SAYFALAR

28 Mayıs 2013 Salı

Yaşadıklarımız Sistematik ve Buzdağının Ucu


İçki yasakları Meclis’ten geçince, gazete köşeleri eleştirilerle dolup taşar oldu... İyi bir şey tabii, demek yazarların da bir sabrı var! Geldikleri nokta: “artık bu kadar da olmaz..”  Yok, olur olur.. Hatta daha fazlasını bekleyin!
Neden böyle diyorsun demeyin.. RTE iktidarında siyasal İslam ve dinsel söylem, toplumsal, siyasal, hukuk ve yasa olarak, hayatımızı bütünüyle yönetmeye başladıysa, ancak şöyle diyebiliriz: “Yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın teminatıdır!”.. Yok hayır bu yetmiyor: Bugüne kadar yaşadıklarımız, gördüklerimiz; eğer bu iktidar sürerse, yaşayacak ve göreceklerimizin henüz buzdağının ucudur!
Mehmet Y. Yılmazİslamcı rejimlerin, totüliter islamın en belirleyici özelliklerinden biri de, kafayı vatandaşlarının ne yiyip ne içtiğine takmasıdır” diyordu, dün Hürriyet’te. Tabii, bu rejimlerin en başlıcası, gürbüz alman nesli yetiştirmek isteyen kişiyi akla getiriyor! İktidarda olsun olmasın, bir siyasal-dinci lider, kendi istediği gibi bir gençlik yetiştirme hevesine kapılıyor ve bunu resmen açıklıyorsa, ayrıca ufacık çocukları içkiden korumak gibi uyduruk bir gerekçe sunuyorsa, bu ülkeye biçmeye kalkıştığı donun rengini mengini tartışmaya gerek kalmaz..
RTE’nin, yeni açıkladığı 10 kişilik özel memurlar ordusunu da, kurmakta olduğu düzenin toplum muhafızları olacağını da görüyor M. Yılmaz. Söyleyelim: Bütün totaliter liderlerin böyle paramiliter orduları vardı: Karagömlekliler, SS’ler.. Bizimkilere ne isim takılır.. yaratıcılıklar konuşsun..
Ahmet Hakan da dayanamamış, “Mesele içki değil”, “Hiç inandırıcı değilsiniz” yazıları yazmış.. Kadri Gürsel, islamın tezahürleri son yıllarda kamusal alanda artan oranda görünür hale geldi, diyor.. Ve bir sürü endişe belirten başka görüşler..
***
Sevgili okurlar, yaşadıklarımız tekil olaylar değil, sistematiktir.. Dünkü yazımda ülkede dini yönetime gidişin cetvelini vermiştim. Bu liste eksiktir, sizlerin de katkısı ile tamamlanacak.. 11 yıldır hayatın hemen her alanında yaşadıklarımızla alkol vb yi birleştirirsek, Siyasal İslam İktidarı’nın hemen her yönüyle tamamlanmakta olduğunu, bu iktidar sistematiğinin hızlanarak kendi içinde bütünleştiğini; ideolojik, siyasal, hukuksal bir bütünlük kazanmakta oduğunu görürüz..
***
Ne demiştik: Siyasal İslam asla demokrat olamaz, Siyasal İslamcı bir iktidarın demokrasi ile ilgisi olamayacağını, RTE ve ekibi bugüne kadar bin kez kanıtlamış durumdadır..
Bazı kafası karışıklar sanıyorlar ki hala, “eski ordu”nun tasfiyesi, vesayet rejimine son vermek ve demokrasi kurmak içindir.. Hayır bin kez hayır.. Bu iktidar odağını, kurmakta olduğu yeni siyasal dinsel rejimin hem güvenliği hem de güvencesi olarak tasfiye etmektedir..
Siyasal literatürde “İleri demokrasi” diye bir kavram yoktur. Demokrasinin ilerisi gerisi olmaz. Literatürde melez rejim, eksik demokrasi ve tam demokrasi olarak geçer..
İleri Demokrasi”, siyasal islami diktatörlük rejiminin adıdır.
RTE için demokrasi, çok önceleri söylediği gibi, istasyona varılınca inilecek bir trendi. Oradan indi, indiği istasyonda tren değiştirdi ve kendisinin tanımladığı biçimiyle “ileri demokrasi” trenine bindi.. Yani İslami Demokrasiye.. Bunun tanımını da, iktidarın tüm uygulamalarından öğreniyoruz..
***
RTE’nin bizim anladığımız demokrasi adına herhangi bir temel eylemini, dönüşümünü anımsayan var mı?
Basın özgürlüğü mü..
Muhalefeti kabul etmesi mi..
Meclis’te bütün yasaları tek başına ve uzlaşmasız geçirmesi mi..
11 yıl günde beş posta, muhalefeti eleştirme demagojisi mi..
Eğitimi bilimselleştirmesi mi dinselleştirmesi mi..
Siyasal partiler ve seçim baraji yasası mı..  Hoşgörü mü, işbirliği mi.. Anayasal özgürlükler mi, miting ve gösteri yapmak mı..
Ne? Tek bir şey söyleyin allahaşkına!
Durmadan tam tersi, totaliterliği güçlendirecek her şey yapılıyor. RTE’nin anayasa önerisine bakın, anlarsınız..
Bu nedenle diyorum ki, eğer RTE iktidarda kalırsa, yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın sadece buzdağının görünen ucudur..
***
Metin Feyzioğlu’nun Barolar Birliği Başkanlığı’na seçilmesi, hele bu aşamada büyük önem taşıyor. Metin Beyi, baroları, avukatları kutluyorum. Onları, demokrasi için, diktatörlüğe karşı, direniş kaleleri olarak görüyorum..
Hukukun katledildiği yerde hukuku savunmak, bir numaralı görevdir.. 
Faşist yasalara karşı çıkmak ve iptalleri için mücadele de..
---28 Mayıs 2013 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet 

Bir Şeriat Cetveli


Reyhanlı ziyaretini Başbakan, dehşet verici güvenlik önlemleriyle, kısa bir konuşmayla geçiştirdi. Eh işte gitmiş oldu.. RTE- Davutoğlu’nun Suriye politikalarının bedelini 51 insanını kaybederek ödeyen Reyhanlı, bir politik canbazlık gösterisine sahne oldu. Bunun ayrıntılarını okumuşsunuzdur. RTE’ye savaş içinde olan topraklardaki gibi bir güvenlik protokolunun uygulandığı anlaşılıyor. 10 dakikalık konuşma da bunun bir gereği!
Ama ben daha çok RTE’nin politik konuşmasındaki dinsel öğelerle ilgileneceğim. RTE Arapça sözcükleri yineleyip durdu. Bölgenin niteliğinden olsa gerek! Ama bir sözünü çok iyi anladım.. Ölenlerin cennete, saldırıyı gerçekleştirenlerin de cehenneme gideceklerini söyledi.. Eh böylece Allah adına karar- hüküm verme yetkisinin de RTE’de olduğunu anlamış olduk.. Bu, aynı zamanda Başimam fetvası gibi. Boşuna bazıları ona Halife ol demiyor.
RTE, İslam hukukuna göre mi ülkeyi yönetmeye mi başladı? Yoksa bizim hukuk, yasalar zaten Şeriata uygun hale mi getirildi? Veya, medeni yasalara dayanılarak. Ama pratikte şeriata göre mi yönetiliyoruz?
***
Acaba nasıl bir ülkeye dönüşüyor ülke, RTE ve arkadaşlarının elinde? Şüphesiz hepimiz bunu görüyor ve biliyoruz.. Uluslararası kurumların, ülkelerin özelliklerini dikkate alarak yaptıkları değerlendirmeleri “Uluslararası Göstergelerde Türkiye, 10 Yıldır AKP” kitabında toplamıştım (değişen rakamlarla genişletişmiş yenisini hazırlıyorum). Kitaptan Türkiye hakkında temel bir fikir edinmek mümkün.. Ama yok, ben daha özel bir alana yöneldim... 11 yıldır yaşamakta olduğumuz siyasal ve toplumsal dönüşümün bizi getirdiği yen neresidir, yasal ve pratik olarak?
Ciddi üniversitelerimizde siyasal, sosyal araştırmacılar, “kamuoyu araştırmaları”ndan çok, 11 yılın sentezleyici değerlendirmelerini yapıyorlar mı, bilmiyorum, ortalık veri kaynıyor.
Dünkü yazımda yazdım, her İslam ülkesinin kendine göre bir “şeriat uygulaması” ve hepsinin arasında farklılıklar var. Şüphesiz ülkemiz şeriatçılar arasında derin kavgaya sahne olacaktır ileride.. Yeterli bulanlar, bulmayanlar, iktidarı Kuran’dan sapmış sayanlar vb..
***
Şimdi örnekler vererek beraber tamamlayabileceğimiz bir ham cetvel sunuyorum:
Hukuk: Ticari hayatta İslami düzenlemeler uygulamalar yapıldı, yapılıyor, Sukuk, doğrudan faiz diye anılmayan ama kâr payı adı altında faizin dağıtıldığı uyduruk katılım bankacılığı vb..
Yargı: İslamcı, şeriatçı atamalar.. Varolan yasaları, genel ahlak, İslama hakaret vb gibi zorlama tanımlama ve yorumlarla ancak İslam mahkemelerinin verebileceği kararlar.. Fazıl Say’ın, Sevan Nişanyan’ın mahkumiyetleri..
Yargı: Uyduruk ve sahte deliller uydurarak, karşıtı olan siyasi görüşleri mahkum etmeleri..
Diyanet: Kurum’un tüm toplumsal nhayatla ilgili fetvacı bir kuruma dönüştürülmesi.. Aile içi anlaşmazlıkların çözümünde bile dini eleman gönderilmeye başlanması.. Mahkeme yerine bir tür adı konmamış şeri uygulamaların pratikte devreye alınması.. (Örnekler bol..)
Uygulama: Siyasal iktidarın pek çok konuda Diyanet’in görüşüne başvurmaya başlaması.. Dini konuların medeni yasalarca değil tabii ki Diyanet’in görüşünün esas alınmasının normal olduğu yolunda RTE’nin “fetva”sı..
Eğitim: 4x4x4 yasası ile eğitimde “birliğin” imam hatip okulları yönünde (tersinden Tevhidi Tedrisat) sağlanmaya yönelinmesi.. İmam Hatip okullarının RTE ve iktidarın en gözde okullara dönüştürülmeye başlanması.. Bilimsel bilginin geri plana itilmesi..
Toplumsal Hayat: Kutlu Doğum haftalarının düzenli kutlanması, imam hatip kurslarının tamamen serbest bırakılması ve yaygınlaştırılması; kadın –erkek ayrımcılığının giderek artması; kadınların ve erkeklerin aynı mekanları kullanmaya başlaması; kadınların evlerinde çocuk yapma makineleri olarak gören siyasal anlayışın kürsülerde dile getirilmesi; devlet ve iktidar tarafından bizzat kadınların türbanlanmasının teşviki; kadını bireylikten çıkartarak, toplumsal siyasal karar organlarının görüşleri doğrultusunda “kamulaştırılmış” varlığa dönüştürme anlayışı..
Alkol: siyasal iktidarca başdüşman muamelesi.. Yasalarla alkol satım ve içiminin kamusal mekanlarda neredeyse imkansız hale getirilmesi.. Fiiliyatta ise Anadolu kentlerinde alkol veren (ve satan) yerlerin zaten kent dışına sürgün edilmiş olması.. İktidarın “Anadolu müslümanlığı”nı, pratikte, yasal ve hukuki olarak, bir şeriat, Arap müslümanlığına dönüştürme gayreti..
Demokrasi: Giderek sağı solu budanarak tek adam egemenliğine dönüştürülmesi.. İnsan hak ve özgürlüklerinin uygulanamaz, kullanılamaz kılınması.. Türkiye’de bir mutlak islami egemenlik kurulma gayreti..
Laiklik: Bütün özgürlüklerin, medeni hakların, demokrasinin tarihsel en önemli ana güvencesi olan laikliğin adım adım ortadan kaldırılmaya başlanması..
Daha çok var.. Yerimiz yok.. Gelin bu bu cetveli birlikte tamamlayalım..
***
Günün sözü: Handan dostumuz bir internet sitesinde okumuş sözü, iletti hemen, doğrusu bulana aferin: Efendisi yellenirse, yalakası derin bir nefes alır!
--27 Mayıs 2013 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Mayıs 2013 Pazar

Siyasal İslam’ın Demokrasi İflası / İzmir / Bir Kitap Erbakan


Recep Tayyip Erdoğan’ın bence beynini okuyan en iyi basılı şey, Akit mi Vakit mi neyse işte odur. Erdoğan’a halifeliği yakıştırıp laikleri de temizleme önerisinde bulunuyor. “Önemli” bir ismi de zaten Akiller arasındadır. Erdoğan’a sözde öneride bulunuyor, ama zaten Başbakan’ın aslında icraatini açıklıyor.
Başbakan kişi olarak laik değil şeriatçıdır. Zaten bunu “kişi laik olmaz, devlet laik olur” biçiminde dile getirmişti ve “bir müslüman laik devleti başarıyla yönetebilir” demişti... RTE’nin dilinde müslüman=şeriatçı demektir. Ama zaman içinde RTE=Devlet=Ülke eşitliği tam sağlanınca, bu denklem “şeriatçı kişinin yönettiği devlet ve ülke de şeriatçı olur”a dönüştü.
Siyasal İslamın laik bir ülkeyi demokrasiyle yönetebileceğine ilişkin ileri sürülen tezler iflas etmiştir.. Bu zaten bir düştü! Bir hristiyan liderin laik ülkesini yönetmesinde bir sorun çıkmaz, ama siyasal islamcının bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir.. Siyasal İslama yakın bir “solcu” yazar, “ülke siyasal islamı iktidara taşıyarak demokrat olmuş, demokrasi güçlenmiştir. Şimdi Kürtleri de iktidara taşıyarak daha demokratikleşecektir” benzeri şeyler yazabilmektedir! Buna, gözünün önünde olanı biteni görmemek veya demokrasiden ancak islami ve etnik yönetimi anlamak denir..
Şimdi bir ölçüt koyalım: Bir ülke yönetimi ne zaman dini ve etnik referanslardan tamamen arınma yoluna girer, demokrasi yolunda da o ölçüde ileri gider..
***
Türkiye, eğitimin parçalanması ve dinselleştirilmesiyle, şeriat ülkelerinde görülen uygulamaların tamamen veya kısmen yasal olarak yürürlüğe sokulmasıyla, 11 yıldır adım adım laiklikten, dolayısıyla demokrasiden, özgürlüklerden, insan haklarından, kadın haklarından, çocuk haklarından hızla geriye gidiyor.
Kimse “Suudistan mı olduk” demesin, 19 Arap ülkesinde şeriat farklı farklı uygulanıyor. Ama şeriat uygulanıyor. Türkiye de bunlardan biri olmuştur. RTE her zaman “Hz Eyüp sabrı”ndan bahseder. Bu sabır sürüyor, iktidarda kalırsa, daha çok göreceklerimiz var.. Kurbağalar ısınan suyun içinde, farkında bile değiller..
Ankara’da şeriatçılar, laikler yokedilmelidir diye bildiri dağıtma noktasına geldilerse; bir paçavra, laikler yokedilmeli diye, şeriatçı özgürlüğüyle nefes alıp veriyorsa, Türkiye’de toplumsal parçalanma yeni bir kulvara sokuldu demektir.
Size söyleyeyim: Pakistanlaşma ve Afganistanlaşma yolundayız.. Bu yol bizi İran’dan bile öteye götürür. Ama Türkiye’nin yapısı zordur. RTE’nin yolu, Türkiye’nin yolu değildir... Bir ülke lideri, günler sonra taziye için gittiği Reyhanlı’da yaptığı konuşma ile, ölen 51 Reyhanlı’nın ruhunu zedeleyici davranabilir mi. AVM ve işsiz kalanlara 3 aylık para vaadleri bile, kaybettiği oyları geri almak için bir politikacının nasıl da durdurağı olamayacağının kanıtıdır...
RTE Türkiye’de toplumsal barışı, ulusal birliği asla gerçekleştirebilecek bir düşünce yapısına sahip olmadığını her kez kanıtlıyor adeta..
Türkiye, yıllar önce yazdığım yazıdaki gibi üçe bölünüyor: Türkler, İslamcılar ve Kürtler..
***
İZMİR KONUSU
Recep bey, eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı İzmir’i AKP’leştirmekle görevlendirdi ya.. Tabii Günay da gerekeni yapıyor: Çoğulculuğun diktasının kötülüğünü söylüyor. İçki yasağında ölçünün kaçırıldığından dem vuruyor.. İzmirlilerin hoşuna gidecek şeyler söylüyor.. Bütün amaç AKP’nin bu direnen kaleyi alaşağı etmek ve AKP’leştirmek.. Bunları söylemesinin bir önemi yok, nihayetinde o bir AKP’li, görevlendirilmiş, amacı belli..
Recep Bey ülke çapında ülkeyi dinselleştiriyor, ama İzmir’de yüzünü Günay ile maskeliyor. Mesele bu kadar basit.. Sıradan bir politik numara. Günay burada CHP’den bile daha CHP’li kesilebilir, AKP adına.. İzmir’in AKP’leşmesi demek, AKP’nin tüm Türkiye’de uyguladığı mengeneyi sıkma politikasına ancak meşruluk kazandırır.. Siyasal ve sosyolog yazarların bunu görmemesi çok ilginç..
***
BİR KİTAP: ERBAKAN.. 
Soner Yalçın, 19 yıl önce kaleme aldığı Erbakan (Eziyet Edilerek Yalnızlığa Yükseltilen Bir Siyasal Liderin Portresi) kitabını, bu kez henüz hapishanedeyken genişleterek yeniledi (KırmızıKedi yayını). Erbakan, siyasal hayatımızın ilginç bir lideriydi. Bugün iktidarda olan “öğrencileri” ile bir ilişkisi olabilir mi? Soner Yalçın, şüphesiz ki Erbakan üzerinden aynı zamanda ilginç bir siyasal İslamcının, bir dönemin siyasal islamının da tarihini yazmış oluyor.. Emeğine, eline sağlık..
---26 Mayıs 2013 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Mayıs 2013 Cumartesi

İki Okur Mektubu, Bir Duyuru: 21.Yüzyıl İçin Planlama


KADININ GÜCÜ!
"Her yazısını zevkle okuduğumuz değerli hocamız Doğan Kuban, "Gelecek Bilinçli Genç Kızlarımızın Sırtında Yükselecek" isimli yazısında önemli bir gerçeği dile getiriyor. Değerli hocamızın izniyle ben de bu konudaki düşüncelerimi kısaca yazmak istiyorum.
Herkes bilir ki okuyup yazması olmayan bir ana bile çocuğuna: "Yavrum, oku da adam ol!" der. Der ama fikirsel ve bilimsel bir katkıda bulunamaz. Çünkü kendinde yok ki çocuğuna da versin. Baba her ne kadar maddi imkânları sağlasa da, çocuğu yetiştiren ve yönlendiren genellikle anadır. Ana bilinçliyse çocuk da bilinçli yetişecektir. 
Toplum düzenleri insana hizmet gayeli kuruluşlardır. Eski çağlardan beri devam eden "İNANÇ" kuruluşları da bu maksatla varlar. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz sömürü düzeni tarafından "inanç" öyle yozlaştırılmış ki, nüfusun yarıdan çoğunu oluşturan hanımları inanç şartlandırması ile bir lokmaya muhtaç hale getirip, kula kulluk etmeye zorlamışlar.
Evet, bir ülkenin gerçek kalkınması, bilinçli ve kültürlü anaların yetişmesine bağlıdır. Ülkede verimsiz çekişmelerden ziyade, tüm kızlarımızı okutup, kültürlü analar yetiştirilirse, onlarda çocuklarını kültürlü olarak yetiştireceklerdir. Aydın olarak yetişen insanların önünü kimse kesemez. Bir ülkeyi de ancak bilinçli ve kültürlü insanlar kurtarabilir. Öyleyse haydi kızlar okulaaaa!..."
Esat Yavuztürk

***

UYGULAMA GERÇEKTEN ÖYLE Mİ?

"Yıllardır yazılarınızı takip eden bir okurunuzum. 21 Mart 2013 tarihli yazınızın altında ÖSYM notunuzu okuyunca yazma gereği duydum. Geçen yıl (1 Nisan 2012) üniversite sınavlarına (salon ve sıra no bizde saklı) girdim.
 İki erkek görevliden birinin sınav boyunca bana yakın sırada oturup beni dikkatle izlemesinden rahatsız olmuştum ama kuşkulanmadım. Sınavın bitmesine yakın, ilk ve son öğrenci sınavı bitse de çıkmasın dedi bu görevli. Ben son öğrenciydim ve ilk öğrenci de genç ve sessiz bir gençti. Görevli; “Biz soru anahtarlarını ve kitapçıkları yanınızda zarfa koyacağız ve ileride bir şikayet olursa mahkemede sizin bilginize başvurulacak'' dedi. Peki dedim ve bekledim. Baktım ki cevap anahtarlarını ve soru kitapçıklarını toplayıp ağızlarını yapıştırmadan gidiyor, itiraz ettim: “Neden kapatmıyorsunuz?” “Başkan'ın yanında yapıştıracağız” dedi. “Peki bu her türlü suiistimale açık değil mi?” soruma “Uygulama böyle” yanıtını verdi.
Ben de o an ÖSYM yandaşçılığının Ankara'dan yürütüldüğünü düşünüyordum. Aradan geçen bir kaç ay sonra ise bunun tam aksi olacağına kanaat getirdim. O an görevliye “Başkan'ın yanına biz de geleceğiz” diye ısrar etmem gerekirdi. Sınavda 2-3 kişinin sınavın ortasında çıktığını gördüm ki yaşları 38 üstüydü. Bu kişi bu yaşta okuyorsa terfi gereğidir. O halde nasıl bu kadar kısa zamanda çıksın? Ya da neden başarısız olacağı bir sınava girsin? Bulunduğum sınav salonunda sanıyorum iktidarın yandaşları vardı.
Bir küçük not da AÖF Türk Siyasi Tarih kitaplarının içeriği hakkında söylemek isterim. 5.dönem tarih okuyanlar da aynı kanıda. Atatürk'ü diktatör gösterip, muhalif olanları her yerde İstiklal mahkemeleriyle susturmuş olarak anlatıyorlar. Dinci oldukları söylenenlerse aslında laik, ilerici imiş. Yani Cumhuriyet tarihini ters yüz etmişler. Sosyal medya gruplarında öğrencileri uyardım. Ama çoğunluğu 140 puanla AÖF'ye giren kültürsüz kesim. Bu konular hiç de yabana atılacak şeyler değil."
Feriha Genel
 
***

21. YÜZYIL İÇİN PLANLAMA


Devlet Planlama Teşkilatı eski Başkanı Prof. Dr. Bilsay Kuruç ve arkadaşlarının başlattığı ve 3 yıldır sürdürülen 21.Yüzyıl İçin Planlama toplantısı, Tarih 30 – 31 Mayıs 2013 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Rektörlük 100. Yıl Salonu’nda gerçekleşecek. 
Program şöyle:
30 Mayıs 2013 Perşembe 9.30 – 10.00 Açılış: Prof. Dr. Erkan İBİŞ (Rektör), Prof. Dr. Bilsay KURUÇ (Emekli, AÜ SBF), Prof. Dr. Ahmet Alpay DİKMEN (AÜ SBF KAYAUM Müdürü)
10.00 – 12.30 İNSAN VE PLANLAMA, I: Prof. Dr. Oktar TÜREL Oturum Başkanı, Prof. Dr. Esin ERGİN, Doç. Dr. İlhan DÜLGER
14.00 – 16.30 İNSAN VE PLANLAMA, II: Prof. Dr. Korkut BORATAV, Oturum Başkanı; Prof. Dr. Metin DURGUT (ODTÜ), Hikmet ULUĞBAY (Milli Eğitim Eski Bakanı, Eski Başbakan Yardımcısı), Orhan BURSALI (Cumhuriyet Gazetesi)
31 Mayıs Cuma: 10.00 – 13.00 Kaynaklarımız ve Planlama, Mehmet Torun, Oturum Başkanı (Maden Mühendisleri Odası Başkanı), Doç. Dr. Yücel ÇAĞLAR (Orman Mühendisleri Odası Eski Başkanı), Tayfun ÖZUSLU (Maden Mühendisleri Odası), Dursun YILDIZ (İnşaat Yüksek Mühendisi ve Su Politikaları Uzmanı)
14.00 – 16.30 Genel Değerlendirme: Prof. Dr. Sencer İMER, Oturum Başkanı (Aksaray Üni., İİBF Dekanı), Oktay KÜÇÜKKİREMİİ (Türkiye Kalkınma Bankası, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürü), Oğuz TÜRKYILMAZ (Makine Mühendisleri Odası, Enerji Çalışma Grubu Başkanı), Mehmet KAYADELEN (Maden Mühendisi, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi), Orhan BURSALI (Cumhuriyet Gazetesi)

RTE’nin Mengeneleri Ve Özel Polis Ordusu


RTE sigara içmiyor: sigara yasak.. RTE alkol ağzına koymuyor: alkol yasak.. İlki masum, doğrudan birinci derecede halk sağlığını ilgilendiren ve demokratik dünyanın da kapalı yerlerde sigara içimini tamamen yasaklamasına uygun.. İkincisinin de şüphesiz halk sağlığını ilgilendiren yönü var, ama sigara ile karşılaştırılabilir değil. Ülkemizde alkol tüketimi, kıyaslarsak, çok düşük. Büyük çoğunluk sosyal içici, denk gelecek de toplulukta bir kadeh içecek. Ulusal içkimiz rakı masasında sohbeti koyulaştıracak..
Ama alkol “dinen yasak”. RTE’nin belediye başkanı iken öncelikli olarak, belediyenin kontrol ettiği yerlerde alkolu yasaklamak olmuştu. Alkolu fazla kaçıran yok mu, var. Bedene zararı, çok içersen, alkolik olursan şüphesiz var.. Trafik kazalarının verdiği can ve mal kaybı ise katbekat fazla, ama  arabayı yasaklamak kimsenin aklına gelmiyor. Tam tersine..
RTE, Yeşilay’ı, vakfa dönüştürüyor, Meclis’te görüşülmekte olan yasa tasarısı, Yeşilayı her türlü maddi kaynakla donatacak hükümlerle dolu.. Yeşilay adeta Sağlık Bakanlığına bağlanıyor.. Yeşilay, RTE’nin ailecek destek verdikleri bir kuruma dönüştü. Yönetim Kurulu’nda kızı Esra Albayrak bulunuyor. Sarayburnu’nda bulunan güzelim Sepetçiler Kasrı, gazetecilerden alındı ve Yeşilay’a verildi!
Yeşilay “İçki, uyuşturucu ve sigara” bağımlılıklarının yanı sıra kumar, fuhuş, internet ve ekran bağımlılığı ile de mücadele edecek. Yeşilay’a Sağlık Bakanlığı bütçesinden her yıl kaynak aktarımı, vergi ve harç muafiyeti getiriliyor. Bağışçılar bağışlarını gelir ve kurumlar vergisi matrahından indirebiliyor. Maliye Bakanlığı’ndan Vakıf olduğunde hemen 10 milyon TL aktarılacak..
Yeşilay’ı büyük rollerde göreceğiz artık. Nisan ayında uluslararası bir toplantı düzenledi: Global Alkol Politikaları Sempozyumu! Başbakan, alkolle ilgili canalıcı konuşmasını burada yaptı ve yasaklama getireceklerini açıkladı! Meclis’teki torba yasada, tütün kullandıran yerlere, bir yıl içinde yasayı üç kez ihlalde bir ay kapatma cezası öngörülürken, alkol izni olmadan alkol kullandıran işletmelere ise, uyarı falan yapılmadan derhal ebedi kapatma cezası öngörülüyor..  Bu madde  komisyonda değiştirildi mi bilmiyorum..
***
Alkol yasası tamamen dini amaçlı.. Uygulamada çıkacak sorunları görün siz. RTE’den bir de, “Alkol polisi” bekliyorum!!
Zaten Başbakan ve arkasından İçişleri Bakanı Güler, Stadyum vb gibi yerlerin özel güvenlik korumasından çıkartılacağını ve bu amaçla 10 bin özel koruma memurlar ordusu kurulacağını açıkladı. Yani özel polis ordusu geliyor!
Biliyorsunuz, stadyumlar RTE ve iktidarın protesto edildiği yerlere dönüşüyor bazen. Beyefendi çok rahatsız! Çünkü tam da halk kesiminin bulunduğu stadyumlarda protestolar kendilerini çileden çıkartıyor! Oraları kendine bağlı özel polis ordusu ile koruyacak. Bu ne demektir, neler olacak, anlayın artık!
Bir okurum hemen notunu gönderdi: “Özel polisler, faşizme giden yapı taşlarından biri daha mı? Koruma memurları akla Hitlerin SS lerini getiriyor.”
Bu özel polis ordusu çok amaçlı kullanılabilir. Bir süre sonra Cuma namazına gitmeyenleri de sokaktan toplamaya yönelirler, kimbilir! Özel polis ordusu işsiz kalacak değil ya!
***
Toplum bütünüyle ve çok yönlü olarak RTE Mengeneleri arasında 11 yıldır.. Bu süre içinde eğitim, yaşam, kültür, hukuk vb gibi toplumun hemen hemen tümünü ilgilendiren konularda yaptığı yasaları, aldığı kararları, nasıl nitelendirirsiniz; demokratik hak ve özgürlükleri, demokrasiyi baskılayıcı, yokedici.. RTE Mengeneleri, masum gerekçelerin ardından, faşist, bağnaz, dinci bir rejim yaratıyor..
Mengeneler sadece alkolle ilgili değil. Laik eğitim kurumları, dinci eğitimin mengenesine sıkıştırıldı. 4x4x4, yakında bütün okulları imamhatipleştirecek.. Okullarda bilimsel bilgiye dayalı eğitim, yerini, örneğin evrim düşmanlığı eğitimine bırakıyor.. RTE bizzat kendisi İslamın bu ülkenin temel harcı olacağını ilan ediyor... RTE hukuku, RTE yasaları, RTE...
 Bazıları, RTE ve rejiminin niteliğini hâlâ demokratik bulmuyor mu! Demokrasi içinde yaşıyormuşuz. Çünkü hâlâ ortalığa sandıklar konuyormuş.. Görelim bakalım, bu sandıklar ne menem sandıklar olacak..
11 yıldır faşizmin mengenesi, toplumu adım adım, tektipleştiriyor, RTE’nin toplum mühendisliği bütün kurum ve kurallarıyla uygulanmaya çalışılıyor..
Ama bu toplum bu zincirleri kabul etmez..
--23 Mayıs 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

21 Mayıs 2013 Salı

RTE ve Bİr Yılın Haritası: “Tepe”den Aşağı


Yakın geleceği kestirme/görme konusunda ileri sürülen bu tür değerlendirmelerin bir riski var. Beklentiler tam gerçekleşmeyebilir. Yazar da bunu göze alır, almazsa, geleceğe bakamaz. Nihayetinde burada yaptıklarımız, bir yol haritası tasarlamaktır. Ama bunu yaparken her zaman belirli denklemler kurarsınız. Bu eldeki verileri değerlendirerek, denklem içinde oyun oynarsınız..
Bugünkü oyunun adı, RTE’nin varabileceği tepe noktasından artık aşağı doğru bakmaya başladığıdır. Artık bulunduğu yerden daha yukarıya çıkamaz gibi. Süreci hızlandıracak çok olağanüstü olaylar olmazsa, RTE en çok bulunduğu yerde kalabilir. Yukarıya çıkamaz, aşağı doğru yönelme olasılığı ise daha büyüktür..
RTE’nin son hareketlerinden yola çıkarak, denklemi kuralım mı? Aslında daha önce varsaydıklarımıza güncelleme yapacağız.

1) RTE- Davutoğlu’nun Suriye politikası çöktü. Buna “Obama Hızalaması” diyebiliriz! Bu politikanın sürdürülebilir ve ülke yararına olmadığını iki yıldır bu köşede yazdık. Hayat bizi doğruladı... Suriye politikası, ülkeyi de kargaşalığa sürükledi. Reyhanlı’da 52 cinayet hiç kuşkusuz RTE-Davutoğlu’nun, AKP’nin hükümetin sırtındadır. Yakalarını ve paçalarını bundan sıyıramazlar, mutlaka bir (siyasi) bedel ödeyeceklerdir. Muhalefetin bu konuyu paldır küldür değil, dantel gibi örmesi gerekir.

2) RTE, Beyaz Saray’a Numan Kurtulmuş’u götürdü.. Bu şu demek: Başbakan adayım Kurtulmuş. Ben Çankaya’ya çıkarsam, Başkan veya düz Cumhurbaşkanı olarak, Numan Beyi Başbakan yapacağım. Numan bey yasal veya yasadışı, bana bağlı olarak hükümeti kuracak. Çankaya’dan ülkeyi yöneteceğim...
Bu denklemde gördüğünüz gibi Gül yok. Torun da bakamaz, çünkü yok.. Bakan da ol(a)maz, ancak Başbakan olabilir. Ama RTE Numan denklemi ile Gül’ü siliyor. Zaten sildiğini yazdık hep..

3) Bu denklem gerçekleşebilir mi? Tabii, a) Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması şart, b) sonra da genel seçimleri..
Ama zorlukları büyük
a) AKP çelik çekirdekte adam mı kalmadı da Numan Beyi tepeye çıkartıyor.. Bunu söyleyen çok sayıda AKP’li var! 
b) Tüzükteki 3 dönem koşulu ile 70 milletvekili tasfiye oluyor, AKP’nin yönetici kadrosu dahil.. Bunlar tepkili.. Nasıl bir sus payı dağıtacak ki onlar da siyasi kariyerlerinin kaybına ses çıkarmasınlar? İşe bakın ki, bu madde sadece RTE’nin siyasi kariyerini etkilemiyor! 
c) Numan bey emanet kişi rolünde Başbakanlık yaparsa, Çankaya-Hükümet yönetimi fazla yürümez. Düz Cumhurbaşkanı olarak, RTE’nin en büyük handikapı, hükümeti yönetecek yasal bir pozisyonu olmamasıdır. Aşağı yuvarlanış için yeterli bir neden.. 
d) Gül siyaseti bırak(a)maz. AKP içinde Gül ile siyasete soyunacak çok kimse var. Gül dışlanırsa, örgütlü siyaset yapar. Kimse Gül’ü suçlayamaz. Ya AKP parçalanır ya da RTE Çankaya’da yalnız kalır..

4) RTE-(Başkanlık) Anayasası? Mutlaka yoklayacaktır. Ama geçeceğinden yoğun şüpheleri var, bu nedenle alttan alıp olmasa da olur diyor.. İnançta büyük sarsılma.. Direttiği nokta, Partili Cumhurbaşkanı.. Yani AKP’nin başı olacak ve oradan yola çıkarak hükümeti kuracak... Partili Cumhurbaşkanı da anayasa değişikliği gerektirir.. Yine Referandum’a! Gül’e Parti Başkanlığını/Başbakanlığı bırakmazsa, AKP içinde bir bölünme kaçınılmaz olur. Bunun referanduma etkisi de.. Dikkat edin, Gül ülke sorunları üzerine siyaset yapma yoğunluğunu giderek arttırıyor..

5) Anayasa değişikliğinin Referandum’da reddedilme olasılığı güçlüdür. Eğer reddedilirse, RTE’nin başaşağı gitmesi tescillenmiş demektir.. Bu süreç sonunda koltuklarını bile kaybedebilir. Hele seçimlerde %40’lara doğru geri çekilme olursa...

6) RTE Cemaatin desteğine muhtaçtır. “RTE Gülen’e giderse karizmayı çizdirir, bükemediği eli öpmüş olur, ama bir bakanını Gülen’e gönderir” dedim üç yazı önce. Gülen’e daha önce de yollanan Bülent Arınç bu işi üstlendi... Cemaatin %3-5 oy varsa, bu çok önemli RTE için. Cemaatin saldırılarına ses çıkarmaz, Cemaat defterini dürmeye kalksa bile, kardeşim-mardeşim diye idare eder. Yeter ki desteği sürsün bu 3 seçimde, sonrası allahkerim.. Bürokrasiyi bilenler izlesin, Cemaate önemli bazı tavizler (koltuklar, örneğin MİT bölge başkanlığı vb) verecektir! Ama geçici uzlaşmalar olsa bile, aralarındaki savaşı hiç bir şey durduramaz.

7) Cemaatin desteği bile Referandum’da RTE’nin çakılmasını önleyemeyebilir. Ben referandumun reddi konusunda umutluyum.. Hem de çok.

8) Tabii, APO ile anlaşması var. Buna anayasal bir çerçeve çizmek zorunda. Bunu nasıl yapacak? Referandum bu açıdan da kıyasıya geçecek. Burada Kürt meselesinden çok, RTE’nin diktatöryal pozisyonu ve özgürlükler birinci planda olacaktır. Kürt Meselesi’nin de en büyük handikapıdır bu..
RTE’nin Başbakanlıkta kalması, tüzük değişikliği, Gül’e yeniden Çankaya gibi olasılıklar da var.. ama şimdilik bu kadar..
--21 Mayıs 2013 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

Bu Millet RTE’yi Atatürkçü Yapar mı


19 Mayıs bu ülkenin kuruluşunun temellerinin atıldığı gündür. 19 Mayısı, 23 Nisan’ı, 30 Ağustos’u, 29 Ekim’i, Atatürk Devrimlerini, Atatürk’ün kurucu liderliğini inkar etmenin, bu topraklarda bir karşılığı olamaz. Halkta yanıt bulmaz. Bir avuç beyni körelmiş “öncü ideolojik kadro”, iktidarda olmanın verdiği hazla ve güçle, Türkiye çapında boşuna nefes tüketiyor. 
Böyle, zorbalığı ve inkarcılığı içselleştirmiş iktidarların çevrelerinde sözde bir entelijansiya oluşur hep. Onlar yazar çizerler. Sonra güçlü bir rüzgarla hepsini yel alır üfürür, sel alır götürür.. Bunu geç de olsa görenler olur..
İktidarın “entelijansiya”sından Murat Belge örneğin, RTE’nin, ülke ve toplumu sıkıştırdığı mengeneleri durmadan biraz sıkması karşısında, bunalmış olacak ki, düne kadar faşist diye saldırdıkları İzmir’i özgürce nefes alınan bir yer olarak görmeye başladı! 
Belge’nin gerçekten kaçıp yaşayabileceği kadar özgür bir yerdir İzmir. Kendisine, seçim zamanında oraya giderek, kentin bu özgür ruhunu koruması için, İzmir için savaşmasını tavsiye ederim!
***
Dünkü 19 Mayıs kutlamaları deneyimi, halkın, varoluşunu borçlu olduğu Kurtuluş ve Kuruluş’u, her zaman bağrına basacağının göstergesiydi. Kimse, bu halkı, Atatürk ve arkadaşları konusunda, Türkiye Cumhuriyeti konusunda vicdansız yapamaz... İnkarcı yapamaz... Unutturamaz... 
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir yanlışlıktı, 100 yıllık yanlışlıktı” diyen, TC düşmanı köktendinci ideoloji, bugün iktidarda olsa bile, ilk fırsatta, halkın vicdanına çarpacaktır. Bugünkü, istikrarlı gibi görünen ekonomi sayesinde, iktidar, milletin tahammülüne sahip henüz.
RTE ülkeyi zorluyor ve yokuşa sürüyor. Türkiye’de herşeyi kendi istikbaline göre tasarlamaya çalışan RTE, 2014’de 3 seçimi ilan etti. Kendisine sonsuz bir güç yetkisi istediği, tuttuğu terzilere kendi kafasına göre ölçüp biçtirdiği RTE-Anayasası’nı eninde sonunda Meclis’e getirecektir. 
Bu zorlama, RTE’nin başaşağı gidişini belirleyebilir.. (Davutoğlu’nu al da git, diyecektir millet..) AKP içinde bölünmenin, daha doğrusu RTE’yi dışlamanın da temelleri atılıyor. AKP’nin de, RTE’yi giderek taşıyamayacağı günleri görebiliriz.. 
Çünkü AKP’nin de artık özgürlüğe ihtiyacı vardır!
Bu durumu görürse, RTE’nin önünde tek seçenek kalabilir: Atatürk’ü, TC’yi bağrına basmak! Köktendinci ideolojisinde bu kadar istikrarlı, sağlam ve ilerlemeci gözüken Erdoğan, tepelerde kalmak uğruna, milletin Atatürk sevgisine boyun eğer mi? Bilemem.. Ama politikacı yönü iyice esneyebilir ve Yüzyıllık Cumhuriyet’le kucaklaşma yolunu seçebilir.. Biliyorum, kendisi için çok geç olacağını bile bile yazıyorum!
Bugün dimdik ayakta gözükenleri, yakın tarih, tepetaklak düşerken çok görmüştür.. Acaba RTE hiç yakın tarihe bakıyor mu, yoksa, onlar başaramadılar mı diyor...
“Günlük politika”nın dışında kalırsanız, RTE’nin bu ülkeye dayattıklarının, yakın tarihte ve dünyanın gelişimi içinde bir karşılığının olmayacağını görebilirsiniz.
100 Yıllık Cumhuriyet’in galip geleceğini hep beraber yaşayacağız..

***
BALBAY’IN SAVUNMASI
Ergenekon’da yargılananlara yöneltilen suçlamaların gazete ve tv’lerde manşetlerden verildiği ve hepsinin medya işbirliği ile peşinen mahkum edildiği zamanların üzerinden dünyanın suları aktı.. Bütün bu iddialar bir bir çökertildi.. Adice, mesnetsiz, hukuksuz ve yasasız suçlananlar savunmalarını yapıyor.. Balbay, Özkan, Haberal, Çiçek ve bütün diğerleri başları dik, savunmalarını yapıyorlar.. 
Ne yazık ki, suçlandıklarında haklarında yapılan haberlerin onda biri kadar bile yer bulamıyor savunmaları merkez medyada.. İktidar ve cemaat yandaşı yalaka medyada ise hiç, tam sıfır.. Acaba yüzlerinde hiç bir kızartı hissediyorlar mı, ar damarlarını kontrol ediyorlar mı, yerinde duruyor mu diye!
Balbay’ın savunmasını okuyun. Tam metnini Cumhuriyet portalda bulamadım, ama şurada var: www.odatv.com/n.php?n=suclama-sinirsiz-savunma-sinirli-1805131200 Tuncay Özkan’ınkini de Odatv yayımladı. 
Balbay “22 iddianameyi birleştirdiniz, her iddianameyi ötekiyle bağlantılı gösterdiniz, daha önce davası görülmüş 200’ü aşkın dosyayı buraya getirttiniz, bütün bunlardan tüm sanıkların üyesi olduğunu iddia ettiğiniz terör örgütünü sorumlu tuttunuz, savunma için de 2 saat süre veriyorsunuz.. suçlamak sınırsız, savunma sınırlı” diyor başlangıçta..
Mustafa, çok somut, suçlamayı ve yanıtlarını yazıyor… ve insan yaşadığımız ülkede bir hukuk devletinin söz konusu olmadığını görüyor…
Diyorum ki, savunmaları yayalım.. Cumhuriyet de bu yanlışını düzeltsin ve İnternet sitesinde Ergenekon Savunmaları başlığı altında bir bölüm açsın..
(Not: Bu yazı üzerine Cumhuriyet savunmaları internet sitesinde yayınlamaya başladı..)
---20 Mayıs 2013 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

20 Mayıs 2013 Pazartesi

19 Mayıs ve TC’nin Sonu Rüyası


Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluşu ile ilgili herşeyin adım adım, yılbeyıl, aybeay, günbegün; yasa ile, emir ile, yasak ile, şiddet ile, hukuksuzluk ile, utanmazlık ve arlanmazlık ile, ama inatla silinip yokedilmeye çalışıldığını her söyleyişimizde hadi canım sende dendi.. 
Günlük yaşayanlar için yarın yoktur, öbür gün hiç yoktur.. Dün de yoktur önceki gün de.. En çok da bir kısım sayın gazeteci/yazar, günlük yaşar, gazetesinin ömrü kadar kısa.. Oysa gazeteci günün olaylarını, yakın geçmişte yaşanan benzer olay ve olgularla birleştirererek anlamlandırmazsa, gazetecilik yapamaz.
19 Mayıs’a bu iktidarın alerjisi nedir? Tabii bunu bilen sevgili okuruma sormuyorum... 29 Ekim’e olan alerjisi neyse.. Atatürk’e olan, Atatürk zamanına olan alerjisi.. Türkiye Cumhuriyeti’ne olan, ulusal devlete olan alerjilerle bütünleştirdiğiniz zaman, büyük fotoğrafı elde edersiniz...
Hala anlamayanlar varsa: AKP’nin silahşörleri, kalemşörleri, yazıyor söylüyor: Türkiye Cumhuriyeti yanlıştır. Yaşanmaması gereken bir parantezdir. Biz Osmanlının devamı Yeni Osmanlı’yız. TC dönemini tarihten kesip çıkartıyoruz, bugünü Osmanlı’nın son dönemine yapıştırıyoruz.. İslamı birleştirici kabul ediyoruz, milliyet yok çok uluslu kültürler var...
Emine Erdoğan, Başbakanın eşinin, 10 Mayıs 2013’te İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Türkiye Federasyonu toplantısındaki konuşmasını anımsatayım. Orada kendisine "Liderlik Ödülü" verilen Bayan Erdoğan diyor ki: Medine, Bağdat, Mekke, Kudüs gibi yerlerden, yani “köklerinden koparak özünden uzaklaşarak, kendine yabancılaşarak bir değişim gerçekleştirmek, tahribatla eş anlamlıdır… Türkiye'nin de içinde bulunduğu coğrafya, son 100 yıl içinde bunu denedi ve başarısız oldu.. Biz, değişmek zorundayız ve değişeceğiz. Ancak.. başkalarına benzeyerek değil, kendimiz olarak ve kendimize benzeyerek yapmak zorundayız".
 Bayan Erdoğan’a “teorisyen” diyecek halimiz yok. Eşinin, Davutoğlu’nun ve AKP silahşörlerinin geçmişe siyasi ve ideolojik bakışını ve geleceği nasıl kuracaklarını naklediyor.
***
“100 Yıllık Başarısızlık” ile Cumhuriyet dönemini kastediyorlar. Hayır, ne kadar işi şeşyer yapıldı diye sayıp dökecek değilim. Başarısızlığın ölçüdü nedir onlara göre ona bakalım:
a) Kendileri gibi köktendinci inanışları olan ve İslamı herşeyde esas alan bir kadronun, AKP’nin iktidara gelmesidir. Laiklerin, laik devletin, laik düşüncenin, yönetimden iktidardan tasfiyesidir… 100 yılın tersine çevrilmesidir, Osmanlının bile bir kenarda bıraktığı bir coğrafyaya, İslamı topraklara geri dönüştür.. Yani: “Eğer biz bunu yapıyorsak, TC sona ermiş demektir”.
b) TC Ulusal devletinin ortadan kaldırılması, 100 yıllık Cumhuriyet döneminin tasfiyesidir. Bunu “İslami birliğe dayanan” Türk-Kürt federasyonunu, TC’nin yerine geçirerek kanıtlıyoruz, diyorlar!
c) Buna inanan çok insan var. Mesela Şükrü Hanioğlu isimli tarihçi ve islami solculuğa yakın aşıkdaşları.. “Türk-Kürt bölünmüyor birleşiyor” başlıklı yazısında (Sabah, 5 Mayıs), TC’nin “ulusal devlet” projesi bir sanal gerçeklikti.. bu “sanal Birlik”in sonuna gelindi, diyor ve türklük mürklük sorunu öne sürenleri de birliği baltalamakla suçluyor..
Hanioğlu, bu “sanal birlik” yazısını mesela 20 yıl, 30 yıl önce yazmamıştı.. Ne zaman yazıyor bunu? İktidar “barışı süreci” başlattıktan sonra. İktidarın ideolojisine destek olarak şimdi kalkıp “tarihçi gerekçeler” ileri sürmek, vakayi adiyedendir, sıradanlaşmaktır. Hanioğlu’nun zaten Cumhuriyet’e, ulusal devlete ve kuruluşuna uzak durduğu bilinir, bu nedenle, yazısı yadırgatıcı değildir..
***
Bir nokta daha: Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabımda vurguladığım gibi, bugün yaşadıklarımız, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin tepeden tırnağa tartışma konusu yapılması ve büyük tarihi başarısızlık denilerek yıkılmasına alkış tutulması, 60 yıllık Sağcı- İslami- Türkçü, mandacı iktidarların başarısızlığıdır. Yoksa, köktendincilerin iktidara gelmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu’nun ve dayandığı ilkelerin başarısız olmasından dolayı değildir.
İslami türkçü sağcılar, şeriatçılar dinciler, AKP dahil, 60 yıldır ulusal devleti ve ülkemizi yiye yiye bitirerak, batırarak, satıp savurarak bugünkü noktaya getirdiler ve şimdi de TC Başarız Olmuştur, diye zil takıp oynayarak, tarihin en büyük soytarılığını sergiliyorlar.
19 Mayısı ve bütün varoluşumuzu, yani 100 yılı tarihten kesip atıyorlar…
100 Yıllık Hesaplaşma’nın sonunu ilan ediyorlar..
Sadece derim ki, aç tavuk kendini darı ambarında sanır.. Osmanlı’nın neden ve nasıl çöktüğünü anlayabilecek kıymık kadar düşüncesi olmayanlar, yarını kuracaklar öyle mi?
Sadece batarlar, tıpkı Osmanlılar gibi…
Bugünü, 19 Mayısı kutlayalım. Yaşasın 19 Mayıs, Yaşasın Atatürk ve devrimleri, yaşasın yarının laik demokratik sosyal hukuk devleti ve özgürlükler!
--
(*) www.cnnturk.com/2013/turkiye/05/10/emine.erdogandan.suriye.aciklamasi/707442.0/
NOT: Artıbirtv’de bugün saat 12’de Haluk Şahin’in konuğu oldum. Çok temel konuları tartıştık.. İzleyin derim. Tekrarı Salı 23.30.
--19 Mayıs 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet