CBT Sayı 1319, Gündem, 29 Haziran 2012
Bilim insanları, şu veya bu şekilde,
bilimsel başarımlarının ele alınmasından, tartışılmasından,
değerlendirilmesinden hoşlanmıyor. Daha doğrusu, akademik araştırmaları ulusal
ve uluslararası düzeyde iyi ve yüksek düzeyde olanların bu konuda bir derdi
yok. Tersine, bunu isterler bile diyebiliriz.. Ama akademik çalışmaları ortanın
altında ve düşük olan ise, bu konunun gündeme getirilmesinden hoşlanmıyor.
Bir “sosyal bilimci”, dahası teoloji
alanında uzman biri, bir tv programında, yayınlarımızla bilim insanları
üzerinde terör estirdiğimizi bile dile getirme cüretinde bulunabildi! (*)
Hayır, üniversite, akademik unvanlar,
kimsenin babasının malı değil. Bu konu
tamamen toplumsal – kamusal bir karakter taşıyor. Doğuştan unvanlar
almadığınıza, yasalar çerçevesinde toplumsal bir saygınlık elde ettiğinize ve
bu unvanlarla “uzman” niteliği kazandığınıza göre, aldığınız unvanların olgusal
karşılıklarının sorgulanması doğaldır..
Dünyanın her yerinde böyledir.
Üniversiteler uzman seçerken, bu kişi hangi bilimsel araştırmalar yapmıştır;
hangi buluş, teori, patent vb ye imza atmıştır.. Hangi fikri bilim dünyasınca
tartışılmıştır ve ödüllendirilmiştir.. Ona göre kişiye “iş-makam” veriyor.
Akademiler de üye seçerken de aynı yol ve yönteme başvuruyor..
Türkiye
Bilimler Akademesi’nin, hala geçerli olan yasal
kriterlerine göre, hükümetçe atanmış 130 kadar üyenin büyük çoğunluğu üye olma
niteliğine sahip değil. Ben TÜBA’nın yöneticilerinin veya üyelerinin, büyümekte
çok “seçkinci” davrandığını düşünen bir insanım. Bu uç noktada “seçkincilik”
öyle ki, üye olabilecek onlarca kişiyi akademi dışında bırakmıştır. Yeterince
kucaklayıcı olamamıştır. Bu anlamda sorgulanmış ve iktidarın yaptırımlarına da
açık hale gelmiştir.
Ama, üye seçme kriterlerine göre karar
vermeyi örneğin uluslararası bir bilim kuruluna bıraksanız, hükümet ataması
üyelerin yüz kadarı sınıfta kalabilir! Bu tartışılmayacak kadar açıktır.
Denemeye de açıktır!
Bilimde evrensel ölçümler getirilmiştir. Getirilmese bile,
Türkiye’de kim ne yapıyor ve en iyiler kimlerdir diye bir araştırma yapmayacak,
iyilerle kötüleri birbirinden ayırmayacak ve iyi bilimin üretilmesi için teşvik edici olmayacak mıyız?
Bilimin her alanında başa güreşildiği ve ülkelerin ekonomik ve sosyal- kültürel
olarak bundan yararlandığı bir dünyada, hele!
***
Bu bağlamda,
Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’ün Yeni Şafak gazetesindeki yazısını gündeme
getirmeliyiz. Yazar, Hükümet TÜBA’sına atandı. Öğün, bu üyeliği kabul etmediğini ve istifa ettiğini de duyuruyor. İki hafta önceki sosyal bilimciler
listemizdeki düşük puanını dikkate alarak bizleri suçluyor.. Geçen
haftaki listemizde, Öğün’ün bilimsel başarımına yeni haliyle yer verdik,
Atananlar arasında iyi durumdadır!
Öğün, TÜBA’ya alınmayan Şerif Mardin’i sayarak bir savunma geliştiriyor. Haklıdır. Ben
başkalarını ve hatta doğa bilimcilerini de sayarım TÜBA'ya alınması gerekirken alınmayanlar arasında..
Ama Öğün ciddi bir konuyu
gündeme getiriyor: Eski TÜBA siyasal bir oluşumdu, yeni TÜBA da siyasal bir
oluşum.. Bu nedenle içinde yokum!
Bu tutumu dikkate alınır, saygıdeğerdir.
Ama şu
tutumunu anlamak zor. Diyor ki:
“Ulusalcılıklarından şüphe
uyandıracak tuhaf bir 'evrenselcilikle' ve tamamen niceliklerde takılı kalan,
boş ve sığ bir Batıcılıkla (buna içeriden sömürgeci bakış demeyi daha uygun
buluyorum) TÜBA'ya seçilen bilim adamlarının bilimselliklerini ölçmeye kalkıyor
ve 'Hani nerede bunların uluslararası yayınları? Hangisine ne kadar atıf
yapılmış?' nev'inden sorular soruyorlar. Ey İsmail Kara, siz Türk Düşünce
Tarihi'nin yazımına yaptığınız ciltler dolusu çalışmayla katkı sağlamış olsanız
da İngilizce bir makaleniz olmadığı için bir 'hiç'siniz!... Yazar ve Meb'us
Beyler, ma'alesef çok basit bir şeyin; nicelikle nitelik ölçülemeyeceğinin
farkında değiller…”
Sayın Öğün, yanlış yerden yaklaşıyorsunuz..
Tam da
“ulusalcılığımız”, yani ülkeseverliğimiz bizi, çok daha iyi bilim yapılması
için bir takım ölçümlere ve kriterlere yöneltiyor: Yüksek Standartlar! Daha yüksek standartlar.. En yüksek standartlar!
Dünyayı yakalayıp geçmemizin, pazar sömürgesi olmaktan kurtulmamızın, tüm İslam
ülkelerinin yükselmesinin başka bir yolu yordamı yok! Bu nedenle gelin bu
standartların geliştirilmesinde yardımcı olun!
Evrensel bilimi Amerikancı
olmakla suçlarsanız, Amerikanın nasıl dünya egemeni olduğunu kimseye
anlatamazsınız..
Anayasa tartışmalarına katıldı, raporlar
yazdı, tv’lere çıkıp konuştu diye, hiç bir hukukçudan bilim insanı
yaratamazsınız.. Kendi alanında derin düşünsel yaratıma denk gelen
ölçülebilecek bilimsel araştırmalara gömülmeyen insanlardan bir şey çıkmaz..
Bu konu daha
çok tartışma kaldırır.. Gelecek hafta yeniden birlikte olmak dileğiyle..
--
(*) Bu arada açıklayalım: İlahiyat alanı
(dini bilimler), akademik unvan taşıyanların bilimsel etkinlik bakımından
oldukça zayıf oldukları bir alan. 1981- 2009 yılları arasında, yani 29 yıl
içinde uluslararası atıf endekslerince yapılan değerlendirmelere göre, dini
bilimlerde 45 ülke arasında 27.sıradayız. Yayınların etki derecesi ise daha
iyi: 16. (Tübitak Ulakbim- Türkiye
Bilimsel Yayın Göstergeleri – III).
Türkiye müslüman bir ülke! İlahiyat
akademik temelde üniversitelerde öğretiliyor, çalışılıyor. Türkiye’nin İslam
dünyasında bu alanda araştırmalarıyla öncü rol oynaması gerekiyor. Yeni
açılımlar önermesi, İslam dünyasının çağdaşlaşabilmesi ve toplumsal olarak
önünün açılması için etki derecesi çok önemli çalışmalar-araştırmalar yapması
gerekiyor..
Bizim ilahiyatçılar genellikle toplum nasıl daha çok nasıl dini kurallar
çerçevesinde yönetilire kafa yoruyor ve bu alanda daha çok tutucu
yorumlarıyla gelenekselciliği ve köktenciliği güçlendiriyor!
Ben İslamcı
düşünürlerden, akademisyenlerden, İslam dünyasında yankı yaratan bir teori,
yorum, açılım vb duymadım ve görmedim.. Burada cahilliğim rol oynuyor olabilir.
Bu konuda gelecek bilgilere açığız..