Hanefi Avcı, Edirne’deki
başarılı gümrük operasyonu siyasilerin zülfü yaresine dokununca Eskişehir’e
atanır.. Emniyet örgütü içinde yaşadıkları, Emniyetin genel “fıtrat”ına uygun
değil. Yıllardır gördükleri, çözdükleri onu şaşkına çeviriyor. Emniyet
İstihbarat Başkanlığı, Kaçakçılık ve Organize Suçları Soruşturma (KOM)
dairelerinde alışılmadık olaylar oluyor. Başkanlarına, İstanbul- Ankara şube
başkanlarına kumpas üzerine kumpaslar kuruluyor.. Kimisi özel yetkili savcıların eline düşürülüyor, içeri
atılıyor, asılsız ihbar mektupları devrede, daire başkanlarının yardımcıları
casus olarak kullanılıyor.. bin bir yalan ve tuzak..
Ve Cemaat 2008-2009- 2010’da, devletin ve ülkenin bu
en önemli istihbarat ve operasyon kurumlarını yönetmeye başlıyor..
Hanefi Avcı, elinde bütün bu Cemaat yapısını ve
yasadışı durumları anlatan dilekçe ve raporlarını, İç İşleri Bakanına, Adalet
Bakanına kadar götürmediği “en üst yetkili mercii” kalmamış.. Dahası, o zaman
Müsteşar Efgan Ala aracılığıyla
Başbakana bile iletiyor durumu.. Ama herşey Başbakan’da kilitleniyor:
Soruşturmaya izin yok. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan yardımcısı da
Cemaatten biri.. Dilekçesi Bakanlık tarafından iade ediliyor.. Yıl 2010.. Ve bu
görevdeyken kitabını yazar bitirir..
Avcı iddialarıyla, gördükleriyle sahipsiz ortada
bırakılır iktidarca, Cemaatin av sahasına..
Ve Cemaat yapısı da Avcı’nın işini bitirir.. Odatv
davası… Devrimci Karargah örgütü davası.. Üst üste tutuklama kararları..
Paçasını ancak bugünlerde kurtarabilmiştir, iktidar vaaayy parallel yapı kumpas kuruyor orduya ve devlete karşı demeye
başladıktan sonra.. Yani 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra..
Cemaat’in RTE ile iktidar kavgasına tutuşmasından...
ele geçirdiği pozisyonlarıyla iktidarın karıştığı yolsuzluk ve rüşvet
olaylarını birbir ortaya sermesinden..
Erdoğan’ın da karşı tetiği çekmesinden, topla tüfekle
Cemaatin karargahlarına girimesinden.. sonra..
***
Peki neden? Bilmiyor muydu durumu, biliyordu..
Başbakan ama o sıralarda baş müttefiği ile birlikte
kotardıkları Silivri davalarının başsavcılığını yapıyordu. Hem Ordu’yu hem
muhalefeti derdest etmekle uğraşıyordu.
Beraber yola çıkmışlardı ve müttefikinin “üstün
yetenekleri” olmadan bu işleri kotaramayacağını görüyordu..
Bu nedenle Hanefi Avcı henüz onun için “erken öten horoz”du sadece, başını
Cemaat kesebilirdi.
Hatta Başbakan,
“Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının yayımlandığı 2010’da,
Avcı’nın yaptığı Cemaat ifşaatlarını soran gazetecilere şöyle diecekti: Bana
gelmedi, ama gelseydi bile ilgilenmezdim..
***
İçeride bulunduğu sürece suçsuzluğunu haykıran,
belgeler ortaya koyan Avcı’nın sesine kulak tıkayan, Cemaate “paralel”
propaganda ateşi altında Avcı’yı kötüleyen muktedirin gazetelerini ve
yazarlarını, bu kez Avcı ile söyleşi yapmak için hapishaneye üşüştüklerini
görecektik ve çıktıktan sonra da Avcı’nın kapısını aşındırdıklarını...
İnsan utanır mi diyelim, yoksa ülkemize özgü bir medya
trajedisi mi!..
***
Bir başka trajik olay da, Genel Kurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ile, Başbakan’ın karşılıklı
paslaşmalarında geçti. Geçen hafta ilgiyle okudum..
Başbuğ , Hürriyet’te yayımlanan demecinde “görevdeyken cemaat yapılanmasıyla
ilgili Başbakan Erdoğan'a bir liste verdim ve bu listenin başında, şimdi
gözaltında olan İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat
Yılmazer vardı” dedi.
Başbakan da bu sözleri doğrulayacak ve şöyle
diyecekti: “İlker Paşa görevde olduğu
sürede bana söylediği bir sözü vardı. Onu da ben burada söyleyeyim: ‘Bugün bize yarın size!’
Yıl kaç? 2010 olsa gerek. 2010’un 30 Ağustosunda
Başbuğ’un görevi biteceğine göre..
Başbuğ, Cemaatçi yapıya ilişkin isim listesi
verdiğinde, RTE ne yaptı?
Koca bir hiç.. Alıp cebine mi koydu, yoksa buruşturup
en yakın çöpe mi attı..
***
İlgiçtir
ki, Hanefi Avcı da tam o sıralarda, yani Başbuğ’un Cemaatçi listeyi verdiği
sıralarda, bütün devleti ve ilgili bakanlıkları alarma geçirmeye çalışıyor ve
durumu Başbakan’a bile iletiyordu.
Ama verdiği dilekçeler Başbakanlıkta durduruluyor işleme konmuyordu.
Dolayısıyla, Avcı’ya kulak tıkayan Başbakan, tabii ki
Başbuğ’a da kulak tıkayacaktı!
Avcı’nın başının 2010’da Cemaat tarafından kesilmesine
ses çıkarmayan Başbakan, Başbuğ’un da 2012’de bile içeriye atılmasına sessiz
kalacaktı..
***
Çünkü RTE’ye göre süreç bitmemişti henüz.. Sadece,
utangaç cılız sesini duyacaktık: Tutuksuz
yargılanabilirdi!
RTE, o
zaman Cemaat’i karşısına almaya yanaşmıyordu.
***
İlker Başbuğ, Ali Fuad Yılmazer’in “Başbuğ’un
tutuklanmasından Başbakanın haberi vardı” sözlerine ise, inanmıyorum
yanıtı veriyor aynı söyleşide.
Başbuğ bunu nezaketen söylemiş olabilir.
Ama olaylar, “işin fıtratı”, Başbakan’ın tutuklamadan haberdar olması gerektiğini söylüyor…
Ordu’dan, bir de genel kurmay başkanının içeriye
atılmasında, hepsinin sonsuz ve ortak menfaati vardı ve Ordu üzerinde süren operasyonu
tamamlayıcı nitelikteydi!
***
Yukarıdaki yazıyı, tamamlamaya çalıştığım
Cemaat-İktidar çatışması kitabının sonlarından aldım..
Reklaaaam! Yani…
--- 3 Ağustos 2014 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder