SAYFALAR

29 Haziran 2013 Cumartesi

Evet, Üniversitelerimiz Varlar - 2


Gündem, CBT, Sayı 1371, 28 Haziran 2013
  
Geçen hafta Gündem’de ODTÜ olmak üzere bazı üniversitelerin Gezi Parkı protestolarına gösterilen büyük polisiye şiddete gösterdikleri tepkilere yer vermiş ve demiştik ki: “..Ama şüphesiz bunlar yetmez, üniversiteleri nasıl tepeden tırnağa bir cendere içine aldıklarını biliyoruz. Ama öğretim üyeleri özgürlüklerine sahip çıkmalıdır.. Üniversitelerin tepkilerini selamlamakla birlikte, hiç mi hiç yetmez diyebiliriz..”
Dergiyi baskıya verdikten hemen sonra, üç büyük üniversitemizden daha sayıları bini aşkın üniversitesi öğretim üyesi ve çalışanı peşisıra bildirdiler yayımladılar. Bize düşen bu çağırışlarına sayfamızda yer vermek:
***
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ’nden 346 Akademisyen “Devlet Şiddetini Kınıyoruz” başlığıyla bir açıklama yaptı, isimlere yer veremiyoruz, açıklama şöyle:
Biz, aşağıda imzası olan Hacettepe Üniversitesi öğretim elemanları, en temel demokratik hak ve özgürlükleri şiddet kullanarak engellemeye yönelik iktidar anlayışının ülkemizde yaygınlaştırılmasına kararlılıkla karşı çıkıyoruz.
Bu şiddete dayalı anlayış ve uygulamalar karşısında, ülkemizin her yanında, başta gençler ve kadınlar olmak üzere, temel insan haklarına sahip çıkan halkımızın ayağa kalkmasını destekliyoruz.
Yaşananların sorumluluğunun mevcut iktidarda olduğu gerçeğinden hareketle, direnişin, Taksim Dayanışması tarafından açıklanan haklı ve meşru taleplerinin kabul edilmesinin demokrasi ve hukuk devleti anlayışının asgari bir gereği olduğuna inanıyoruz.
Temel haklarını, yaşam biçimlerini, çevrelerini ve ülkelerini, insan olmanın gereği olarak, onurlu bir biçimde savunanlara tüm ülkemizde uygulanan devlet şiddetini kınıyor, bütün sorumlularının hesap vermeleri gerektiğini kamuoyuna bildirmeyi bir görev biliyoruz.”
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Elemanları
***
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ 
Kocaeli Üniversitesi’nden 367 imzalı açıklama:
Kocaeli Üniversitesi öğretim elemanları ve çalışanları olarak, daha önce pek çok üniversitede ve kentte uygulanmış olan, en temel demokratik hak ve özgürlükleri şiddet kullanarak engellemeye yönelik iktidar anlayışının ülkemizde yaygınlaştırılmasına kararlılıkla karşı çıkıyoruz.
Bu şiddete dayalı anlayış ve uygulamalar karşısında, ülkemizin her yanında, başta gençler ve kadınlar olmak üzere, temel insan haklarına sahip çıkanları destekliyoruz. Yaşananların sorumluluğunun mevcut iktidarda olduğu gerçeğinden hareketle, “Taksim Dayanışması” tarafından açıklanan haklı ve meşru taleplerinin kabul edilmesinin demokrasi ve hukuk devleti anlayışının asgari bir gereği olduğuna inanıyoruz.
Temel haklarını, yaşam biçimlerini, çevrelerini ve ülkelerini, insan olmanın gereği olarak, onurlu bir biçimde savunanlara uygulanan şiddeti kınıyor, bütün sorumlularının hesap vermeleri gerektiğini kamuoyuna bildirmeyi bir görev biliyoruz.”
***
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ

Üniversiteden 450 imzalı açıklama, özetle:
“Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyeleri olarak aşağıdaki hususları, mesleğimizin bizlere yüklediği toplumsal sorumluluğun bir gereği olarak Türk kamuoyu ile paylaşmayı görev biliriz.
1- Son birkaç gündür ülkemiz, tarihinde ender görülen toplumsal gösterilere tanıklık etmektedir. Kamuoyunun dikkatini İstanbul Gezi Parkı’nda yapılması planlanan düzenlemeler nedeniyle doğada ve çevrede meydana gelecek tahribata çekmek için başlatılan protesto gösterileri, emniyet birimlerinin göstericilere yönelik orantısız güç kullanımı nedeniyle yurt sathına yayılmış ve ülkenin farklı il ve ilçelerinde yurttaşlar, kendilerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile tanınan ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanarak İstanbul’daki göstericilere destek eylemine başlamışlardır.
2- İfade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokratik bir toplumda kişiler, bu özgürlükler aracılığı ile istek ve beklentilerini barışçıl yollardan yöneticilere ulaştırma imkanına sahip olurlar ve bu yolla siyasi karar alma sürecine katılırlar. İfade özgürlüğünün ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kişilere sağladıkları olanaklar sayesinde demokrasinin, belli aralıklarla tekrarlanan seçimlerle yöneticilerin belirlendiği bir yönetim şekline indirgenmesine de mani olunur.
3- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesinde herkesin, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu, 34. maddesinde de herkesin önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Yine Anayasanın 56. maddesinde herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtilmiş ve aynı maddede çevrenin korunması ve geliştirilmesi hem devlete hem de vatandaşlara bir ödev olarak verilmiştir. Bu nedenle, yurt sathına yayılmış gösterilerde yurttaşlar bir taraftan anayasal haklarını kullanırken bir taraftan da çevrenin korunması yönündeki anayasal ödevlerini yerine getirmektedirler.
4- Demokrasi için taşıdıkları yaşamsal önem nedeniyle, ifade özgürlüğüne ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına kamusal makamlar saygı göstermelidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, ifade özgürlüğüne ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yapılacak müdahaleler, ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmalıdır.. kamusal makamlar, yurttaşların anayasa ve uluslararası insan hakları belgeleri ile güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerini kullanmalarını kolaylaştırıcı tedbirler almakla yükümlüdür.
5- Ancak, yurttaşlarımızın geniş katılımı ile gerçekleşen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine karşı, emniyet birimlerince yapılan ölçüsüz müdahaleler, yurttaşların anayasal haklarını kullanılamaz hale getirmektedir. Bunun da ötesinde ve daha vahim olarak, emniyet birimlerinin müdahalelerinin zaman zaman yurttaşlarımızın yaşam ve vücut bütünlüklerini tehlikeye sokacak boyuta ulaştığı da kaygıyla gözlemlenmektedir. Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyeleri olarak bu durumun bir yetki aşımı olduğunu ve suç oluşturduğunu hatırlatırız.
6- Emniyet birimlerinin, yasaların kendilerine tanıdığı sınırı aşarak gerçekleştirdikleri orantısız güç kullanımı, hizmet kusuru oluşturmaktadır. Bu orantısız güç kullanımını, bazı kişilerin kamuya ve özel kişilere ait mala verdikleri zarar ile haklı çıkarmak mümkün değildir...
7- Göstericilere yapılan hukuk dışı müdahalelerde bazı yurttaşlarımız yaralanmış, bazıları da ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Orantısız güç kullanımı nedeniyle, bu vahim durumun ortaya çıkmasında dahli bulunan emniyet mensupları hakkında gerekli hukuki, idari ve cezai işlemlerin ivedilikle başlatılmasını istiyor ve bu yolla emniyet teşkilatımızın kamuoyu nezdinde sarsılan itibarını geri kazanacağına inanıyoruz.
8- Bunun yanı sıra, yöneticilerin de olaylarla ilgili olarak yaptıkları basın açıklamalarında, toplumu ayrıştırıcı, tahrik edici ve tehditkâr ifadelerden kaçınmaları, çoğunlukçu değil çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi yaşatacak, insan haklarına saygılı, sağduyulu, yatıştırıcı ve uzlaşmacı bir söylem kullanmaya özen göstermeleri gerekmektedir...”
***
Evet, bilim insanı aynı zamanda vicdan demektir.. Bu vicdan şimdi Türkie çapında haykırışa geçti.. Demek ki, üniversiteleri de uşaklaştırmak mümkün değilmiş..
Gelecek Cuma’ya kadar, hoşçakalın..

28 Haziran 2013 Cuma

Durum Fotoğrafı: Neredeyiz Şimdi?


1) Demek ki ortalığı karıştıran iktidarmış: 
RTE ve polis, son gösterilere en az müdahaleci oldu. Özellikle Ethem Sarısülük’ü anma törenlerinde.. Taksim özgürdü. Yoğurtçu Parkı büyük bir yürüyüş yaptı.. Polis müdahalesi olmadı.. Bu, şimdilik kaydıyla, bir politika değişikliğidir... Polis, toma, akrep, katil biber gazı ve plastik mermi olmayınca, herşey sakin..
Demek ki, “terör” yaratan, vandalizm yapan, göstericiler, protestocular, direnişçiler, tencere tava çalanlar, caaanım gençler değilmiş. RTE’nin saldırı ve şiddet politikasıymış.. İktidar 20 gündür Türkiye’ye kan kusturuyor neredeyse.. Ortalıktan çekilince şiddet aracı, geride kalan karanfil, gül, papatya, sevgi, dayanışma, destek kaldı.. Ve gülen yüzler!...
2) RTE Neden Geri Durdu?
a) İktidarın şiddeti, kendisine daha büyük ve güçlü protesto olarak geri döndü bir aydır. Direniş sağlamlaştı ve istikrar kazandı. Gelinen nokta, bu tarihi yaşamayan yaşamıyor demektir, anlayışı oldu. Gençlik, bulaşıcıdır; dışında kalan, kendini dışlanmış hissetti.. Gençlik dayanışması diye bambaşka bir olgu ile karşı karşıyayız.. Tabii analar babalar, kardeşler, babaanneler anneanneler de çocuklarını en iyi korumanın yolunun onların yanında yer almakta olduğunu gördüler. Zaten onlar da boğazlarına kadar doluydu ve bir çıkış yolu arıyorlardı..
b) RTE dünya çapında tecrit oldu. Hiç abartmıyorum. İktidarı dünyada tam çöktü bile diyebilirim!  “Kahraman Polisini” geri çekmesinin temel noktalarından biri bu.. En azından şimdilik, diktatörlüğünü kanıtlayan bu şiddet sahnelerine bir süre fırsat vermeyebilir.. Bunları biraz unutturmaya ihtiyacı var! RTE’nin “siz insan öldürmeyi çok işi bilirsiniz” sözleri kendisine döndü! İki adım daha atsa, kendisine tam kanlı diktatör muamelesi yapılmaya başlanacaktı.. Ama RTE bu bilinmez, eşikte duruyor!!!
c) Ama bu ara süreyi protestocu avı başlatmakla kullanıyor. Sosyalistlere baskınlara yönealiyorlar.. MİT 50 kişilik liste vermiş, “elebaşı” diye! Organize hareketmiş de, falan filan.. iktidarın kullanacağı bir sürü palavra.. Ellerinin altındaki mahkemeleri devreye soktular.. RTE şimdi yine yüksekten atıp tutacak, tututklular üzerinden provokasyon iddialarını sürdürecek.. Ama gördüğüm, protestocuların bu kez tutuklanan arkadaşlarını savunmaya yöneliyor oldukları.. Bu ateş öyle kolay söneceğe benzemiyor.
3) İki Dinamik
Siyaseti şimdilik iki dinamik belirliyor, sokak ve dünyanın RTE’ye baskısı.. Türkiye’nin dünya ekonomisinde ortaya çıkan yeni dinamiğin en büyük kurbanlarından olması, iktidarın muazzam ekonomik başarı masalını gündeme taşıdı.. eee, el parasıyla düğün dernek ve zifaf gecesi yapmaya kalkarsan, sonunda olacağı budur... Durun, daha başındayız.. İktidarın zorlukları yeni başlıyor.
4) RTE’nin MHP politikası
RTE’nin en büyük seçim hedefi hala MHP’yi çökertmek. Mitinglerde MHP bayrakları, üç hilalli bayrak masalları, İmralı’da el sıkışıp öpüşüp koklaştığı Öcalan’a “teröristbaşı” diye bağırması... Gene MHP politikasının zerre değişmediğinin göstergesi. Ama bu kadar kaba ve kör gözüm parmağına olay, RTE için sanki umutsuz bir vakaya dönüştü.. RTE, hem PKK ile anlaşmayı sürdürecek, hem teröristbaşı diyerek MHP oylarını alacak.. Bu politikayı nasıl sürdüreceği merak konusu..
Ama görülen şu: PKK’nın elini kolunu serbest bırakmış, Cizre’de gördüğümüz, pratikte olanın resmi dışa vurumu. Diyor ki Apo’ya: tamam kardeşim bak Kürt yönetimini resmileştirmene ses çıkarmıyorum, ama bırak ta arada sırada sana da teröristbaşı diyeyim... Cizre’yi başka Kürt kentleri izleyecek.. Cizre bir test, aynı zamanda Öcalan’ın İmralı mesajlarının hayata geçirilmesi..
5) AKP – Cemaat: 
Gülen’in mesajları, hem destekle hem döv.. Devleti paylaşmada RTE aslan paylarını Gülen Cemaatine kaptırmayı düşünmüyor. Gülen diyor ki, her adımı binbir tartışma ile yapalım ve hata yapmayalım.. Kazançlarımızı feda edemeyiz..
Cemaat, The Taraf ile iktidarı “demokratik vurucu yayın-politika ile hırpalıyor. Tabii burada esas olarak liberal sopaları kullanıyor! Ama Baransu’nun MİT ile ifşaatlarını es geçmeyelim.. İyidir, bir şikayetim yok, sadece bilinsin diye not düşüyorum! Baransu’nun Balyoz konusunda ne kadar sahtekarlığı varsa, MİT belgelerinde de o kadar sahiciliği var!
Önümüzdeki seçim sürecinde, Cemaatin iktidardan bir kopuşunu ve CHP gibi bir muhalefete destek vereceğini zerre kadar hiç beklemiyorum. Çünkü iktidar olarak bugüne kadar elde ettiği kazançlarını kaybeder! Kimse yanlış hesap yapmasın! RTE-Gül anlaşmasıyla, sadece Cemaatin oyun alanı daraldı!
6) Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, yerel seçimlerden sonra, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin birleştirileceği görüşünde. Başkanlık Anayasası ve partili Cumhurbaşkanlığı seçenekleri için olasılığın da çok azaldığını söylüyor. Bu durumda, RTE, düz Cumhurbakanlığı için de aday olabilir. Parti Tüzüğünün değiştirilerek Başbakanlıkta kalması da az olasılıklı bir seçenek olarak masada..
Ama, iktidarı etkileyecek dinamiklerin, seçim sürecinde nasıl yeni bir durum yaratacağını şimdiden bilemeyiz.
İktidar içinde ittifaklar değişebilir!
---27 Haziran 2013 Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Haziran 2013 Çarşamba

Gençlik, RTE’ye Panzehirdir


Atatürk ve dönemine düşmanlık insana neler yaptırır! Son örnek Bayrak olayı.. Kazlıçeşme mitinginde, bizim bayrağımızın ölçüsü rengi bellidir. Herkes bu bayrağı evine assın dedi.. Tabii bu konuyu gündeme getirmesinin nedeni, üzerinde Atatürk resmi de olan bayraklardı.. Atatürklü bayrakların dalga dalga büyük bir deniz gibi her yeri kaplamasından rahatsız Beyefendi.. Seziyor ki, Atatürklü bayrak demek, bana protesto demek... Kazlıçeşme’ye toplanarak getirilen kitlelere, o bayrakları kullanmayın, evlerinize resmi bayrağı asın... diyor.
Size ne, isteyen Atatürklü bayrak isteyen Atatürksüz bayrak taşır, asar.. kapar koşar... Bunu da mı size soracaklar.. Hayır, kastı var, Milleti ikiye bölüyor: Atatürklü bayraklar taşıyan bizden değil. Bu bayrakları asmayın.. İki bayrağı çatıştırıyor, yani milleti çatıştırıyor..
Büyükada’da bu konuşmadan sonra bazı evlerde Erdoğan’ın önerdiği bayraklar, bazı evlerde ise Atatürklü bayraklar... Böylece kim ne neyi savunuyor anlıyorsun.. “Düşman kim dost kim..” Tabii bu arada, RTE’den bihaber resmi bayrak asanlar da güme gitme tehlikesiyle karşı karşıya.. Evlerde genellikle bulunan, örneğin bizdeki düz bayrak!
Erzurum konuşmasında da, “Ama 'üç hilali de açarız' derseniz o da Osmanlı'nındır, onunla da gurur duyarız" dedi. Kimse kendisine bugünkü bayrağımızın Osmanlı’nın son döneminde kullanılmaya başlandığını söylememiş. Erzurum’un katkısını bildiğinden, Kazım Karabekir’i anarak, Kurtuluş Savaşını da sahiplenmiş. Esas temsilcisi CHP değil kendileriymiş..
Tabii, Polise talimatı ben verdim, dediğini de not düşelim.. Dün de emir verip halkın üzerine saldırttığı polislerine “kahramanlık destanı yazdınız” dedi. Düşman kendisini desteklemeyenler.. RTE, polisin elini tutmuyor, tam tersine arkanızda ben varım yürüyün diyor.. Antalya’da otoparkta gençleri linç etmeye kalkan polislerin arkasındaki esas kişinin de RTE olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.. Bir not da benden: Erdoğan, mitinglerinde aslında kamu düzenini bizzat bozan Başbakan rolünü oynuyor... Bütün bunlar bir muktedirin sonrası dönemdeki karnesini oluşturuyor..
***
Bugünkü yazımda gelmek istediğim tartışmalı bir konu var: RTE Türkiye’yi bir “medeniyetler çatışması” içine mi sürüklüyor?
 “Medeniyetler Çatışması”, biliyorsunuz, ünlü Amerikalı siyabet bilimci Huntington’un tezidir. Tez, dünyada ana çatışmanın Batı hristiyan medeniyeti ile Doğu’nun ağırlıklı olarak İslam medeniyeti arasında geçeceğini (hatta geçmesi gerektiğini) önerir!
Erdoğan’ın politikaları, toplumu yeniden ve otoriter bir modelde biçimlendirme faaliyetleri, toplumu çatıştırmacı kişiliği ve düşüncesi, benzer veya benzemez, ama bana medeniyetler çatışması tezini anımsattı.
RTE’nin topluma dayattığı çatışmanın ana noktaları, ülkenin dinci yapılanması uğraşıdır. RTE’nin başlıca siyaseti din söylemine dayanıyor. Örneğin diyor ki: “Erzurum'da yer Allahuekber'dir. Erzurum'da gök Allahuekber'dir. Erzurum'da dağ Allahuekber'dir. Bu Allahuekber'i hiç kimse sarsamaz..” Tabii bu salt bir örnek.. Mitingleri genellikle bu karakterdedir. Siyasette başlıca silahı din.. Milleti inananlar- inanmayanlar, biz inananlarız, onlar inanmazlar kampı biçiminde bir politika, adeta savaş politikasını kışkırtır.. 
Burada laikliğin aşındırılarak mümkün olduğunda işe yaramaz hale getirilmesi isteği ve faaliyeti var. Bunu ne kadar başarırsa, toplum o kadar dinci söylemin prangasına vurulacak. Zaten alkol yasaları, eğitimin dinci içeriğinin giderek artması, imam hatip okullarının yıldızını parlatma çalışmaları, Diyanet’in tamamen bir fetva ve toplumu dincileştirme kurumu olarak devreye sokulması vb. bunların hepsi bu politikanın parçaları.
***
Yeni Osmanlılık da, bütünü tamamlayıcıdır. Otoriter, diktatoryal kişilik, ve bu pozisyona anayasal- yasal bir altyapı kazandırma girişimleri de, adı konmamış bir padişahi makamın-kişiliğin toplumda inşa edilmesidir. Siyasi anlamda, ülkenin aştığı Ortaçağ toplumu yaratma isteği.. Bu politikanın temel dayanağı da, toplumda varolan ve yaşayan ortaçağ artığı herşeydir.. bunları sayalım mı?
Bütün bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’yle hesaplaşmadır, güncel anlamı da, toplum içinde bir medeniyetler çatışmasını kışkırtmaktır..
Ama bu boşuna bir çabadır. Toplumu iktidardayken çatıştırabilir ama geri götürmeyi gerçekleştiremez..
Gezi Parkı’nın ortaya çıkarttığı gençlik, bunun hem kanıtı hem de teminatıdır.
Hey, Türkiye’nin yarınını, bu gençlik kuracak!..
--25 Haziran 2013 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Haziran 2013 Salı

Türkiye Tek Kişiye Esir / Karanfillere Saldırı


Taksim’e bir anma buluşması için karanfillerle gelen insanları “kamuya ait yeri işgal ediyorsunuz, dağılın..” diye bombalatan bir Başbakan düşünün.... Oraya gelenler kamunun ta kendisidir. Millet kendisine ait bir yere geliyor! Bu bir karanfillere de saldırıdır.. 
Karanfil, bu iktidarların seveceği bir çiçek değildir. Karanfil, direnişin, sevginin kardeşliğin, dayanışmanın, hak aramanın adıdır! Karanfilli insanlara saldırı 1 Mayıslara olan düşmanlık ile eşanlamlıdır.. İktidar ve adamlarınını, herhalde karanfilleri görünce, kırmızı görmüş boğa gibi davranası geliyor olabilir.. Ama içinde sevgi, kardeşlik duygusu olmayan birilerinin, gül de papatya da Taksim’de görse, saldıracağı kesindir!
Türkiye tek kişilik bir iktidar şovu yaşıyor; şüphesiz bu yeni değil, ama bu şov çok daha belirgin.. Başbakan çok tehlikeli sularda seyretmeye başladı.. Samsun’daki konuşmasında, kendisine direnenleri neredeyse “dinsizler” diye tanımlayacak. Bunu dolaylı bir şekilde yapıyor: “.. bizim tek bir besmelemiz oyunları.. bizim tek bir la havlemiz bütün tuzağı bozar…bu milletin bir duası onların bütün hesaplarını alt üst eder”.. Şunu demek istiyor, biz islamın ta kendisiyiz, temsilcisiyiz.. Onları dinle bir kaşık suda boğarız..
Milleti dinci-dinsiz diye ayırma ve birbirine kışkırtma noktasına mı geldik!? Şüphesiz bu tabiatına karakterine uygun düşer. Biliyorsunuz, siyasete en büyük ısınmasını da “minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz” sözde şiiri, aslında dinsel duyguları siyasal bir saldırı silahı olarak kullanmaya başlayarak yaptı!.. RTE tipi diktatörlük heveslilerinin varacağı durak, kitlelerinin dini duygularını sonuna kadar sömürerek, iktidar dayanağı haline getirmektir.
***
Ülkede tek kişi var... ne parlamento, ne güçler ayrılığı ne Cumhurbakanlığı makamı ne yargı. Hepsini bağrında toplayan bir kişi var ortalıkta.. İktidarın bütün kurum ve kişileri, RTE’nin adeta esiri gibiler. RTE’den bağımsız bir Cumhurbaşkanlığı kurumundan bahsetmek asla söz konusu değil artık. RTE’den özerk yargı diye bir şey mi kaldı.. Hayır, mitinglerde kimlerin içeri alınması gerektiğini, kimlerin hesap vereceğini birbir söyleyen, talimat veren bir lider.. Milletvekilliği diye bir şey mi kaldı, zaten yoktu, onlar sadece sayısal birer nesne gibi.. Varlıkları, parmak sayısına olan ihtiyaçla sınırlı..
Ama ülkenin büyük sosyal çalkantılı bir duruma geldiği zaman, bugün yok olarak yukarıda saydığımız göstermelik derekesine düşürülen kurumsal yapıların hepsinin müdahalede bulunması, akli bir yönetimin seyretmesi için harekete geçmesi gerekir.. çünkü anayasal olarak bunun için varlar! Hayır, hepsi iradesini RTE’ye teslim etmiş durumdalar..
RTE’nin, ve yakın çevresindeki kopyalanmış izdüşümlerinin, kişi olsun, medya olsun, Taksim olaylarına ve muhalefete yaklaşımı, şizofrenik bir siyasetten başka bir nitelik taşımıyor. Orkestra şefinin damgasını taşıyor herşey..
İktidar hastalıklı, kışkırtıcı, milleti birbirine düşürücü çok tehlikeli bir politika izlerken... Muhalefete bakıyorum, bugünkü koşullarda geliştirilecek o kadar siyaset varken ve iktidara alabildiğine yüklenebilecekleri, politik ve sosyal olarak lime lime edecekleri koşullar söz konusu iken.. Salı konuşmalarıyla hayatlarını geçiriyorlar!
Anladığım kadar, iktidarın hepinizin defterini düreceğiz korkutmacası, üzerlerinde etkili olmuş sanki, aman şunlarla bunlarla özdeşleşmeyelim siperlerine yatmış gibi bir durum sergiliyorlar! Oysa, kendi seçmeni de milleti de ayakta... Onlara bile söyleyecekleri liderlik edecekleri bir politikaları da mı yok! Sanki yahu bu protestolar dursun da rahat etsek gibi bir algı yaratıyorlar!
Bir sözüm de penguenci medyaya! Akli olmayan, Türkiye’ye her açıdan zora sokan bir şizofrenik politikaya hizmet ettiğiniz sürece, bu yıkıntının başlıca sorumlularından biri olacaksınız!
***
İktidarın mitinglerindeki söylemi, tamamen uydurma, yalan, gerçeklerle ilgisi olmayan propaganda, CHP’ye ilgisiz saldırılar bütünlüğünden oluşan bir malzeme yığını... Bütünü, toplumda yalan yanlış bir algı oluşturmaya yönelik... Sözde en büyük demokratik özgürlükler onun iktidarında yaşanıyor gibi, gerçeklerle zerre kadar ilgisi olmayan bir yalanla karşı karşıyayız.. 
RTE hitap ettiği kitleler karşısında, bu ülkeyle ilgisi olmayan bir düşman yaratıyor. Bunun pratikteki uygulaması ise “vurun kahpeye” dir! Geçmişte RTE anlayışı ve türdeşlerinin temel politik davranışlarının, üstelik çok tehlikeli boyutlar taşıyan yenilenmiş bir halini izliyoruz.
Vurun... Evet polisin copu bu emirle kalkıyor.. Polisin gazı bu emirle sıkılıyor.. Polisin mermisi bu emirle atılıyor..
Polisin bütün silahları, karanfillere bu emirle doğrultuluyor...
***
Arkadaşlar Türkiye, artık belki de artık asla siyasi diyemeyeceğimiz, ağır bir klinik tablo ile karşı karşıya..
---24 Haziran 2013 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Haziran 2013 Pazartesi

“Eyvah Yıkılıyoruz!”


İktidar ve çevresini etkisi altına alan bir düşünce oldu, “Eyvah... yıkılıyoruz galiba. Hiç kimse büyük boyutlu ve ülke çapında bir “toplumsal deprem” karşısında “dimdik ayaktayız” diye afra tafra satamaz. En azından sarsılır! Sağa sola yatar, kalkar, ayakta durmaya çalışır.. O an veya izleyen zamanlarda küt diye yıkılır, kendi üzerine çöker, gider.. istediği kadar ama ben milli irade ile geldim diye bağır dur.. Onu çökerten de milli iradedir çünkü..
Jeolojik depremlerle sosyal depremler arasında müthiş bir ilişki vardır. Her ikisi de, sağlam olmayan, (zeminde- toplumda) meşruiyeti sorgulanan ve derin sorunlu yapıları yerle bir ederler..
İnşaat yapıları depreme uygun nitelikte değilse, bilimsel temellere göre inşa edilmemişse, sarsıntının vuruşuyle yıkılırlar.. iktidarlar ile apartmanlar arasında bu açıdan benzerlik vardır. Siyasal iktidarların da zeminini toplum oluşturur. Toplum bir aykırılık görürse, tıpkı deprem etkisiyle siyasal çatıyı sarsar, gerektiğinde yıkar geçer.. Toplumsal tarihi anımsatmam mı gerekir... Tarih, tamamen sosyal devrimler tarihinden ibarettir.
***
AKP’nin de yaşadığı budur, bir sosyal devrimle karşı karşıya bulunuyor. Deprem sürüyor aslında.. Ana deprem şiddetle vurdu.. Yeni fay kırıkları oluştu.. Ama bu depremin tek ana fay kırığından kaynalanmadı, çok boyutlu ve çok kırıklı bir fay hattı söz konusu! Bu kırıklarda enerjiler birikiyor.. Duran insanlar, forumlar... RTE, başlı başına fayların enerjisini dolduran muazzam bir potansiyel.. Başka bir şeye ihtiyaç bulunmuyor..
Çatıda büyük bir sarsıntı yaşıyor AKP.. Öyle ki, Bülent Arınç’ın reddettiği istifa söylentisi tepeyi vurdu. Parti içinde sarsıntı var.. En azından üç milletvekili resmen ve daha belki de onlarca gayri resmi olarak, RTE iktidarıyla paralel yürümüyor.. Başbakanlığa bağlı Afet işlerinin, ülkenin en iyi mühendisleriyle düzenlediği deprem yönetmenliğini yenileme toplantısı, sosyal sarsıntının etkisiyle açılıyor. Afet işlerinden konuşmacı, en az yarım saat Gezi sarsıntısının olumsuz etkilerinden bahsediyor!
Çatıdaki sarsıntının işaretleri çok... RTE’nin “milli irade mitingleri” başlı başına panik mitingleridir.. Bunların sosyal depremlere ilaç olduğu görülmemiştir.. Sadece daha şiddetli sorunlara yol açarlar. RTE, her zaman bildiği, yaptığı “kamplaşma/kutuplaşma” politikasıyla bundan sıyırılacağını sanıyor. Başka da bir politika bilmiyor. Toplumu bölmek, başlıbaşına bir iktidara meşruiyetini kaybettiren ana etkenlerden biri olduğunu, biri RTE ye söylese bile faydası sıfırdır. Çünkü RTE, gerilimden, bölünlüşlüklerden beslenen bir politikacı tipidir.. Ama bu politikası onun gidişine yol açan ana etken olabilir..
***
Çatıdaki sarsıntının izdüşümleri giderek çoğalıyor.
Paranoyayı da aşan bir durumla karşı karşıyayız. Delirmenin işaretleri belirdi! Örneğin sosyal depreme kayıtsız kalan kanalların penguen gösterileri de, hükümete “tezgahlanan komplo”nun bir parçasıymış!
Delirmenin bütün işaretlerini, iktidarın Yeni Şafak manşetlerinden de okuyoruz... Yayın yönetmenlerinin niye değiştiği de anlaşıldı, durmadan dış mihrak arayışlarına bakılacak olursa, böyle zamanlarda gerekli olacak bir komplo teorisi uzmanını hazırlamışlar.. Cia-mia, fazi lobisi, zelo, internet ağı, CHP derken, “Alman ergenekonu”nu piyasa sürmüş.. Komplo teorisiyle RET iktidarını giderek batağa sürüklediklerinin bile farkında değiller!
Kaygıları tepe noktası yaptı, Başbakan arındırılmış, homojen kitlelere karşı konuşuyor. Heterojen, yani karışık, kendiliğinden topluluklara büyük bir elveda yaptı.. Mersin'de Akdeniz Olimpiyatlarının açılış töreninde, bütün biletleri satın alıyorlar ve kendi güvendikleri insanlara dağıtıyorlar.. RTE’ye karşı olası protestoya tahammülleri yok. Galatasaray ve Fenerbahçe stadyumlarında başına gelenlerden sonra, artık toplumla RTE arasına Berlin Duvarı çekildi.. Aslında bugünkü sosyal patlamanın işaret fişekleri şüphesiz stadyumlarda da atılmıştı!
***
Aslında RTE Kuzey afrika’da iken, Gül- Arınç Gezi Parkı olayını çözmek için harekete geçmişlerdi.. Ama RTE o “büyük lider” edasıyla adeta tek başına meydan okudu, hem partisine hem de topluma… O büyük ve derin psikoloji sosyoloji bilgisiyle, gemiyi karaya oturtmuş vaziyette… Cumhurbaşkanı Gül de yazgısını RTE ile bağladığı için, sosyal depremin doğrudan etki alanı içine girmiş durumdadır..
Bütün bunların üzerine bir de AKP’nin ekonomik saadet zincirinde büyük bir kopuş gündeme oturdu. İktidar, 340 milyar borç para ile içeride caka satıyordu ve harcamalarını yapıyordu.. RTE ve adamları aslı şimdi faizin ne olduğunu öğrenecekler. ABD para genişlemesini durdurma işaretini verince, zincir koptu! AKP iktidarına ancak Cari Açık Hükümeti diyebiliriz.
***
Yılın şaşkın sözü: RTE “Avrupa’nın bizi eleştirmesi antidemokratiktir, çünkü biz AB üyesi değiliz! Zulmü eleştirmek için AB üyeliğini şart gören bir anlayış.. İktidarın cilası döküldü, altından zulümkar bir yüz çıktı, dünya RTE’yi dışladı..
RTE ya yelkenleri suya indirecek ya da çatışmayı sürdürecek. Her açıdan demokratik bir ülkeye kapıları ya açacak, ya çatışaka.. Reddettiği, seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesi önerisi de, sokağın demokrasi bayraklarından birine yazılıp dalgalanacağa benziyor!
--23 Haziran 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Yo Hayır, Bilim İnsanları Hala Varlar!


Gündem, CBT Sayı 1370, 21 Haziran 2013

Bakıyorum yüzlerce dolusu imza.. Tam gazete sayfası.. ODTÜ öğretim elemanları ve çalışanları imzalı.. www.odtuayakta.org internet sitesi.. RTE’nin ve polisinin çok sayıda şiddetini bizzat üniversitelerinde tatmış insanlar olarak, diyorlar ki:
“Biz, aşağıda imzası olan ODTÜ Öğretim Elemanları ve Çalışanları, daha önce üniversitemize karşı da uygulanmış olan, en temel demokratik hak ve özgürlükleri şiddet kullanarak engellemeye yönelik iktidar anlayışının ülkemizde yaygınlaştırılmasına kararlılıkla karşı çıkıyoruz.
Bu şiddete dayalı anlayış ve uygulamalar karşısında, ülkemizin her yanında, başta gençler ve kadınlar olmak üzere, temel insan haklarına sahip çıkan halkımızın ayağa kalkmasını destekliyoruz.
Yaşananların sorumluluğunun mevcut iktidarda olduğu gerçeğinden hareketle, direnişin, Taksim Dayanışması tarafından açıklanan haklı ve meşru taleplerinin kabul edilmesinin demokrasi ve hukuk devleti anlayışının asgari bir gereği olduğuna inanıyoruz.
Temel haklarını, yaşam biçimlerini, çevrelerini ve ülkelerini, insan olmanın gereği olarak, onurlu bir biçimde savunanlara tüm ülkemizde uygulanan devlet şiddetini kınıyor, bütün sorumlularının hesap vermeleri gerektiğini Kamuoyu'na bildirmeyi bir görev biliyoruz.”..
ODTÜ hem üreten ve ülkeye katkıda bulunan hem eğiten hem de diktatörlüklere boyun eğmeyen, üniversite adını haketmiş bir kurumumuzdur.  ODTÜ hep böyledir! Selam onlara!
İTÜ’lüler de, öğretim üyeleri ve öğrenciler toplanarak Gezi Parkı’na baskını alkışlarla protesto ettiler. Sonra Taksim’e ve NTV’nin önüne yürüdüler...
Üniversite öğretim üyeleri derneklerinin de protestolarını biliyoruz... Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri de protesto bildirisi yayımladı..
Ama şüphesiz bunlar etmez. Üniversitelerin nasıl tepeden aşağı bir cendere içine aldıklarını biliyoruz. Ama öğretim üyeleri özgürlüklerine sahip olmalıdır. Yönetimlerin baskıcı ve yasadışı bir sürü eylemde bulunarak hoşlanmadıkları öğretim elemanlarını dışlama gayreti çok sık olarak medyaya yansıyor. Bu baskıyı aşmanın yol ve yöntemi nasıl bulunur? Belki “abi” üniversitelere bu konuda çok daha önemli rol ve görev düşüyor..
Üniversitelerin tepkilerini selamlamakla birlikte, hiç mi hiç yetmez diyebiliriz ancak. Evetsiz hiç yetmez! Çünkü ülkeye yayılan Gezi Parkı protestoları aynı zamanda üniversitelerin de özgürlük sorununa bir destektir.
Üniversitelerimizin içine düşürülmeye çalışıldığı çıkmazı anlayabilmek için, TÜBİTAK’ın artık “dinsel” projelere verdiği desteklere bakmakta yarar var:
TÜBİTAK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği ile düzenlenen bilim fuarında, Kuran dinletilen fasulye hızlı büyümüş; şeriat yasalarında uygulanan ceza yöntemleri “bilimsel” bulunmuş...  TÜBİTAK da bu öğrenci projelerine projelere destek vermiş...
Pek yakında, Kuran okunarak gerçekleştirilen büyük teknolojik projeler de gündeme gelirse hiç şaşırmayacağım.. insanlar “buluşlarımı beş vakit damaz kılmama borçuluyum” demeye başlayacaklardır!..

GÜÇ VE İKTİDAR BEYİNDE HASAR YAPIYOR
Bir uzman profesörün, güç-iktidar-toplum ve beyinle ilişkisi üzerine ilginç yazısını tartışmaya getiriyoruz, üçüncü sayfamızda. Bu yazı ülke içinde bir bilim insanımızdan çıksaydı, görürdünüz siz kopan kıyameti! Ian Robertson, iktidar ve gücün uyuşturucu etkisinden söz ediyor ve Başbakanın 11 yıldır edindiği “Güç ve Başarı”nın beyinde tahribatı olabileceğini ileri sürüyor. Ayrıca iddialı bir savı daha var, bu ikilinin, dünya tarihi boyunca beyinde çok önemli etkileri olduğunun kesin olduğunu ve başarının insan beyninin kimyasını değiştirdiğini vurguluyor... Şüphesiz, bu bir bilimcinin savıdır, benzer iddiaların İngiltere’de Thatcher gibi siyasi liderlerde de ortaya çıktığı tartışılmıştı.
Yaşadığımız son olaylarda gördüklerimiz, yazarın şu iddiasıyla örtüşüyor mu: “Bu değişiklikler insanları daha fazla benmerkezci, özeleştiriye kapalı, daha az kaygılı hale getirir, hata ve yanlışları görme becerisini köreltir.. bütünr bunlar lideri muhalefe ve eleştilire karyısında tahammülsüz kılar..”
Bu ilginç saptamaları bilginize sunuyoruz..
***
Gezi direnişi üzerine Doğan Kuban hocanın gözlem ve yorumlarının yanısıra, yine Hayrettin Ökçesiz  Gezi Direnişçilerine Sözler’ini yazısında aktarıyor. Tanol Türkoğlu da yine Gezi Parkı bağlamında Dünyayı Güzellikler Kurtaracak, Şiddet Değil diyor..
Gelecek Cuma’ya kadar, sevgi ve dostlukla kalın.

20 Haziran 2013 Perşembe

Lütfen Yardımcı Olun (Paranoyak, Olup Biteni Göremez)


Sabah televizyonda gözüm Enerji Bakanı Taner Yıldız’a takıldı. Baktım ciddi ciddi bütün bu eylemlerin müthiş bir eşgüdüm içinde planlandığını, tek odaktan yönetildiğini söylüyor! CHP kurumsal olarak orada yokmuş ama CHP’liler yüzde 70’leri aşıyormuş. Zaten meselenin de park olmadığını, hükümeti yıkmayı tasarladıklarını da nihayet itiraf ettmeye başlamışlar..
Yoo salt Yıldız değil, bazı bakanlar da benzer düşünceleri dile getirince ve hükümetin medya yalakaları dır dır dır dış mihrak diye kafa ütülemeyi sürdürdükçe... hele hele Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan bile dış mihrakların engelleri olmasaydı “uzay gemisi bile yapardık” biçiminde konuşunca.. bir de üstüne üstlük o müthiş eylemi başlatan “Duran Adam”ın (Erdem Gündüz, alnından öperim senin!) CİA Ajanlığı ortaya sürülünce... tam koptum..
Ama o kopuş noktasında bi dakka!, dedim kendime, şüphe veya ikileme düştüm: ya ben / bizler başka bir dünyada yaşıyoruz, ya da iktidar insanlarının içinde yaşadıkları, bize paralel bir dünya var.. 
Biz içine giremiyoruz onlarıın dünyasının; ama sadece davranış biçimlerine bakarak bu/bizim dünyadan olmadıklarını anlayabiliyoruz...
Paranoyak bir durum yarattım, üstelik bizler için de gördüğünüz gibi, ama bu problemi çözemedim, lütfen yardımcı olun.. Yoksa biz mi gerçeklerden koptuk ve olanı biteni anlayamıyoruz?! Gelin biraz daha ilerleyelim:
***
İki olasılık var:
Ya, başta RTE olmak üzere hükümet ekibi gerçekten iktidarlarına karşı ciddi bir yıkma planı devreye sokulduğuna, bu amaçla Gezi Parkı eylemcilerinin ve yandan yandan CHP’nin de komplonun içinde olduğuna, olayın ardında da CİA bulunduğuna ciddi ciddi inanıyorlar.. 
Ya da, inşa ettikleri bu uyduruk teoriyi millete yutturmak için tepeden aşağıya bir yalan propaganda makinesini harekete geçirdiler..
Yardımcı olun: Hangisi doğru olabilir!..
YönFMRadyo’da dün sabah biraz bunu tartıştık Murat Taylan’la (Çarşamba günleri sabah 9.00’da).. O, AKP’nin, kendilerine bir darbe planı kurulduğuna inandıklarını söyledi. İktidarın yazarlarını okudukça buna kanaat getirmiş!
***
Eğer öyleyse, yani birincisi doğruysa, başta RTE olmak üzere iktidar gerçekle ilişkisini kaybetmiş demektir.. Yani bir paranoyak durum iktidarı esir aldı! 
Sözlüklere bakıyorum, bu duruma aşırı derecede endişe ve korku yol açabiliyormuş. Sıkca mantıksız kuruntuların esiri olabiliyorlarmış. Bir tür akıl kaçırma... Aşırı şüphecilik nedeniyle, “kendilerine veya mülklerine karşı bir tehdit” (burada mülk=iktidar=devlet=zenginlikleri vb) oluştuğu endişesini atamamak..
Eh yani, belki de haksız değiller. Baksanıza, ağaçları koruma, parkta kışla yaptırmama eylemi, birden ülke çapında hükümete karşı büyük bir direniş salgınına dönüştü! Sadece direniş olsa iyi.. eylemler hızla RTE’nin istifasını ve hükümetin çekilmesini istemeye yöneldi, yıldırım hızıyla… anında… Tanrım sen ne büyüksün! (Yoksa “CİA sen ne muazzamsın nasıl da bütünü bu kadar ince hesapladın, gerçi hesapların pek tutmaz ama burada müthişsin” mi demeliydim!)
Arkasından, CİA ortaya DuranAdam’ı çıkardı, onu Taksim’e dikti ve ülke çapında başka eylem dalgası başlattı.. 
Ben CİA’nın üçüncü büyük eylem dalgasını şimdiden merak etmeye başladım. Bu iktidara nihai darbeyi indirebilir!
Gel de şüphelenme ve iktidara hak verme!
***
Öte yandan emniyetin hazırladığı raporda ise, dış güç, komplo falan saptanamadığı da belirtiliyormuş.. Rapor, Başbakana karşı! RTE, Taksim Platformu temsilcisine, camide içki içme konusunda bana yalancı mı diyorsun diye çıkışıp, kızı tarafından odadan çıkartılmamış mıydı? Emniyetin raporu da Başbakanı yalancı çıkartacak cinsten..
Yarınki Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji ekimizde, başka bir olasılığı daha, dünyaca ünlü bir sinir bilimci psikolog, Ian Robertson gündeme getiriyor: Başbakan bir güç, başarı, iktidar zehirlenmesi içinde.. 11 yıl boyunca durmadan bütün güçleri kendisinde toplayan bu tür liderlerin beyinleri bir uyuşturucu etkisi altına giriyor ve beyinde iktidar tahribatı yaratıyor.
Bu nörolojik değişikliğin yarattığı”kibir”, “benden sonra tufan” düşüncesini tetikler, “koltuğu bırakmamak adına ülkede büyük bir karmaşayı, hatta iç savaşı bile göze alabilir.. Kendisinin yalnızca Tarih’e veya Tanrı’ya karşı sorumlu olduğunu düşünme; yargıya hesap verme zorunluluğundan muaf olduğuna inanır”...
***
Aslında biz de paranoyak durum içinde olabiliriz: Hayır, iktidar mensupları geliştirdikleri (CİA bizi yıkmak istiyor) yalanını sistematik hale getirerek millete yutturmaya çalışıyorlar.. RTE ortalıkta olmayan şeyleri olmuş gibi anlatıyor (yalan söylüyor mu demeliydim!) Cami’de içki içildi gibi.. Bu yalanı bilerek söylüyor ve milleti din açısından kışkırtarak, milleti safında tutmaya çalışıyor.. Yalanları durmadan tekrarlarsan, iktidarın gücüyle, “gerçekmiş gibi” algılanmasını sağlayabilirsin.. 
Yani sistematik kafa yıkama..
Ne dersiniz?
--20 Haziran 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

18 Haziran 2013 Salı

Gül Sizce Nerede ve Bu Resimler Ne Anlatıyor?





Toplumsal şiddet dağlara tırmanırken, bazı insanlar durmadan Cumhurbaşkanı Gül’ün kapısını çalıp durdu: “Cumhurbaşkanım orada mısınız, şu duruma müdahale etsenize..” benzeri yakarışlara, Çankaya kapı duvardı. Devletin ülkenin başı iki kelime etmez mi!?
Bu sayfadaki fotoğraflar çok şey anlatıyor.. Neden Gül’ün iki kelime etmediğini de!..
Bir aydır bu fotoğrafları yazacağım ama fırsat olmadı.. Hey neredesin,  diye Gül’ün kapısı çalınınca, yazmanın tam zamanı geldi. Hemen söyleyeyim: Gül, RTE’nin kanatları altında, o nedenle göremiyorsunuz!..
Bu fotoğraflar, 3. Köprü’nün temel atma töreninde çekildi. Fotoğrafı görünce, tamam dedim, RTE olayı bitirmiş, aralarında büyük anlaşma sağlanmış... Bu mesajı veren, Hayrünnisa Gül hanımla Emine Erdoğan hanımın ele ele kol kola fotoğrafıdır! son yıllarda böylesine “samimi” bir fotoğraf ve birliktelikleri görülmedi. Bu fotoğrafları iki liderin kamuoyuna da bir duyuru niteliğini taşıyordu! Gül ile RTE bu pozu veremeyeceklerine göre.. Zaten yazının altına koyduğum büyük fotoğraf da dörtlü mutluluğun kanıtıdır!
***
AKP’nin iki lideri arasında büyük çekişme vardı. Gül’ün karşı çıkışlarına bu köşede çok yer verdim. RTE Başkanlık Sistemi düşüyle Gül’ü tamamen tasfiyeye yönelmişti, Başkan olursa atayacağı hükümette Gül’e yer yoktu. Oysa Gül doğal olarak Başbakanlığı istiyordu (veya Cumhurbaşkanlığında kalmayı). Çankaya’yı isteyen RTE’ye göre ise bu durum “iki başlılık” yaratacaktı.. Gül’e BM Genel sekreterliği bile önerildi! Öyle ya “dünya lideri” RTE bıraksalar Gül’ü oraya atayacaktı (Oysa orası ABD’nin makamıdır!)
Gül ile RTE arasında “büyük anlaşma” temel atmadan kısa bir süre önce gerçekleşmiş olmalı.. Çünkü Gül o zamandan bu yana Erdoğan’a dokunacak ciddi hiç bir “eylem”de bulunmadı! İçki yasasını onayladı. RTE’nin Gezi Parkı’na büyük saldırısından hemen önce de, protestoculardan parkı boşaltmalarını istedi.. Başka bir şey daha dedi: Türkiye’de basın özgürlüğü vardır, demokratik bir ülkedir.. Batı basınında çıkan eleştirilere karşı çıktı.. Bu konularda da RTE’nin tam yanında durdu..
Hem de, ülkede demokrasi ve özgürlük yoksunluğunun, medyada Tayyipleşmenin ayyuka çıktığı bir zamanda! Bir nokta daha: Kılıçdaroğlu’nun “liderler zirvesi” talebini de geri çevirdi.. Gerçekten de çok anlamsız bir girişimdi! Gül- RTE ittifakını okuyamamış bir girişim!


Peki ittifak neden oldu? Diyorum ki, girişim RTE’den geldi! Neden? Parti içinde büyük rahatsızlık vardı ve Gül’ün yeni parti kurma arayışı ayyuka çıkmıştı. İkincisi, ABD ve bazı AB ülkeleri (İngiltere örneğin, Hollanda vb), RTE yerine Gül’ün ülkede dümeni ele almasından yanaydılar. ABD’den Gül’e çok açık destek geldi (Akli adam vb), RTE’ye de çok eleştiri! Parti içinde oluşan bu kanat+ABD-AB desteğine RTE karşı durabilemezdi! Ne kadar “milli irade” diye söylenip dursa da! Valla, medyayı da yanına aldıklarında, RTE’yi yıkıp geçebilirlerdi.. Partinin diğer önde gelenleri (Arınç mesela), RTE’nin papağanları durumuna itilip duruyordu..
Ayrıca Cemaat’i unutmayalım, ki Gül’e, AKP içinde oluşacak bu yeni oluşuma kesin desteğe hazırdılar..
***
RTE ve adamları bunu okudu. Önümüzdeki süreçte patlayacak büyük fırtına karşısında yıkılıp gitmektense, ittifaklara yöneldi! Tabii en önemli ittifak Gül ile yapılacaktı. Böylece Parti içinde “muhalefeti” de denetim altına almış olacak ve bölünmeyi önleyecekti.. Parti içindeki diktasını da sürdürecekti böylece..
Ne karşılığı peki? 
Üç olasılık var: Ya, RTE “Başkan” seçilmesi durumunda hükümeti kurması için Gül’ü Başbakan atayacak.. Ya Gül partinin Cumhurbaşkanı adayı olacak ikinci kez, bu durumda tüzük değişecek ve RTE Başbakan adayı olarak seçimlere girecek.. Ya da, eğer Başkanlık anayasası rafa kalkarsa, Gül ile Erdoğan, yer değiştirecekler, Putin- Medvedey rollerini oynayacaklar..
RTE’nin bir diktatör rolünde ortalıkta esip gürlemesinin, ve partisinde kimsenin sesini çıkartmamasının ardında (E. Günay ve iki milletvekili dışında), cephe gerisini bu sağlama almak yatıyor.
Şüphesiz, bu ittifak şimdilik böyle, ama ortaya çıkacak yeni durumlar, halk, ABD-AB ve dünya demokratik güçlerinin baskı ve tepkileri, Suriye, İran, Kürt meselesi ile ekonomideki kötü gidiş, bütün bu ittifakları yerle bir edecek ve yeni oluşumları ortaya çıkartacak güçlü potansiyellerin hepsini barındırıyor.. Hem de şiddetle!
----18 Haziran 2013 Salı  / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet