SAYFALAR

27 Şubat 2013 Çarşamba

Silivri'den Kürt Meselesine çözüm önerisi


Mehmet Bedri Gültekin, L Tipi 1 No’lu cezaevi, F – 3 Alt, Silivri -


Değerli Orhan Bursalı arkadaşım, 
Merhaba! Öncelikle Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili olarak yoğun emek ve bilgi ürünü olan yazılarından dolayı seni kutluyorum. Toplumun aydınlatılmasına ve harekete geçmesine büyük katkı sunuyorsun.
Aynı şekilde “Kürt Sorunu” konusundaki yazıların da doğru bir perspektifin ürünü ve ne yapılması gerektiğine ışık tutuyor. Ben de 19 Şubat tarihli “Kürt meselesini nasıl çözmeli?” başlıklı köşe yazınla ilgili olarak görüşlerimi seninle paylaşmak istedim.
Öncelikle durumu saptayalım. Bugün artık, Kürtlerin varlığının ve haklarının inkâr edildiği 30 yıl öncesinin Türkiye’si geride kaldı. Kürtlerin demokratik hak ve talepleri esas olarak kazanıldı. Hala karşılanmamış olan “hak ve talepler” konusunda ise olumlu anlamda genel bir toplumsal mutabakat bulunuyor.
Ama Kürt sorunu, bütün bu kazanımlara rağmen bugün, her zamankinden daha yakıcı hale gelmiştir. Çünkü artık bir “hak ve özgürlükler sorunu” olarak değil, emperyalist devletlerin bölgemize ve ülkemize yönelik hesaplarında kullanılan bir “araç” olarak önümüzde. Onun için önerilecek “çözüm”’ün, her şeyden önce bu durumu göz önüne alması gerekiyor.
Gelinen aşamada Kürt sorununda iki program karşı karşıyadır. Üçüncü bir program yoktur, daha doğrusu üçüncü bir programın hayata geçme olanağı bulunmuyor.
Birinci çözüm programının sahibi ABD’nin başını çektiği emperyalizmdir. Özeti, Irak ve Suriye’nin parçalanması, İran’ın kuşatılması, Türkiye’nin ise en azından bu aşamada etnik ve inanç farklılıkları temelinde ayrıştırılmasıdır. “Türk Milleti”ni anayasa dışına sürme çabaları ancak bu bütünsel plan çerçevesinde anlaşılabilir.
Elbette Kürt milliyetçiliğinin, kendisinin egemeni olduğu, sınırları belirlenmiş bir ülke rüyası vardır. Aynı şekilde AKP’nin dahil olduğu Ortaçağ kalıntısı güçlerin, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi, toplumumuzu etnik ve dinsel farklılıklar temelinde ayrıştırma peşinde olduklarını da biliyoruz.
Ama iki kesim de gerçekçidir. Gerek Ortaçağ özlemcileri, gerekse Batıcı Kürt Milliyetçiliği, ancak emperyalizmin (ABD), Bölge’ye ve Türkiye’ye ilişkin planları içinde yer aldıkları zaman hedeflerine ulaşma şansına sahip olabileceklerini bilirler. Onun için çıkarları ve kaderleri hem birbirleriyle, hem de emperyalist güçlerle birleşmiştir.
Herhangi bir program, eğer uygulanabilmesini sağlayacak bir güce dayanıyorsa anlamlıdır. ABD ve onunla işbirliği yapanlar, en başta bu “Süper Devlet”in Bölgede konuşlu bulunan askeri gücüne dayanıyorlar. Bu silahlı gücün yanı sıra Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin petrodolarları, AKP iktidarının sunduğu olanaklar, Suriye ve Irak’ta cepheye sürülen şeriatçı terör örgütleri ve PKK; sözünü ettiğimiz programın arkasındaki gücü oluşturuyor.
Kürt sorununun çözümünde söz konusu olan ikinci program, işte bu güce karşı mücadele içinde hayat bulmakta olan programdır. Kritik soru bunun nasıl olacağıdır. ABD ve onunla birlikte hareket eden bütün güçlerle baş edecek bir kuvvet ortaya koyamıyorsanız savunduğunuz çözümün bir “kıymeti harbiyesi” yoktur.
Öncelikle belirtelim ki bu “kuvvet” vardır. ABD ve işbirlikçilerinin hedef aldığı Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin birleşik gücü, alternatif programı uygulayabilecek biricik güçtür.
Alternatif programın özeti, söz konusu ülkelerin toprak bütünlüğünün ve egemenliklerinin korunması, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerinin her bir ülkenin bütünlüğü içinde çözülmesi, ülkeler arasında ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri alanlarda gerçekleşecek yakın işbirliğidir. Hedefi, Batı Asya Birliği olan bir işbirliği.
Bu “Birlik”, aynı zamanda dört ülke arasında bölünmüş olan Kürtleri de birleştireceği için tarihten kalan bir sorunu da çözmüş olacaktır.
İran, Irak ve Suriye arasında işbirliği bugünden oluşmuştur. Bu sayede emperyalist saldırı Suriye’de direniş kayasına çarpmıştır. Nihai başarı için eksik olan, bu işbirliği içinde Türkiye’nin olmamasıdır.
Türkiye tam tersine AKP marifetiyle emperyalist cepheye ait programın emrine girmiştir.
Onun için bugün, “Ben Kürt sorununu Türkiye’nin lehine çözeceğim” diye ortaya çıkan bir siyasi hareket her şeyden önce, “Türkiye; Suriye, Irak ve İran’la birlikte hareket etmelidir” demelidir.
Dört ülke arasındaki birlik, emperyalistlerin Bölgeye burunlarını sokmalarını önleyecek caydırıcı gücü ortaya çıkarır. Bu gücün dünya çapında çok önemli bir cephe gerisinin de (Rusya, Çin, Hindistan, Latin Amerika vd.) olduğunu biliyoruz.
Bölgesel birliğin ortaya çıkaracağı güç ve sağlayacağı olanaklar, PKK dahil her türlü terörü altı ay, bir sene gibi bir süre içinde bitirecektir.
Hatırlanacaktır, 1998 yılında Suriye ile Adana Mutabakatı’nın imzalanmasının ardından yarım yamalak da olsa Bölge ülkeleri arasında bir işbirliği zemini doğmuş ve bunun sonucu PKK’nın askeri yenilgisi, yaklaşık dört yıl süren bir eylemsizlik dönemi olmuştur.
Daha sonra AKP, “sıfır sorun” yalanı ile Bölge ülkeleri arasında işbirliğini dinamitledi ve bugünkü tablo ortaya çıktı.
Değerli arkadaşım,
Bölge milletleri; yüz binlerce, hatta milyonlarca evladının hayatı pahasına çözümün programını öğreniyorlar. Bütün çabamız, milletimizin de fazla bedel ödemeden AKP’den kurtulması ve programın etrafında birleşmesi içindir.
İyilikler ve sağlıklar diliyorum.
Saygılarımla. 
Not: Kürt sorunu ile ilgili son iki kitabımı; “Kürt Sorununda Türkiye’nin Çözümü” ve “Kürtçe Eğitim Sorunu” kitaplarımı da değerlendirmene sunuyorum. Eleştiri ve katkıların beni mutlu edecektir.
Tekrar selam ve sevgiler…
Hoşça kal.
 M. Bedri, 21 Şubat 2013  

26 Şubat 2013 Salı

Kürt Yasağı Kondu Kürt Yasağı Kalktı


Herkes eteklerindeki taşları dökmeye başladı nihayet! Hah şöyle be kardeşim! Artık özgürlük geldi! Tabii bu “özgürlüğün kapısını” Recep Tayyip Bey açınca ve hükümetin Kürt meselesini çözüm politikası desteklene talimatı ülke çapında bildirilince.. herkes o kapıdan süzüldü, gülerek kahkaha atarak memnun mesut...
Baktım mesela CÇandar, Hakkari ve çevresinin coğrafya ve kültür olarak Türkiye ile değil, Kürdistan ile ilişkili olduğunu, oranın bir parçası olduğunu rahatça yazmaya başladı.. (*) Bunu Kürtler zaten söylüyordu, biliniyordu, ama “yüksek politika” erbabları, bunu Kürtler gibi dile getirmekten nedense kaçınıyorlardı.. Hükümetin adamlarından MAkyol’un benzer konudaki yazısında sorduğu Is There a Turkish Kurdistan?” sorusunu, Çandar, ayakları üzerine oturtuyor ve diyor ki: Bu sorunun “ilgili tarafları tatmin edebilecek cevabı şöyle olabilir: ‘Part of Turkey’s territory is Kurdistan’..” (Türkiye’nin bir kısmı Kürdistan’dır)..
Milliyet gazetesinde mutlu bir isim daha var: MSancar. Kürt meselesinin çözümü yeni bir cumhuriyet inşa edecek.. Ortadoğu’da sınırlar fiilen kalkar.. diyor. “Kürt Meselesi çözülüyor”u tartışıyoruz artık..
RTE, adeta  IV. Murat gibi! Geçen yıl, gazete ve televizyonlara bildirmişti: Kürt- PKK tartışmalarına son verin diye.. Anımsayan var mı? Bunun üzerine, örneğin NTV bu tartışmaların hepsini ekranlarından kaldırmış ve tartışmacı ekran yüzlerini de kapının önüne koymuştu! Habertürk ve Milliyet bu nedenle kimleri kovmuştu?
Dördüncü Murat’ın içki yasağı koyup, içerken de yasağı kaldırmasına benzer olayı yaşıyoruz. Şimdi rüzgarlar tersten esiyor.. İçki yasağı, pardon, KCK tutuklamalarına-yargılamalarına laf etme yasağı kaldırıldı.. Artık Kürt Meselesini bütün açıklığıyla, RTE’nin çözüm isteği doğrultusunda tartışma, yazma çizme özgürlüğü “açıldı”!  Çünkü RTE, Başkanlık seçimleri ve bunun için gerekli Başkanlık Anayasası’nı acilen gündemine aldı ve yeni politikasını açıkladı.. RTE epey zor durumda! RTE-Apo, AKP-BDP ittifakının halkla ilişkilerinin hızla yapılması gerekir.. Şu KCK tutuklamalarının da tasfiyesi..
Ekranlar ve sayfalar bayram ediyor! Yok yok, yasağın kalkmasından memnunum. Herkes düşüncelerini özgürce dile getirmeli.. Kimse de hiç bir şeyin arkasına saklanmamalı.
***
Ama olay gerçek çıplaklığıyla tartışılmalı.. tek yönüyle değil. “Hem RTE hem Apo Güney Afrika’ın siyahi lideri Mandela’sı olur”, düşünceleriyle “çözüm”e formula yarışları gazı veriliyor. Güzel, ama Milliyet’in Sancar’la röportajını okuyan okurların gözlerinden ise en temel gerçek kaçırılıyor. Gazetenin yeni röportaj yüzü Zeynep Miraç hanım, örneğin Kürt Meselesi’nin nasıl çözüleceğine ilişkin tek soru sormuyor. Bu çözümün, RTE’ye diktatörlük yetkileri verecek Diktacı Başkanlık Anayasası ile sağlanmak istendiği gibi, en temel gerçeği öğrenemiyoruz... Sanki RTE, çözümü tartışın, övün, ama dikta anayasası ile bağlantı kurmayın istiyor..
***
Burada, “BDP, ‘RTE bize isteklerimizi versin de isterse diktatörlük yönetimi kursun.. ver özerklik al diktatörlük’...” demiştik ya.. BDP Başkanı Demirtaş Meclis’te açıklama yaparak yanıt vermiş bize: “BDP otoriter başkanlık sistemine evet demez.. yeni Anayasanın yapılma olasılığı yüzde 1 bile değil, diye eklemiş.. Seçim takvimi elvermiyormuş...
Pardon? Demirtaş bu yanıtıyla aslında bizle konuşmuyor, resmen RTE ile anayasa pazarlığına oturuyor!
Geçen yıl, Kürtler devlet içinde paralel devlet kuruyor buna izin veremeyiz diyerek KCK tutuklamalarını başlatan ve patronları toplayarak medyanın kulağını çeken Başbakan, durup dururken şimdi neden tam tersi bir politikaya soyundu acaba? Ancak siyasetten anlamayan, RTE’nin herşeyi Başkanlık Anayasası’na endekslediğini, görmez veya anlamaz..
Demirtaş “henüz anayasayı görüşmedik” diyor.. RTE bu konuyu sizinle değil ki, yeni müttefiki Apo ile İmralı’da görüşüyor. Ve büyük olasılıkla da işi bitirdi!.. Türk milliyetçiliğini de Kürt milliyetçiliğini de ayakları altına aldığını açıklamasını, Başkanlık anayasasının temel konuları üzerinde Apo ile anlaşma sağlandığının işareti olarak görmek gerekir!
Şuraya yazıyorum: Başkanlık Anayasası yok, Kürt Meselesine de çözüm yok.. Daha nasıl anlatsam durumu!
Millete  Kürt Meselesi’nin çözümü değil, aslında diktacı bir anayasa yutturulmak isteniyor!
Kotarılmak istenen, ancak AKP-BDP anayasası olur. Bu milletin değil..
---
Not: Bir İhanetin Öyküsü’nün üçüncü yazısı gelecek..
(*) www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/opinion/2013/02/turkey-kurdistan-pkk-hakkari.html
--26 Şubat 2013 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

25 Şubat 2013 Pazartesi

Silivri’deki “Değerli Hakimler”


Savunmalarınızı kısa sürede bitirin, adalet yerini bulacak. Hem, Silivri’de çok değerli hakimler de var.” 
Henüz Balyoz davası savunmalar aşamasında.. Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel, Ekim 2011’de Hasdal’ı ziyaret ediyor; bazı general ve amirallere bu sözleri söylediğini, Semih Çetin Bir İhanetin Öyküsü’nde naklediyor. Savunmalar bitince tahliyeler olacağı umudu tavana vuruyor. Öyle ya “koskoca Gn. Kr. Başkanı böyle demişse mutlaka bir bildiği vardır”.
Biliyorsunuz, bırakın “değerli”lisini, Silivri’de gerçek anlamda hukuka-yasaya bağlı sıradan hakimlerin bir tane bile olmadığı kısa süre sonra ortaya çıkacak ve sıradan-normal bir mahkemenin dikkate alabileceği ortada tek bir delil olmadığı halde, subayların defterleri dürülecekti.
Özel bu sözleri söylediyse eğer, olasılıklar şöyle: 
İktidarın kendisine verdiği mesajı –inanarak– iletmiştir.. Bu komplo davada hiç bir mahkemenin mahkumiyet kararı veremeyeceğine inanmaktadır.. İçeri tıkılan subayları ziyaret ettiğine göre, onlara güç verecek bazı sözler vicdanen söylemek zorunda kalmıştır... Komutanları olarak, içerideki büyük gerilimin gazını almak istemiştir...
Hangisi, bilemem, ama Semih Çetin’in kitabı boyunca dikkat çektiği konuyu gündeme getireceğim. 
Komutanlar Balyoz komplosu konusunda gerekeni yaptılar mı? Hayır tabii ki, hepsini sırayla darmadağınık edecek büyük darbeyi daha başından aciz içinde seyrettiler ve üstelik iç hizmetlerin emrettiği üstün astının haklarını koruma talimatından bile yan çizdiler.. Şimdi bakalım!
***
Donanma Kurmay Başkanı Semih Çetin, iki kez tutuklanıp salıveriliyor, üçüncü tutuklanması eli kulağında.. Bu süreçteki ilişkileri yer yer özetleyip kitapta dağınık haldeki saptamaları bütünleştireceğim.
Donanma Komutanı Oramiral Murat Bilgel: “Çaresiz gibi, deprem yaratması gereken haberleri çok da olağanüstü bulmuyor gibiydi. Komutanda en ufak bir kızgınlık isyan hatta üzüntü belirtisi yoktu, olanlar umurunde değil gibiydi.. Kurmay Başkanı olarak beni ifadeye çağırıyorlar ve ama kendisi arayıp da merak etmiyor.. acaba uzun süreli bir şoka mı girmişti? Tutuklanmamız üzerinden 15 gün geçmiş donanma komutanından bir haber çıkmıyor”. 
Çetin’in teyzesi olanlara teşhisi koyuyor: “Ordunun neden bu hale düştüğü belli oluyor..”
Semih Çetin, sonunda Donanma Komutanı hakkında şu saptamayı yapar: 
Aslında dürüst insan, hiç bir kahramanlık yapmamıştı. Bizlere bu oyunu oynayanları çok iyi biliyordu, ama engel olacak gücü ve cesareti yoktu, isterlerse beni bile alabilirler diyecek kadar gerçekçiydi, herkes gibi başına bir iş gelmesinden korkuyor bunu dillendirmekten de kaçınmıyordu.. Deniz Kuvvetleri Komutanını da hiç zorlamadı, sorumluluğu ona bıraktı, ama olayların bu noktaya gelmesinin sorumlularından biri olarak tarihe geçti..”
Düşünün, kendisi komutan ama amirallerinin ve albaylarının tutuklanmasına vesile yaratan sahte Suga planını bile okumamış ve merak etmemiş.. 
Ama sadece o mu?
***
Genel Kurmay, yazılı kağıtlarda adı geçen amiralleri Ankara’ya çağırıyor.. Genel Kurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Semih Çetin’in önüne belgeleri koyuyor ve “bunları biliyor musunuz?” diye soruyor. 
Çetin bu yüzden 4 ay hapiste yatmış, yeniden içeri alınacak... İstihbarat Başkanına olan biteni özetliyor ve soruyor:
-“Bütün bunları bilmiyor musunuz?” 
İstihbaratçı Başkan: “hayır”!!!
-“Peki ben hapisten çıkınca neden sormadınız? (yanıt yok!)
- “Siz istihbarat başkanı olarak bu davayı nasıl görüyorsunuz, bize inanıyor musunuz, yoksa hala tereddütünüz var mı?”
Yanıt: “Eskiden vardı ama artık yok, herşeyin sahte olduğunu biliyoruz!” (İsmail Hakkı Pekin, daha sonra Andıç davasından tutuklanacaktı!)
Düşman içlerine girmiş sahte belgeler ve komplolarla Orduyu dağıtıyor, istihbaratçıdan tutun genel kurmay başkanına kadar kimse işin aslını astarını araştırıp öğrenmiyor. Ama “doğru olabilir belki de” tutumu içinde!
***
Semih Çetin kendisine "sen olsan ne yapardın" diye soran Deniz Kuvvetleri Komutanı komutanı Oramiral Uğur Yiğit’e şunları söylüyor (Yiğit ki, üstelik o ana kadar olan bitenler karşısında subaylarını koruyan tek komutan olarak da takdir toplamış biri):
-“Tutuklanan subaylarınızın ardında duracaktınız, peşinen suçlu ilan edilmelerine karşı çıkacaktınız, hemen ziyaretlerine gidecektiniz.. Genel Kurmay Başkanlığı Adli müşavirliği sınıfta kaldı, ortada bu kadar ciddi suçlama varken soruşturma açmadı, kimse bana neden tutuklandığımı sormadı, Donanma Komutanı bile bilmiyor.. Çünkü bilmeyince olayı kabullenmek daha kolay.. nasılsa yargı çözecek deyince iş bitiyor. Bu davalar kişisel değil orduya karşı açılmıştır. Genel Kurmay (İlker Başbuğ) bu tutumunu sürdürdüğü sürece bakın daha neler olacak..”
-“Hemen bir heyet oluşturun, çıkan belgeleri incelettirin, bulduğunuz sonuçları da kamuoyuna açıklayın, yoksa medyadaki bu bilgi kirliliği sürer.” (Bu öneriyi aylar sonra yerine getireceklerdi!)
Yiğit’in yanıtı: “Artık tutuklama olmaz, bunu aklınıza getirmeyin”.. 
Sonraki süreçte ise tutuklamalar 265 subayı buluyor! Başbuğ dahil!!!
***
Semih Çetin diyor ki: 
Bunca olaya rağmen TSK kurumsal olarak bir strateji geliştirememiş, hep baskı altında ve savunmada kalmıştı.. İstihbarat konsunda tam sınıfta kalmıştık, bu saldırı Bazı personel hatası sonucu istemeden, veya içimizdeki hainler tarafından bilinçli olarak dışarıya bilgi sızmasını engelleyemiyorduk, suçluları tespit edemiyorduk.. aleyhimize yürütülen kampanya karşısında halka gerçekleri açıklayamıyorduk. Hukukçularımız açık hukuk ihlallerini engelleyecek çözümler üretemiyordu.. Gn.Krm Adli Müşvarliği tam aciz tutum içindeydi.
TSK’nın tutumu: 
Konu yargıya intikal etmiştir, hukuk sürecine saygılıyız, adalete güveniyoruz.. Deliller sahte, dava bile açamazlar..”
Çetin: “Bir yıldır subaylarına kefil olacak bir komutan bulmamamıştık, sonunda adalet yerini bulacak diye bize sabır tavsiye ediyor ve ‘Gerçekler ortaya çıktı, basın bile farkına vardı bu dava kısa zamanda biter’ diyorlardı..”
Olan biteni, saldırının hedef ve amacını bu kadar da göremeyen bir “Genel Kurmay”..  
Yarın sürdüreceğim..
--25 Şubat 2013 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

24 Şubat 2013 Pazar

Bir İhanetin Öyküsü


El yakan bir ateş gibi, Balyoz mahkümu Tümamiral Semih Çetin’in “Bir İhanetin Öyküsü- Hasdal’da Bir Amiral” kitabı. Bu dava üzerine sıfır bilgisi olanların, Deniz Kuvvetlerine ve bu bağlamda en parlak subayları tasfiye etmek amacıyla kurulan büyük tuzağı net, berrak bir dille izliyorsunuz.. Semih Çetin, kişisel Balyoz süreci içine sizi çekiyor, öyküsü içindeki dramatik olaylarla yüzleştiriyor..
Sonuç: hüzün, kurulan büyük alçakça tezgahlar, utanmaz ve yüzü kızarmaz bir yargılama süreci, subaylarının neyle suçlandığını bile bilmeyen komutanlar.. düşman saldırısının yokedici hamlelerini göremeyen ve bunlara göğüs geremeyen yüksek makam sahibi askerler.. “hukuki süreç bunu çözer” sanısına kapılan bir ordu.. “Aman bana da bulaşır, sessiz kalayım” şarlatanlıkları.. alçakça kurulan hukuki tuzaklar.. “fiili olmayan” suçlar... bütün suç isnatlarını boşa çıkartan kanıtlara gözünü yuman cübbeli gugukçu adamlar dünyası... Ve bir kara-medyanın, baştan sona sürecin bazen ta kendisi bazen ateşleyicisi ama kesin maşası olarak işleyişi...
Semih Çetin, adım adım, bölüm bölüm, bazen sessiz bazen çığlık çığlığa akan bir nehir gibi, bir kapkara dönemi paketleyip vicdanlarımıza emanet ediyor.
***
Çetin’in kitabında, bildiğimiz “sahte belge” olgularından sadece yeteri kadar ve kendi hikayesi ile ilgili olanları var. Bu kadarı bile, davanın hangi amaçla açılıp sürdürüldüğünü anlamaya yeter.
Çetin, iki kez tutuklanıp salıverilmişti, üçüncü tutuklamadan kaçınamamıştı. Bu akıl almaz sürecin öyküsünü günlük gibi yazdıklarından izliyoruz, insanlık ve demokrasi adına kahrolarak..
Savunmasında kendisine yöneltilen suçlamaların asılsızlıklarını ortaya çıkartıyor:
Suç: 35 kişilik bir darbeciler listesi hazırladın donanmada, şu şu tarihlerde..
Yanıt: Böyle bir liste hazırlamış olamam, çünkü o tarihlerde senelik izindeydim.. işte belgeleri..
Suç: N.Alacalı’nın hazırladığı bir listede adın geçiyor..
Yanıt: Alacalı bile o listeyi kendisinin hazırlamadığını, o tarihte yurtdışı görevde olduğunu belgeledi ve serbest bırakıldı.. Ben ise onun hazırladığı iddia edilen listede adım geçtiği için yargılanıyorum..
Yine üçüncü şahıslarca hazırlanan iki listede de adı geçiyor, ama o listelerin de sahte olduğu kanıtlanıyor.. Ama ne önemi var! Lehinde olan belgelerden iddianamede bahsedilmediği gibi, bazıları dosyaya bile konmuyor..
***
“Ünlü savcı” Mehmet Berk, ifadesi sırasında Çetin’e “Siz Yassıada’yı bilir misiniz.?” diyor. 1960’ın hesabı.. Çetin’in savunmanına da “çok uzatmayın avukat hanım, biz ne savunmalar gördük, bir şey değişmedi” diyor. Çetin’e “savcılar toplanıp hakkınızda karar vereceğiz” derken, TV’de tutuklanmak üzere Çetin’in mahkemeye sevkedildiği haberi ise çoktan geçiyordu! Daha Mahkemeye çıkmadan önce de, bu kez tutuklandığı haberi TV’de geçiyor.. “Yargıç” Ali Efendi Peksak da tutuklama kararını Çetin’in yüzüne söyleyemiyor, mübaşire verdiği bir kağıt parçasıyla gönderiyor..
Baştan sonra bir utanç, vicdansızlıklar belgesi..
Çetin savunmasından da bölümler koydu kitaba:
Kendi ordusuna ve donanmasına komplo kuracak kadar alçalmış bir çetenin yarattığı bir ihanet sürecinden geçiyoruz. Bir asker için en büyük onur şehit olmaktır, ama en büyük utanç ta düşmana esir düşmektir.
“Ama bu esaret, şimdi olduğu gibi canımdan çok sevdiğim ülkemin.. ulusal çıkarlarını koruduğum için beni tasfiye etmek isteenler ile onların içerideki işbirlikçileri tarafından hedef alınmanın bir sonucuysa, bundan ancak onur duyarım; hepsinin benzer nedenlerle hedef alındığına inandığım arkadaşların hapis yatarken ben dışarıda kalsaydım, zaten kahrımdan ölürdüm. Hasdal’da geçirdiğim günler benim için asla bir mağduriyet değil, gelecek kuşaklara bırakacağım şeref madalyasıdır..
“Bu davada işlenen ne çok günah, başta iftira ile çalınan özgürlüğümüz olmak üzere ne çok hırsızlık var bir düşünsenize. Şimdi ellerini ovuşturarak çaldıklarının keyfini sürenlerin hesap verecekleri günler de elbet gelecektir..”
***
Biliyorsunuz, bütün terfileri engelledikleri ve amiralleri tasfiye ettikleri için donanmaya komuta edecek oramiral kalmadı! Vicdan soyundan olmayanlar hala köşelerinde ve ekranlarda, her biri pırıl pırıl olan Balyoz mahkumlarına veryansın edebiliyor ve Balyoz bir darbeydi diye yazabiliyorlar. Bu karamedya kişilikleri de en kısa sürede birileri yazacaktır.
Bugün bu kadar.. Ama Semih Çetin’in bir de ordu ile hesaplaşması var. Hem bu konuyu hem de bu tasfiyenin daha büyük anlamını yazacağım.
--24 Şubat 2013 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

22 Şubat 2013 Cuma

Ülkeyi, Kenti, İnsanı Yoksullaştırmak


Gündem, CBT Sayı 1343, 22 Şubat 2013

Bu kez bu köşeyi yaşadığımız, ürettiğimiz mekanların, doğanın tahribatına ayırıyorum. Doğan Kuban hocanın köşesinde sık dile getirdiği ve önceki haftaki Parksız Kentler ve Rant başlıklı yazısında “en insafsız uygulama park ve yeşil alanları yapılarla doldurmaktır” dedikten sonra, bu yaşam alanlarının tahribatı daha sık gündemimize girmeli.
Kentlerimizdeki parkların, geniş alanların yapılanmaya açılması, bu iktidarın insana, kentlere ve doğaya toptancı bakışının bir sonucudur: Rant, ticaret, para kazanmak ve bu uğurda herşeyi mubah görmek.. Sadece trilyonlar düşleyenler, tabii ki Karadeniz’in neredeyse tüm derelerini kurutacak kararları, polis ve jandarma zoruyla yürürlüğe koyacaklardır.. Onları insanın, toplumun ve doğanın yaşam alanları için attığı çığlığı hiç ilgilendirmeyecektir.



İstanbul Belediyesi 70 yıllık tarihi köprüyü gece yıktı 

Habere bakın şimdi: 
Taksim Gezi Parkı’nı Kadırgalar Caddesi’nin karşısına bağlayan Henri Prost tarafından tasarlanan 70 yıllık köprü İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1 Şubat'ta yıkıldı. SİT alanı içinde yer alan köprünün yıkılması, Topçu Kışlası için ön hazırlık olarak yorumlandı. Mimarlar ve şehir plancıları köprünün yıkımının bir cinayet olduğunu söyledi.
Taksim Platformu: Taksim Gezisi bir kere daha bölündü. Taksim Gezisi içinde, Kadırgalar Caddesi’nin üzerinden geçen zarif bir mimarlık eseri olan yaya köprüsü artık yok. Yok edilen yalnızca bir mimarlık eseri değil. Aynı zamanda Gezi’nin anafikri. Şehirdeki yayaları dönük tasarlanmış bir yaya yolunun kesilmesi, medeni bir ilişkinin yok edilmesidir. Bugün yapmaya kalkıştıkları binlerce uyduruk bina, yayalar için yapılmış bu zarif köprünün tırnağı bile olamaz. Büyükşehir’in bu köprüyü koruması, onarması gerekirken yıkması büyük bir cehalet gösterisidir. Kente karşı bir meydan okumadır. Bir nefret suçudur. Çünkü bugünkü yönetim mimarlıktan, çağdaş şehircilik uygulamalarından nefret ediyor.”



Kızılcık yaylasına canavar mı Girdi?
Yukarıdaki fotoğrafı Milliyet’in internet sitesinden aldım, “bu çığlığı duyan olmadı” diye yayınlamışlar. Yer Antalyanın Fenike ilçesi Alacadağ köyü Kızılcık Yaylası. 12 taş ocağına izin verilmesiyle, çam ve sedir ormanları budanarak yok oluyor. “Antalya Kent Konseyi Tüketici Hakları Çalışma Grubu Başkanı Ali Ulvi Büyüknohutçu, taş ocaklarının özel mülkiyetleri de pervasızca ihlal etmeye başladıklarını, bölge sakinlerinin ilgili makamlara yaptığı başvurular bugüne kadar sonuçsuz kaldığını” söylüyor. Devletin bölgelerdeki temsilcilerinin yeni varlık nedenini anlıyorsunuz değil mi?!



Zeytinlikler Yok mu olacak?
Gelelim zeytinliklerin maden, ticaret, her türlü sanayi faaliyeti alanlarına ödünüştürülmesine.. İktidar yeni bir yönetmelikle 25 dekarın (25 bin metrekare) altındaki yerlerin zeytinlik statüsünden çıkartıldığı karara bağladı. Zeytinciler, böylece zeytinlik bölgelerinin yüzde 60’ının bir çırpıda zeytinlik sayılmayacağını belirtiyor. Bu şu demektir. 25 dekar ve altındaki zeytinliklerin yanlarında nenredeyse her türlü ticari ve sanayi faaliyeti yapılabilecek. Örneğin maden de aranabilecek.
Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği GÜMÇED Edremit Körfez Şubesi ve 17 zeytin üreticisi adına Danıştay'da davalar açıldı. Deriyor ki “yönetmelikle birlikte zeytinliklerin tüm kirli sanayilerin ve maden şirketlerinin, enerji yatırımcılarının ve imar rantçılarının talanına açıldı, ayrıca 25 dekardan küçük olduğu için zeytinlik statüsünden çıkarılacak alanların yağmacı sermaye tarafından köylülerin elinden alınması kolaylaşacak." Bu hükmün değiştirilmesi ve zeytinlik alanların kirli sanayiler ve madencilik faaliyetlerine açılabilmesi için, çokuluslu maden tekelleri, yerli işbirlikçileri ve onların emrindeki açgözlü hükümetler 2000 yılından bu yana 4 kez girişimde bulunmuştu.
Değiştirilen “eski” yasa, “zeytinlikler içinde ve zeytinliklere en az 3 km mesafede zeytinlerin gelişmesini olumsuz etkileyecek kimyevi atık bırakan ya da toz ve duman çıkaran tesisin yapılamayacağını ve işletilemeyeceğini” söylüyordu. Şimdi iktidar bu maddeyi 25 dekarın altındaki yerler için yok sayıyor. Dolayısıyla bu bölgelerdeki zeytin kalitesinde önemli düşüşler sözkonusu olacak..
Gelişmekte olan zeytinciliğe büyük darbe.. Zeytinciliğe gerek var mı? Üretici toprağını elinden çıkartır, maraba olur, işçi olur, gider maden ocağında çalışır, iş bulamaz sürünür.. Eh yani zeytin dediğin de nedir ki, onu da tıpkı saman, ot, buğday ve sürü sepet yiyecek gibi, dışarıdan satın alırız..
Bu, insanıyla toprağıyla ekonomisiyle ülkeyi yoksullaştırma projesidir.. İnşallah geri döner!
Gelecek Cuma yeniden buluşmak üzere..

“Biji Başkan RTE”


TV’de Bekir Bozdağ konuşuyor, bizim başkanlık anayasası önerimiz, ABD başkanlık sisteminden daha güçlüdür, diyor, belki de bizlerle alay eden bir gülmeyle... Ve sürdürüyor: Bakın, Obama esir alınmış durumda Meclis tarafından, ona zavallı deniyor!
Erdoğan’ın yeni anayasa taslağında ise böyle bir olasılık sıfır, tam tersine RTE Meclis’i esir alabilir ve zavallı duruma düşürebilir.. Peki Meclis’te kim var? Milletvekilleri! Onar da kim!? Bu anayasa taslağının, dünyada eşi benzeri yok! Sadece RTE’nin kafa ve düşünce biçimine göre özenle kesilmiş, biçilmiş, tasarlanmış! Uygulamada dünyada en dikta yönetimine rahmet okutur..
Kürt Meselesi / RTE Anayasası, birbiriyle tam ilişkili. Burada önemli olan RTE anayasası.. Kürt Meselesi ise bu anayasanın kabulüne bağlı. RTE için önemli olan kendi Anayasa taslağıdır, yoksa Kürt Meselesinin çözümü değil. Bu anayasayı sadece ve sadece Apo’nun desteği ile gerçekleştirebileceğini sandığı için, Kürtleri, “hak ve özgürlükler vereceğim” diye bağlıyor.
Kürtlerin ise umurunda değil, RTE diktatör olurmuş.. Konunun o yönü “Türkleri” ilgilendiriyor! Kürtleri ilgilendiren tek yön ise yeni anayasada milliyetçi kimliklerini güçlendirecek ifadeler, anayasal haklar, özerklik vb.. Bunları elde ediyorlarsa eğer yaşasın Kürt dünyası, batsın Türk dünyası! BDP lideri Demirtaş ne demişti: En yakın olduğumuz parti AKP.
Söyleyelim hadi: BDP-PKK, Kürt milliyetçiliği ve özerkliği için şeytanla bile yatağa girer.. Bırakın AKP’yi..
Mesele bu kadar basit..
***
BDP’nin kendisine “solcu” diyen “türk” milletvekilleri var. Şüphesiz “solcu Kürt”ler de var.. Şimdi bunlar RTE ile pazarlığa oturmuş durumda..
Pazarlığın denklemini size açıklayayım: Kürt milliyetçiliğine ne kadar çok hak ve hukuk; RTE’ye de o kadar çok dikta-yönetim yetkileri.. Sözde solcular, enine boyuna yasal bir diktatör yaratmak için “müzakere”deler.
Medyadaki bazı köşelere bakıyorum, oralarda da RTE çözümüne destek var. RTE-Apo müzakeresinden çıkacak “çözüm”e boyunlarını uzatmış durumdalar.. Bu “solcu” yazar-gazetecilerin örneğin RTE Anayasasına bir itirazlarını görmüyoruz. “Başkan RTE”’yi öpüp başlarına koyacaklar.. Haydi hayırlısı!
Etnik temelde bir çözüm, yani Kürtlere verilecek milliyetçi haklar ile aslında ister istemez bölünme gerçekleştiriliyor. Bunu görmeyen kördür. Etnik “çözüm”ün anlamı “etnik bölünme”dir. RTE’nin pazarlığını yaptığı Anayasa taslağı da bir “bölünme anayasası” niteliğini taşır.
Nilgün Cerrahoğlu, “Düşünür Fernando Savater: Özerklikle milliyetçilik yumuşamadı, bilendi” başlıklı yazısında, (7 Şubat 2013) İspanya’nın en tanınmış filozofunun düşüncelerini aktardı. Filozof “Ayrılıkçılık, bölgecilik ve bölgesel milliyetçilik konularını fırsatçı bir hastalık olarak tanımlıyor ve bu hastalığın zayıflayan organizmalara saldırdığını söylüyor. İspanya, Özerklikler devleti’nden, milliyetçilikler devleti”ne dönüşmüş..
Bu saptama Türkiye için daha da geçerlidir! Etnik temelde çözümün varacağı nokta, bu isterse Irak Kürdistanı’nı da kapsasın, kesin ayrılıktır. Bence, herkes bilerek bu ayrılığın değirmenine su taşıyor. Bunları yazıyorum, açıkça herşeyi tartışalım diye!
***
RTE’yi hayatının en zorlu ayları bekliyor. Sadece AKP seçmeninin önemli bir kesimi değil, ikna edemeyeceği kitle.. 
Milletvekilleri dahil, yakın çevresini iknada büyük sorunlar yaşayacaktır. Örneğin Abdullah Gül’ün, kendisine yakın bir siyasal konumda yer almasını önleyecek her türlü önlemi de alıyor. RTE anayasasına eklenecek bir madde ile, Başkanlık seçimlerine girmesi bile engellenmek isteniyor. Pollack, RTE’ye anket yapan kuruluş, eğer RTE Başkan olursa, Başbakan kim olsun diye anket hazırlamakta, ama önerdiği isimler arasında Gül bulunmuyor..
RTE, dışarıdan gelen örneğin Kurtulmuş ve S. Soylu (“Erdoğan gönüllerin ilelebet ve ebedi lideridir” sözleriyle yağcılığı doruklara tırmandıran) gibilere önemli roller hazırlıyor.
 Bir şey daha: Cemaat de, RTE Başkanlığına karşı.. Problemi çok RTE’nin.. Bence bu işten vazgeçecek!!!
NOT: Unuttum yazmayı: Öcalan'la görüşmeye İmralı'ya gidecek BDP'lilerden ikisi, Meclis'deki anayasa uzlaşma komisyonunun üyesi! Bu da açıkça, Öcalan-RTE arasındaki anayasa pazarlığını göstermekte...
--21 Şubat 2013 / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

19 Şubat 2013 Salı

Kürt Meselesini Nasıl Çözmeli?


Silivri’de ve dün Çağlayan “Adalet” Sarayı’nda avukatlara karşı iktidarın polis ve jandarmaya uygulattığı “ileri demokrasi vahşeti”nin, hele tam diktatörlük aşamasına geçilmesi durumunda “çok daha ileri demokratik düzey vahşeti” yaşayacağımızın provası ve örneği olduğunu kaydederek, söze başlayalım.
“İleri demokrasi”ye geçildi gibi bir yalanı bu ülkeye yutturmaya kalkışacak kadar insanın yüzü kapı duvar olur mu? Dünyanın hiç bir yerinde, ülkemizde uygulanmakta olan açık-gizli diktatörlük politikalarını, kendi halkına ve dünyaya “demokrasi” olarak sunmayı akıl edecek başka bir iktidar ve yardakçılarını başka bir ülkede bulamazsınız.
İktidar- RTE “Kürt Çözümü”ne odaklandı ya, bu sözde “çözüm”den RTE anayasasıyla bir dikta yönetimi çıkartabilirlermiyi deniyorlar.
Bakıyorum herkes hâlâ “Kürt Çözümü”nün kuyruğuna takılmış gidiyor.
Sosyal ağlardaki iletişimde, “çözüm için RTE padişahlığına evet deyin” yazıma gelen  tepkilerden birinde “keşke sizin çözümünüzü de yazsaydınız” diye, bir mesaj gelmişti. Aslında bu mesajı “başka çözüm mü var, RTE’nin ortaya koyduğundan ve etnik temelde Kürtlere özerklik vermekten” biçiminde de algılamak mümkündü.
AKP gibi, küresel egemenlerin ilmeğini iktidarın boynunda taşıyan güçlerin, ülke yararına bir çözüm üretmeleri mümkün değil.. Böyle bir çözüm yok, bu çözümlerin hiç birisi Anadolu’nun, ülkenin, Türkiye’nin burada yaşayanların yararına bir sonuç üretemez.
AKP gibi çalışan sınıfların, halkın büyük çoğunluğunun yararına, ekonomik yarar, demokratik ve insanı hak ve özgürlükler üretemeyen bir iktidarın şimdi Kürt Meselesi’ni çözme girişimine destek çıkanların, herhalde bunu gerekçelendirecek bir kaç sözleri olmalı!
Kürt meselesinde çözüm giderek zorlaşan bir darboğaza giriyor. Hele hele AKP egemenleri sorunu özerklik federasyon noktalarına ulaştırmışsa, konu daha da zorlaşıyor..
***
Fakat, iktidarın politikalarına bağımlı olmadan bazı ilkeler belirleyebiliriz, ben şunları ortaya atıyorum:
·      Halkın büyük çoğunluğunun uzlaşısı! Milletin büyük çoğunluğunun  kabul etmeyeceği, evet demeyeceği bir çözümü, tepeden müzakarelerle, al-gülüm ver gülümle, ver bana diktatörlük yetkisi- al sana özerklik ve ayrılma ilişkisi ile kimse dayatamaz..
·      Çözüm diye, kendisine modern padişahlık- diktatörlük yetkileri istiyen bir liderin, hiç bir çözümü samimi olamaz.. Bu kişi, çözüm değil kendisi için tek adamlım istemektedir…
·      Kürt Meselesi’nde bir çözüm, emperyalist güçlerin baskısıyla gerçekleşemez. Çözümü bu millet tartışarak, dış baskılardan arınmış olarak, zorbalıklardan, şiddetten arınmış olarak, samimiyetle tartışarak geliştirmelidir.. Bunun sonucu, beraber yaşamak istemiyoruz olsa bile!
·      Şu gerçeği bilmeliyiz: Etnik temelde çözüm, daha büyük etnik temelde çözümlere yol açar. Anadolu yakın geçmişiyle bunun örnekleriyle doludur. Etnik temelde çözüm önerileri, Türklerin de ayrı yaşama isteklerini güçlü bir şekilde gündeme getirir. Sosyoloji bilimine kulak verirseniz, bunu görürsünüz..
·      Bu en büyük tehlike bu ülke ve Anadolu için, etnik temelde (Türk-Kürt) çözüm üzerinde yoğunlaşmaktır. Gündem, bunun alternatifleri ile doldurulmalıdır. Bu konuda gündemde neredeyse sıfır seçenek vardır.
·      Bütün çözümler, iktidarda asla olmayan, çalışan- emekçi halkın yararını, adaleti, daha çok eşitliği gözetmelidir.
·      Çözüm için büyük demokrasi, büyük eşitlik, büyük adalet, büyük ekonomik eşitlik sağlanmalıdır. Türkiye’de ise bunlar yoktur.
·      Demokrasi, Adalet, Eşitlik yoksa, hiç bir görüşmeden halkın yararına ülkenin yararına, Kürtlerin ve Türklerin yararına bir sonuç çıkamaz.
·      Türk ve Kürt egemenleri, çalışan halkın ve ülkenin geniş yararına bir çözüm üretemezler.. bu dünyanın hiç bir yerinde görülmemiştir..
·      Çözüm için "ekonomi" çok ciddi bir araçtır. Bu, gelir eşitliği ve pastanın mümkün olduğu kadar eşit dağılımını gündeme getirir..
·      Ve son bir ilke daha belirtelim: Gerçekten demokrasi, geniş özgürlükler yaratmadan bir çözüm üretilemez.. Ancak diktatörler yaratılabilir, her iki tarafta da..
***
Nitekim bunu net olarak görüyoruz. RTE’nin, iktidarın, AKP’nin dayattığı çözüm bir RTE diktatörlüğüdür..
---19 Şubat 2013 Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet