SAYFALAR

1 Haziran 2016 Çarşamba

Boyacısından bilimcisine herkesin işini mükemmel yaptığı bir ülke


Böyle bir düş kurun. Herkes işini mükemmel yapıyor! Üstelik ülkede milyonlarca insan meslekler arası “mükemmellik yarışması”na katılıyor. Tüm elbiseciler, tüm boyacılar, tüm bilimciler, tüm çöpçüler, tüm mühendisler..
Olmaz ya : tüm gazeteciler..
Bir adanmışlık halinde, bir hastalık gibi meslekleri sarmış. Mükemmel iş çıkarmaya odaklı toplum yapısı oluşmuş, bunun dışında kalanların da ayakta kalma şansı sıfırlanmış..
 Böyle bir toplum modeli olabilir mi?
Niye olmasın?! Olması gerek.
Eğer yoksa, tüm toplumların, tabii özel olarak Türkiye’nin, bu üst çıtaya göre nasıl da yerlerde süründüklerinin fotoğrafını çekiyoruz demektir.
Bu da nereden çıktı diye soracak gibisiniz, yine Aziz Sancar’a getireceğim sözü. Herkes işini mükemmel yapmalı, dedi. Kendisi adanmışlığın çok iyi bir örneği olduğu için..
Siyasilere yer yok

Herkesin işini mükemmel yaptığı toplum, şüphesiz ütopyadır. Böyle bir ütopya mesela 1 milyon- 500 bin nüfuslu bir “toplum”da denenebilir. Büyük ölçüde başarılabilir de! Mesela 5’er milyonluk İskandinavya’da?!
Herkesin işini mümkün olduğu kadar iyi yaptığı toplumlarda, bugün siyasetçilerin, siyasi kuruluşların bir yeri olabilir mi? Ne bu adamlar işbaşına gelebilir, ne muhalefette tutunabilirler; ne böyle insanlar kalkıp siyasetçi olabilir veya toplum onları siyasetçi olarak yaşatır.
Temiz iş!
Önemli bir çoğunluğun, üstelik iktidara dayanarak hırsızlıkla yolsuzlukla işini kıvırdığı, alınteriyle yeteneğiyle kazanmadığı bir toplumda, böyle bir düzende, çoğunluk hırsızlıktan yolsuzluktan pay almaya geçinmeye çalışır.
Bugünkü düzeni tarif ediyorum.
Biraz önce, yapı mühendisliği alanında işini gerçekten mükemmel yaptığı için neredeyse işsiz kalacak kadar düzenin dışında kalan arkadaşımla konuşuyorduk. Dedi ki: “Hırsızlıkta ortaklıkla yürüyor her şey, olayın siyasi makamlarla işleri ayarlayan ve yürüten ve oradan parasını kazanan başka bir aracı zümre oluştu. Bunlar devletin eski memurları..”
Galiba gelecek ve toplum ütopyasını tamamen değiştirecek, bugünkü siyasi partilere dayalı “iktidarı ele geçirme” rezaletine karşı, yeni bir yöntem, yaklaşım bulmak zorundayız. Bugünkü siyasi yöntemleri yerle bir eden..
Bir “gerçekleşebilir ütopya” nasıl inşa edilebilir? Buna yaklaşan bir denemede bulunabilir miyiz? Bakacağız..

AYKIRI SORULAR - ENVER AYSEVER
Enver, yaratıcı bir kimlik olarak toplum içinde aramızda dolaşıyor. Severek, imrenerek izliyorum! Şimdi de “Aykırı Sorular” kitabıyla masamın üzerinde duruyor Enver.
Dünyayı yeniden başlatsak, bence baş “Sor” sözcüğünü başa koymalıyız. Bilimin ve nasılın başlangıcında da “soru” vardır. Bilmenin anahtarıdır. Sormak, düşünmektir. O kulvarda sora sora düşüne düşüne derinlerde kulaç atarsınız.
Enver, buna bir “aykırı” sözcüğünü eklemiş. Daha sormayı öğrenmemiş bir toplumda, genellikle ve çoğunlukla sormadan herşeyi kabul etmeyi ilke edinmiş bir topluma “aykırı soru” ile yaklaşmak, daha ileri bir adım kabul edilebilir. Aykırı soru, sarsıcılığı içerir.
Enver temel sorusunu kitabın kapağına koymuş: “Soru sormadan özgür olabilir misin?” Ve bir soru daha “insan tek başına kalmayı göze almadan bilge olabilir mi?”
Kitabında 166 kez numaralandırdığı kısa başlangıçlar, anlatımlar veya çektiği fotoğraflar, aklındaki soruyu sormak içindir adeta. Hepsinin altında bir soru beliriyor, mesela “bir insan dünyayı değiştirmeye olan inancını  yitirmişse niçin yaşar? Veya: “An’sızın bir karşılaşmaya insan hazırlık yapabilir mi? Veya Korkmak doğalsa cesarete övgü niye? Kedilerin milliyeti var mı baba, diye soran kızına yazar.. Bazen korkuyla yaklaşıyorum uykuya, der..
İlginç ve düşündüren kitap. Düşünmek var olmanın diğer adı değil mi?

Beynine sağlık...
30 Mayıs 2016 Pazartesi / Bilim ve Siyaset , Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder