SAYFALAR

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Düşüncede cinayet, gerçek hayatta cinayet

CBT Gündem, Sayı 1417, 16 Mayıs 20114

Dergimizin bu haftaki ana konularından biri, zihinden geçirilmiş fakat yürürlüğe konmamış cinayet, tecavüz vb. gibi her türlü şiddet yüklü düşüncenin analiziyle ilgili. Öldürmeyi düşünmekle, öldürmek arasındaki mesafe ne kadar?
Cinayet işlememiş birçok insanın cinayet işlemeyi düşünmüş olması, hukuki değil ama kültürel olarak ne anlama gelir?
Bilim dünyası, şiddetin zihinsel arka planındaki etkenleri ve yarattığı sonuçları incelerken, biz ülkemizde özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin amansız ağırlığı altında eziliyoruz.
Hemen her gün özellikle kadınlara yönelik vahşi şiddet olaylarıyla sarsılıyoruz. Görünürdeki cinayet sebeplerinin başında, erkeğin karısı veya sevgilisi tarafından reddedilişini kabul etmemesi geliyor. Kadının özgürlük talebini, kendisinin aşağılanması olarak görüyor. Birçok durumda erkek, kadını öldürdükten sonra kendisini de öldürüyor. Bu tip cinayet, belki de en “içten” duygularla işlenmiş cinayettir. Zaten medya bu durumda cani için, “cinnet getirdi” deyimini uygun görüyor.
Cinayet ve tecavüz olaylarının ülkemizde olağan olaylar hale gelmiş olmasına rağmen, ülkenin yöneticilerinden, tıpkı trafik kazaları karşısında takındıkları tavırda olduğu gibi hiçbir bilimsel çözüm önerisi veya girişimi görülmüyor. Geçtiğimiz günlerde Aileden Sorumlu Devlet Bakanı'ndan şiddete karşı güvenlik formülü olarak, “çocuklara çığlık atmayı öğretme” önerisini duyduk. Çığlık atmasını bilen çocuklar artık “kurtuldu” sayılır. Peki büyükler ne yapacak? Bakan, ülkemizdeki duyulmamış çığlıkların yüksekliğinin farkında mıdır?
Şiddetin kaynağında baskı ve yoksulluk vardır. Elbette eğitimsizliğin şiddet davranışlarındaki büyük rolünü de göz ardı edemeyiz. Bizim ülkemizde kadın - erkek ilişkilerinde genel bir kültürel devrim yaşanmadı. Ülkedeki genel özgürlük ve eşitlik ortamının ve atmosferinin ve bunları belirleyen hukuki ve siyasi yapının da insan davranışlarındaki genel belirleyici çerçeveyi oluşturduğunu söylemeliyiz.
Yöneticiler ise şiddeti önlemenin yolunu, suçlulara öngörülen cezaların “şiddetlendirilmesinde” buldular. Sorunun çözümü için akıllarına başka hiçbir şey gelmiyor. Hapis cezalarının arttırılmasının, kendisini de öldüren insan için caydırıcı olacağını düşünüyorlar.
Şiddeti ne çığlık önleyebilir, ne de cezalara zam.
Şiddeti önlemenin yolu, özgürlüklerin, eşitliklerin ve modern eğitimin yükseltilmesinden geçer. Ama bu uzun vadeli çözüm yolu dışında alınabilecek acil önlemler de vardır. Bunları belirleyebilmek için de önce olguları tasnif ve analiz etmek gerekir.
Hangi yörede daha çok ve hangi sıklıkta ve hangi tipte şiddet olayları meydana geliyor?
Bunlara yol açan yöresel kültürel koşullar var mıdır, varsa nelerdir? İlk etapta neler yapılabilir?
Bu sorulara ve daha fazlasına cevap bulabilmek için bir uzmanlar komisyonunun kurulması ve sorunun araştırılmasıyla resmen görevlendirilmesi gerekmez miydi? Hatta gerek trafik kazalarının sebepleri ve önlenmesi, gerekse şiddet davranışlarının sebepleri ve önlenmesi konusunda bir ulusal kongrenin toplanması gerekmez miydi?
Bunların hiçbirinin düşünüldüğünü dahi görmüyoruz. Bu durumda, cinnet getireceklerin sayısının artacak olmasından kaygı duymamak elde mi?

Gelecek Cuma yeniden birlikte olma umuduyla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder