Bilgi–eğitim düzeyi
yüksek, demokratik standartları yükselmiş, siyasi kültürü gelişmiş ve oturmuş
ülkelerde, böyle bir şey olabilir mi? Hele hele bir başbakanın ve bakanlar
kurulunda bakanların çok ciddi, hatta neredeyse yüzde 100 kesin gibi görünen
rüşvet ve yolsuzluk olaylarının taaa içinde ve adeta yönetimde olabilmesi, işte
yazıyorum, söz konusu bile olamaz.
Aralarında bir kişi
çıktı mı, öyle millet hesabını sandıkta sorar, gibi diktatörlerin
demagoglarına ve soytarılarına özgü laflar hiç ortalıkta gözükmez; siyaset
kurumu, siyasi kültür hemen mekanizmalarını işletir, adam istifa eder, hakkında
başsavcılıklar hemen soruşturma açan, soluğu mahkemenin önünde alır..
Alman
Cumhurbaşkanı, bir dostu aracılığıyla düşük faizli
kredi aldığı için koltuğundan oldu.. Bild
gazetesi yayın yönetmenine “savaşmak mı istiyorsun” gibi tehdit
edici mesajlar bıraktığı için öncelikle devrilip gitti.. Sonrası şu:
Yargılandı, “banka yolsuzluğundan” suçsuz bulundu.. Ama adam bitti gitti..
Siyaset kurumu onu istifa ettirdi, yargı da hesap sordu..
İşte
siyasi kültür ve üst düzey siyaset tam da budur: Pislikleri, pis kokuları
derhal kendi içinde halletmek... İsterse kendi
partisinin başbakanı, bakanı, cumhurbaşkanı olsun! Milletvekillerinin
çoğunluğu, örneğin sözkonusu Bayan
Merkel bile olsa, buna göz yummaz, yumamaz. Parti liderliğinden atar,
başbakanlıktan düşürür ve yargının önüne gönderir.. Batı ülkeleri böyle bizim
için çoook sıradan, lafı bile edilmeyecek olaylar nedeniyle ipi çekilen
siyasetçi mezarlığı ile doludur!
Bu
örneği, ülkemizdeki siyasal-sosyal ve yargı düzeni ve kültürü ile kıyaslamanız
için veriyorum, bu nedenle de Hey Türkiye Nasılsın kitabımda
demokrasi bölümüne ağırlıklı yer verdim...
***
Bu
örneği, ülkemizdeki siyasal-sosyal ve yargı düzeni ile kıyaslamanız için sundum
size. Adamların ses kayıtlarında, rüşvet ve yolsuzluk karargahları kuruluyor..
Milyarlar ortalıkta uçuşuyor... 4 Bakan uçuyor, oğulları içeri atılıyor..
Başbakana ait (olduğu söylenen!!!!) konuşmalardan, Türkiye’nin nasıl bir
bataklık içinde yüzdüğünü görüyorsunuz!
Sesler
onlara ait.. Reddetmiyorlar.. Diyebildikleri
tek şey, montaj!..
Montaj,
yani şu:
Başbakanın ve çoook sevgili oğlunun bugüne kadar yaptıkları konuşmaları toplamışlar.. Bu konuşmalardan tek tek sözcükleri seçerek bir araya getirmişler.. Bu sözcüklerden öyle bir dizge ve cümleler oluşturmuşlar ki, karşılıklı konuşuyor gibi yapmışlar ve ortaya böyle bir “telefon konuşması” çıkmış. Aslında böyle bir telefon konuşması olmamışmış!
Başbakanın ve çoook sevgili oğlunun bugüne kadar yaptıkları konuşmaları toplamışlar.. Bu konuşmalardan tek tek sözcükleri seçerek bir araya getirmişler.. Bu sözcüklerden öyle bir dizge ve cümleler oluşturmuşlar ki, karşılıklı konuşuyor gibi yapmışlar ve ortaya böyle bir “telefon konuşması” çıkmış. Aslında böyle bir telefon konuşması olmamışmış!
Şimdi düşünün:
Bilal Erdoğan’ın ve babasının söylediği sözcükler, binlerce konuşmaları içinden
aynı ses tonunda, aynı dalgada, ses renginde olan sözcükler seçilecek. Sonra bu
sözcükler, yapılan karşılıklı konuşmaya uygun olacak.. Mesela RTE’nin de
telefondaki kısık ve korku dolu konumasındaki sözcükler, yine binlerce kısık
sesli korku dolu konuşmalarından seçilip alınacak ve ardarda dizilecek..
Bi
şi diycem: Başbakanın böyle kısık sesli
konuşmasının başka bir örneği var mı!? Bulunabilir mi, olabilir mi.. Ki oradan sözcükler seçilip, sanki
rüşvet konuşması yapıyormuş gibi ard arda dizilsin!
Başbakan,
böyle bir konuşmayı ilk ve tek kez ve bir düzenlilik içinde yapıyor! Montaj
falan olması olasılığı, bilime göre yüzde 0,00001 olabilir, yani imkansız
ölçüde, bana göre koskoca bir sıfırdır..
Böyle
bir iddia, baştan aşağı anlamsız tutarsız ve sadece aptalları, çıkarcıları öyle
olmasını isteyenleri inandırmaya kandırmaya yöneliktir. Mesela yargı önünde
zerre kadar bir anlamı yoktur, çünkü uzman raporları konuşmayı doğrular
nitelikte olabilir ancak..
***
Başbakanın
partisinde, bakanları arasında ve çevresinde, gerçekten bu konuşmaların doğru
olmadığına inanan insan var mıdır? Söyleyeyim, şüphesiz bazı saflar vardır,
Başbakanlarının böyle bir şeyler yapabileceğine akılları, vicdanları, inançları
almaz, sığmaz.. Ama büyük çoğunluğu bunun doğruluğuna inanıyordur.
İşte
temel bir siyasi sorun burada ortaya çıkıyor. Herhangi bir demokratik ülkede
olmayacak bir “siyasi tap(ın)ma”
olayı ile karşı karşıyayız.. Bu açıkça bir lider diktatörlüğüdür. Adamlar
kendilerini tamamen teslim etmişler, zaten böylelerinden seçilmişler!
Lidere
tapınma, hiç bir gerçeği söyleyememe, onun “ne dersem doğrudur” talimatına
uygun davranma, ülkenin siyasi kültürünün demokratik içerik açısından koskoca
bir sıfır olduğunu gösterdiği gibi... ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarını yerle bir eden.. diktayı inşa eder..
Hitler
ve bütün diktatörler tapınılan insanlardı ve kimse kendisine karşı gelemezdi ve
koyamazdı.
AKP
parti ve milletvekilleri, kendilerini tamamen yokedecekler mi, yoksa
kendilerini siyasi olarak varedecekler mi..
Ülkeye
karşı sorumluluk duyan, sıfır insanlar
topluluğu mu yoksa tüm kendileri?
-----
-----
OKUR NOTU:
Esat Yavuztürk:
Hatayı biz yapmadık. Hatayı, bize düzenin çobanları yaptırıyor. Bizi yetkisiz
"noter" olarak kullanıyorlar. Sonra da: "Bizi siz
seçtiniz," diye de suçu bize yüklüyorlar. Kanımca tek çare; öncelikle bu
hükumetin değişip, suyun kanalını temizlemekle olur. Bu nasıl olacak? Çıkarcı
çobanların uyuttuğu halkı uyarıp da topal eşeğe binenleri ata bindirmekle olur.
Bu görev de cesur aydınlarımıza düşüyor. Yazarak, gezerek, anlatarak halkın
"inanç" şartlanmasını kırıp, bu dünyalı olduklarına inanarak, kendi
perişanlığını sorgulamaya başladığı zaman durgun akan su coşacaktır.
--- 2 Mart Pazar 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder