“Üstleri
çıplak, başları siyah bantlı 100 kadar kişi, bebekli kadına saldırdılar,
üzerine işediler” Kabataş yalanını, Gezi Parkı direnişinden ayırt
edemeyiz.. Tıpkı “Camii’de içki içtiler” yalanı gibi. Zaten her ikisi de arka
arkaya piyasaya sürülmüştü.. İki yalan da, Gezi Parkı direnişini kötülemek,
toplum dışına itelemek, iktidarın cinayetler işleyen büyük şiddetini haklı
göstermek, ve bütün bunların ötesinde, halkı kışkırtmak amacını taşıyordu.
En
büyük yalanlar, ısrarla, en tepeden dillendirildiklerinde inandırıcılığı daha
yüksek olur. “Baksana.. Başbakan bile…”
***
Mizansende
kullanılacak olan, tabii ki türbanlı olacaktı.. Çünkü turban 30 yıldır bu
ülkede iktidar malzemesi olarak kullanıldı. RTE’nin tanıdığı bir belediye
başkanının gelini olması, da inandırıcılıkta yüksek atlama amaçlıydı.. Ve, bir
de bebek arabası sürüyor olmalıydı “mağdur” ki, toplum “kadın, bebekli,
türbanlı, ah zavallım…” masalıyla yüreğinden vurulsun! Medyadaki evet eveeet
eveeeeeet’çiler mizanseni tamamlayacaktı..
Bir de,
Türkiye’de bugüne kadar görülmemiş bir
“saldırı güruhu” tarifi yapılması gerekiyordu, bakın hele: “Belden yukarıları çıplak, ellerinde deri
eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 80-100 kişilik bir grup..” Bunlar,
bebeğiyle birlikte durakta bekleyen genç kadını dövecek ve üstelik üzerine
idrarlarını yapacaklar, hatta bebeği bile tırmalayacaklardı!!...
Üstleri çıplak 100 kişilik bir gurup orada dolaşacak
da, kimsenin dikkatini çekmeyecek, onları kimse görmeyecek, ne bir tanık ne
polis olacak..
Daha o gün %95 büyük bir yalan diye konuştuk aramızda.
Çünkü provokasyonun bütün unsurlarını içeriyordu. “Kamera – mobese görüntüleri var” iddiasının amacı da, yalanı
yazacakları susturmak (ya doğruysa korkusuyla!) ve yalanın gerçek olduğuna
ilişkin kamuoyunda güçlü bir algı yaratmaktı…
Yalanı “en üst
makamdan” dile getirmek ve yalanı ortaya çıkartanlara daha büyük
saldırılarda bulunmak, inandırıcılığı artırma yöntemidir.
Dün, “ya adli
tıp raporunu nereye..” sözleri de, aldatmaya yönelik, çünkü, rapor “Kabataş’ta saldırıya uğrayan..” diye bir
tanımlama yapmaz. Raporun üzerine istediğiniz öyküyü yazabilirsiniz. Kabataş,
koca dayağı, düşmek, hırsızların saldırısına uğrayıp parasını çaldırmak..
Raporu Kabataş’a bağlamak, milleti enayi yerine koymanın örneklerinden biridir!
Rapor, siyasetin isteği üzerine uyduruktan da verilmiş olabilir (Kurum onlara
bağlı, ayrıca bu kurumdan ne siyasi raporlar, ne sahte imzalara doğrudur
kararları çıktı!)
***
Yalçın
Bayer’in köşesinden alayım:
“Dr. Goebbels’in
kuramlarından bazıları...
İnsanların beyin tembelliğine dayanarak hareket
edin...
Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır.
Bir söylemi sürekli
tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi
benimser. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur.
Halk
büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
Hatalı olduğunuzu ya
da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.
Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
Kendinizi
savunmak yerine karşınızdakileri sürekli savunmada bırakın.”
***
Kabataş yalanının üzerinden bir kaç gün geçmeye
başlayınca, hani kamera görüntüleri sesleri çıktı.. Onlar hiç bir zaman yoktu
ki! Tıpkı Camii’de içki içtiler
yalanının olmayan görüntüleri gibi (İçki
içilmedi, diyen Müezzin’e yaptıkları, din ve allah konusundaki gerçek
düşüncelerini yansıtıyor!) Ama önemli değil.. Varmış gibi davranmaya devam..
Tıpkı Kabataş’ta saldırı olmuş gibi.. Gezi Parkı’na büyük şiddet uygulaması ile
tüm Türkiye’de köşeye sıkışan iktidar, sürekli olarak bu iki yalan senaryonun
arkasında oldu.
***
Dün
gazetemizde derli toplu vardı.. İ.
Berkan “görüntüleri seyrettim”
demişti. İnsan gördüklerini nasıl
göremez!
E. Can “Bir kadını sırf başörtülü olduğu için uğradığı
tacizden dolayı ispata çağırmak ne demek?”, “Yaşadığı
saldırıyı anlatan insana ‘ispatla bakalım, yoksa inanmayız’
diyenlere saldıran M. Akyol’a kadar..
A.
Aydıntaşbaş: “70-100 arası
üstü çıplak, elleri deri eldivenli adam, bölümünün abartılı olduğunu düşünsem
de, ortada bir taciz vakası olduğuna pek şüphe etmemiştim. Haklıymışım..”
B. İlter: “Kalabalık
bir grup tarafından darp edilen, tacize uğrayan, bebeği ve kendisi için ölümüne
korkan… Morluklarını da gördüm, ille de meraklıysanız, ama benim tanıklığıma ihtiyaç
yok ki, raporu var zaten.”
Basit soru: Birisinde gördüğü bir morluğun
acaba nereden kaynaklandığı konusunda bir soru gelmez mi insanın aklına?
Hepimiz
Başkomiser Nevzat’tan, şüphe etme sanatı üzerine
ders almalıyız. Haberi bilerek çarpıtanlara mesleki etik cezası önermeli..
(Not: Bu yazı, ortada dövülme görüntüsü olmadığı savı üzerine yazıldı..
Gösterirlerse, yazdıklarım geçersizdir.)
16 Şubat Pazar, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder