SAYFALAR

29 Nisan 2015 Çarşamba

Mehmet Şimşek’i Bitiren Rakamlar


Şu sıralarda iktidarın ekonomi böbürlenmelerine çok iyi yanıtlar var, damardar ekonomi bugün! Bazı çalışmaları bilince çıkartalım:
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, sosyal medyada şu bilgiyi paylaşarak AKP dönemi ile övündü, hem de “işte AKP farkı” notuyla:

Türkiye’nin dış ticaret hacmi (Milyar $)
2002  > 87,6
2014  > 399,8
3,6 kat artış..”

Şimşek, 12 yıl içindeki büyük sıçramalar yaptıklarını ileri sürerek, seçim sürecinde kafa yıkadığını sanıyor.. Derken..
***
Çağdaş Şirin, TÜİK dış ticaret istatistiklerini kullanarak, tüm Cumhuriyet döneminin 10’ar yıllık sıçramalarını sosyal medyada açıkladı ve bir sosyal paylaşımcının notuyla “Mehmet Şimşek’i bitirdi”! (Hem de şu notla: “yazık yahu, o da insan!)
1923 (0,14 mia$)   -1933 > 0,7 kat artış
1933 (0,10 mia$)   -1943 > 3,4 kat
1943 (034 mia$)    -1953 > 2,6 kat
1953 (0,93 mia$)   -1963 > 1,1 kat
1963 (1 mia$)       -1973 > 3,2 kat
1973 (3,4 mia$)    -1983 > 4,4 kat
1983 (15 mia$)     -1993 > 3    kat
1993 (45 mia$)     -2003 > 2,6 kat
2003 (116 mia$)    -2013 > 3,5 kat
2013 (403 mia$)    -2023 > 2,5 kat (planlanan)
***
Demek ki neymiş, ortada AKP farkı diye bir şey yokmuş.. Türkiye ekonomisi onar yıllık dönemlerde fark yaratan bir dış ticaret hacmı yaşamamış, olması gereken kadar artmış.. 1973-1983 dönemindeki 4,4 kat artışın da çok altında kalmış.
1973 ve sonrası Türkiye ve dünya, üstelik çok önemli bir olay yaşamaya başladı: Petrol krizi .. Petrol 1973’de 10 dolardan 1983’e 65 dolara yükseldi ve buna rağmen Türkiye ekonomisi bir patlama yaşadı adeta!
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bu iktidar döneminde olduğu kadar dışarıdan içeriye sel gibi milyarlarca dolar borç da akmadı! Üstelik görülmemiş ucuzlukta..

Şimşekler ekonomiyi küçülttü
Peki, Mehmet Şimşek ve hükümeti ne yaptı? Dışarıdan akan parayı üretici bir ekonomiye dönüştürmek için kullanmak, dış ticaret hacminde 3,5 kat değil 7-10 kat bir artış sağlamak, büyük iş alanları ve yaratmak yerine, bu parayı tüketime harcadılar. Türkiye, yabancıların tüketim cennetlerinden biri oldu.. Türkiye, toplam 500 milyar dolar borçlandı. Borçsuz birey kalmadı neredeyse..
Ve bugün gelinen noktada, Mehmet Şimşek ve hükümeti, yüzde 2,9 büyümeyle ve işsizliği arttırarak ekonomiyi küçülttü.. Adam başına milli gelir bazı hesaplara göre 10 bin doların altına düştü!
Kalkmış bir de övünmüyor mu! Siz Türkiye’ye bu parayla aslında batırdınız. Türkiye’nin ulusal varlıklarını satarak elde ettiğiniz 60 milyar lirayı mı doları mı neyse, yiyip bitirerek ülkeyi göreceli olarak yoksullaştırdınız!
***
Çağdaş Şirin, bir de AKP’nin 2011 seçimler öncesi gerçekleşmeyen vaadlerini derlemiş. Mesela:
Milli gelir                  800 milyar $ (vaad 1076 mia)
Kişi başı milli gelir   10.400 $        (vaad 14.000)
İhracat                         157 mia$     (vaad 201)
Otoyol                          19 km         (vaad: 750 km)
Yüksek hız. demiryo hattı 888 km (vaad: 3500 km)
Vb.
Size bazı bilgiler de, koalisyon hükümetlerinin ne kadar  “kötü” olduğu üzerine yapılan propagandalar üzerine..
1)            AKP döneminde kalkınma hızı ortalama yüzde 4,4
2)            AKP öncesi dönemde –koalisyonlar dahil- kaltkınma hızı, ortalama 4,5

Koalisyonla yönetilen ülkelerin durumu
Peki dünyada adam başı milli geliri 25 bin doların üzerindeki ülkelerde yönetim tarzı nedir?
Özcan Kadıoğlu araştırmış: 17 ülke koalisyonla yönetiliyor (Lüksemburg, Norveç (100 bin doların üzerinde); İsviçre, Danimarka, Avustralya, İsveç (58.000-80.00 $ arası); Avusturya, Hollanda Finlandiya, Belçika, Izlanda, Almanya, Yeni Zelanda, İngiltere, İsrail, İtalya, Japonya (47 bin- 34 bin $ arası)
Tek parti, başkanlık veya monarşiler: Katar, Singapur, Amerika, Kanada, Irlanda, Fransa, İspanya, Güney Kore..
***
Koalisyonlar felaket deniyor ya.. Evet geçmişte gerçekten beceriksiz ve kötü koalisyon dönemleri yaşadık. Ama onlar geçmişte kaldı. Buna rağmen o dönemin büyüme hızı AKP’den biraz fazla.
Koalisyonlar ayrıca geniş tabanlı bir halk desteğine oturur ve ülkede kutuplaşmayı epey önler.
Koalisyon olur mu 7 Haziran sonrası?


----28 Nisan 2015 Salı – Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

27 Nisan 2015 Pazartesi

Herkes TC ile Hesaplaşmak İstiyor


HDP’nin “radikal demokrasi- demokratik özerklik” bildirgesini bugün başka önemli açılardan değerlendireceğim. Bu bağlamda şu cümleye bakalım: “tarihte yaşanmış soykırımlar, katliamlar, infazlar, kayıplar ve benzeri uygulamaların araştırılması ve hakikatlerin gün ışığına çıkarılması amacıyla ‘Hakikat Komisyonları’nın ivedilikle kurulması için gerekli çalışmaları yapacak”..
Bildirge’de, araştırılacak somut olaylar üzerinde durulmuyor, adeta bütün Türkiye Cumhuriyeti tarihini “kriminalize etme” niyeti kapalı olarak dile getiriliyor. HDP’ye göre zaten 1915 tarihinde yaşananlar “soykırım”dır.
Amerikan Ermenilerinin Kongre’ye sundukları son soykırım karar tasarısında, eskiden 1915 olan tarih, 1915-1923 olarak genişletildi ve Milli Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve silah arkadaşlarının mücadelesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, hatta Türkiye’nin kuruluş senedi olan Lozan Anlaşmasını içeren Kurtuluş ve Kuruluş süreci de, “soykırım” kapsamında değerlendirildi.
Açıkça Ermeni Diyasporası, Türkiye’nin varlığını bile kabul etmiyor ve uluslararası bir savaşı siyasi, dini, toplumsal ve diplomatik alanda sürdürülüyor.
HDP-PKK unsurları da bu noktada Diyaspora ile bütünleşiyor gibi. Emperyalizme karşı verilen ve bütün dünyaya örnek olan milli kurtuluş savaşı ve sonuçta hepxsinin kabul etmek zorunda kaldığı Türkiye Cumhuriyeti’nin ne kadar çok düşmanı var.. Herkesin içinde kalmış bir hesaplaşması var.
Tabii başta AKP’nin Yeni Osmanlıcıları.. Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “reklam arası” kabul edenlerden tutun, ulusal devleti “parantez”e alarak, kendilerini Osmanlıya yapıştıran Davutoğlu ve diğerlerine kadar..
Atatürk ve devrimlerini faşist ve tepeden dayatılan kararlar olarak görerek reddeden liberal solcu eskileri ve bir kısım “muhafazakar” liberallere kadar..
Tabii ki Ermeni Diyasporası ve onların destekçileri..
Ve Kürt Siyasi ve Silahlı Hareketi..
HDP bildirgesinde resmini çizmeye çalıştığı “Hakikat Komisyonları” de (Herhalde Cumhuriyet’in bütün tarihini hallaç pamuğu gibi atacak çok sayıda komisyon öngörülüyor), Türkiye Cumhuriyeti ile tepeden tırnağa ve her açıdan bir hesaplaşma niyetini içeriyor.
Yukarıda saydıklarımızın hepsi zaten Türkiye Cumhuriyeti’ni reddiye içinde..
HDP Bildirgesi de, ulus-devleti yıkıp, ulusalcılığı reddedip, özetle Türkiye Cumhuriyeti yerine “radikal demokrasi ve özerk yapılar” siyasi modeli öneriyor.

İki çok önemli nokta
HDP’nin bildirgesinde dikkati çeken iki başka cümle var. İlkinde, Başkanlık Sistemi’ni karşı olduklarını belirtiyorlar. Bu, bu köşede hep dile getirilen “AKP ile seçim sonunda yeni anayasada anlaşacaklar, ver başkanlığı al özerkliği alışverişine girecekler” saptamasına karşı, özellikle oyunu istedikleri bir kısım CHP seçmenine verilen bir “güvence” olarak görünüyor.
HDP’nin destekçileri de, bunu bildirgeye yazdığına göre yalan söylemezler, demek ki bunu yapmayacaklar, diyor.
Ben seçim bildirgelerinde böyle güvencelere fazla önem vermem.  Yeni koşullar yeni sözleri gündeme getirir. Mesela şu soruyu yöneltirim bu kez: Yeni anayasa yapımında RTE Kürtlere özerklik verme karşılığında önereceği başkanlık sistemini kabulunu istese, bu alışverişi kabul eder misiniz etmez misiniz? Çok somut soruyorum. Bunu ilan edin!
Bildirgede, ayrıca şu var: “Partimiz, her koşuda silahsız çözüm ve demokratik siyaseti savunacak.”. Belki de ilk kez yaptıkları bu saptamayı çok önemli buluyorum. HDP’nin “silahlı gücünü vesayeti”nden kurtulma adımı olarak mı kabul edelim bu bildirgedeki sözü? HDP içinde bu yönde gelişen bir siyasi anlayışın varlığı Türkiye’de çözümün yolunu açacak önemli bir adım olabilir. 
PKK’nın da silahı, Türkiye’de siyaset aracı olarak kullanmaktan vazgeçmesi de, Kürt Meselesinde gerçekten bu kez demokratik çözümün yolunu açar.
Öcalan’ın son Nevruz açıklamasında (daha öncesinde de benzeri vardı) yaptığı, mealen “silahlı mücadele ile varılabilecek hedefler varıldı, bundan sonra silahla gidilecek yer kalmadı” saptaması, Kürt hareketi için de büyük bir gerçeklik ifade ediyor olabilir.

HDP’nin bunlar dışında, kadınlara ve gençlere yönelik, pek çok alanda “radikal” önerileri şüphesiz ki ilgi toplar. Ben en çok “Eşbaşbakanlık” önerilerine talibim! Kadın ve erkek..

HDP, bıcak sırtında gidiyor.. Bu konuyu ayrıca yazacağım, ama batıdaki oylarını AKP’ye veren Kürtlerin oyunu alamazsa, salt CHP’den kopartabileceği oylara bel bağlar ve barajı aşamazsa RTE’nin çok sevineceği bir durum ortaya çıkacak. Bu CHP’lileri de yakan bir onuç üretebilir. Bunu sonra yazacağım.
--27 Nisan 2015 Pazartesi – Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Seçim Bildirgesi: HDP’nin “Radikal Demokrasi”si Üzerine

HDP (Halkların Demokratik Partisi)’nin seçim bildirgesi 30 sayfaya yakın. Doğru dürüst eleştiri yapılmadı. Yapılanlar ise bir övgü bir övgü, hiç bir partinin bildirisi yanına yaklaşamazmış.  
HDP bildirgesini, Mirgün Cabas’ın geçen haftaki programında (Herşey, CNNTürk) HDP milletvekili adayı Prof. Mithat Sancar ve MetroPoll araştırma şirketinden Prof. Özer Sancar ile tartışmıştık. Şüphesiz bu tür programlarda Moderatör’ün çizdiği çerçeve ve yönelttiği sorularla sınırlı kalıyorsunuz, zaman dar ve herşeyi ele almanız mümkün değil.
Ben bildirgenin, ilgilendiğim “belkemiği” üzerinde durmak istedim. Şunu vurguladım
Bildirge ana ilkesinde Türkiye’ye yeni bir idari ve anayasal yapılanma öngörüyor. Örneğin demokratik özerkliği önemle vurguluyor. Şüphesiz bunlar anayasa değişikliği gerektirir. Bu, HDP için varlık sorunu. Anayasa değişikliği AKP ile HDP’nin örneğin 10 maddelik Dolmabahçe Deklarasyonu’nun da belkemiği, iki parti Meclis’te bu konuda işbirliği, al-ver uzlaşma yaparlar..
Prof. Mithat Sancar, “bildirgenin içinden cımbızla bir sözcüğü çekiyorsun, ve işte ana fikrin bu olduğunu söylüyorsun” diye nutuk attı. Ekrandan HDP propagandası için yanlış söylemek yakışmaz, hele hele bir akademisyene.. 
Şimdi bakalım cımbızla mı çekip almışım yoksa şu özerklik, bildirgede kaç kez ve nasıl geçiyormuş:

“Tüm Halklara Demokratik Özerklik”
Bütün halkların kendi anadilleriyle, kendi kimliklerini ve kültürlerini demokratik özerklik anlayışı çerçevesinde gerçekleştirme hakkıdır.”
“Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetine son verilecek, halkların ihtiyaç duyduğu özerklik modellerinin ve kendi kendilerini yerinden ve yerelden yönetmelerine olanak sağlayacak demokratik yönetim biçimlerinin geliştirilmesi ve yaşam bulması için gerekli adımlar atılacak. Demokratik Özerklik, halkların yönetim ve karar süreçlerine katılımının sağlanması için hayata geçirilecek.
“Demokratik Özerklik” (Ara başlık olarak bildirgede yer alıyor)
Demokratik özerklik, bütün halkların farklılıklarıyla birlikte, özgürce yaşamalarına imkân yaratacak ve gönüllü birliği sağlayacak gerçekçi ve gerçekleşebilir bir modeldir.”
Demokratik özerklik, Kürt sorununun çözümünde, Türkiye'nin demokratikleşmesinde, toplumsal barışın gerçekleşmesinde, halkların özgür ve gönüllü birliğinde önemli bir rol oynayacak..
“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na konulan şerhler kaldırılacak ve ilgili ek maddeler imzalanacak..”
***

Bildirgenin ilk sayfaları, özerk yönetim talebi üzerinedir! Daha sonra kadın, çocuk, ekonomi vb konuları ele alınıyor.
Bildirgede bol bol “tüm halklar” sözü geçiyor. 7 kez Kürt Sorunu, bir kez “Kıbrıslı Türk ve Rumlar” bağlamında Türk sözü geçiyor.
Bildirge’de millet/ ulus sözcüğü geçmiyor. Tek yerde “millet” geçiyor, o da Türkiye’nin yapısına eleştiri yaparkan “tek millet-tek mezhep anlayışını..” cümlesinde..
Bildirge aslında “ulus-millet” gerçeğine karşı çıkıyor. Ulus, ulusal devlet, ulusallık vb yok. Bunun yerine, yukarıdaki alıntılarda da net gördüğünüz gibi, çeşitli dinsel, mezhepsel, kültürel, etnik yapılar, halklar geçiriliyor. Ve bunların özerk yapıları..
Şu cümleyi aktarıyorum: “HDP, Türkiye'nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli yapısına uygun yeni bir ‘toplumsal sözleşme’ ihtiyacını ertelenemez temel bir politik görev olarak önüne koyacak.”

Ulus yok, topluluklar var
Türkiye’ye önerdiği budur. Ayrı ayrı topluluklardan oluşan (umarım içlerinde Türkler de vardır!!), ne idüğü belirsiz bir yeni “ülke yapısı”. Mezhepler, etnisiteler, kültürler ve toplulukların özerk yapılarından oluşan bugün için ancak ucube diyebileceğim bir yapı Bunun adına da radikal demokrasi diyorlar. Mithat Sancar’a göre bilimsel terminolojide varolan bu radikal demokrasi kavramı bana yabancıymış. Öyle dedi!
Tam emperyalistlerin parçalayıp istedikleri gibi dağıtacakları, yokedecekleri, kendi etki alanlarında minik uşak devletçikler kurabilecekleri bir “yeni Türkiye”ye hazırlığı dile getiriyor “radikal demokrasi”, Mithat Bey, bilmez olur muyum! En son Libya’da, Suriye’de, Irak’ta hala yaşıyoruz, “radikal demokrasi” deneyimini.
HDP bildirgesi (*), bu açıdan bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti ile tam bir hesaplaşmanın da altyapını öneriyor.
Belki 200 yıl sonrası için bir ütopya olarak kabul edebileceğimiz “radikal demokrasi”, “süyük insanlık” rejim önerisinin dışında, başka ve iyi yönleri de var.
 (*) Şunu esas aldım: www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/259275/iste_HDP_nin_secim_bildirgesinin_tam_metni.html  Ayrıca bu buradan yola çıkarak sözlü olarak yaptıkları “büyük insanlık” başlıklı bir de çağrı metinleri var.
 --26 Nisan 2015 – Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

25 Nisan 2015 Cumartesi

Ermeni Tehciri: Papa’nın İşe Karışmasının Anlamı


Papa 100.yılda işe karıştı ve sahnede en büyük rolü aldı. Bu bir soykırımdır, dedi.
Böylece 2015 olayının değerlendirmesine, siyaset ve hukuk boyutuna bir de dinsel bir bütünlük kazandırdı.
Bu dinsel boyut hepsinden önemlidir. Siyaseti tartışırsınız, hukuk için yargı var, şu var bu var.. Ama olayın içine dini karıştırdınız mı, hiç bir zaman çözemeyeceğiniz bir kördüğüm eklemiş olursunuz.  Siyaseti, parlamentolarda vb tartışırsınız..
Hukukta adaleti, yargı ile insafı, biraz doğrusuyla biraz yanlışıyla ayırt etmeye çalışırsınız..
Siyaset ve hukuk, yeryüzüne aittir. Hakiki şeylerdir. Yeryüzüne ait olgulardır.
İnsanlık şüphesiz ki etkilenir ama en sonunda dünyada yaşanmış büyük katliamların bir parçası der. Şüphesiz ki kayıtsız kalmaz. Hiç Kızılderililer zamanına gitmeye gerek yok.
ABD iki atom bombası ile Nagazaki ve Hiroşima’da iki atışta dünyanın en büyük katliamını yapmıştır, iki kente “soykırım” uygulamış mıdır?! Irak’ta 1 milyon Iraklı’nın şu veya bu biçimde öldürülmesinde bir numaralı rolü uygulamıştır. Bu bir soykırım mıdır.. Suriye’den 3 milyon kişi evinden barkından sürülmüş ve 200 bin kişi öldürülmüşse, bu olayı soykırım açısından tartışmalı mıyız.. Yoksa bunlar dünyanın adi vakalarındandır, olur böyle şeyler deyip ki geçeceğiz..
Bu olayları “dünyevi” ve “siyaset” çerçevesinde görüyoruz. Deşen yok. Bir alçakça düzen sürüp gidiyor.
Ama Papa Bey olaya karışınca, işin rengi toptan değişiyor.
Ama dinin dünyevi olaylarda tartışılacak bir yönü yoktur. Papa bey “böyledir. Hukuk ve siyaset derken, olayın en üst kabuğunu bir Hristiyanlık meselesiyle sarıyorsunuz. Bu kabuk, içerideki gerçekleri görülmez kılıyor. Onlara artık kimsenin ulaşabilirliği yoktur, milyarlık Hristiyan alem için mesele adeta kapanmıştır!

Soykırıma dini çatışma bindirme
 Papa öyle dediyse, tamam; din bağnazlıktır, doğmalarla yaşar, tartışılır bir şey değildir. Hristiyan dininin en üst makamı 1915’i “paketlemiş”, üzerine kalın bir “soykırımdır” damgasını vurmuş ve altına da “İmza Papa” demiştir.
Ermeniler Hristiyanlığı ilk kabul eden millettir diyerek, olayı dini boyuta taşıyarak üstelik olayı bir Hıristiyanlık meselesine dönüştürmüştür.
Sahi Avrupa dini kiliseye hapsetmemiş miydi? Bu adam neden başını Vatikan’dan çıkarıp siyasi ve hukuki konulara sokuyor? Bu bağlamda Papalığın yeniden siyaset ve toplumsal alanda rol alma geri dönüşü isteği de yatıyor. (Tabii ayrı soruyu bizim Diyanet’e de yöneltmeliyiz, kardeşim sen neden dünyevi işlere burnunu sokuyorsun, hadi git işine!)
Papa, “Hristiyanlara katliam sürüyor” diyerek de, Ermeni Meselesi’ni kendine dünya sahnesinde yeni bir alan açmanın da fırsatı olarak kullanmaktadır.
Sadece o kadar mı? Bir Hristiyan- İslam çatışmasını da körüklemenin kıvılcımını aramaktadır. Din savaşları mı? Bu gizliden gizliye zaten yok mu? “Kültürler- Uygarlıklar çatışması”nın bir kesiti de (Huntington’un tezi) iki dini kültüre (çatışmasına tabii!) dayanmıyor muydu..
Ayıkla pirincin taşını! Papa neydi, sosyalist falan mı?!
Papa’nın bu müdahalesi bizim “sözde sosyalistler”ce, “soykırımcı”larca da sessiz alkışlarla karşılandığını kestirmek zor değil. Böylece Türkiye, “bu kahrolası, yıkılası, parçalanası” ülke-devlet, biraz daha küresel olarak köşeye sıkışmıştır. Bir “son darbe”nin adeta bekleyişi içine girilmiştir. Yüzlerinde perdelenemeyen nefreti görüyorum.

Soykırımcı Yaklaşım Neyi Çözer
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile 1915’in soykırım olup olmadığının hukuken tartışmalı olduğunu söyleme zorunda kalırken, siyaseten bir “soykırım idamı” ve “diz çöktürme” politikası ile karşı karşıyayız. Büyük Felaket, evet... Birinci-İkinci Dünya Savaşlarında 100 milyondan fazla insanın öldürülmesi daha büyük felakettir. Tabii, topraklarından büyük ölçüde sökülüp atılan, tehcirde yüzbinlerce ölen öldürülen bir etnisite var.
Almanya’da Yahudiler durup dururken yokedildi, bir ırk temizliği.. Ama Anadolu’da gerçekleşen durup dururken olmadı. Büyük Birinci Dünya Paylaşım Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunu paylaşma savaşı, Anadolu’da 1915’e kadar Ermeni milliyetçi ayaklanması.. Ve karşılıklı Katliamlar.. Anadolu’nun bir yurt edinme savaşına dönüşmesi olayı vardı aslında.
Bütün bunların etkileriyle yaşanmış bir facia.
Şunu derim hep: Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı’daki serüveni, Türklerin Anadolu’dan sürülmesi ile de sonuçlanabilirdi. Bir Türk diyasporası yaşanırdı. Yurt edinme ve büyük dış-iç savaşlarının sonuçları her zaman felaketlerle doludur..
***
Biraz rahat bırakılsa Büyük Felaket, Avrupa Parlamentosu, Papa Bey, ülkeler olayın içine burunlarını böylesine sokmasalar, karıştırıcı boyun eğdirici değil de uzlaştırıcı- sorun çözücü yanaşsalar, Türkiye ile Ermenistan ve dünya Ermenilerinin yeniden büyük kucaklaşmaları için kapılar açılırdı.
Türkiye de üzerine düşeni fazlasıyla yapardı...
Şimdi nereye gidiyor olay?

---23 Nisan 2015 Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet