SAYFALAR

31 Ocak 2019 Perşembe

“Hedef Nobel”: Bilimde yolunu bulamamış bir ülkeyiz


29 Ocak 2019 Salı / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Cumartesi günü bilim insanlarını ve gençleri yüksek nitelikli araştırma yapmaya teşvik amacıyla düzenlenen “Hedef Nobel” aylık konferans dizisinin ilkini izledim. Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesinde gerçekleştirilen konferansın salonu çeşitli üniversitelerden gelen bilim insanları, genç öğrenciler ve meraklılarla doluydu.
Emin Kansu hoca başarılı bir sunum gerçekleştirdi. Bunları biraz özetleyeceğim. Ülkemizde bilim alanında evrensel araştırmalara imza atılması, hem ülkemize hem insanlığa hizmet bakımından büyük önem taşıyor. Bilim alanında Nobel kazanan Aziz Sancar’ı izleyecek yeni bir bilimci kuşağının ülkemizde hızla ortaya çıkması ve Nobel düzeyinde araştırmalar yapması, ülkemizin ruhunu güzelleştirmesi, daha büyük araştırmalara kapı aralaması, en çok ihtiyaç duyduğumuz büyük bir olaydır.
Büyük köprü ve büyük havaalanına mı öncelik vereceğiz, yoksa dünya çapında bilimsel araştırmalara, burada, bu ülkede, bu ülke topraklarında, bu ülke gençlerince ve bilimcilerince imza atılmasına mı öncelik vereceğiz.
Türkiye henüz bilimde yolunu bulamamış bir ülkedir.
Sayı çok nitelik az
Üniversitelerin sayısını 206’ya çıkartmak, ve bununla övünmek popülist bir siyasi bir numaradır ve oy toplamaya yöneliktir. Çünkü ülkemizde üniversiteye gitmeye büyük talep var, bunun da nedeni gençleri nitelikli iş güçlerine sevkedecek bir eğitim sisteminin işlememesidir; bunun nedeni de iş- ekonomi dünyasının insan gücü istihdamı hacmindeki küçüklüktür.
İngiltere ve Fransa’da bile bu kadar çok sayıda üniversite yoktur. Fransa’da 96, İngiltere’de 125 kadar ve Almanya’da 106 üniversite vardır! Tabii bunların yanı sıra daha düşük profilli yüksek okullar vb vardır. Bu ülkelerde öğrenciler öncelikli iş hayatına hazırlanır. En iyiler üniversitelere gider.
Ama çelişkiye bakın ki, Fransa’da ve İngiltere’de üniversitelerin büyük çoğunluğunda yüksek düzeyde, kalitede insan araştırmacı, bilimci vb yetiştirilir. Evrensel bilim yapılır, ülke ekonomisine, sanatına, topluma yönelik evrensel araştırmalar gerçekleştirilir ve Nobeller de bu ülkelere gider, yüksek teknoloji üretilir. Yani Türkiye’nin tam tersi bir durum var. Bizde sayı fazla nitelik az, orada sayı az nitelik fazla.
Tarlaya Nobel tohumları
Tüm bunlara rağmen, ülkemizde bir avuç bilim insanı bir avuç üniversite evrensel değerde bilim yapmak için uğraşıyor. Bu ülkede Nobel’in köklerini yeşertmek için tarlaya tohum atmaya soyunuyor. Türker Kılıç, Tansu Salman, Melih Bulut hocalar, konferansın düzenleyicileri olarak ülkemizin bilimsel durumuna ve geleceğine Nobel’in özelliklerine kısa konuşmalarla değinerek topu günün konuşmacısı Emin Kansu’ya attılar.
Kansu, Nobelleri yıllardır inceleyen, niteliklerini araştıran, her yıl verilen ödülleri inceleyen, bu konuda konferanslar veren değerli bir bilimcimiz.
Nobel ödülü için, ortam önemli şüphesiz. Araştırmacı hocalar ve araştırmacı bir iyi ortam. Kendini araştırmaya bilime adamış çok sayıda insan.
Emin hoca sıralıyor: Sorgulayıcı merak eden doğmalara saplanmayan bilimciler, gençler.. soru soran ve dinleyen gençler...Konuya odaklanmak.. Havadan cıvadan sohbetlere katılacak kadar zamanı olmamak... Azmetmek, yılmamak, büyük sabır... Tutku...
Yüksek nitelikle araştırma için sürekli bir motivasyon ve sürekli bir iyimser kişilik.. Para kazanmaya değil bilime ve araştırmaya odaklılık.. Yüksek özveri..
Üniversiteler hazır mı?
Sorular çok aslında Hedef Nobel için.
En önemlisi iyi üniversitelerimizin yönetimleri “Hedef Nobel” için hazır mı?
Bu tür çalışmalara hiç bir beklentisi olmadan ortam hazırlamaya hazır mı?
İyi bilimcilerin çalışma ortamlarını ne gerekiyorsa iyileştirmeye hazır mı?
Temel biri soru: Bizim üniversitelerimizin kurumsal yapıları bilimcilerin başarılı araştırmalar yapmaları için yeterince elverişli mi?
Hedef Nobel toplantıları, sadece umut vermek ve teşvik etmek için değil, sanırım tüm bu tür soruları sorunları gündeme getirmek için de çalışacak.
Ülkemizin bu alanda büyük hedefleri olmalı.. Yoksa ülkemizde Nobellere yönelik olanaklar yaratılırsa, gençlerimiz, insanlarımız çokça var..

30 Ocak 2019 Çarşamba

“Yılmaz Özdil senden ne istiyor?” sorularına yanıt


28 Ocak 2019 Pazartesi / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Okurlar soruyor, Yılmaz Özdil sizden ne istiyor, diye. Bir yazısında adımı geçirmiş, ama kötü bir şekilde, bir tür zebanilik üstlenerek cehennem çukuruna itivermiş bendenizi. Sorun değil, zaten karşı cephe durmadan günde bir kaç kez o ateşte yakıp kül ediyor. Kendisine benden geride bir şey kaldıysa, alsın helal olsun, orada yanarken yureğini soğutsun! (Bu yürek soğutma işini yazarken yapmış ya, neyse!)
***
Mesele Atatürk kitabı. Sol portal, Özdil’in bir açıklamasını twitter hesabından duyurmuş, ben de bu açıklamayı şu sözlerimle paylaşmıştım. “Herhalde, bu çok özel kitaptan elde edilen gelir, Atatürk ile ilgili bir eğitim kurumuna veya eğitim için çocuklara harcanacaktır..”
Sol portalın paylaştığı Özdil’in açıklamasının altına yazılan yorumlara şüphesiz ki katılmak mümkün değil. Bu Sol portalın sorunu, bırakır - siler ona zaten müdahalem söz konusu değil. Benim notumun altına da hem savunan hem eleştiren yorumlar yapılmıştı. 3-5 kötü yorumun sahiplerini de engellemiştim.
Sonra düşündüm bu tartışmada ne işim var diye ve ikinci bir paylaşımda bulundum: “Çok da üzerinde durulmaması gerekiyor, en sonunda hem bağış yapıyor hem de ticari bir iş, bunun müşterisi var.. ben geri çekiliyorum..”
Sevgili okurlar, bütün konu bu. Yukarıdaki durum, Özdil’e, iktidara saldırdığı bir dil ile bana saldırmasına yetmiş.
***
Özdil, yaşadığımız tonlarca haksızlık karşısında büyük tepki duyan insanların yanan yüreklerini, yakaladığı yazı tarzıyla soğutuyor ve oh dedirtiyor. İktidarın dışlayıcı ve ötekileştirici, kamplaştırıcı politikalarına - söylemlerine, yoğun bir şekilde duyguları coşturarak yanıt veren bir keskin “karşı- iktidar dili”ni yazılarında başarıyla kullanıyor. Bir karşı “propagandist” dil.
Bu tür bir yazı dilinin dur durağı yoktur. Özdil’in bu dili hemen herkese benzer duygu ve keskinlikte saldırır. Hiç bir ayrım yapmaz. İnceltilmiş ve farklılaşmış “versiyonları” yoktur. Muhalefet de liderleri de aynı dilden nasiplerini sık sık alır.
Özdil’in bu dili bana uymaz. “Duygu –emici”. Ama bu dilin taraftarları çoktur.  Basit, yalın, hücumcu, bizim tarafı rahatlatan başarılı bir yazı tarzı. Arada sırada tarihten başarıyla çıkardığı “olayları - gerçekleri” köşesine taşır ve okutur. Ben bile helal olsun dediğim yazılarını anımsarım.
***
Hayran kitlesi fazladır, çok popülerdir. Kitaplarının önünde büyük kuyruklar oluşur. Diline bir “lider” hayranlığı duyulur. Öyle ki Özdil’in hayranları arasında adeta bir şövalye ekip oluşmuştur, bunlara mürit demek istemem ama aralarında bazıları mürit gibi davrandı ve Özdil’in yazısında hedefe konduğumu görünce karşımda bitiverdiler, hakaretlerle, adeta hayvan gibi soluyarak..
Fakat şunu belirteyim ki aklı başında çoğunluk sadece ne olup bittiği konusunda bilgi almak için kapımı çaldı ve bu durumdan üzüntülerini bildirdi, “biz birbirimizi mi yiyeceğiz hep..”
Buna, hem Özdil adına hem de bizim tarafın büyük çoğunluğunun aklı başında davranışı adına sevindiğimi belirteyim.
***
Özdil’de neden “hayal kırıklığı” yarattığımı bilemem. Karşılaşıp merhabalaştığımız, el sıkıştığımız da yoktur. Sorun, sadece sosyal paylaşımımla mı sınırlı, yoksa ötesinde başka şeyler mi var, zerre fikrim yok. Atatürk kitabına yönelik yüreklendirici bir şey yazmış olmamamı dert edeceğini ve buna ihtiyacı olduğunu hiç düşünmem. Yüzbinlerce hayranı olan bir yazarla, bu köşenin sakin ve sıradan yazarının karşılaştırması mı olur. Popülerlik bende fazla karşılığını bulamıyor.
Bakın, Atatürk kitabını buraya hiç taşımadım. Taşısam kendi kriterlerime göre bir değerlendirme yapacağım da açık. Milyonlarca insana Atatürk’ün düşüncelerinin iletilmesini önemli bulurum.
Atatürk’e sarılmanın, Atatürk’ü Türkiye’nin, yeniden demeyeceğim ama gerçekten keşfetmesinin müthiş yükselişini yakalamış başarılı bir yayıncılık.
Özdil’in yazısına benzer bir dille yanıt vermek istemedim, çevrem karşı çıktı, ben de bekledim, onun yerine durumu kendi tarzıma uygun bir analizle köşeme taşımam da kaçınılmaz oldu.
Umarım Özdil, dilini kime neye karşı ve nasıl kullanacağı konusunda bir antrenman ve ayrım yapar.

27 Ocak 2019 Pazar

Irkçı söylemi ve James Watson’ın yükseliş ve düşüşü


27 Ocak 2019 Pazar / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Geçen hafta ABD’de belki de şimdiye kadar görülmemiş çok önemli bir “bilim olayı” yaşandı. Saygın bilim kurumu Cold Spring Harbor Laboratuvarları çok tanınmış bir bilim insanına verdiği “Emeritus Şansölye” ve “Oliver R Grace Emeritus Profesörlüğü” unvanları ile onursal mütevelli heyeti üyeliğini iptal etti. Neden?
Önce kısa bilgi: Cold Spring Harbor Laboratuvarları kâr amacı gütmeyen özel bir kurum. Bünyesinde önemli bilim insanlarını, araştırmacıları barındırır, onları seçer alır. Kurumdaki araştırmaların merkezinde kanser, sinir bilimleri, genomiks, bitki biyolojisi ve kantitatif biyoloji vardır. Görüldüğü gibi bu konular, bilimin en önemli ve öncü araştırma alanlarıdır.
Bu kurumda Nobel ödüllü, dünyada ünlü 90 yaşında bir bilim insanı çalışıyor: Dr. James Watson. Bu bilimciyi bilen bilir. 1953 yılında Dr. Francis Crick ile ortaklaşa DNA’nın Çifte Sarmal karakterinde olduğunu göstererek genetikte çığır açtılar ve 1962’de Nobel ödülü kazandılar. DNA Genetik Çağı’nı başlattıkları için de bu buluşları ve aldıkları Nobel aynı zamanda bir kilometre taşı sayılır. Watson genetik, moleküler biyoloji alanındaki uzmanlığıyla İnsan Genom Projesi’nin de paydaşlarındandı.
Crick ile birlikte yazdıkları İkimi Sarmal kitabı Türkçeye çevrildi.
“Siyahların zekası geri”
James Watson, insanlar arasında ayrımcılık, ırkçılık yaptı.. ABD’de, PBS kanalı Watson üzerine bir belgesel yayınladı. Orada “Siyahlar ile beyazlar arasında zeka ve entelektüel kapasite arasında fark vardır, testler bunu kanıtlıyor.” Benzeri sözler sarfetti. Afrika’nın geleceğinin karanlık olduğunu söylerken de bu “zeka geriliği”ni ileri sürdü! Siyahlar ile beyazlar arasındaki farkın da üstelik genetik olduğunu söyledi.
 Aslında yıllar önce de bir kez siyah tenli olanların zeka düzeylerinin düşük olduğunu söylemiş, tartışma yaratmış ve büyük tepki almıştı. Bu düşüncesinden vazgeçmediği görüldü. Watson 2014 yılında başka bir olayla gündeme gelmişti: Madalyasının açık arttırma ile sattı (4,7 milyon dolar)!
Watson’un bilimsel hiç bir kanıta, araştırmaya dayanmayan bu sözleri özellikle de meslektaşları ve diğer bilimciler arasında ağır eleştirilerle karşılandı. Oysa zekanın daha çok çevresel faktörler ve sağlıklı beslenmeyle ilgili bir karakter taşıdığı genel olarak kabul edilen bir olgu olmasına rağmen.
Üyesi olduğu NIH (Ulusal Sağlık Enstitüsü) direktörü Francis Collins mesela, “Bilimde bu kadar çığır açan araştırmalara imza atmış bir insanın, hiç bir bilimsel desteği olmayan bir iddiayı, üstelik acı veren bir inanç halinde ileri sürmesi hayal kırıklığı yaratıyor” dedi.
Watson bu tartışmalardan kısa bir süre sonra da bir trafik kazası geçirdi.

“Bilim dışı, pervasız sözler”
Cold Spring Harbor Laboratuvarları da, ona verdiği unvanları geri alırken şu açıklamayı yaptı: “Bilim dışı, temelsiz, pervasız ve kişisel görüşler. Dr.Watson’ın sözleri asla kurumumuzu, heyetimizi, fakültemizi, çalışanlarını veya öğrencilerini temsil etmez ve bağlamaz. Laboratuvarımız, bilimin önyargıları destekleyecek şekilde hatalı ve kötü kullanımını kınar.”
Watson aptal değildi, ama ırkçı görüşleri demek ki köklü ve inanca dönüşmüştü. Ve bunları dile getirmekten kaçınmadı.
Bilimsel olmayan bir tezi savunuyordu. İlk dışlandığı yer bilim dünyası oldu, kendi ipini kendi çekti bile denebilir.
Bu aynı zamanda toplumsal – kamusal bir sorumsuzluktu.
Görüldüğü gibi bilim insanları mükemmel değiller, yanlışları savunabiliyorlar.
Bilim adına yanlışı savunmak, toplumsal ve kamusal önemli tepkilere de yol açar, kimse bu tartışmadan kendini kurtaramaz.
Bu nedenle bir ters veya aykırı düşünceyi dile getirirken, insanın kendi bilimsel kimliğini, bu kimliğe insanların verdiği önemi ve rol modelliğini de düşünmeli.
Beyinler ishal olmamalı..