Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

23 Ekim 2017 Pazartesi

“İstanbul ülkeyi çökertecek noktaya ulaştı..”


“...İstanbul ulaştığı megalopolis boyutlarıyla, ülkenin vücudunun taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüşen, ekonomik etkinliğin yurt yüzüne dengeli yayılmasına engel olan, Anadolu halkının topraklarını terk ederek ülke tarımını dış dünya pazarına dönmeye zorlayan, sonuçta uluslararası sermayenin aşağı düzeyde bir ortağı olarak fakir halkı tüketici olmaya teşvik eden, giderek Türkiye’nin sömürülen bir topluma dönüştüren bir emme basma mekanizması olarak çalışmaktadır.
Bu kent her zaman bir çekim merkezi olacaktır. Fakat ülkeyi ekonomik olarak çökertmesine olanak vermemek gerekir. Günümüzde o sınıra ulaştık.
Dünyanın dengesini bozan pek çok neden var. Fakat temel neden artan nüfustur. Toplumlar arasında bilim, teknoloji ve uygarlık farkları ne olursa olsun, nüfusun sürekli artması dünyanın önündeki en büyük tehlikedir.
Bunu izleyen bir de küresel iklim değişikliği var. Dünyanın nüfusu 1800’de 1 milyardan, 2015’te 8 milyara ulaştı...

1800’deki nüfus kadar aç
Nüfus artışının göstergesi işsiz ve açların, nüfusu kalabalık ülkelerde büyük kentlere göçüdür. Bunun sanayinin gelişmesiyle ilgili olduğu bir yalandır. 19. yy'da doğruydu... Fakat Türkiye’de kente göç, yapılaşma (inşaat) üretimin en büyük parçası olduğu ve ülke yeteri kadar sanayileşmediği için oldu. ‘Her şeyi yapan inşaat işçisi’ hala ekmeğini malzeme taşıyarak yapıyor. 1980’den sonra kent nüfusu %70’i geçti. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk tarımı çöktü.
Dünyada nüfusu 20 milyona ulaşmış bir kentin sağlıklı yaşamını gerçekleştirebilen bir planlama yöntemi henüz keşfedilmedi. İstanbul’un nüfusu 1950’deki bir milyonun 17-20 katı...

Megalopolis: fakir ülke hastalığı
Megalopolis hastalığı sınırsız kapitalizmle nüfus artışının karıştığı, çaresi olmayan bir fakir ülke hastalığıdır. Ülke ekonomisinde yarattığı dengesizlik yanında, toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını yan yana getirdiği için toplumsal ayrışmanın da mekanıdır.
Bu, fakir sınıfları iki türlü bilinçlendiriyor: Kentsel çevre, ulaşamadıkları zenginliğin görüntüsüdür. Öte yandan yaşadıkları çağın olanaklarını, yüzeysel olsa da onlara gösteriyor. Bu öğrenme tüketme eğilimini arttırıyor ve kapitalizmin işine geliyor. Fakat sınıfsal ayrışımın altını çizerek zengin sınıfları bu çelişkileri saklamak için bir sürü yalan icat etmeye zorluyor. Bu durum onların statülerini korumalarına yardım belki yardım ediyor, ama toplumun ahlak dokusunu bozuyor.

Ahlaksız ve dengesiz toplum
Toplumsal hipertrofinin sonucu, ahlaksız ve dengesiz toplumdur. Bu dünyanın her yanında aynıdır. Kuşkusuz Lagash ya da Karaçi ile Paris aynı değil. Paris örgütlenmesi yüzyılları bulan bir dünya kenti. Diğerleri, kendi çıkardıkları toz duman arasında boğulan aglomeralar. Çünkü kaşla göz arasında büyüyüverdiler. İstanbul da bu sonunculardan. Kentin sadece 2000 hektarı 550.000 hektar içinde (yani 225’de biri) tarihi bazı kalıntılar içeriyor. Bir de her gün bozulan eşsiz bir doğal yapısı var.
Bu dev kentlerde Batılı gelişmiş kentlerden herhangi bir yöntem ithal edilemez. Bu, maymuna inci kolye takmaya benzer.

İstanbul planlanabilir mi?

Bu kentler, sınırsız bir spekülasyonun doymak bilmez iştihasına sunulmuşken planlanamaz. Tek çare, halkın planlı olarak yurt yüzeyine yeni yaratılacak sanayi merkezlerine zaman içinde yerleştirilmesi ve ülkenin ekonomik dengesizliğinin önüne geçilmesidir. Kontrol edilebilir büyüklükte yerleşmelere transfer, ülke ekonomisinin giderek çökmesine engel olabilir.
Büyük kent, insanoğlunun bütün tarihinde kendi yaratıp kontrol edemediği en büyük deformasyondur. İnsanoğlunun yaşamını karartan bütün kötü insan davranışlarını, pek çoğunu suç diye tanımladığımız kişisel ve grupsal etkinliklerin en kolay oluştuğu ortamdır.
Uygarlık adına yaratılan bütün olgu ve araçlar büyük kentlerin bütün bu kötülükleri üretmesine engel olamaz. Her türlü suç, cinayet, hırsızlık, arsa ve yapı spekülasyonu, kuralsız davranışlar, eğitim, ulaşım, sanat etkinlikleri, müzeler, planlama, kent estetiği, yol, kaldırım, kentsel işlevler yeşil alan, konut, adalet, güven, sağlık, temizlik vb, kent için yaşamsal kalite standardı oluşturur.
Yaşam kırılgandır. İnsanların geleceğe güvenleri azdır. Onun için megalopolisler uygarlığın ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün kötülükleri içerirler. Büyüklükleri oranında suç yuvalarıdır..
Anadolu’ya yeniden yerleşmemiz gerek!”
22 Ekim 17 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder