Öcalan’ın 21 Mart
Nevruz açıklamasında, “Yeni Osmanlı”cıların izlerini süreceğiz bu yazıda.. Bu
izlerin, aslında Abdullah Öcalan’ın daha önceki teorik görüş ve
değerlendirmeleriyle bir ilgisinin olmadığını söyleyebiliriz. Öcalan’ın
mesajında net olarak görülüyor ki, söylemini değiştirmiş, RTE ve Davutoğlu’nun
“Yeni Osmanlıcılık, ulus devletlerin sonu
ve Orta Doğu’da İslamın birleştiriciliği ile yayılma politikası”nın aracı
veya paydaşı olmuştur..
Öcalan’da bu
söylem değişikliğinin politik mi, mecburiyetten mi, bir kişisel ve politik
açmazdan/ tıkanmışlıktan mı kaynakladığı üzerine, sonraki yazıda değineceğim..
Öcalan,
Anadolu’da “farklı ırklarla, dinlerle,
mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan” büyük medeniyeti, “Son iki yüz yıllık fetih savaşları, batılı
emperyalist müdahaleler, baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi,
Kürdi toplulukları ulus devletçiklere,
sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır..” diyor.
Davutoğlu da benzer düşüncede! Bu
nedenle, Osmanlının temsilcileri Yeni Osmanlılar olarak Ortadoğu’yu “tarihi bakiye” biçiminde görüyor ve
bölgede hak iddia ediyor. Bu bakışın temelinde şüphesiz Kürtler var, bir de
örneğin Suriye ve Irak Sünnileri! Ama durum, önce şu Öcalan’ın yanlış görüşünü
eleştirelim:
Öcalan, kapitalizm ile ulus devletlerin
ortaya çıkışı arasındaki temel tarihsel, ekonomik ve siyasi bağı ve mekanizmayı
unutmuş! Osmanlı’nın dağılmasını kastediyorsa, bunun temel nedeni, kapitalizmin
sosyal ve kültürel bütün unsurlarıyla (kiliseyi deliğine tıkmasının yanısıra) imparatorluklar
çağını sona erdirmesi, ulusçuluğu ve ulusal devletleri ortaya çıkarmasıdır; bu
bir tarihsel olgudur.. Osmanlıdaki parçalanma, sanayice daha gelişmiş ve İslam
olmayan diğer etnik kimliklerin öncülüğünde (Yunanistan, Bulgaristan vb)
başlamıştı. Osmanlı ermenilerinin ayrılıkçılığı da 19.yüzyıla dayanmasına
rağmen, Türkler ve Kürtlerle iç içe Anadolu’da yaşadıkları için, bunu
başaramadılar. Eğer imparatorluğun uç kısımlarında yaşıyor olsalardı, bugün bir
“Ermeni meselesi”miz olmayacaktı!
Ortadoğu’da ulusal devletlerin doğuşunda,
Batıların katkısını şüphesiz kimse inkar edemez. Ama ulusal ayrışmalar
döneminde, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış “Arap” kimliğiyle Türkü bir arada
tutmak zaten mümkün olamazdı. İslami referans bile! Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da
“arapça ana dilli” 19 ülke var! Bu ayrılıkları salt emperyalist müdahale ile
açıklayamayız. Ulusal ayrışmalarda dil ve din bile bazen birleştirici olamıyor,
coğrafi ve yerel gelenek ve özellikler de öncelikli olabiliyor.
Özetle, Öcalan’ın 200 yıllık sürece
sanal sınırlar ve yapay problemler olarak yaklaşması, kendi teorik donanımı ile
değil, sürece tam da böyle bakan Davutoğlu
ve Erdoğan’ın tezlerini benimsemiş olmasıyla açıklayabilirim. Öcalan’ın,
Yeni Osmanlıların tezleriyle birleşmesinin olası nedenlerini ve bunun Kürt
hareketine yeni açılımlar kazandırma şansını, sonraki yazıda açmayı
deneyeceğim..
Öcalan, RTE ile vardığı anlaşmayı, yeni
osmanlıcılığın zorunlu vardığı durak olan “çok ulusluluk” olarak açıklıyor. “Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak
(Türk/iye gibi), bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği
insanlık dışı bir imalattır.. Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk
halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak
yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.”
Yani, Türkler ve Kürtler olarak iki eşit
etnik varlık, coğrafyamızda tek değil çok uluslu birliktelik… Birleştirici
bayrağımız da İslam..
İslam konusunda, eğer doğrudan Davutoğlu
ile teorik-pratik tartışmalar yapmadıysa İmralı’da, MİT Müsteşarı Hakan Fidan aracılığıyla bu konuda
fikir birliği oluşmuş. Öcalan, ilk heyetle görüşmesinde de kuran-din islami
geçmişi konusunda tiyölerini ve anlaşmasını önceden vermiş bulunuyordu! Bir
ikinci vahiy dönemi gibi bir şey..
Öcalan Atatürk ve kurduğu ulusal devlete
de şöyle saldırıyor:
“Kapitalist
Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı
bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik
hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve
kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden
ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü
olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi
inşa etmeye çağırıyorum.”
Bu konuda da, Atatürk dönemini
herşeyiyle tamamen tasfiyeye yönelen, ulusalcılıkla hesaplaşmalıyız diye bunu
açıktça söyleyen Erdoğan+ Davutoğlu ile birlik içindedir.
Şimdi ise yeni bir kuruluş dönemi
başlatıyor, tıpkı “TBMM'nin kuruluşundaki
ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.. Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin
öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı'nın daha güncel, karmaşık ve
derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.. Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış
ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde
yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik
bir "Milli Dayanışma ve Barış Konferansı" temelinde kendi
gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum. Bölge
halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan,
bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden
doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor..
Bu son noktayı, Ortadoğu’da parçalanmış
Kürdistan’ın da (Türkmenler de!) birleşmesi çağırısı olarak görmeliyiz..
Bu hedef, Öcalan ile Erdoğan+Davutoğlu,
önlerine koydukları Türk-Kürt ulusal devletleri, Federasyonu gösteriyor..
--25 Mart 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder