Başkanlık rejimi, sağ iktidarların ülkeyi adeta
sürekli yönetimi anlamına gelir mi? Gelir... Ortada fonksiyonel olarak sadece
iki parti kalır. Biri diyelim ki bugünkü koşullarda AKP, diğeri de CHP. Ne
MHP’nin ne mesela HDP’nin ne de başka küçük partilerin esamesi okunur..
Tıpkı Amerika’daki iki partili sistem gibi. Ama
oradaki iki parti, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar ülkede dengeli bir oy
potansiyeline sahip, Tahtaravelli’nin iki ucunda oturuyorlar. Biri iniyor
diğeri çıkıyor.. Üçüncü parti “liberaller” ve minik partiler yerlerde çerçöp
topluyorlar..
Ama bizde bu bile olmaz, sürekli olarak bir sağ
parti iktidar olur, daha doğrusu her çeşidinden ve renginden bir başkan, artık
padişah mı, muktedir mi, diktatör mü her neyse, ülkeyi yönetir. O cenahtan biri
biner diğeri iner. Tabii sürdürülebilir bir rejim kurabilirlerse.. Bakın
nasıl..
>
Başkan
seçimi yüzde 50 +1 oy
Başkanlık rejimi kabul edilirse, başkanı ve
partisini halk seçecek. Oyların yarısından bir fazlasını alan bakan seçilecek.
Seçim iki partinin başkan adayları arasında geçecek.
Ülkemiz seçmeninin genellikle sağda olduğunu
görürsek, sağ kanattan bir lider ülkeyi yönetiyor olacak. İki partili bir
rejime dönüşecek. Genellikle kaybeden “demokrat ve sosyal demokrat” kanatlar
olacak, görünmez geleceğe kadar.
Başkan seçilen kişi, hükümeti kuracak, istediği
kimseleri bakan olarak atayacak. Bir başbakana da ihtiyaç olmayacak.
Küçük
partilere tasfiye
Küçük partileri (MHP-HDP ve diğerleri) tasfiye
eden bir sistemden bahsediyoruz.
Özetle iki partili bir başkanlık rejimde,
pratikte ülkemizde sürekli sağ partilerin iktidarını öngören, ancak başkan ve
adamlarının ülkeyi siyasi ve iktisaden çökertmesi gibi olağanüstü koşullarda,
eğer seçimler düzgün yapılabiliyorsa hala, demokrat bir liderin seçilmesinin
gündeme gelebilecek
Mesela bu sistemde “koalisyon” bulunmuyor.
Meclis’te temsil edildikleri milletvekili sayılarına göre ortak bir hükümet
kurabilecek partilerin bu şansı sıfır. Çünkü “Başkan” bakanları kendi atıyor,
eldeki bilgilere göre de meclis dışından.
Oysa güçler ayrılığına dayanan parlamenter
sistemde ise, hemen her partinin,
koşullar olanak tanırsa, hükümete ortak olma olasılığı bulunuyor.
Şüphesiz, biraz olağandışı koşullarda, eğer
Türkiye’ye özel başkanlık rejimi yasaları izin verirse, mecliste çoğunluğun muhalif
partilere geçmesi de mümkün olabilir.
Demokrasi
kırıntılarını tasfiye
Bugünkü kurumların nasıl çalıştığı belli. Yargı
dahil, iktidarın elinde bir alet. Demokrasi ve güçler ayrılığı diyemeyeceğimiz
bir rejimin yönetimi altındayız. Ülkemiz kusurlu demokrasi sınıfına bile
girmeyen bir melez ülke yapısında.
Bazı parlak fikirler dolaştırılıyor kamuoyunda:
“Zaten RTE bakan gibi yönetmiyor mu,
istediğini yaptırmıyor mu, eee o halde, yasalarda anayasada olmayan,
sorumluluğu olmayan böyle bir yetki kullanıyor olmasındansa, hiç olmazsa
yasalar karşısında hesap vereceği ve sorumlu olacağı bir başkanlık yetkisi
kullanması daha iyi değil mi?”
Nerelere düştük! Kanseri göstererek, zatürreye
razı etme manevrası bu.
Hayır değil! Cumhurbaşkanı bu aslında olmayan
yetki kullanmaktan son derece rahatsız. Yarın partisi içinde veya dışında
dengeler değiştiğinde, kullandığı yetkiler esas sahiplerinin eline geçerse
ortada kalır ve üstelik soruşturmaya konu olacak yasal durumlar ortaya
çıkabilir.
Bu nedenle bugünkü durumunu anayasal güvence
altına almalıdır.
Daha da önemlisi, Başkanlık Rejimi, Cumhuriyet
döneminin kapanması ve Yeni Türkiye dedikleri, RTE dönemini
resmen başlatacak olan esas sayfadır.
Ülkenin bugüne kadarki demokratik, kurumsal
deneyimleri ve kazanımlarını da sıfırlayacak bir dönemi...
...”Adaleti” tek adamın dağıtacağı..
Bu oyunu oynamaya hasır muhalefet partilerini
görüyorum..
Haydi hayırlısı!
7 Ocak 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder