Evet, kastım tabii ki Başbakan’ın inanılmaz
boyutlara varan fütursuzluğu, aldırmazlığı, tavan yapan kendini beğenmişliği ve
nefretini yaptırımlarla göstermesi.. Başbakan, iktidara geldiğinden beri
medyayı hedef alıyor. Muhalif medya değil sadece hedefi.. İktidarı koruyup
kolluyor olmasına rağmen, okurunu kaybetmemek için haber vermeye çalışan çok
satan gazeteleri de sopalıyor hala! Sabah grubunu yakını Çalık’a aldırdı.. Yeni
Şafak ve Star gibi doğrudan iktidarı destekleyen gazetelere sahip..
Hürriyet, Milliyet, Vatan, Habertürk, Posta..
bunlarla da, tam destekçi ve tam CHP-Muhalif düşmanı oluncaya kadar uğraşıyor…
Çevresindeki adamları sürekli medyanın tepesinde.. Yeter kardeşim!
Bütün bunlar, AKP oylarının yüzde 50’ye yakın
olmasından kaynaklanıyor.. Diyorum ki iyi bir halk sopası yemeden, yani seçimlerde
şöyle %40’ların altına iyice inmeden
Başbakan ne ılımlaşır ne demokratikleşir ne basın özgürlüğüne karşı anayasayı
durmadan ihlal etmekten vazgeçer, ne de diğer hak ve özgürlüklere saygı
gösterir.. Aslında böyle bir zemin de oluşuyor.
***
Dünyada etkili gazeteler ve kalemler, iktidara eleştiri
dozlarını artırıyor..
Önümde Die
Welt, “Erdoğan kendini Sultan görüyor
(Erdoğan sieht sich als Sultan)”, yazısından (2 Eylül): “Durum, Erdoğan ilk iktidara geldiği zamanlar gibi değil. Türkiye o
zamanki ülkenin neredeyse tam tersi; Erdoğan da başlangıçtaki Erdoğan’ın tam
tersi.. Başlangıçta AB üyeliği ana hedefti, şimdi Kongre konuşmasında AB’ye tek
satırlık bir yer yok.. Yurtdışından 200 delege Kongrede, diye böbürleniyorlar,
ama Avrupa’dan tek temsilci Gerhard
Schröder de aslında AB temsilcisi değil.. ”
Balyoz davası ile ilgili Economist dergisi, “öncelikli
hedefin adalet sağlamak değil, olası darbecilere güçlü bir mesaj vermek gibi
gözüküyor” diye yazarak, ülkede yargının bağımsız olmadığı düşüncesine
yer veriyor.. Diğer Anglosakson gazetelerde de Balyoz’un haksızlığına ilişkin
yorumlar okuyoruz..
Frankfurter
Allgemeine, etkili Alman muhafazakar gazete, “Başbakan
Edoğan’ın Suriye politikası Türkiye’yi daha güvenli değil, tersine daha
güvensiz ülke yaptı.. Hiç bir ülke
Türkiye kadar Suriye krizine bu kadar dahil olmadı, hiz bir lider de Erdoğan
kadar Esad’ın devrilmesi için çalışmadı.. Sandılar ki Libya’da olduğu gibi
Suriye de hemen yıkılacak. Ama Suriye Libya değil.. Suriye’de tek kazançlı Kürtler..
Buna rağmen Erdoğan sallanmış gözükmüyor, ama ilk kez Erdoğanı körcesine
izleyen kesimlerde bile Erdoğan’a karşı bir muhalefetin geliştiği gözüküyor,
çünkü Türkler Suriye’de ikinci bir özerk Kürt bölgesinden endişeli.. Sıfır
sorun politikasıyla Türkiye’nin eski osmanlı topraklarında yayılarak bölgesel
güç elde etme politikası da çatlamıştır..” (Null Probleme?- Sıfır Sorun? 25. 9. 2012)
***
AYDINLARIMIZIN SEFALETİ
Pınar
Doğan, Sol gazetesine eşi Dani Rodrik
ile birlikte verdiği demeçte diyor ki:
“Birçok
konuda fikir birliği içinde olduğum ve saygı duyduğum yazarlar hakkındaki
fikirlerim radikal bir şekilde değişti. Çoğunun analitik ve ampirik düşünceden
hiç feyz almadığını, ya da belli konulardaki ön kabullerinin bu kabiliyetlerini
nasıl tamamen devre dışı bıraktığını gördüm. Ortaya çıkan yeni olgular ışığında
inançlarını gözden geçirmek yerine, olguları çarpıtarak inanç sistemlerine
uygun hale getirme çabalarına tanık oldum. ‘Belgeler sahte olamayacak kadar
detaylı,’ ‘çelişkiler var ama bunları sanıklar yakalanınca belgeler sahte
diyebilmek için yaratmışlardır, ‘bunlar gerçek olmayabilir ama bir de hakikat
var’ gibi akıllara ziyan “argümanlar” okudum.”
Onlarda ne zaman ve hangi konularda “analitik ve ampirik düşünce yeteneği”
vardı, merak ettim? Bilim ve bilimsel düşünme kültürü
zayıflığı, ne yazık ki, bu ülkenin temel sorunu.. Bizim aydın da bu sakatlığın
ürünüdür; birey olamamak ve güç
odaklarıyla birlikte hareket etmek!
Ama bana göre,
siyasi ortam, eksik domokrasi, bilimsizlik, ülkede düşünen-yazanlar arasında
bir negatif seleksiyon mekanizması
oluşturdu. Gerçek aydınların ayıklandığı veya onların ortaya çıkmasının
engellendiği bir durum. Ana akım medyanın tutumu da, bu negatif seleksiyona
hizmet olmuştur
Önümde Doğan Kuban’ın yazısı, diyor ki, “Bizim ülkede felsefe geleneği yok... ABD’de üniversite ve kolejlerin entelektüel
öncülerine yapılacak zorlamaların ülkenin geleceğini tehlikeye düşüreceği
ilkesi kabul edilmiştir. Bu Amerikan anayasa mahkemesi eski
başkanlarından Earl Warren’in
görüşüdür.”
Bizde ise
kurulu siyasi düzenler, her zaman, entelektüel öncüleri tasfiye, susturma ve
kendilerini destekleyeceklere meydanı açma, şeklinde çalışıyor..
--- 4 Ekim 2012/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder