım. Anfide bir topluluk önünde yapıldı. YÖK tarafından ayrıca “tez savunmasından önce öğrenci tarafından intihal programı raporu teslim edilmesi koşulu tüm üniversiteler için” geçerli kılındı.
Doçentliklerde ve diploma denkliklerinde de sorunları aşmaya çalıştıklarını söylüyor.
***
“Popülist yaklaşımlardan uzak duracağız” diyor Saraç. Haydi hayırlısı! “Üniversitelerin de farklılaşması gereği”ne işaret ediyor. Akademik teşvik olanağını yasalaştırdıklarını biliyoruz. 2016’dan itibaren de üniversitelerde yapılan araştırmalar ve patentlere puan verilecek ve akademisyenin ücretine de buna bağlı eklemeler yapılacak. Türkiye’nin geleceği şüphesiz ki nitelikli insana odaklanmaktan geçiyor.
Ama üniversitelere gelen öğrenci kalitesini belirleyen de şüphesiz ilk ve ortaeğitimin kalitesi. Bu havuzdan üniversitelere akan “su”yun niteliği, yüksek öğretimin de kalitesini birinci dereceden etkiliyor. 
Bu noktada eğitimin bütünselliği gündeme geliyor.. Üniversite öncesi eğitimin kalitesi 4+4+4 sistemiyle şüphesiz ki bize göre kötüleşiyor. Siyasal iktidar bilimsel bilgiye bunun kalitesine ve öğretmen kalitesine odaklanacağına, başlıca kaygısını din derslerine yoğunlaştırıyor. Bu eğitim politikasıyla Türkiye uluslararası standartlara ulaşamayacağı gibi, rekabet ve yarışta da nal toplayıp durur.
Üniversitelere her yıl gönderdiğimiz yüzbinlerce gencin bilgi, eğitim, yaratıcılık yeteneği ve düzeyinin de, üniversite ortalamasını/düzeyini belirlemeyeceği çok açık.
***
Yekta Saraç, “mütevazı hedefler koyarak ve bunları gerçekleştirerek adım adım gidiyoruz”, diyor. Öğretmenliğin sorunlarından ve niteliğinden bahsediyor, “bunun nereden kaynaklandığını biliyoruz.”diyor. Aldıkları kararlarla Vakıf üniversitelerini de denetleyeceklerini belirtiyor. 
YÖK burada varlığını göstermek zorunda. Vakıf üniversitelerinin alınıp satılması piyasasının oluşmasından rahatsız. Bilimselliğin ve kalitenin yükselmesine karşı “lobi faaliyetleri”nin iyi niyetli olmadığının altını çizerek, doğru kararlar üzerinde sağcısı-solcusu ortak görüş oluşturmalı, görüşünde.
Önem verdiği bir konu da  kararların şeffaflığı: “Açık olacağız, böylece kamu desteğinin de doğruların arkasında olmasını sağlamaya çalışacağız.. YÖK’ü hep siyasetin çerçevesine oturtuyorlar ve yaptığımız iyi şeyler de görülmüyor.”
Şüphesiz, siyaset YÖK’ü bir araç olarak kullanıyor. Yekta Saraç’a dedim ki, üniversitelerde özgürlük rüzgârı esmeli, iktidar tasarımlarının ve her türlü baskısının dışına çıkartılmalı üniversiteler.. Bunun yanı sıra, üniversitelerin bilimsel düzeyini yükseltecek iyi niyetli her kararınızın da destekçisi olacağız..

Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle..