SAYFALAR

13 Ocak 2016 Çarşamba

Özgürlük “karşı medya”da; bu tarafta ise “sorumsuzluk” var


Beyaz’a yapılan iktidar saldırılarına, bir de yargısal soruşturma eklenmez mi? Küçük dilimi yutacaktım okuduğumda! Aklıma gelen ilk söz şu oldu: Aptal dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun. Şüphesiz, hendeklerin arkasındaki silahlıların, isterse 16-17 yaşında olsun, hoş görülmesi ve onlar için “çocuklar ölüyor” denmesi, kabul edilebilecek değil.
Ülkemdeki o çok ünlü mü ünlü “barışseverler”in, aynı zamanda PKK karargahlarına HDP merkezlerine doğru da yürüyerek, “çocukları öldürmeyin!” diyecekleri zamanın gelmesini bekleyenlerdenim!
Ben “çocuklar ölüyor” derken, kasıtlı veya kasıtsız arada kimvurdu’ya giden, kapalı kaldıkları evde arada sırada vurulup veya hastalıktan bakımsızlıktan ölenleri kastediyorum. Tabii, çatışmanın taraftarı olmadığı halde vurulan en az 160 sivil insanı.
PKK’nın, buradan gideceği yol, kazanacağı bir şey yok. Hendek ve kurtarılmış bölgeler savaşı, sadece PKK için “kahramanlar, şehitler, yiğitler” mitinin, efsanelerinin yaratılmasına ve yeni çatışmaların bu mitlerin üzerine kurulmasına yarar.. Bir de başkanlık rejimine yardımcı olur. Ve ülkenin genelinde ve medya üzerinde baskı rejiminin artmasına, demokratik hak ve özgürlüklerin bile savunulamayacak durma gelinmesine yol açar.
O günleri yaşıyoruz.

Durmadan linç et bakalım
Ama bir kadının televizyona bağlanıp çocuklar ölüyor, demesinin, “karşı medya” tarafından, gazetecilere, şovmenlere yeni bir saldırı vesilesi yapılması, nasıl bir bataklık ve linç kampanyaları içinde yaşadığımızın kanıtıdır.
Bu “karşı-medya” ki, iki yıl önce iktidarın “çözüm sürecini” aldatıcı propaganda diye niteleyen, bu böyle olmaz diyen muhaliflere de, yine aynı terane ile “vay çözümün barışın düşmanları, anaların ağlamasını istemeyen vatan hainleri” diye saldırıyordu.
Linç etmek, her durum ve koşulda, sizlerin elinde! O gün de katilliği oynuyordunuz, bugün de aynı oyunu sürdürüyorsunuz.

İkinci küçük dilimi yutarken
Cumhurbaşkanı’nın, Çalışan Gazeteciler Günü’nde ağzından bal damladı, okuduğumda ikinci küçük dilimi daha yuttum (bu ülkede yaşadıkça geride daha çok var merak etmeyin!). Diyordu ki:
Büyük, köklü ve güçlü ülkeler çok sesli, renkli, etkin, modern teknoloji ile donatılmış basın yaygın organlarına sahiptir. Medya bağımsız olmalı, basında çalışanlar, gazeteciler, haberciler ne kadar özgür olursa, o ülkenin demokrasisi de o denli güçlü olur.”
Ülkemizde olmayan bir şeyi tarif ediyor Cumhurbaşkanı. Bu da bir yöntemdir! Hiç üstünüze almazsınız, öyle olması gerekir dersiniz. Basın özgürlüğünün yokluğundaki rolünüzü es geçtiğinizde arka planda şu itiraf görülür: Evet olması gerekeni söylüyorum ama elimden gelmiyor özgürlük, ne yapayım!
Özgürlüğü sevmemesinin bedelini tabii ki birileri ödeyecektir. Mesela Can ve Erdem. Tabii ki Beyaz.. Ve diğerleri. Ve medya üzerinde alabildiğine artan yok edici baskı..

Ey basın sorumsuz davranma
Ama durun, Cumhurbaşkanının bu “özgürlük” demecinde bir ama var: “Fakat basın özgürlüğü hiç bir zaman sorumsuzluk olarak da algılanmamalıdır.”
Hah tamam, oldu şimdi! Bu eksiklik nedir diye merak ediyordum!
Bugün yaşadığımız özgürsüzlüklerin nedeni, “basın özgürlüğünü sorumsuzluk olarak algılayanlar” oluyor.
Sorumsuzlara ne yapılır, haksız hukuksuz, keyfi, alınır içeri atılır.
En büyük sorumluluk, iktidarın “karşı medya”sına iltihak etmektir. Özgürlük orada! Hem de nasıl!
Muhalif olmak ise en büyük sorumsuzluktur.
Bir türlü anlamadığımız, çözemediğimiz ve başımızın durmadan derde girmesinin nedeni budur.

Bu aptal kafayla varacağımız bir yer yok.
12 Ocak 2016 Salı / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder