Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

27 Nisan 2012 Cuma

İnsan’ın Sosyalleşme İçin Savaşlara İhtiyacı Olduğu Zırvalığı Üzerine


Amerikalı bilimcilere eleştiri

Geçen haftaki dergimizin kapağındaki konu üzerine (Sosyalleşmenin bedeli) yazmak istiyordum, ama araya Mersin için güneş enerjisi projesi girdi (*)..
Tarih öncesi dönemden bu yana insanların hep bir grup oluşturma ve grubun içinde kalma eğiliminde ve bu eğilimin de insanoğlunun içgüdüsel bir özelliği olduğu ileri sürülüyordu yazıda. “Grup üyeleri tüm grubun çıkarları ve iyiliği için kendi çıkarlarına bile ters düşebilir. Fedakârlık, işbirliği, rekabet, hakimiyet kurma, karşılıklılık, taraf değiştirme ve hilekârlık” da, bu gruplaşma oyununun dayandığı temel.
Bizim çocukluğumuzda “mahalle” vardı (bazı yerlerde yine var). En büyük grup Mahalle idi. Mahalle Baskısı, sonra sosyolojik bir terimden siyasal kavrama da evrildi! Mahalleler arası kavga bile yaptığımızı anımsıyorum. Bir mahalle bizim mahalleyi (genellikle kız yüzünden!) basmış, biz de o mahalleyi basmaya gitmiştik! Kavga edecek kimseyi bulamayınca kös kös geri dönmüştük!
Takım taraftarlığı kavgası da böyle bir şey. Çeşitli çıkar gruplarından tutun, Cemaatciliğin bu kadar hızlı yaygınlaşmasına varıncaya kadar. Sonuç olarak gruplaşmalar, çeşitli derecelerde şiddet uygulamalarına, “benimki seninkinden üstün” rekabetlerine ve savaşlara kadar uzanıyor. Araştırma, grup aidiyetinin insanı suçluluk duygusundan da arındırdığına işaret ediyor. İşin ilginci, gruplaşmanın, insanı insanı yapan temel dürtülerden biri olduğu, insanoğlunun bu sayede sosyalleştiği ileri sürülüyor!
Doğrular ve yanlışlar iç içe bir saptama!
Şüphesiz ki insanoğlunun bir arada bulunarak, gruplaşarak varoluşunu güvenceye aldığı evrimsel bir gerçektir. Dayanışma, yeryüzünde tutunmanın ve dünya üzerinde yayılmanın, yerleşmenin ve uygarlık inşa etmenin şüphesiz ki temel taşıdır.
Ama insanın ebedi olarak her zaman savaşarak, kandırarak, rekabet ederek, öldürerek.. ancak sosyalleşebileceğini söylemek de, bence eşekliğin danıskasıdır.
Sanki, insanın sosyalleşeceği başka konumlar, durumlar, ortamlar, düzenler, mekanizmalar söz konusu olamayacakmış, olamazmış gibi!
Bu Amerikan “sosyolojisinin” veya davranış biliminin dayandığı temel mi? Bilmiyorum, bilenler söylesin!
***
Ama şunu biliyorum: Bu bakış, günümüz rekabetçi ve birbirinin çukurunu kazan, emeğini sömüren ve birbirinin sırtına basarak türlü çeşitli zenginleşmenin, toplumda makam, güç, onur, itibar kazanmanın yollarını sunan yeni, eski- yeni liberal kapitalist toplumun ve onların bilimcilerinin bakışıdır. Onlara göre bu düzen değişmez, verili, mutlak bir kalıptır. Bunu böyle kabul etmek zorundayız ve insanoğlunu da ancak bu mutlak geçerli düzende anlayabiliriz.. Bu “doğuştandır”.
Bir zamanlar, “Tarihin Sonu” teorileri gibi!
Yazıda deniyordu ki: “Savaşlar ve soykırım evrenseldir ve sonsuza dek devam edecektir. Herhangi bir kültürün veya dönemin tekelinde de değildir. Resme bütün olarak bakıldığında, büyük savaşların yerini küçük savaşların aldığını görüyoruz. Bugünkü küçük savaşlar avcı toplayıcı atalarımızın, ilkel tarım topluluklarının zamanındaki savaşların büyüklüğüne ve tipine benziyor. Uygar topluluklarda işkence, idam ve sivillerin öldürülmesi gibi uygulamalara son verilmek istense de. Bu küçük savaşlar ne yazık ki bu çabaları boşa çıkartıyor..”
Değişen bir şey yok mu? Her birinin ayrı bir sosyolojik, varoluş, ekonomik temeli yok mu?
Devamla: “Gruplararası rekabeti savaşmadan sürdürebilmek amacıyla gelişen uygarlık, iyilik ve güzellik yolundaki uzun erimli mücadeleyi başlattı. Uygar topluluklarda özveri, merhamet ve paylaşım ödüllendirilirken, bencillik eleştiri bombardımanına tutuldu. Bütün uygarlık yarışına karşın grup çatışmalarının son bulmaması, insanoğlunun içindeki iyiyi de kötüyü de ortaya çıkartması açısından hem en büyük hem de en kötü genetik mirasımızdır..”
***
Hayır! İnsanlığın genetik mirası bu değil! Bu Amerikalıların veya kapitalist düzene mutlak inancın dışavurumu olabilir!
Mutlak olan şudur: İnsan, içinde bulunduğu koşullara göre davranıyor. İçine sokulduğu düzen, insanı öyle davranmaya zorluyor.. Ortamı, düzeni değiştirdiğinizde, insan davranışı da ve sosyalleşme ilkeleri ve mekanizmaları da değişebilir..
Şüphesiz ki her insanı “mutlak iyi” yapamazsınız.. Ama büyük çoğunluğu, toplumsal davranışları, ülkelerarası ilişkileri doğa-insan-ülke arasındaki dengeyi mutlak iyilik üzerinde kuran ve gören bir düzen öngörebilirsiniz..
Bu konu daha çok yazı kaldırır!
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle...

Mersin Yerine Bodrum mu?
(*) Dr. Sami Demir, bu projenin Mersin yerine Bodrum’a daha uygun olacağını yazıyor:
“Geçen hafta sözünü ettiğiniz Mersin’in tüm enerji ihtiyacının petrol dışı kaynaklardan sağlanması, sürdürülebilir enerji kaynaklarından yararlanma, özellikle güneş enerjisinden yararlanma konusunda, en uygun bölgenin Bodrum olacağı kanısındayım. Bodrum’un imar planı nedeniyle tüm çatılarının güneş enerjisi panellerinin yerleştirilmesine uygun olması, öncelikli tercih nedeni olacaktır Ayrıca geçimini turizmle sağlayan bir bölgenin böylesi bir çevreci proje ile anılması, turizmin gelişmesine de katkı sağlar. Bu yüzden Bodrum için güneş enerjisinden yararlanma ile ilgili ulusal bir projeye öncülük etmeniz, ülkemizin enerji politikaları açısından gelecek ile ilgili yol gösterici olacaktır.”
Sayın Demir, öncülüğü Bodrumlular, Mersinliler ve onlarla birlikte, yerel yönetimler ve merkezi yönetim elbirliği ile yapabilir. Biz yayın ve düşünce desteği olarak hep buradayız..
-- CBT Gündem sayı 1310, 27 Nisan 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder