Böyle bir düş kurun. Herkes işini mükemmel
yapıyor! Üstelik ülkede milyonlarca insan meslekler arası “mükemmellik yarışması”na katılıyor. Tüm elbiseciler, tüm boyacılar,
tüm bilimciler, tüm çöpçüler, tüm mühendisler..
Olmaz ya : tüm gazeteciler..
Bir adanmışlık halinde, bir hastalık gibi
meslekleri sarmış. Mükemmel iş çıkarmaya odaklı toplum yapısı oluşmuş, bunun
dışında kalanların da ayakta kalma şansı sıfırlanmış..
Böyle bir
toplum modeli olabilir mi?
Niye olmasın?! Olması gerek.
Eğer yoksa, tüm toplumların, tabii özel olarak
Türkiye’nin, bu üst çıtaya göre nasıl da yerlerde süründüklerinin fotoğrafını
çekiyoruz demektir.
Bu da nereden çıktı diye soracak gibisiniz, yine
Aziz Sancar’a getireceğim sözü. Herkes
işini mükemmel yapmalı, dedi. Kendisi adanmışlığın çok iyi bir örneği
olduğu için..
Siyasilere
yer yok
Herkesin işini mükemmel yaptığı toplum, şüphesiz
ütopyadır. Böyle bir ütopya mesela 1 milyon- 500 bin nüfuslu bir “toplum”da
denenebilir. Büyük ölçüde başarılabilir de! Mesela 5’er milyonluk
İskandinavya’da?!
Herkesin işini mümkün olduğu kadar iyi yaptığı
toplumlarda, bugün siyasetçilerin, siyasi kuruluşların bir yeri olabilir mi? Ne
bu adamlar işbaşına gelebilir, ne muhalefette tutunabilirler; ne böyle insanlar
kalkıp siyasetçi olabilir veya toplum onları siyasetçi olarak yaşatır.
Temiz iş!
Önemli bir çoğunluğun, üstelik iktidara
dayanarak hırsızlıkla yolsuzlukla işini kıvırdığı, alınteriyle yeteneğiyle
kazanmadığı bir toplumda, böyle bir düzende, çoğunluk hırsızlıktan yolsuzluktan
pay almaya geçinmeye çalışır.
Bugünkü düzeni tarif ediyorum.
Biraz önce, yapı
mühendisliği alanında işini gerçekten mükemmel yaptığı için neredeyse işsiz
kalacak kadar düzenin dışında kalan arkadaşımla konuşuyorduk. Dedi ki: “Hırsızlıkta ortaklıkla yürüyor her şey,
olayın siyasi makamlarla işleri ayarlayan ve yürüten ve oradan parasını kazanan
başka bir aracı zümre oluştu. Bunlar devletin eski memurları..”
Galiba gelecek ve toplum ütopyasını tamamen
değiştirecek, bugünkü siyasi partilere dayalı “iktidarı ele geçirme” rezaletine
karşı, yeni bir yöntem, yaklaşım bulmak zorundayız. Bugünkü siyasi yöntemleri
yerle bir eden..
Bir “gerçekleşebilir ütopya” nasıl inşa
edilebilir? Buna yaklaşan bir denemede bulunabilir miyiz? Bakacağız..
AYKIRI
SORULAR - ENVER AYSEVER
Enver, yaratıcı bir kimlik olarak toplum içinde
aramızda dolaşıyor. Severek, imrenerek izliyorum! Şimdi de “Aykırı Sorular”
kitabıyla masamın üzerinde duruyor Enver.
Dünyayı yeniden başlatsak, bence baş “Sor”
sözcüğünü başa koymalıyız. Bilimin ve nasılın başlangıcında da “soru” vardır.
Bilmenin anahtarıdır. Sormak, düşünmektir. O kulvarda sora sora düşüne düşüne
derinlerde kulaç atarsınız.
Enver, buna bir “aykırı” sözcüğünü eklemiş. Daha
sormayı öğrenmemiş bir toplumda, genellikle ve çoğunlukla sormadan herşeyi
kabul etmeyi ilke edinmiş bir topluma “aykırı soru” ile yaklaşmak, daha ileri
bir adım kabul edilebilir. Aykırı soru, sarsıcılığı içerir.
Enver temel sorusunu kitabın kapağına koymuş: “Soru sormadan özgür olabilir misin?” Ve
bir soru daha “insan tek başına kalmayı
göze almadan bilge olabilir mi?”
Kitabında 166 kez numaralandırdığı kısa
başlangıçlar, anlatımlar veya çektiği fotoğraflar, aklındaki soruyu sormak
içindir adeta. Hepsinin altında bir soru beliriyor, mesela “bir insan dünyayı
değiştirmeye olan inancını yitirmişse
niçin yaşar? Veya: “An’sızın bir karşılaşmaya insan hazırlık yapabilir mi? Veya
Korkmak doğalsa cesarete övgü niye? Kedilerin milliyeti var mı baba, diye soran
kızına yazar.. Bazen korkuyla yaklaşıyorum uykuya, der..
İlginç ve düşündüren kitap. Düşünmek var olmanın
diğer adı değil mi?
Beynine sağlık...
30 Mayıs 2016 Pazartesi / Bilim ve Siyaset , Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder