Asrın en büyük hukuki düzenbazlıklarından biri
olarak tarihe geçen Balyoz davası dünkü duruşmalarda Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın
verdikleri ifade ile bence hukuki olarak da çöktü. Her ikisi de görmedik, bilmiyoruz, duymadık dediler. Özkök, Askeriyenin dışından dedikodu mahiyetinde
kimliği belirsiz ihbarlar geliyordu, ama bunların soruşturulmaya edğer bulmadık
dedi. Yalman da, uyduruk senaryoların üzerine inşa edildiği Seminer’in
yapılması emrini kendisinin verdiğini söyledi. Seminer, Ordu’nun semineri..
Balyoz planları da hükümet destekli Cemaat’ın adamlarına ait.
İki eski komutan da, ne Balyoz ne de Oraj falan
gibi operasyonel planları bilmiyorlardı. Nereden bilsinler! Senaryoların hangi
karanlık dehlizlerde kimlerce hazırlandığını, bilse bilse Bavulcu Baransu
bilir. Bir de kankaları.. Kankalarının elinde kalan gerekçe şu: “Evet
haksızlıklar yapıldı, kurunun yanında yaş da yandı!”
Pöh! İnsan utanır hala böyle şeyler söylemeye!
***
Bütün yargılanan komutanlar, subaylar orada.
Kartal Adliyesi’nin konferans salonu duruşma salonuna dönüştürülmüş. Öyle ki
savcı bile heyetle neredeyse yana yana oturuyor. Balkonda daha çok izleyiciler,
sanık yakınları.. Mahkemeye kadın yargıç başkanlık ediyor, titiz mi titiz;
yanında iki erkek yargıç. Savcı, her iki tanığa birer soru sordu. Belli ki
elindeki davanın tutar yerini bulamamış.
Avukatlar Özkök ve Yalman’da yöneltmek üzere
onlarca soru hazırlamışlardı. Yanyana oturduğumuz bir avukat hatta, 200’e yakın soru çıkartıldı, sadece Özkök’ün
bunları yanıtlaması saatler alabilir ve duruşma yarına bile sarkabilir
diyordu..
Ama Özkök ve Yalman, kendilerine yöneltilen
sorulara çok net ve açık yanıtlar verince, bütün hazırlıklar güme gitti ve avukat
ve sanık sıralarından “sorucak soru
kalmadı” sesleri yükseldi. İki komutan da böylece sıkıştırılmaktan,
terlemekten ve saatlerce ifade vermekten kurtuldular.
Aytaç Yalman, hatta, sanıklardan silah
arkadaşlarım diye bahsetti! Bu, bence, hepsinden toplu bir özür
dilemeydi!
Silivri mahkemeleri, bu iki komutanı tanıklığa
davet etmemişti.
Ama iddianamede isimleri geçtikleri için,
isteselerdi mahkemeye başvurabilir ve tanıklık etmek istediklerini
söyleyebilirlerdi. Sanık ve yakınlarının iki komutana ağır eleştirileri, tam bu
noktadaydı. Gelselerdi o zaman, dünkü ifadelerini o zaman verselerdi, mahkeme
çöker miydi?
Bazı sanık ve yakınlarının aksine, bence, dava
benzer şekilde mahkumiyetle sonuçlanırdı. Çünkü tezgah bu amaçla kurulmuştu.
Belki Silivri yargıçlarından birileri konuşur, o karanlık dönemi anlatır.
***
Salonun içi ve dışı, avukatlar, sanıklar ve
ailelerin gülen yüzleriyle sanki bir bayram yerini andırıyordu. Durumun,
Silivrideki duruşmalarla zerre ilgisi yoktu.. Orada gerilim vardı sadece.
Hukuksuzluk vardı, sanık ve avukat taleplerini dinlemeyen, zar zurt eden
ve diktatör yönetimlerine özgü
siyasi davalarda görülebilecek türde yargıçlar vardı.. Ve sürekli isyan
duyguları vardı!
En büyük duygu, bunca yıl süren en alçakça ve en
ağır suçlamalardan, yüz akıyla ve haklı çıkmaktır. Ben yattıkları 3-4 yıl ile
bugün ulaşılan sonucu birbiriyle kıyasladığımda, yüzlerinde yenilginin zerre
kadar izini göremedim. Ama haklı çıkmanın gururunu gördüm.
İnsan böyle bir şey! Onca acıyı, haksızlığı,
hapishaneyi, zorluğu, duygusal ezikliği, işkenceye dönüşen tutukluluk hallerini
unutur, geride belirleyici tek bir iz kalır: Haklılık duygusu; ve milletinin
karşısında bu gurur onlara yeter! Askerlik böyle bir şeydir: Vatan ve millete
helal olsun zindan günleri! Ama biliyorum ki, onca ay geçti ve pek çoğu henüz
hala toplumsal- sivil hayata uyum sağlayamadılar. İş konusu var, mahkumiyetleri
kesinleşenlerin haksız olarak üzerinde taşıdıkları mahkumiyet sicili var. Bir
pilot tümgeneral, “temiz sicil kağıdı” alamadığı için örneğin pilotluk
yapamıyor! Daha neler!
Tanıdığım tanımadığım, hemen çoğu ile gülüştük.
“İlk günden, bu dava kumpastır,
dediniz, gerçeğin yanında durdunuz ve hayat bunu doğruladı”. Herşeyi biraz
erken ilan ettik bu köşede! Daha 1,5 yıl önce yazdık ki,. bu dava hukuken
çökmüştür, bunu ayakta tutamazsınız.. Cemaate, RTE bu davayı üzerinize yıkacak, vakit varken, beraat kararlarınızı
verin ve bu ağır suçtan kurtulun, çağrısı bile yaptım.
Tertemiz insanlarla tanıştım. Sohbet ettik. “Siz Ordu’ya karşı bir insandınız, eziyetini
de çektiniz üstelik, ama bu davalarda gerçeğin yanında durdunuz” sözlerini
dile getirdiler durmadan. Herhalde bir gazeteciyi mutlu edecek tek şey, baştan
gördüğü gerçeği kısa sürede hayatın doğrulaması.
Bir subay: “Ankara
hapishanesindeydim ben, orada bizden önce de haksız yatanlar oldu. O zaman, bu
siyasi davaların döngüsünü farkettik..”
Bu dava topluma bir sürü siyasi, yetişkin,
herşeyi gören, toplumsal bilinci üst derece uyanık insan kazandırdı. Yazar,
ressam, sakal bırakan, arkada bağlanacak kadar uzun saçlı, ama henüz küpe
takmayan, yetenekli, yüzleri gülen özgür insanlar...
Çetin Doğan’lar, Vardiye Bizde’ler, Bilgin
Balaban’lar, Ahmet Yavuz’lar, Abdullah Gavremoğlu’lar, kahramanlar,
madalyalılar.. Vatan nasıl, diye
soran Yusuf Afat’lar.. Hepsi oradaydı.
***
Bu dava, mahkeme, salt dosya üzerinden yapacağı
bir inceleme ile, subayları suçlayacak tek bir delil bile bulamaz ve ilk
celsede beraat kararı verir. Evet, bu kadar söylüyorum... Ama siyasi ve hukuki
çoktan çöken bir dava, şekil bakımından, noktanın konacağı bir kaç ayın sonunu
bekliyor.
Ülkenin ve milletin, bu insanlara büyük bir özür
borcu var.
Bir özür olsa, hepsi vatan sağolsun diye
haykıracaklardır.
--4 Kasım 2014 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder