Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

5 Mart 2015 Perşembe

Ahmet Altan... Karanlık Dönemin Sıkıyönetim Komutanı

Şaşırdım, Ahmet Altan boy göstermiş Cumhuriyet’te.. Uzun süredir ortalıktan toz olmuştu hazretleri... 
Dönem bitmiş, ancak bizim gibi demokrasi yerine melez kategoride yer bulabilen bir ülkede, böyle bir paçavra çıkartılarak beyinler ve tüm ülke esir alınabilirdi! 
“Başkomutan” rolünde, bu operasyonun başında görünüyor veya sanıyordu kendisini.. Eline tutuşturulan, her bir sayfası heyecan dolu kurgu senaryoları aylarca manşete çekiyor, insanları idam ediyor, gazetecileri tutuklatıyor, zerreden habersiz işini yapan subayların ipini çekiyordu..
A. Altan ve Yasemin Çongar gibi tipler, Taraf, o karanlık dönemin giyotinleriydi, sıkıyönetim komutanlarıydı, yalanlarıydı, Göbbelsleriydi, insan-namus- dürüstlük ve gerçeğin katilleriydi. Oraya, açık “karargah” görünümü verilmişti. Asıl “karargah” Pensilvanya’da, Pentagon’un/CİA’nın karanlık dehlizlerinde, İstanbul ve Ankara’daki iblis merkezlerdeydi. Buralarda senaryolar yazılıyor, gazeteci kılıklılar tarafından da Türkiye’ye pompalanıyordu.. 
Arkasından tutuklamalar başlıyor, insanlar kahırlarından kendilerini öldürüyor, cinayetler işleniyordu. Eli kanlı bir süreçten bahsediyoruz.. Çalınmış ve öldürülmüş yaşamlardan, acı çeken kadınlardan ve çocuklardan.. korkudan titreyen çevrelerinden, susturulmuş toplumdan.. Telefonlarını atmış insanlardan, ülkeye çöken korku imparatorluğundan... Giyotin gibi işleyen dönemin özel savcılarından ve mahkemelerinden..
Yani 5-6 yıl süren bir alçaklıklar döneminden...

 Kış uykusundan uyanan “Başkomutan”
Kendisini operasyonun başında “başkomutan” sanan boşalmış bir beyin, sanırım yattığı kış uykusundan yeni uyanmış ki, olan bitenin farkında değil, “bırakın çoluk çocuğu, hepsini ben yaptım benden hesap sorun” diye silkinerek kendisini ortaya fırlatmış... Ne zaman? Herşeyin bittiği ve herşeyin aydınlandığı bir sırada.. Yönelttiği sorulara bakıyorum, 7 yıl boyunca ilk kez devreye giren bilim, hepsinin yanıtını vermiş ve bütün iddiaları çökertmiş..
Gölcük’teki Donanma Komutanlığı zemininden çıkan hard diski soracak kadar bilgisiz.. Bilgi, kafa ister! Efendim, kullanımdan kaldırılmış o bellekleri birileri yeniden devreye sokmuş, saatini geriye almış ve sahte belgeleri bir de oraya yüklemiş..
Bugün hâlâ darbe hazırlığı sandığın herşeyin ipliği, aslında daha 2010’dan itibaren pazara çıkartılmaya başlanmıştı.. 2011-2012’de ve devamında, bu köşede hepsi yer buldu. Rodrikler, namuslu avukatlar ordusu, sizin kuyruklarınızın altında yeşerttiğiniz pislikleri patlattılar.. Hepiniz daha o zamanlardan, o pis kokular içinde yüzmeye başlamıştınız.. Ama sanıyordunuz ki gül suyu içinde banyo yapıyorsunuz..
4 yıldır bu köşede yayınlanan yüzlerce yazıdan en ufak bir kırıntısı da, demek ki sizin beyin kıvrımlarınızdan içeri bile girememiş. Girse uyarıcı olacak, belki soru soracaktınız... Ama, soru sormak için bile “normal bir beyin faaliyeti” gerekirdi..

Mağdur okçular, lağımcılar
 “Başkomutan” uyandı ve kendini sahaya attı.. Ama yanında “ordusundan” pek kimse kalmamıştı! Sadece CİA karargahlarında pişirilmiş “kurmay”larından bazıları, cılız seslerle kendisine eşlik ediyor.. Yanındaki “topçular”, “okçular”, “bokçular” yalanın bataklığında boğulurken, birden kendilerine uzanan, cenahın iktidarda kalan ellerine yapışarak o çukurdan dışarıya çıkabilmişler.
Evet kendisinin “seçkin askerleri”, “aldatıldık, kullanıldık, iğfal edildik” teraneleriyle, “mağdura uğramış” utanmaz tutumlarıyla, kumpasın çöken kalesinden, bu kez kumpasın galip kalesine transfer etmişler, 13 yıldır bir başka mağdur edebiyatıyla dikilen pahalı sarayın burçlarında bayrak sallandırıyorlar ve yeni uyanan “komutanlarına” da ateş ediyorlardı.
“Komutan” bunun bile farkında değil.
 Bir kısmı da ne yapacağını şaşırmış, kendilerine yer bulamamış, ortalıkta sıçan gibi dolaşıyor. Ama A. Altan gibi, Balyoz darbeydi diyen yazar mazar kılıklı bazı “kullanışlı salaklar” hala sağda solda boy gösterebiliyor..
Bence hepsi “Balyoz Bir Darbeydi Derneği” kurabilir, nostalji yapabilir: Ahhh o güzel günler!... Türkiye’de sirklere de gereksinim var..
Mesela ABD’de “dünyanın düz” olduğuna inanan dernekler var... Bizde de, akılsızlıkları, kullanılmışlıkları, sürekli bellekte tutabilmek ve numune olarak gösterebilmek için, böyle bir dershaneye gerek olabilir..

Baransu İtirafçı olabilir
M. Baransu’ya gelince... Türkiye’ye yardımcı olmak istiyorsa, itirafçılık önerebilirim. Ben inanmıyorum, o ancak işin içinde olabilir kanaatimi koruyorum, ama ben de kumpasa getirildim diyorsa, kendisini aldatarak “içeri atılmasına” neden olan Balyoz senaryosunun kaynağını açıklasın. Bu bir gazetecilik olayı olmaktan çoktan çıktı.
Gazetecilikle sahtekarlık farklı işlerdir. İnsanlara, ülkeye, masumlara yönelik operasyonel bir işte “yayıncılık” gazetecilik değildir.. The Taraf’ın komutanları, okçuları bokçuları, o dönemin hesabını vermeliler, Alper Görmüşleri de dahil olmak üzere.. mahkemede. Gazeteciliği temizlemenin başka yolu yordamı yok.
Bu çuvaldızı da kendimize: Bir “görüşe yer vermek” ile, A. Altan’ın tepeden tırnağa yalan yazısını basmak arasında dağlar kadar fark vardır. Biz gerçek bir habere mahkeme yoluyla veya baskıyla tekzip geldiğinde, dünyayı yıkarız.. Cıcığı çıkartılmış bir yalana yer vermek, bir görüş veya savunmaya söz hakkı vermek değildir. İsterse babamız olsun.. Yalanın canı cehenneme..
A. Altan bir yazar olabilir.. Ama üzerleri çiğnenmek istenen gerçeklerin, masum katilliğinin, bir yazara ihtiyacı yoktur.

---5 Mart 2015 Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Demirtaş: “Bize En Yakın Parti AKP”

Allah kahretsin şu belleği, unutur unutur sonra bir başka bağlamda küt diye çıkartır önüne koyar.. İmralı/BDP/Kandil’in, iktidarın faşizme, otoriterliğe, tek adamlığa gidişini durduracak en büyük güç olarak sunulduğu şu günlerde, Demirtaş’ın iki yıl önceki, 9 Şubat 2013’te gazetelere yansıyan açıklamasını anımsayalım: “Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir.” (*)
Bunu Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarıyla ilgili söylüyor. Hepsini alamam konuşmasını, içinde şüphesiz doğrular da var. Yeni Anayasa konusunda AKP ile aralarındaki büyük benzerlikleri dile getirirken bu sözü söylüyor. O sırada AKP’nin yeni anayasa önerilerinin çok önemli bölümü Başkanlık Sistemi’ni öngörüyordu..
O gün de Başbakan RTE, Başkanlık Sistemi peşindeydi, bugünkü gibi. Slovakya’dan dönerken gazetecilere “BDP ile referandum noktasında, müşterek adım atabiliriz” diyordu. Yani AKP ile BDP arasında ‘Yeni Anayasa” yapılacak, Meclis’te 367’yi bulamayacakları için Referandum’a götürecekler ve halka kabul ettirecekler. Ortaklık böyleydi o sırada.
İttifakın Kaynağı İmralı
RTE ile Demirtaş’ın bu “ittifakının” kaynağı, aslında İmralı’da Hükümetin Öcalan ile çözüm sürecinde vardığı uzlaşmaydı. Bu uzlaşma RTE’nin başkanlık sistemini de kabul ediyordu. Bunu, 19 gün sonra, 28 Şubat 2013’te İmralı Tutanakları bombası ile öğrenecektik! Öcalan’ın, İmralı’da buluştukları Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan ile görüşmesinin tutanakları Milliyet Gazetesi'nde yayınlanıyordu…
Görüşmede kendisine, toplumda RTE’nin başkanlık diktatoryası kurma kaygıları anımsatılıyor. Öcalan: “Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız Başkanlık ABD’deki gibi olmalı, devlet meclisi gibi bir senato. İkincisi, bir de halklar meclisi.”
Evet, Öcalan’ın düşündüğü Başkanlık Sistemi tam RTE’nin istediği biçimde olmayabilir. Ama RTE’nin nasıl bir başkanlık sistemi istediği açık ve nettir.
Uzlaşma metni Yeni Anayasa öngörüyor
Hükümet ile BDP arasında açıklanan “10 maddelik” “niyet anlaşması”nın son maddesi de, bu anlaşmanın pek çok maddesinin yeni anayasa ile kabulunu öngörmekte. Normal, çünkü anlaşmanın içinde dile getirilenlerin pek çoğunun karşılığı bugünkü anayasada yok. Tamamen değişmesi gerek.
Peki, RTE’nin nasıl bir anayasa istediği belli, tam yetkili, tam diktatoryal, Meksika’ya hayran.. Bizim gibi demokrasi kültürü gelişmemiş, uluslararası terimle söylersek yarı özgür ve melez rejim biçiminin uygulandığı ülkelerde, Başkanlık Rejimleri diktatoryal özellikler kazanıyor ve ülkenin antidemokratik rejimin pekiştiriyor, sağlamlaştırıyor.
Soru: Güç ve çoğunluk RTE’de, nasıl bir rejim istediği açık, anlaşma metni de yeni anayasa öngörüyor. Bu nasıl bir anayasa ile çözülecek? HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık Sistemi’ne karşı olduklarını ve bunu kendilerinin engelleyeceklerini söyleyip duruyorlar. Bu nasıl olacak?
Kızılkaya: Öcalan RTE’nin isteğini destekliyor
Demirtaş bu kez 15 Ocak 2015’te Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a şöyle diyordu: “Asla aramızda bir pazarlık, anlaşma yoktur başkanlık meselesi ile ilgili. Olmamıştır da. İmralı’da da arkadaşlarımızın ziyareti sırasında tesadüfen konuşulmuş bir konudur….Biz BDP olarak kesinlikle AKP’ye Başkanlık konusunda bir taahhüt vermiş değiliz.”
Şunu da diyor: “AKP’nin; tartışıldığı şekli ile, iktidar partisinin bazı sözcülerinin ifade ettiği tarzdaki bir başkanlığa ‘evet’ demedik, demeyiz de..”
Öte yandan Muhsin Kızılkaya, Habertürk yazarı ve RTE kontenjanından milletvekili aday adayı, geçen pazar gecesi Enine Boyuna programında (Ece Üner moderatörlüğünde) şöyle diyordu: Öcalan, Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık Sistemine karşı değildir… Zaten KCK yapısı da sıkı bir başkanlık rejimini içerir. Başkanın vereceği kararlar kesindir ve itiraz edilemez..
Sorum şu oldu: Ama Selahattin Demirtaş, RTE’nin istediği Başkanlık Anayasasına karşı olduğunu söylüyor? Kızılkaya’nın yanıtı: “O, Demirtaş’ın sorunu.
 “Tarihi anlaşma” olarak sunulan 10 maddelik metinde, istenilen yeni anayasanın nasıl bir rejim içerdiği konusunda ise hiç bir ipucu yok.
2013’te Başkanlık rejimi tartışmalarının tüm yakıcılığıyla sürdüğü sırada yazdığım yazılara baktım. Ne kadar güncel.  Mesela (http://orhanbursali.blogspot.com.tr/2013/02/cozum-icin-padisahlga-evet-deyin.html) yazıma, hemen aynı yerde diğerlerine ve 2013 Mart başındaki yazıları bir bakın..
HDP Meclis’e Girmeli
HDP, eğer RTE türü Başkanlık rejimine karşıysa, Meclis’e girmeli. Eğer baraja takılırsa, RTE’na böyle bir şans olanağı açabilir. Garantili 35-40 milletvekili ile Meclis’e girmekle, barajı aşamayıp 50-55 milletvekilini AKP’ye hediye etmek arasında dağlar kadar fark var. Barajı aşarsanız, bağımsız aday katılımıyla çıkartacağınız milletvekili sayısı arasında 15 kadar fark olacak. Şüphesiz az değil.
Not: “Kandil, İmralı, BDP arasında görüş ayrılıkları yok, bir ve bütünleşik birbirlerini destekleyerek hareket ediyorlar” görüşü sık dile getiriliyor. İmralı Tutanakları’nda Öcalan’ın şu sözlerini anımsatırım: “Kandil, onların savaş sistemine katılmadığım için... Bu yüzden onlara kızıyorum… PKK bile beni anlamıyor. Beni bir ağabey ve baba gibi görüyor.
Dün dediğim gibi: 10 maddelik anlaşma, görüşme ve pazarlıkları şimdilik seçim sonrasına öteleyen bir anlaşma. AKP şüphesiz Kürt liderlerle, başkanlık rejimi temelinde yeni bir anayasa anlaşması-pazarlığı içinde. Metin, kesinlikle, yeni anayasa ile birlikte yeni bir ülke-cumhuriyet kurulmasını öngörüyor. 
Bu 10 madde ayrıca, İmralı Tutanaklarr’nda da dile getiriliyor, anımsatırım: “Ben 3 aşama ve 10 ilke öneriyorum. Bu yazı üzerine cesurca tartışacaksınız…. Demokratik Çözüm Planı: Bu da toplam 10 maddeden oluşuyor.”
Her şey açıkça tartışılmalı, saydamlık… Kürt meselesi, kapalı kapılar ardında ve halkın önemli bir kesiminin katılımı olmadan çözülemez.
--3 Mart 2015 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

(*) www.milliyet.com.tr/yakin-oldugumuz-parti-ak-parti/siyaset/siyasetyazardetay/09.02.2013/1666506/default.htm

2 Mart 2015 Pazartesi

Metnin Şifreleri: Bu Bir Çözüm Metni mi, Yoksa ne?

Bu ülkenin 40 yıllık sorunu, Hükümet/ Yalçın Akdoğan-HDP yetkililerinin ortak açıklamasıyla yeni bir zemin kazandı. Her zamanki gibi seçimlere beş kala ve birbirlerine karşılıklı tehditler savurdukları bir sırada... Şüphesiz şimdilik sadece bir “iyi niyet metni” olarak görebileceğimiz açıklamayı, yine de gelinen aşamada, yeni bir durum olarak nitelendirmek şart.
Durumun yeniliği ise, ilk ortak deklarasyon olması ve PKK’ya/ Kandil’e silah bırakmak için “bahar’da” olağanüstü kongreyi toplama çağrısını içermesi..
Tabii, metni okursanız şartını şurtunu görürsünüz. Düz bir metin değil. Koşullar içeriyor. Mesela bu silahı bırakma çağrısı hükümetle “asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde geçerli olacak.. Bunlar nedir bilinmiyor.. Mesela 10 maddelik metnin tümü mü?
Nitekim Pervin Buldan yorumluyor: Öcalan “..eğer bu 10 madde üzerinde bir mutabakat sağlanırsa 'ben PKK'yi kongre toplamaya davet edeceğim ya da davet ediyorum' diyor.”
Metinde deniyor ki “Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır..” Öcalan geçen Nevruz bayramında da Kandil’e silahı bırakma çağrısı yapmıştı.. Bu ikinci beyan.. Son bir yıl içinde yaşananları, Kandil açıklamalarını falan biliyoruz.
Bazı HDP/PKK’lı yorumcular silah bırakma çağrısının “AKP’ye teslim olma” anlamına gelmediğine vurgu yapıyor ve bu “asgari müştereklerin sağlandığı ilkeler” şartını delil olarak gösteriyor. Yani açıklama “garantiye bağlanmıştır, silah falan bırakılacağı yok, merak etmeyin” diyor.
Oysa “Silah bırakma”da mesele, AKP ve iktidarının değil, Türkiye’nin bütününün sorunudur. Silahlı mücadele AKP’ye karşı verilmiyor, Türkiye’ye karşı veriliyor. AKP’den önce de silahlı mücadele vardı, sorun çözülmezse, AKP’den sonra da olur..
Sorun bu nedenle muhalefeti de kapsayacak bir ortaklıkla kalıcı çözüme bağlanabilir. Bunun yeri şüphesiz ki Meclis’tir. Kürt Meselesi’nin çözümü, AKP-PKK ikilisi arasındaki ikili ve gizli ilişkilerle gerçekleşmez.
Zaten bir niyet belirtmekte ve AKP ile bir müzakere için zemin ileri sürmektedir (Tabii, eğer o aşamaya geçilirse..) Dikkat edin: AKP ile müzakere diyorum.. Müzakereler yine ulusun dışlandığı gizlilik perdesi arkasında sürecek. AKP’nin oyuncağı olduğu sürece Kürt Meselesi, çözülmesi mümkün değil. Çözümü ulusa yayalım!..
İlkesel Anlaşmaya 2 -3 ay var!?
Peki 10 madde üzerinde ilkesel anlaşma sağlanır mı, iki-üç ay içinde? Maddelere baktığınızda bunun mümkün olmadığını görürsünüz: “Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması” diyor bir madde, yani Kürtlerin yerel demokratik hakları neler olacak? Tartış babam tartış..
Demokratik Cumhuriyet ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması”:
Bu cümledeki her bir sözcük/kavram, aylar boyu bir tartışma konusu olabilecek niteliktedir. Açalım: “Ortak vatan”ı Türkler, Kürtler ve diğerleri hangi ölçütlerle kabul edecek? Hangi yasal haklarla ve nasıl bir anayasal sistem içinde kendi yasal kimlikleriyle bu “ortak vatan”a katılacaklar?! Bu ve benzeri içerikleri tartışıyor metin.. Bunların hepsi, bir “kimlikler ülkesi”, federatif parçaların bir araya gelip “ortak vatan”da birleşmesi önermesini içerir.
En sonunda da metin “Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa” isteği ile bütünleşiyor.
Bütün bunların 2,5 ay içinde “ilkesel kararlara” bağlanarak, Bahar’da PKK’nın olağanüstü kongreyi toplayarak silaha veda kararı alınmasını mı sağlanacak? Üstelik ortada olmayan bir “yeni anayasa” ile..
Peki bu metin neden açıklandı?
Hükümet vargücüyle Öcalan’a bastırıyordu “silahlı mücadeleye kesin son verme çağrısı yap” diye. Öcalan da yaptı! Ama öyle koşullara bağladı ki, AKP bu 10 maddeyi iktidarda kalsa daha 10 yıl tartışır!
Peki AKP neden böyle bastırdı? Bellekler o kadar zayıf değilse, bir iki ay geri giderseniz, PKK’nın, aylar öncesinden belli olan bu 10 maddeyi kabule zorladığını, “bu seçimlerde artık yemeyeceğiz numaranızı, ya metni kabul eder ve müzakerenin resmen başlama yolunu açarsınız ya da ülkeyi size dar ederiz, bak 6-8 Ekim kalkışması..” anlamında açıklamalar yaptığını anımsarsınız.
AKP bu anlamda yolun sonuna geldiğini anladı. Ve “çözüm için ortak irade” beyanı yaptılar. Peki, metnin gerekleri yerine getirilir ve Bahar’da “silahlara veda kongresi” yapılır mı?
Görünen o ki, zor, yani hayır gibi bir durum.
Ama başka bir açıdan bakıldığında, Kürt hareketinin elinde şimdi bir metin var, bu metnin önümüzdeki 2,5 ay içinde gereklerinin yerine getirilmesinin olanaksızlığı görülür ve silahsız bir seçim süreci daha geride bırakılabilir. Bu olasılık güçlü gibi. Böylece AKP istediğini elde etmiş olur, PKK’da resmi bir metni kabul ettirmiş.. Aşama aşamadır! Zaten metin yeni anaasaya gönderme yapıyor ve “hemen anlaşma”yı kilitlyor.
Kürt Oylarını HDP Çekecek mi?
AKP ile HDP arasında şimdi Kürtlerin oyları üzerinde savaş başlayabilir.
AKP bu anlaşmayı kullanarak kendi Kürt oylarını HDP’ye kaptırmama mücadelesine girecektir. Kürtler de AKP’den önemli bir kesimi kendine çekerek, yüzde 10 barajını aşmaya çalışacaktır.
Peki başarır mı? Barajı aşamama olasılığı hala güçlüdür. Nisan’a kadar durumu gözden geçirme olasılıkları var. Erdem Gül, dünkü yazısında, HDP’nin yeniden bağımsız adaylarla seçime katılma olasılığını yazdı. Ben de böyle düşünüyorum.
Çünkü RTE’nin tek hedefi var: Başkanlık Anayasa’sı.. RTE “bak yeni anayasa, başkanlık anayasası olmadan isteklerinizin yerine gelmesi zaten mümkün değil, bunu yapalım, ve bu metnin gereklerini yerine getirelim..”, kozunu Kürtlere gösteriyor mu? Yoksa “gizli bir metin de var, yeni anayasa konusunda bir anlaşma var” mı diyeceğiz?
Abdullah Öcalan’ın “RTE’nin başkanlığına karşı değiliz” sözünü ele alarak, konuya bu açıdan bakacağız.. Yarın.

--2 Mart 2015 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Vatan Partisi’nin Çıkışı

Doğu Perinçek, aralarında genel yayın yönetmenleri, yönetici ve yazarların bulunduğu bir grup gazeteciye, sorulu yanıtlı yemekli basın daveti verdi ve partisinin pek çok konuda politikasını açıkladı, soruları yanıtladı.. Kısa bir süre önce İşçi Partisi’nin Ankara’da Arena’daki kongresinde isim ve simgesini değiştirerek Vatan Partisi adını aldığını, yönetimini yeniden belirlediğini biliyoruz. Parti yönetimi, çoğu Silivri’de yatmış emekli subaylar, eski merkez siyasetçiler, bakanlık yapmış tanıdık politikacılarla takviye edilmişti.
Vatan Partisi yönetiminde ilginç bir yapı ortaya çıktı, Genel Kurmay İstihbarat eski başkanı İsmail Hakkı Pekin, İstanbul eski Valisi Erol Çakır, Devlet eski başkanı Tayfun İçli, Meclis eski başkan vekili Hasan Korkmazcan, Yargıtay onursal üyesi Turgut Okyay, Yaşar Okuyan, Uludağ Üniversitesi eski rektörü Mustafa Yurtkuran ve daha pek çok tanıdık ismin içinde bulunduğu gençlik liderleriyle takviyeli 31 kişilik Merkez Yürütme Kurulu ve ayrıca 91 kişilik Merkez Karar Kurulu oluşturuldu.
Hemen hemen her kesimden insan.. Soldan ve sağdan.
“Birleşen ve üreten Türkiye”
Birleşen ve üreten Türkiye..” Tüketen değil üreten ekonomi.. Türkiye’nin yabancı olmadığı “Karma ekonomi”. Piyasaya evet, ama devletin ekonomide yatırımcı ve yönlendirici rolü de ön planda. Ülkede 15 yıl içinde bütün halka sağlık hizmetlerini ve eğitimi parasız yapacaklarını söylüyor: Devlet iş bulamayanalara iş bulacak ve ücretini verecek. Halk üretici olacak.. Kredi kartı borçlarını 5 yıl erteleyeceğiz. Piyasa odaklı ekonomi kâr odaklı, devlet çalıştırarak büyük bir sosyal fayda ve katmadeğer sağlayacak..
Türkiye’yi Amerika’ya böldürmeyeceğiz, PKK ABD’nin işbirlikçisidir. ABD bölgede ikinci bir İsrail kurmak istiyor. Buna fırsat vermeyeceğiz. Kandil sonunda teslim bayrağı çekecektir..”
Perinçek, “Kürtler demokratik haklarını elde ettiler artık, bundan sonrası ülkenin bölünmesini gündeme getirir, bir referandum yapılsa büyük çoğunluğun ayrılmak istemediği görülür..” diyor. Partilerine Güneydoğu bölgesinden de geniş katılımlar olduğunu, Mardin, Muş, Van’da büyüdüklerini anlatıyor. “Gençlik arasında Türk-Kürt çatışması körükleniyor, biz üniversitelerde barışı, özgürlüğü ve huzuru savunuyoruz.”
Atatürk birleştiricidir, o olmazsa Türkiye dağılır gider” diyor.
Halk birlik istiyor, PKK güvenlik sağlayamaz ve devlet kuramaz. Bir ülkede iki silahlı güç olmaz, tek bir ordu vardır, iki ordu varsa savaş olur..” Perinçek, Türkiye’nin geleceğini “beş deniz-beş ülkenin birliğinde” kuruyor. Tabii bunların hepsi Doğumuzda: Türkiye, İran, Irak, Azerbaycan, Suriye.. “Bu ülkeler birleşerek burada ABD’nin oyununu bozar ve bölgenin kaderini ellerine alırlar..”
Perinçek’e göre PKK’nin Güneydoğuda devlet falan olduğu sadece bir propaganda. Kürtler demokratik haklarını aldılar, iki şey kaldı anadilde eğitim ve ayrılıkçılık. “Bu ikisi de olmaz çünkü Kürtçe bilim dili değil. Millet de ayrılığa izin vermez.”
PKK’ya karşı bir cephe
Vatan Partisi ve Perinçek görüldüğü kadar ana politikasını epey PKK’ya –ABD’ye karşı kuruyor. Kürtçe anadilde eğitim konusunda tutumu sert. Kürtlerin daha çok Türkçe anlaştıklarını belirtiyor, anadil insanın kendisini en iyi ifade ettiği dildir diyor, ama Kürtçe’nin bilim diline doğru gelişme özgürlüğünü görmek istemiyor.
HDP ile işbirliği yok” diyor Perinçek, 6 ok temelinde herkesle birleşmeye hazırız..
***
Vatan Partisi bu yeni konumuyla ve katılımlarıyla önemli bir çıkış yapabilir, bir kitlesel büyüme gerçekleştirir mi, bilmiyoruz. Ama Perinçek ve arkadaşları büyük oynuyor. Suriye’de Esad ile görüşmeleri de bunun bir parçası. Mücadeleci ve geniş bir gençlik örgütlenmeleri var. Toplumsal enerjilerini ve güçlerini bu örgütlenmeyle yarattıkları büyük farkındalıktan alıyorlar. Kendisine daha önce yöneltilen, “askerlerle birleşmeye neden bu kadar önem veriyorsun” eleştirel sorusuna, “iktidara geldiğimizde Ordu bizi düşman görmemeli” yanıtını anımsıyorum.
Perinçek, mücadeleyi hiç elden bırakmamış ve arkadaşlarına hep büyük umutlar vermiş bir lider. Şimdi “sosyalistleri, milliyetçileri, yurtseverleri, bölünmeyi büyük tehlike görenleri” bir araya getiren yeni bir yapıyla önemli bir siyasal bir güç olma arayışı içinde..

RTE HÜKÜMETE KARŞI SAVAŞIYOR
Net ortaya çıktı ki, Merkez Bankası Başkanı Başçı, istifanın eşiğinden döndü. Babacan da onunla birlikte gidecekti. Davutoğlu istifadan vazgeçirmiş. Eğer iki istifa gerçekleşseydi, Türkiye sarsılacak, uluslararası bir deprem yaşayacaktı (tabii özellikle ekonomi alanında)..
Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Başkanının ne “paralelci”liğini bıraktı ne uluslararası faiz lobisinin adamlığını ne Türkiye’yi onlara teslim etmesini.. Tabii hedefinde, bu politikanın savunucusu Babacan da var. RTE bir anlamda iktidara karşı savaşıyor.
Bu bir hükümetin meselesi, Merkez Bankası’nın politikalarından etkilenecek olan o.. Ama ne Başbakan tanıyor ne hükümet ne de başa bir şey.. Davutoğlu susuyor, susmak zorunda kalıyor.
Böyle bir şey olur mu demeyin olur. Ben, kişilikli, aklıbaşında bir politikacının RTE ile birlikte çalışmak istediğini sanmıyorum. Zaten onların çoğunu da iktidardan uzaklaştırdı, eledi.. Susuyorlar, arkasından konuşuyor, yeni seçenekler arıyorlar, şu aşamada yapacak bir şeyleri yok.
Tepede, artık göstermelik kalmış özgüvenine son derece sadık, ama yalnız bir adamın dramını yaşıyoruz.. Onlarla birlikte, giderek pek çok açıdan yönetilemez hale gelmekte olan bir bir ülkenin..
Düzeltme: Perşembe günkü yazımda Bakan Nihat Zeybekçi için “maliye bakanı” diye yazdım, tabii doğrusu, ekonomi bakanı olacak..

---1 Mart 2015 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet