SAYFALAR

5 Kasım 2014 Çarşamba

Balyoz: Siyasi Çöküş ve Şimdi Hukuki Çöküş

Asrın en büyük hukuki düzenbazlıklarından biri olarak tarihe geçen Balyoz davası dünkü duruşmalarda Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın verdikleri ifade ile bence hukuki olarak da çöktü. Her ikisi de görmedik, bilmiyoruz, duymadık dediler. Özkök, Askeriyenin dışından dedikodu mahiyetinde kimliği belirsiz ihbarlar geliyordu, ama bunların soruşturulmaya edğer bulmadık dedi. Yalman da, uyduruk senaryoların üzerine inşa edildiği Seminer’in yapılması emrini kendisinin verdiğini söyledi. Seminer, Ordu’nun semineri.. Balyoz planları da hükümet destekli Cemaat’ın adamlarına ait.
İki eski komutan da, ne Balyoz ne de Oraj falan gibi operasyonel planları bilmiyorlardı. Nereden bilsinler! Senaryoların hangi karanlık dehlizlerde kimlerce hazırlandığını, bilse bilse Bavulcu Baransu bilir. Bir de kankaları.. Kankalarının elinde kalan gerekçe şu: “Evet haksızlıklar yapıldı, kurunun yanında yaş da yandı!”
Pöh! İnsan utanır hala böyle şeyler söylemeye!
***
Bütün yargılanan komutanlar, subaylar orada. Kartal Adliyesi’nin konferans salonu duruşma salonuna dönüştürülmüş. Öyle ki savcı bile heyetle neredeyse yana yana oturuyor. Balkonda daha çok izleyiciler, sanık yakınları.. Mahkemeye kadın yargıç başkanlık ediyor, titiz mi titiz; yanında iki erkek yargıç. Savcı, her iki tanığa birer soru sordu. Belli ki elindeki davanın tutar yerini bulamamış.
Avukatlar Özkök ve Yalman’da yöneltmek üzere onlarca soru hazırlamışlardı. Yanyana oturduğumuz bir avukat hatta, 200’e yakın soru çıkartıldı, sadece Özkök’ün bunları yanıtlaması saatler alabilir ve duruşma yarına bile sarkabilir diyordu..
Ama Özkök ve Yalman, kendilerine yöneltilen sorulara çok net ve açık yanıtlar verince, bütün hazırlıklar güme gitti ve avukat ve sanık sıralarından “sorucak soru kalmadı” sesleri yükseldi. İki komutan da böylece sıkıştırılmaktan, terlemekten ve saatlerce ifade vermekten kurtuldular.
Aytaç Yalman, hatta, sanıklardan silah arkadaşlarım diye bahsetti! Bu, bence, hepsinden toplu bir özür dilemeydi!
Silivri mahkemeleri, bu iki komutanı tanıklığa davet etmemişti.
Ama iddianamede isimleri geçtikleri için, isteselerdi mahkemeye başvurabilir ve tanıklık etmek istediklerini söyleyebilirlerdi. Sanık ve yakınlarının iki komutana ağır eleştirileri, tam bu noktadaydı. Gelselerdi o zaman, dünkü ifadelerini o zaman verselerdi, mahkeme çöker miydi?
Bazı sanık ve yakınlarının aksine, bence, dava benzer şekilde mahkumiyetle sonuçlanırdı. Çünkü tezgah bu amaçla kurulmuştu. Belki Silivri yargıçlarından birileri konuşur, o karanlık dönemi anlatır.
***
Salonun içi ve dışı, avukatlar, sanıklar ve ailelerin gülen yüzleriyle sanki bir bayram yerini andırıyordu. Durumun, Silivrideki duruşmalarla zerre ilgisi yoktu.. Orada gerilim vardı sadece. Hukuksuzluk vardı, sanık ve avukat taleplerini dinlemeyen, zar zurt eden ve  diktatör yönetimlerine özgü siyasi davalarda görülebilecek türde yargıçlar vardı.. Ve sürekli isyan duyguları vardı!
En büyük duygu, bunca yıl süren en alçakça ve en ağır suçlamalardan, yüz akıyla ve haklı çıkmaktır. Ben yattıkları 3-4 yıl ile bugün ulaşılan sonucu birbiriyle kıyasladığımda, yüzlerinde yenilginin zerre kadar izini göremedim. Ama haklı çıkmanın gururunu gördüm.
İnsan böyle bir şey! Onca acıyı, haksızlığı, hapishaneyi, zorluğu, duygusal ezikliği, işkenceye dönüşen tutukluluk hallerini unutur, geride belirleyici tek bir iz kalır: Haklılık duygusu; ve milletinin karşısında bu gurur onlara yeter! Askerlik böyle bir şeydir: Vatan ve millete helal olsun zindan günleri! Ama biliyorum ki, onca ay geçti ve pek çoğu henüz hala toplumsal- sivil hayata uyum sağlayamadılar. İş konusu var, mahkumiyetleri kesinleşenlerin haksız olarak üzerinde taşıdıkları mahkumiyet sicili var. Bir pilot tümgeneral, “temiz sicil kağıdı” alamadığı için örneğin pilotluk yapamıyor! Daha neler!
Tanıdığım tanımadığım, hemen çoğu ile gülüştük. “İlk günden, bu dava kumpastır, dediniz, gerçeğin yanında durdunuz ve hayat bunu doğruladı”. Herşeyi biraz erken ilan ettik bu köşede! Daha 1,5 yıl önce yazdık ki,. bu dava hukuken çökmüştür, bunu ayakta tutamazsınız.. Cemaate, RTE bu davayı üzerinize yıkacak, vakit varken, beraat kararlarınızı verin ve bu ağır suçtan kurtulun, çağrısı bile yaptım.
Tertemiz insanlarla tanıştım. Sohbet ettik. “Siz Ordu’ya karşı bir insandınız, eziyetini de çektiniz üstelik, ama bu davalarda gerçeğin yanında durdunuz” sözlerini dile getirdiler durmadan. Herhalde bir gazeteciyi mutlu edecek tek şey, baştan gördüğü gerçeği kısa sürede hayatın doğrulaması.
Bir subay: “Ankara hapishanesindeydim ben, orada bizden önce de haksız yatanlar oldu. O zaman, bu siyasi davaların döngüsünü farkettik..”
Bu dava topluma bir sürü siyasi, yetişkin, herşeyi gören, toplumsal bilinci üst derece uyanık insan kazandırdı. Yazar, ressam, sakal bırakan, arkada bağlanacak kadar uzun saçlı, ama henüz küpe takmayan, yetenekli, yüzleri gülen özgür insanlar...
Çetin Doğan’lar, Vardiye Bizde’ler, Bilgin Balaban’lar, Ahmet Yavuz’lar, Abdullah Gavremoğlu’lar, kahramanlar, madalyalılar.. Vatan nasıl, diye soran Yusuf Afat’lar.. Hepsi oradaydı.
***
Bu dava, mahkeme, salt dosya üzerinden yapacağı bir inceleme ile, subayları suçlayacak tek bir delil bile bulamaz ve ilk celsede beraat kararı verir. Evet, bu kadar söylüyorum... Ama siyasi ve hukuki çoktan çöken bir dava, şekil bakımından, noktanın konacağı bir kaç ayın sonunu bekliyor.
Ülkenin ve milletin, bu insanlara büyük bir özür borcu var.

Bir özür olsa, hepsi vatan sağolsun diye haykıracaklardır.

--4 Kasım 2014 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder