CBT Gündem, Sayı 1437, 3 Ekim 2014
Neyseki bilim dünyasında
aklı başında insanlar var ve bunlar politikacıların cihatçılığı “canavarlık”, “eli
yüzü gözü kanlı insanlar” ve “hemen öldürülmeleri gerekir” gibi yaklaşımlarına
prim vermiyor ve olayı anlamaya çalışıyorlar. Bilimin temelidir “anlamaya çalışmak”;
ne nasıl oluyor, doğa ve toplum olayları nasıl işliyor, topluluklar neden böyle
davranıyor sorularını yöneltmek ve yanıt aramak..
Bugünkü
Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizdeki kapak konumuz “Sıradan bir insan acımasız
bir cihatçıya nasıl dönüşür?”, kısmen bunu deniyor. Bizim bunun dıyında söyleyeceklerimiz
daha farklı şeyler var.. Ama, burada çok daha temel soru yöneltelim: Yönetici
politikacıların, bilimin ortaya ortaya koyduğu bilgi ve değerlendirmelerle ne
ne kadar ilgilendiğidir.. yanıtı hazırdır: Hiç...
Tarih ise aslında
IŞİD’in yarattığı benzeri büyük olayların dersleriyle doludur.
***
Mesela: Birinci Dünya
Savaşı’nın yenik ülkesi Almanya, anlaşmalarla vb aşağılanmasaydı, Hitler
iktidara gelebilir ve İkinci Dünya Savaşı mutlaka çıkar mıydı? Şüphesiz
diyenler olacaktır: Her iki dünya savaşı da kapitalizmin dünyayı yeniden paylaşım
hırsının ürünüdür.. Mesela Almanya’da 1930’lara kadar özellikle askeri-savaş
alanda büyük bilimsel gelişmeler yaşanmasaydı, tanklar -toplar -uçaklar- füzeler..
Hitler neye güvenerek dünyayı işgale kalkabilirdi?
Büyük olayların
şüphesiz pek çok nedeni vardır, bunlar bir araya gelir ve beklenen /olan olur.
IŞİD olayı ve dünyadan
özellikle İslamcı gençler arasında bulduğu desteğin nedenlerini araştırmadan,
doğru tek adım atılamaz. Olay nerede patlak verdi? Suriye ve Irak’ta..
Peki neden ve
nasıl?
***
En güncelinden başlayalım:
Suriye’de otoritenin parçalanması, iç savaşın patlak vermesi, 1400 kadar silahlı
grubun ortaya çıkması, irili ufaklı savaş beylerinin çıkarları.. Sivil ekonomiden savaş ekonomisine geçilmesi,
yaşamın artık savaş ekonomisine bağlı olarak sürmeye başlaması... Ve bütün
bu savaş ve savaş ekonomisinin Türkiye ve diğer İslam ülkeleri dahil batılılar
tarafından desteklenmesi..
Bunlar arasında
IŞİD’çilerin Suriye ve Irak’ta dışlanan veya dışlandığını hisseden Sünni yerel
halkla bütünleşerek büyük bir güç olarak fırlaması.. dış destek bulması..
Bir köktendinci
Sünni devlet yaratma hedefinin büyük cazibesi..
***
Şimdi bir adım
daha geri gidelim: Öncesinde Irak savaşı, Saddamcıların ezilmesi, Sünnilerin
bastırılıp iktidar dışına itilmesi.. Bir kısım büyük kitlenin kırılan onuru..
Daha da geride
gidebiliriz: Birinci körfez savaşı.
Biraz daha
geri: İran–Irak savaşı..
Bütün bu savaşlarda, ABD ve Batılı müttefiklerinin
bir numaralı rolleri.. Dikkat edin, Batının
tankı topu silahı uçağı sürekli olarak İslam ütlkelerinin ve aynı zamanda
Ortadoğu’nun üzerinde.. Parçala, böl, savaş, savaştır ve yönet..
ABD ve müttefiklerinin
bu politikaları, İslam dünyasında yarattığı büyük tepkiler, öncelikle El Kaide’yi
doğurdu.. Bu aynı zamanda “batı uygarlığı”nın bu ahlâksız yüzüne karşı siyasal
nefretin ifadesiydi.. Köktendincilik, siyasal bir sığınma ideolojisi olup çıktı..
IŞİD bütün
bunların bir parçasıdır, ürünüdür.
Şimdi Batı, bu
düşüncenin/tepkinin bir devlet biçiminde vücut bulması halinde kendisine karşı
yönelecek tehlikeleri “bahane” ederek, tıpkı Saddam’da olduğu gibi “uluslararası
koalisyon” ile yeniden savaş silahına başvuruyor..
IŞİD’i Ortadoğu’nun
diyelim ki son 60 yıllık geçmişinden ve batının kirli oyunlarından, petrolden ve
Filistin meselesinde sürekli İsrail’in arkasında olmasından ayrı düşünemezsiniz..
Tabii, İslam ülkelerinin aşağılanmış, gelişmemiş, dinin kıskaçları arasında
hapsedilmiş, bastırılmış ve sürekli sömürülmüş durumundan ayrı da..
Onuru kırılmış
veya yokedilmişliğin, IŞİD ve benzeri olayların ortaya çıkmasındaki rolünü
hisseden yok mu?
***
Zor bir soru,
zor bir durum...
Şüphesiz sürekli
“emperyalizm”de aramamak gerekir bunun nedenini..
Ama
emperyalizmin İslam ülkelerindeki işbirlikçi iktidarlarının ve bu iktidarların
halk üzerinde kurdukları otoritarizmin, egemenliğin, İslam dinini hep bir
iktidar aracı olarak kullanmalarının ve ne yazık ki halkın da sürekli olarak
bunları yutacak bir kültür ve eğitim içinde tutulmasının birinci derecede önemini,
hiç unutamayız..
İslam ülkelerinde,
belki tek gelişme ve çağdaşlığı yakalamanın en büyük fırsatı, ulusal çıkarları
koruma amaçlı Nasırcılık, Baasçılık gibi ideolojik-iktidar araçları
olabilirdi.. Kemalizmin, 1950’lere kadar ülkede oynadığı “başarılı” roldü bu,
bu sayede diğer İslam ülkelerinden hızla ayrıştık. Bu düşünce oralarda yayıldı
ama rolünü oynayamadı.
Bu akımların, öz-çıkış
nedenlerini unutmaları, bir iktidar bürokrasisine ve otoriter yönetimlere dönüşmeleri,
zaman içinde Batının işbirlikçiliğine evrilmeleri, devrilmeleri ve yerlerini de
onlara bırakmaları ile, artık Kaf Dağının ardında görünen bir ışık kalmadı
gibi...
Kendi ülkesinin
yaratıcı beyinlerini geliştirmeyen, ulusal plan ve programı olmayan ülkelerin
ve yönetimlerin, işbirlikçilikle çağdaşlığı yakalamaları hayaldir.. Böyle bir şey
ne olmuştur ne de gelecekte olacaktır.. En azından dünyanın bugünkü koşulları sürdüğü
sürece..
Gelecek Cuma
yeniden Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizde buluşmak dileğiyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder