Arınç “gülme üzerine” bombasını patlattığı
sırada bayram yemeğindeydik, kalabalık mı kalabalık.. Tabii erkekler kızgın,
ağızlarından dman fışkırıyor adeta, giydiren giydirene Arınç’a.. Ama çoğunluğu
oluşturan kadınlar öyle değildi, birbir ardına kahkahalar patlattılar.. Sonra
içlerinden biri kalktı ve parmağını uzatarak dedi ki, “söyle ona, bir daha karı gibi güldüğünü görürsek…”
Arınç’ı nereden göreceğim, ancak buradan o beni görür,
zaten verilen “talimat”, “yaz ona” biçimindeydi... Ertesi günkü gafı tam bir
fecaaattı.. Şu direk meselesi.. “söyle ona..” diyen dost aradı bu kez, “hiç bir şey deme, adamın psiko seksüel
sorunları olduğu açık… tedaviye gitmeli..”
***
Tedavi işler mi Arınç’a, bilemem. Terapistlerin bir
çaresi mutlaka vardır. Ama benim ilgi alanıma giren, kişisel psikolojik veya
psiko-seksüel sorunların tedavisi değil… Arınç gibiler için zor ve belki de
imkansız olan “kültürel tedavi”dir. Tabii çağdaşlığa kapalı, kendi baskın
erkek dünyasında hapis bir düşünce yapısı için kültürel tedaviden
bahsedilebilir mi, onu da bilmiyorum..
Çünkü “kültürel
tedavi”nin de ikna odaları veya ortamları ne yazık ki yok, kafasını
özgürlüğe bırakması gerek herşeyden önce.. Tabii toplumların özgürlük
mücedelesine ilişkin ktaplar okuması gerekir, son zamanlarda “Kadınların En Güzel Tarihi” kitabı
Arınç için epey zihin açıcı olabilir. Bir başlangıç-giriş metni olarak.. Tabii
en önemlisi bir de iktidarından dümesi gerekir! Türbanlı kadın yazarlar
arasında Arınç’a eğilen oldu mu, yoksa hepsi görev gereği pas mı geçtiler..
Arınçgiller familyasından erkekler de pas geçmiş(tir).
***
“Gülmek!” İnsanlar için inanılmaz bir olay, bizi diğer
hayvanlardan ayıran en temel bir nitelik belki de.. İssanoğlu’nun bir yarısına gülmeyi serbest bırakacaksın, ama
öbür yarısına yasaklayacaksın… Arınç ekstradan bir şey mi demek istiyor bu
ayrımla.. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına inandığına göre
(öyle m?!), demek ki ve tabii ki bağımsız bir “yaratık” olamaz! “O, erkeğin bir
yaratığı”..
Dün Ali Sirmen
dostum yazdı konuyu.. Gülmek, bütün insanlar için korkuyu aşmanın ve
özgürlüşmenin önemli bir anahtarı değil sadece, aynı zamanda güzellik saçmaktır! İnsan güldü mü
güzelleşiyor, tabii içten gülüş, isteyerek, beyninin onayı ve desteğiyle…
Çevresine de güzellik katıyor..
Yoksa, hinoğluhince, sinsice, hesaplıca, üç kağıtçılığı üstünden dökülen
gülüşlerden bahsetmiyoruz..
***
Tarihsel gelişim içinde, erkeğin hayatı sürdürmede
doğaya ve çevreye karşı verdiği savaşlarla elde ettiği ve kadının çocuk bakımı
nedeniyle de dışında kaldığı toplumsal alandaki egemenliği, daha yeni yeni
kırılıyor. Şunun şurasında, insanlığın diyelim ki 50 bin yıllık (çoğunlukla
erkek egemen) yakın tarihi içinde, 100 yıllık bir zaman diliminden
bahsediyoruz. Kadının fiili toplumsal özgürleşmesi meselesine girersek.
Geride kalan 49 bin 900 yüzyıllık erkek egemen tarih,
türlü çeşitli toplumlarda bazen bütünüyle, bazen yüzde 70, bazen yüzde 50,
bazen yüzde 30 yaşıyor.
Avrupa ülkelerinde de yaşıyor, ABD’de ve diğerlerinde
de.
Mesela Avrupa Birliği’nde kadın meselesinin nitelik
değiştirdiğini ve sadece niceliksel bir sorun olarak kaldığını söyleyebilir
miyiz?
***
1 Ağustos’ta Avrupa Konseyi’nin İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe
girdi. Sözleşme kadınlara toplumsal korumada yeni olanaklar sunuyor. Erkek
şiddeti (ve bence devlet şiddeti de dahil olmalı) gören kadınlara mülteci
(iltica etme) hakkı tanınıyor. Avrupa Konseyi’nin eşitlik komitesinin
başkanlığını da yapan Gülsün Bilgehan’ın katkılarıyla gerçekleşen ayrımcılığa
karşı mücadele, kadınların özgürleşme tarihinde önemli bir adım..
Bakın, bu anlaşmalar, sözleşmeler, kadın ayrımcılığını
yasaklamalar, toplumsal eşitliği sağlamak içi alınan siyasi, ekonomik ve
kültüre tüm karar ve uygulamalar, başta türlü “tedavi” edilemeyen vey zor
tedavi edilen erkek egemenliğine karşı kültürel
ve yasal tedavi yöntemlerinin devreye girmesidir..
Kadınların bütün alanlarda öne atılmasıyla ve
toplumsal kültürel aydınlanma hareketinin bütün cephelerde ilerlemesiyle, bu
konu halledilecek….
***
İlerleyecek de, Türkiye ne olacak? Kadınlara: doğur
doğur, eve kapan, gülme, türbana gir, çalışma hayatı sana göre değil… vb
politikaları izleyen bir iktidar altında, durum zor.
Türkiye’nin
“kültürel yapısı”, 49.900 yıllık insanlık geçmişiyle çoooook yüklü!
Kadın cinayetleri, çocuk yaşta gelinler, kızları alıp
satma, kadının iş olanaklarına arıcalıklı uzanamaması…
Zor dostum… Kadınlar beş adım öne….
Önce şu
Arınç’ı “kültürel” bi halledin bakalım ve ağababasını sonra... Siyaset
işin başı…
***
NOT: Dünkü
yazımda Başbuğ’un 2012 MİT krizinden sonra tutuklandığını yazmıştım, Başbuğ 6
Ocakta tutuklandı, ama işin özünde bir değişiklik yok… AKP kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Cemaati Emniyet’e, askere ve MİT’e karşı bir
yerleştirdik” açıklaması da, Erdoğan’ın Emniyet ve Yargı içinde Cemaat
yapılanmasına ve yaptıklarına neden sessiz kaldığını, tezimizi doğrulayan bir
açıklamasıdır..
4 Ağustos 2014 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder