Özlem Yüzak. 15 Ocak 2016 Cuma, Cumhuriyet
Arka panelde “Teknolojiye yatırım, Geleceğe Yatırım” yazısı...Önünde
Başbakan Ahmet Davutoğlu konuşuyor. Daha doğrusu önce Ar-Ge reform
paketini açıklıyor... Hemen ardından sözü akademisyenlerin barış bildirgesine
getiriyor. “Provokatif dil, fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez” diyerek
bildiriye imza atan akademisyenleri topa tutmayı sürdürüyor. “Metni
dikkatle, üzerinde uzun uzun düşünerek okudum” diyerek “Devlet ile terör
örgütünü bir tutmanız hangi akademik anlayışınıza dayanıyor? Terör örgütünü
eleştirmemenizi neyle açıklıyorsunuz” tarzı sorularını sıralıyor.
Peki, AKP’nin politikalarını eleştiren herkesi terör örgütü propagandası
yapmakla suçlamak, hangi akademik anlayışınıza dayanıyor Sayın Başbakan?
Akademisyen olsam bildiriyi imzalar mıydım? Hayır. İmzalamazdım. Çünkü
terörün, orada dökülen kanların tek sorumlusunun devlet olmadığını; karşı
tarafın yani PKK’nin sorumluluğunu yok saymanın doğru olmadığını düşünüyorum.
Ama bildirgeyi onaylamamam, bölgede olayların bu noktaya gelmesinde AKP iktidarının
oynadığı rolü küçümsediğim ya da göz ardı ettiğim anlamına gelmiyor. Tıpkı IŞİD
terörünün yükselmesindeki payı gibi. Bunların da geri planında yaşadığımız
hukuk erozyonu, güven erozyonu yatıyor. Bunu unutmayalım. Bu erozyonun, iktidar
eliyle yaratıldığını da kayıtlara geçerek...
Akademisyenlere yönelen bu sınırsız öfke ve linç kültürü çok daha derin,
neredeyse kangrene dönüşmüş bir yaranın, toplumsal bir yarılmanın da
göstergesi. Daha birkaç gün önce aynı öfke ve linç kültürü Beyaz’a ve “orada
çocuklar ölüyor, duyarsız olmayalım” diyen Ayşe Öğretmen’e
yönelmişti. Bir haftaönce ODTÜ’lü gençlere... 50 gün önce Can Dündar ve Erdem
Gül’e... Ve sonu gelmeyecek... 2015’in son günlerinde Amasya
Üniversitesi’nde öğrencisi tarafından derste terör propagandası yaptığı iddia
edilen ve gözaltına alınıp sonra serbest bırakılan öğretim görevlisi benzeri
örnekler sürüp gidecek... Sultanahmet katliamının ardından IŞİD’i protesto
edenlere “vatan haini” diye saldırmanın meşrulaştığı gibi...
Bizzat iktidar eliyle pişirilip servis edilen o öfkenin sonuçlarını
zaman kaybetmeden mafya babası Sedat Peker’in “kanlarınızla duş
alacağız” tehdidinde, bildiriye imza atan akademisyenlerin bağlı
bulundukları kuruluşlardan atılmalarında, haklarında yapılacak savcılık
takiplerinde gördük bile.
Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasındaki “herkes saflarını belirlemek
durumundadır” cümlesi peki? Bunu şöyle mi yorumlamalıyız: “Benden
değilsen, sen bittin kardeşim. Bana eleştiri okunu yönelttin mi, seni ilk
fırsatta harcarım bilmiş ol...”
Başbakan’ın
sözleri arka duvardaki “geleceğe yatırım” cümlesine çarpıp parçalıyor.
Ak ile karanın; sap ile samanın birbirine karıştığı bir Türkiye gerçeğinin
teatral sahnesi gibi. “Bilgi toplumu olma” hedefi, “Korku toplumu
olma” haline dönüşmüş çoktan. Cehaletin, yozlaşmanın, din sömürüsünün
dibine vurulmuş. Devlet kurumu Diyanet tarafından “Babanın 9 yaşından büyük
öz kızına şehvet duyması haram değil” fetvası verildiği bir ülkede
teknoloji, Ar-Ge, ekonomik sıçrama gibi sözler biraz garip kaçmıyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder