Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

7 Haziran 2022 Salı

Seçim sürecinin en büyük kozları ‘yalan’

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Seçim sürecinin en büyük kozları ‘yalan’

06 Haziran 2022 Pazartesi


Amiral Battı’da iktidarın büyük güç gösterisi sergilediği fotoğraflara ve ettiği büyük laflara bakıyorum. Şık şıkıdım, takmış takıştırmış, terziden yeni çıkmış elbiseler içinde her türden iktidar zevatının (Arınç dahil!) 20 yıllık boy ve güç gösterisi! Henüz milletin parasını ellerinde. Oraya 100, buraya 200 milyon, şuraya 1 milyar.. Buna da 25 bin avanta yönetim kurulu üyeliği (daha)... Tepeden eteklere doğru yağıyor milletin hazinesi. Dolayısıyla biat aslında paranın gücüne! Yağma Hasan’ın son böreği bunlar!

Büyük güç fotoğrafları aslında yarın seçim olsa tepetaklak gideceği açık hanedanlığın sanki “son akşam yemeği” gibi. “Ülke çökse bile biz yıkılmadık ayaktayız, uzaya astronot göndereceğiz, uzay gücü olacağız, 2053 hele hele 2071 ülkeyi dünyanın en büyük gücüne ve sizleri de en büyük zenginliğe taşıyacağız.”

Bunlar stratejik büyük yalanlar. “Şanlı tarihi olta”ya takılacak beyinler için. Tonla var, çünkü sorma öğrenme kültürünün kapısından içeri şöyle bir göz bile atmamış cehalet örtüsünün altına sığınmış veya sokulmuş yüz binler için. Onların hepsi “cehalet öğretilebilir bir şeydir”in canlı varlıkları... Bunlara, sadece din odaklı tüm söylemlere beyni açık “katmerli cahiliye” unsurlarını da ekstradan katın.

Fakat büyük gelecek yalanları yetmez. Şimdiki zaman için taktik yalanları durmadan diri tutmalı, hatta bunlara yenilerini eklemeli! Birileri düşünmüş sanki: Yahu büyük ekonomik ve toplumsal çöküntünün altında kalmış taraftarlarımızın inançları sarsılmış olabilir! Unutmasınlar, hepsini canlandıralım!

CAMİLERİ DE YIKMIŞTI GEZİCİLER

Şanlı Gezi protestocuları için dokuz yıldır “Camiye kirli postallarıyla girdiler, camide bira içtiler” yalanları onlar için tekrarlanıp duruyor. İman tazeleme! Artık hangi iman kaldıysa!

Yalana, daha inandırıcı olması için olsa gerek bir takı daha yapılmış “camileri de yıktılar”Camide bira içeni görmedim diyen imamı yıkılan caminin enkazı altına sokabilirler şimdi de.

Tabii bu yalanlar çok sıradanlaştı! Kendilerine ne faydası olur bilemeyiz, hatta artık bundan sonra zarar yazmaya başlar bu söylemler. Cemaatlerin üfleme güçleri, bu iktidarın yalan söylemlerinden dolayı dinden imandan çıkanları bir arada tutmaya yeter mi, veya zerre umursayan olur mu, bilmiyorum. Milletin büyük enkaz altında iniltileri yedi kat gökyüzüne ulaşmışken!

Üflemelerin beyinsel etkisi için ülke çapında toplu dua ve üfleme seanslarına geçilebileceğini varsayıyorum. Böyle şeylerin yapıldığını da FETÖ’nün şerrinden kendini kurtarmak için diğer cemaatlerin toplu enerji üflemelerine başvuran bir meslektaşımdan öğrenmiştim!

‘HADİ ÇIK KARŞIMA!’

Dini inançları güçlü ve sarih olan Müslümanlar arasında bir “Beytülmal” masalı söylenir gider. Yani milletin vergileriyle oluşmuş devlet hazinesi! O asla istismar edilemez(miş)!

Yağmalanabilir, dibine darı ekilebilir, peşkeş çekilebilir, dağıtılabilir, tam takır kuru bakıra dönüştürülebilir, ama dokunulamaz!

Bütçe, Hazine, millet, Beytülmal borçtan kırılıyor!

“Türkiye’de tüm kesimlerin borçları, ilk üç aydı 1.5 trilyon TL artarak 13.3 trilyona yaklaştı. Bu borçların  6.5 trilyonu şirketlere, 3.1 trilyonu Hazine’ye, 1.1 trilyonu hanelere ait (Hakan Özyıldızwww.hakanozyildiz.com/2022/06/borclarn-toplam-133-trilyon-liraya.html

Büyük çöküntünün lideri meydan okuyor: Hadi çık karşıma!

Bu durumda olsam milletin yüzüne bile bakamam!

Öfkesi hayati bir organı sanki. Bir an dinse, ölecekmiş gibi..Mine Söğüt Başkalarının Tanrısı,

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Öfkesi hayati bir organı sanki. Bir an dinse, ölecekmiş gibi

05 Haziran 2022 Pazar


“Son kahvemi sigarayla birlikte bir evin balkonunda defalarca içiyorum.. benim gibi işe gitmek için erkenden uyananlar ve ev halkını uyandırmamak için parmak uçlarına basarak kendi evlerinde birer hırsız gibi dolananlar, hâlâ uyuyan çocuklarına odanın kapısından şöyle bir göz atanlar, mutfakta hızla bir şeyler atıştıranlar, vapuru, metroyu, servisi, otobüsü, minibüsü kaçırmamak için sık sık saate bakanlar, biz hepimiz, kadınlar ve adamlar, gençler ve yaşlılar, tembeller ve çalışkanlar, hevesliler ve bitkinler, hızlılar ve yavaşlar, başarılılar ve başarısızlar, inançlılar ve inançsızlar, akıllılar ve aptallar, kurnazlar ve saflar, aldatanlar ve aldananlar...

Biz hepimiz hep ve hâlâ o evlerden.. çıkıp  işe.. gitmek her sabah aynı saatte aynı şeyleri yapanlar, devamlı ve hep birlikte aynı inançla, şuurla, korkuyla yaşamaya hazırlananlar...

Her birimiz bu döngünün dışına çıkarsak hayatta kalamayacağımızdan adımız gibi eminiz, döngünün içinde olmakla olmamak arasındaki farkı düşünmek için ne zamanımız var ne de cesaretimiz. Ama heyula gibi korkularımız var. O döngüden çıkacak olursak başımıza korkunç şeyler geleceğinden eminiz..

O gün, evde uyandığım o son gün ben birden o korkuyu duymaktan vazgeçiyorum... Her şeyi terk ediyorum. O hayatı terk ediyorum. Kendimi terk ediyorum...”

***

“Bu şehir kimseyi sevmez. Sen ki şiir yazıyorsun bunu nasıl bilmezsin..”

***

“Sistem içine içine devamlı çöküyor. Yeryüzünde gördüğümüz her şeyin temelinde bir enkaz. Tüm medeniyetler kendilerinden önce yıkılmış başka medeniyetlerin üzerine kurulu. Geçmişin kaderi gelecekte mütemadiyen tekrarlanıyor. İnsanlar baştan beri yeni şehirlerini yıkılmış eski şehirlerin üzerine kuruyor. Bu yüzden en modern yapının bile hücresinde yıkılmış eski bir yapının izi var. Yara gibi. İnsan o yaraların ıslaklığında yaşayan bir parazittir...”

***

“Öfkesi hayati bir organı sanki. Bir an dinse, ölecekmiş gibi.”

***

“Kim kurmuş ki bu şehri?

Garibanlar Musa. Her şehri garibanlar kurar. Başka bir şehirden kovulanlar. Yollara koyulanlar. Yollarda sevdiklerini yitirenler. Umutsuzluğa düşenler. Ölmek isteyip de bir türlü ölemeyenler. Sürünenler. Onlar kurarlar tüm şehirleri. Ve yine onlar yıkarlar. Garibanlar..

Eskiden yaşadığımız mahallenin günbatımında kızıla bürünmüş siluetine artık uzaktan bakıyoruz. Büyük bir ticari telaşın göbeğinde cehenneme dönmüş. Toza dumana ateşe şiddete dehşete bulanmış. Sanki tam ortasına bombalar atılmış. Yıkılan evlerin molozlarından yükselen dumanlar beklenmedik bir felaketin nişanı gibi şehrin genzine doluşuyorlar. Bir savaş meydanını terk etmiş gibiyiz. Terk ettiğimiz bir savaşı uzaktan seyreden gibiyiz. Sanki o savaşta düşmanı, yenilerek yenmiş gibiyiz..”

***

“Kimsesizliğin bir anlamı da kimse olmamak. Hem kimsen yok hem sen kimse değilsin. Büyük özgürlük.

Sen kendini ne kadar anladıysan başkalarını da o kadar anlarsın. Kendi aklının sınırlarını aşamazsın. Kim olduğunu anlamak istediğin her insanda kendinde ne kadarını anladıysan o kadarını anlarsın. Yok illa başkalarını anlayacağım diyorsan önce kendini unutacaksın. Kendini!”

***

“Deniz kenarında motor iskelesinin merdivenlerinde oturuyoruz. Motorlara binen ve motorlardan inen yolcular neredeyse üzerimize basacaklar ama yanımızdan geçip giderken bizi görmüyor gibiler.. tam karşımızda balıkçılar. Onlar da bize körler. Yok gibiyiz. Hiç gibiyiz, hepimiz bu şehirde birer hayaletiz, birer hayaliz..

Peki onlar bizi görmüyor, peki biz onları neden görüyoruz?”

***

İyi pazarlar. Mine Söğüt’ün “Başkalarının Tanrısı” romanını okuyorum. Tüm alıntılar oradan...

4 Haziran 2022 Cumartesi

Her şey daha zor olacak... Tek vesayet odağı RTE..Ülkemizdeki tek vesayet odağı nasıl oldu

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Her şey daha zor olacak... Tek vesayet odağı RTE

02 Haziran 2022 Perşembe


RTE için demokrasi şuydu: “Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır... ” “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz.” (1996) Nilgün Cerrahoğlu’nun röportajına kitabında dahil pek çok yerde ulaşabilirsiniz.

2000’de ise “Yahu bu sözleri başka yere çektiler, ben demokrasiyi içselleştirdim” diyordu. O sırada parti kurmuş ve seçimlere hazırlanıyordu.

Bugün geldiği yer ise belli. Nilgün’e söylediği gerçek fikriydi, zaten siyasi meşrebi, bağlı olduğu ideoloji, demokrasiyi sadece bir araç olarak görebilirdi. Demokratik hak ve özgürlükleri tamamen kullanacak, iktidara ulaşacak sonra da trenden inecek ve “ebedi” sultasını kurmaya kalkışacaktı.

RTE iktidarı, bugünkü konumunu sağlamlaştırmak için, kendisine müdahale edilecek her şeyi süreç içinde bertaraf etti.

İktidarı boyunca yaşadığımız tüm büyük siyasi olayların nedeni de bu bertaraf-tasfiye işleriydi. Ülke savrulup durdu sarkaç gibi. 

KİMİN VESAYETİ İÇİN

Bunları da “vesayete son vermek” için yapıyordu.

Önceki iktidarlar zamanında ve bizzat kendi iktidarı döneminde de siyasal davranışları ve kararları kısıtlayan-etkileyen odaklar-güçler vardı.

Bunlar ordunun bazı konularda hassasiyetlerinden tutun, devlet içinde işleri bilen bürokrasinin yerleşik kurumlarına kadar uzanıyordu. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, Dışişleri ve diğer bakanlıklar, valilikler vb.

Tüm bunlar arasında iki tanesi çok önemliydi: Yargı ve ordu. Yargı öncelik sıralamasında hepsinden önemliydi. Çünkü yargı, etrafı, “vesayeti” temizleme aracıydı ayrı zamanda.

Bu nedenle en büyük savaşı yargı üzerinde verdi ve hâlâ veriyor. Anayasayı yeniden değiştirmek istemesi bunun sonucu.

YARGI VE ORDU

FETÖ ile birlikte yargıya yaptıkları operasyonları düşünün. Anayasa değişiklikleri, mezardaki adamları bile kaldırıp oy kullandırdılar.

2007’de ilk tuğlası konan orduya “kumpaslar” da yargıya paralel sürdürülen temizleme ve üzerlerinde kontrol-tam kontrol operasyonlarıydı.

Bugün hem ordu kontrolünde hem yargı. Ve tüm bakanlıkları kendisine özgün kontrol altına aldı. Yüksek yargı tamamen tamam. Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi... Hem tamam hem eksik, onlar üzerinde süreç devam ediyor.

Dolayısıyla tüm bu süreç RTE’nin davranışını, elini, kararlarını rahatlattı, istediği gibi davranabiliyor, iktidara bağlı yargıda siyasal mahkeme kanadı oluşturuldu.

Kılıçdaroğlu’na düzenlenen büyük linç girişiminde bile mahkemenin böyle bir karar verebilme cesaretini gösterebilmesi her şeyi açıklıyor. Gezi davası, Kaftancıoğlu, Demirtaş, İmamoğlu...

Küçük ortağın Kılıçdaroğlu’nu hapse tıkmaya kalkışması...

Anayasanın yasaların askıya alınabilmesi...

Tüm bunlar, “vesayete karşı mücadele” ile aslında ülke üzerinde, tüm yargı, ordu, devlet bürokrasisi üzerinde büyük RTE vesayeti gerçekleştirme amaçlıydı. 

Bugün ülke üzerinde tek vesayet odağı var...

AKP VE MILLET ÜZERINDE VESAYET

Eksik kalmasın, bu sürece paralel gelişen başka ve güçlü vesayet de bizzat kendi partisi üzerinde gerçekleşti. AKP içinde lider üzerinde, başkanlık ve yönetim üzerinde de vesayetler vardı. Bunları bir bir temizledi. Tüm kurucuları... Rakip olabilecek herkesi, tabii ki başta Gül’ü.. Bazıları da sözde kurullara atandı. Sürekli çıkıntılık yapan Bülent Bey’i ne yapacağını bilemiyor!

Ama parti içi sütliman. Düşünün bir danışman yeni anayasa, laiklik, Atatürk vb. ayakları üzerinde kurulacak derken, Erdoğan kesin biatçıları, sen de kimsin, bu konuda karar veren parti lideridir, diyebiliyor!!!

Millet üzerinde de kurduğu ve partiyi dize getirmede kullandığı vesayet aracı var ki ayrı yazılmalı.

RTE, büyük vesayet savaşını kazandı. Bu süreçte de demokrasi tramvayından inmesi için gerekli koşulları yaratmış oldu.

Bütün mesele, millete rağmen nasıl iktidarda kalacağıdır. 

Bunun hesapları üzerinde Saray çalışıyor.

1 Haziran 2022 Çarşamba

İktidarın milleti ‘dezenformasyon ağı’ içine hapsetme politikası ve RTÜK, Menderes'in Tahkikat Komisyonu

 obursali@cumhuriyet.com.tr

İktidarın milleti ‘dezenformasyon ağı’ içine hapsetme politikası ve RTÜK

31 Mayıs 2022 Salı


TV ekranından sokak röportajlarını izliyorum. SADAT üzerine sorular.. Belki 10 kişiden 8’i evet duymuş ama doğru dürüst neler olduğunu bilmiyor. Oysa günlerce ekranlarda ve medyada bu konu tartışılmakta. Sorun nedir? 

Sorun, milletin çoğunluğunun günlük hayatında siyasetin yer almaması, az yer alması, göz ucuyla dinlemesi. Konu karmaşık olduğu için de konuyu nereden tutacağını bilmemesi.

Şüphesiz siyasetle ilişkili çok ileri bir kesim var. Esnafta da var, halkta da..

Ellerindeki akıllı telefonlarla olayları izlemeye çalışıyorlar.

Politikleşme giderek artacak.

Fakat bu politikleşmenin içeriğini kimin belirleyeceği, dolduracağı tartışma konusu.

DUYGUSAL BAĞLILIK

AKP’nin Atatürk Havalimanı’na ilk fide dikimi nedeniyle taşıdığı kalabalığa bakınca, bindirilmiş kıtalar bile olsa, bir kısmının oy vermeyeceğini bile söyleseniz, kalabalık toplamada antrenmanlı bir örgüt yapısı çalışıyor.

Şu kesin: AKP’nin 20 yıldır inşa ettiği güçlü bir siyasi taraftar yapısı var. Bu yapıyı iktidarın besleyerek gelir olarak da yükselttiği bir gerçek. 

Ama bunun yanı sıra dün Cumhuriyet’in internet sitesinde yayımlanan Sosyal Demokrasi Vakfı Başkanı (SODEV) ve AKSOY Araştırma Şirketi’nin kurucusu Ertan Aksoy’un işaret ettiği “duygusal bağlılık” söz konusu. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan’a.

Zaten AKP eşittir RTE oldu. Partide RTE’nin yerini alacak kimse olmadığı için bu böyle. RTE de bilerek bu durumu yarattı. Cumhurbaşkanının partili olmasını özellikle istedi ve parti başkanlığını da üstlendi. RTE bugün siyaseti bıraksa, parti 4-5 parçaya bölünür. Veya Abdullah Gül’ü çağırırlar, gel bizi kurtar, diye.

AKP’nin bu yüzde 25-30 seçmen kitlesinin seçim süreci içinde çok azını muhalefet partileri çekebilir. 

RTE kitlesini şu veya bu şekilde ayakta ve safında tutma becerisini gösteriyor. Bu zaten baş uzmanlığı.

MİLLETİ KİLİTLEME PROJESİ

Bu kesimin muhalefete kulakları tıkalı. Zaten RTE’nin enformasyon ağı içinde hapsolmuş da olabilir.

Bu nedenle TV ekranlarında nesnel habercilik yapan üç kanala ulaşmak için de epey çaba sarf edeceksiniz. 

Kanallar iktidarlaşmış durumda.

Haber kanalları dışındakiler dizilerle, şovlarla, evlenme boşanma vurma öldürme programlarıyla doluyor.

İktidarın doğrudan kanalları dışında iki üç kanal da kontrol altına alındı süreç içinde. Ankara’dan gelen mesajlara, seslere hepsi kulak veriyor ve gereğini yerine getiriyorlar.

Otoriter iktidarlar medya kontrolü ile devamlılıklarını sağlamaya birinci önem veriyorlar. AKP’nin bu konuda yeni bir şey öğrenmesi gerekmiyor.

Seçim sürecinde yeni politikası, RTÜK aracı ile kontrolü sıkılaştırıyor. Yasadışına çoktan çıkmış, mahkeme gibi kesin kararlar veren ve hemen uygulayan bir kurum var karşımızda.

Meclis içinden seçilmişler, milletvekili oranına göre..

Aslında RTÜK, Adnan Menderes’in son zamanlarda Meclis’te kurduğu Tahkikat Komisyonu’na bir yönüyle benzetebiliriz. Bu komisyon da muhalefeti yargılayıp cezalandıran komisyon gibi çalışmaya başlamıştı ki iktidarın başını yiyen konulardan biri oldu. Çünkü anayasaya karşıydı.

RTÜK de o yolda. Muhalefeti yargılamaya başladı.

Nasıl yapıyor bunu? 

Mesela Kılıçdaroğlu’nun, milletvekillerinin açıklamalarına yasak koyarak.

Açıklamaları yayımlayan ekranlara en üstten para cezaları vererek, onları yayın yapamayacak duruma getirmeye, yıldırma ve iflas ettirmeye çalışarak..

RTÜK bir Tahkikat Komisyonu rolünü üstlendi, anayasayı çiğniyor, muhalif partileri bu konuya özellikle eğilmeli...

Ekranlar kararacak, dezenformasyon yasasıyla elektronik medya da susturulacak..

Milletin gerçeklere ulaşması iyice zorlaştırılacak.

Millet iktidarın dezenformasyon ağı içine kilitlenmeye çalışacak.

Partiler halkla yeni bir iletişim ağı yaratmalı. Belki ilçeler çapında, stantlarla vb..

Dezenformasyonun ana kaynağı iktidarsa eğer… Yasa tasarınının gizledikler

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Dezenformasyonun ana kaynağı iktidarsa eğer…

30 Mayıs 2022 Pazartesi


Dezenformasyon nedir? Yanlış ve/veya sahte bilgi denebilir. Doğru olmayan şeyler, söylenti yaymak… Aslında dünya bununla çalkalanıyor. 2016’da Oxford sözlüğü post-truth sözcüğünü (hakikat ötesi/sonrası veya gerçek ötesi) yılın sözcüğü seçmişti. Çünkü siyasal ve toplumsal ortamı zehirleyen, gerçekle gerçekdışını birbirine karıştıran davranış ve söylemlerin yoğunluğu bu sözcüğü gündeme taşıdı.

Siyaset yalanlarla dolup taşıyor. Muhafazakâr/sağcı politikacılar “İklim değişikliği yoktur” diyor bilimsel gerçekleri çarpıtıyor veya bu araştırmaları yasaklıyor, verileri saklıyor. İktidarlar tonla yalan söylüyor. Popülist liderler yalanla alıp başını gidiyor. Günlük hayatın iletişim dolaşımının içine, tabii ki öncelikle sosyal-elektronik medyada bir sürü palavra sokuluyor. Pandemi döneminde özellikle ayyuka çıktı yalanlar.

Her neyse, yani dünyanın gerçekten bir dezenformasyon sorunu var.

Gerçeğin medyada dolaşım hızıyla, cezbedici, ilgi çekici yalanın dolaşım hızı arasında en az 10 kat fark var. Komplo teorilerini yayanlar, kitap yazanlar için bu bir ticaret- kazanç kapısı aynı zamanda.

Evet, bizim sosyal-elektronik medyamız da şüphesiz bundan nasibini alıyor.

‘KORKU YARATTIN’ AL CEZAYI

Bir yasal düzenleme-çerçeve gerekli. Yıllardır yapıyoruz yapacağız derken, seçimlere bir yıl kala, iktidar 40 maddelik bir düzenleme tasarısı hazırladı. Pek çoğuna bir itiraz olmayabilir. Ama tasarının hazırlanış biçimi her zamanki gibi yanlış. AKP’nin siyasi kadrosu oturdu, konunun muhatabı basınla, sosyal ve elektronik medya ile hiç fikir alışverişi yapmadan, kendi siyasi çıkarlarına uygun bir tasarı hazırladı.

Can alıcı yönü, dünkü yazımda da belirttiğim gibi, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayarak endişe, korku veya panik yaratma, ülkenin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini ve kamu barışını bozmaya” diye bir madde içermesi… İktidarın bugüne kadar uygulaması, muhalif mahkûmiyetlerin hepsinin keyfi, anlamsız, hukuksuz, yasadışı, siyasi karakterde olması.

İktidarın elindeki yargı, nalıncı keseri gibi çalışacak.

Hiçbir nesnel tanımlama içermeyen madde, savcı-mahkeme birlikteliğince, sen panik, olmadı korku, olmadı endişe yaratmak için bu haberi yaptın deyince akan sular duracak.

‘GÜÇLÜNÜN BORUSU ÖTECEK’

Burada sorun şu: Dezenformasyon kaynağı iktidarsa, medyası ise bir sorun yok.. Ama medya nesnel gazetecilik yapsa bile iktidarın zülfü yârına dokunursa derin sorun var, karakolluksun.

İktidarın medyası her gün onlarca yalan haber yayıyor muhalefet ve liderleri, nesnel gazetecilik yapan yazarlar, şarkıcılar hakkında, hepsinin kişisel haklarına tecavüz var...

Hiçbiri hakkında dava açıldığını gören var mı?

Mesela Cumhurbaşkanı, önceki “Yargı etki alanım içinde” başlıklı yazımda bahsettiğim konuşmasında şunları da söylüyordu:

POLİTİKACI DEZENFORMASYONU

“2017’deki halkoylamasıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi onayladığı anayasa değişikliğinde, yargının bağımsızlığı ilkesi, tarafsızlığıyla tahkim edilmişti. Böylece millet adına karar vererek hakemlik görevini üstlenen yargı, güçler ayrılığında hak ettiği yeri tam manasıyla almış oldu.” Diyor ki:

*Yargının bağımsızlığını sağladık…

*Tarafsızlık ilkesini sağladık…

*Güçler ayrılığını kesinleştirdik.

Hiçbiri doğru değil. Bir politikacı olarak “dezenformasyon” yapıyor.

Tamamen Cumhurbaşkanı, iktidar ve çoğunluğunca atanan/seçilen bir yüksek yargı heyeti varken… gerçekten bağımsız, tarafsız kararlar verme teşebbüsünde bulundukları için dağıtılan mahkemeler ve hâkimler gerçeği ortadayken..

“Benim atadığım, denetlediğim, seçtiğim, kontrol ettiğim yargı, tarafsız ve bağımsızdır” denmektedir.

Yargı, başka vesayetler altındayken kötü, ama benim vesayetim altındayken iyi, bağımsız ve tarafsız..

Öyle mi?

Dezenformasyonu önleme yasası, iktidarın dezenformasyon borusunu alabildiğine çalacak, ama nesnel haberciliği de cezalandıracak bir nitelikte.

Seçimlere böyle gidiyoruz!