Ülkemizin getirildiği nokta, insanlarımızın
kitlesel katliamlara kurban olmasıdır. Terör, kitlesel cinayetler aşamasına
geldi. Bunu ha IŞİD yapmış ha PKK veya kullandığı paravan cinayet şirketleri.
Veya benzeri başka bir silahlı örgüt. Hiç farketmez.
Amaç ne? Terör örgütünün aşama artık kitlesel
katliamlarla hedefine ulaşma mı?
Yoksa, Türkiye’yi üzerine kışkırtarak,
saldırtarak, Suriye’ye çekerek, Rusya ile kapıştırmak?
Bu katliamın adresi PKK ise, öteden beri terörü
kentlere indirme tehdidi yapıyordu: Ya
özyönetim isteklerime evet dersin, ülkenin bu bölümünün yönetimini bana
devredersin, ya da Türkiye’nin canına okurum..
Katliamları Ankara’da yoğunlaştırması, doğrudan
simge olarak devleti, Türkiye’yi hedef aldığının göstergesidir. Tabii bunun
arkasında şu tehdit de var: Bunu sana
İzmir’de de yaşatırım, İstanbul’da da, Antalya’da da..
Terörle hiç bir yere varması mümkün değil. Yeter
ki millet birbirine düşmesin. Bu kitlesel katliamlarla yaratmak istediği de,
Kürtlerin ülkenin her yönünde dışlanması, Kürtlere saldırılması, Kürt kesiminde
de “birlikte yaşamak mümkün değil, can güvenliğimiz kalmadı, o halde biz artık
sadece kendi topraklarımızda yaşayabiliriz” düşüncesini yaratmak ve PKK’yı “tek
koruyucu güç” olarak, Kürtlere kabul ettirmek.
Çifte
terör altında yaşamak
“Entel
Türkler” arasında, politik haklılık kisvesi altında, PKK’ya hoşgörü oldukça yaygın. Bunların bir
kısmı kitlesel katliamlar ve yarattığı dehşet karşısında bir adım geri
çekilerek, adeta “böyle gelişigüzel
insanları hedef alma” tavsiyesi ile “kör
terör”e tavır almaya yöneldiler.
Bir çift yönlü terör altında yaşıyoruz.
Devletin, siyasi iktidarın özgürlükleri yok eden, baskılayan, örneğin 8 Mart’ta
bile kadınlara plastik mermi sıkan, biber gazına boğan, yerlerde sürükleyen,
Anayasal hakları hiçe sayan ve kullandırtmayan terörü.. Diğeri de IŞİD ve PKK
gibi cinayet örgütlerinin terörü. Şüphesiz ki, ikincisi kitlesel cinayet dolu..
Toplum, halk düşmanı..
Dünkü “Unutulmuş
bir cinayetin anatomisi” başlıklı yazımda, Haluk Şahin ile fikir birliği içinde olduğum bir “nefreti katmerleştirerek inşa etmenin”
taraf(tar)larını kaleme dolamıştım. “Entel”, sözde “doğru taraf”ta yer alıp
“soykırımcı”lığa soyunarak, iki taraf arasında, tabii burada Ermeniler ile
Türkler arasında, var olan “nefret ve düşmanlık” duvarını kalınlaştırmaya,
yükseltmeye soyunuyor.
Hoşgörü
cesaretlendiriyor
Kürt sorununda da farklı bir durum yok aslında,
büyük benzerlikler var.
PKK onlar için, “Türk devletinin saldırısı altında meşru müdaafa” durumunda, “demokratik hak ve özgürlüklerini elde etmek
için savaşmak zorunda kalan”, “ulusal
kimliği için haklı savaşan” geniş hoşgörüye mazhar bir “kurtuluş örgütü”.
Ah şu “kitlesel
katliamları da” olmasa.. Çünkü bu katliamlar, savunulmayı, bir silahlı
örgüte hoşgörü göstermeyi zorlaştırıyor, toplum karşısında meşru zeminden
kaydırıyor. Kitlesel katliamları gerçekleştirenlere “kahramanlık
muamelesi” zorlaşıyor.
Taraf
tutarak sorun çözülmez
Bu boyutta bir sorunu, “taraf tutarak”
çözemezsin, çözülmesine yardımcı asla olamazsın, sadece sorunun katmerleşerek
daha da çözülmez duruma gelmesine hizmet edersin.
Terörün bu katliamlarında, senden aldığı geniş
destek ve hoşgörünün de payı var, kendine toplumsal bir hoşgörü tabanı
yaratmanın “cesareti” var..
Çapsız entelliğin bir de bunu görse ve
anlasa!
Yoksa bu tutumun, çapsız entelliğinden çok,
gerçekten terör tarafında saf tutmanın bir ürünü de olabilir şüphesiz. Buna bir
şey diyemem. Ama bulunduğun makamı, sahip olduğun yönetimi, elde ettiğin kalemi
bu amaçla kullanıyorsan, terör adına “ele geçirdiğin kaleler” gündeme
gelir. Kabak gibi ortada kalırsın.
Sorunu
çözmek için kafa patlatacağız, nefret duvarını ve karşılıklı düşmanlığı inşa
etmek için değil.
Aydının tutumu bu olduğu sürece, toplumsal
görevini yerine getirebilir. Ama bu sıradanlığın işi olamaz.
Bu terörü durduralım.
15 Mart 2016 Salı / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder