SAYFALAR

9 Nisan 2012 Pazartesi

“Tutuklu Medya”


Geçen günkü yazımda dışarıdaki tutuklu gazeteciler deyimini kullanmış ve kim söyledi anımsamıyorum demiştim. Bu deyim Can Dündar’a ait. Ahmet Şık da benzer sözü Avrupa Parlamentosu’ndaki güzel konuşmasında kullandı. Sonra bu deyimin tam gerçeği ifade etmediğini düşünerek “tutuklu medya” dedim.
Olayın gerçek boyutu budur. İktidar medyayı tutuklamıştır. Biraz bu konuyu açmak istiyorum.
Medyayı medya yapan gazetecilerdir, şüphesiz ki.. Yazan, çizen, fotoğraf çeken, habere koşan, araştıran, kameramanı, röportajçısı ve tüm basın emekçileri..
Bu mesleki kadro olmadan gazete, televizyon olmaz. Medya ortamını yaratan,, da biz değilsek patrondur. Dolayısıyla, patron da gazeteciliğin asli bir parçasıdır.. Medyasını ticari işleri için iktisadi, toplumsal, siyasal silah olarak kullanmadığı sürece, patronlar da mesleğin, gazeteciliğin, bizim bir parçamızdır.
Bizim derken, şüphesiz ki basın özgürlüğünün, özgür medyanın.
Anayasada dile gelen “basın hürdür sansür edilemez”in parçasıyız hepimiz.
Biz çalışanların basın olarak özgürlüğümüzle patronun özgürlüğü, burada bire bir örtüşür.
Biz tutuklanıyorsak, bir anlamda patron da “tutuklanıyor”.
Veya patronun “tutuklandığı” durumlar, bizlerin de yazma-çizme, yorumlama, haber verme özgürlüğümüzü doğrudan etkiliyor. Genel yayın müdürü, yazı işleri müdürü, birden “patron tutukluluğunun” gazetede/tv’de uygulayıcısı konumuna geçiyor.
Genel bir susma, alabildiğine bir otosansür yürürlüğe giriyor.
Özgür yazan, yorumlayan yazarlar üzerinde baskılar katlanarak ağırlaşıyor, özgürce düşünceyi dile getirmek olanaksız hale geliyor, ya yazdırılmıyor ya kapının önüne konmalar başlıyor; veya türlü cambazlıklarla laf dolandırmalar yazılıyor. Gazeteciler, yazarlar, kendileri olmaktan çıkıyorlar. Patron da gazete sahibi olmaktan..
Hepimiz tutuklanıyoruz..
İçerideki gazetecilere, bizler, dışarıdaki gazeteciler, patronla birlikte de tüm medya toptan esir alınıyor.
Gazetelerin entelektüel faaliyeti, topluma düşünce ve haber olarak katkısı, iktidarın sıradanlığına, otoriterliğine, bayağılığına teslim ediliyor.
Dolayısıyla, Tutuklu Medya olgusu ortaya çıkıyor.
***
Tutuklu Medya’nın iki kaynağı var. Biri doğrudan iktidar, iktidarın başı. Kaç kez yazarlara, haberlere doğrudan saldırdı, çetelesini kim tutuyor? Bu yetmedi, doğrudan patronlara da: Parasını sen veriyorsun bunların, o zaman kes seslerini, onlar birer elemanın değil mi, orası bir şirket değil mi, istemediğin bir şeyi yazdırmazsın, veya değiştirirsin adamı olur biter.. Sonra kapıma gelip ağlayıp sızlamayın..
Bu kadar kaba saba ve basit. Doğan Medya’yı, bütün patronlara örnek bir cezalandırma yöntemi ile “terbiye etme” yolunu seçti (Maliye sopası!). Bu gurubun ilk büyük firesi, iktidar veya bedeli, 100 binden fazla satan sokak muhalefetinin başarılı örneği Gözcü’yü kapatmakla başladı. Sonra iktidarı kızdıracak yazarlardan adım adım kurtulma yolunu seçti. Gazete, kapak haberlerinde de kendine çeki düzen verdi. İktidara batacak haberler varsa eğer, küçük görülüyor...
***
Geçen ay gerçekleştirilen hukuk- gazeteciler vb seminerinde dinlediğim üç yazar, Sedat Ergin, Cüneyt Ülsever ve Mustafa Mutlu, içeriden ve dışarıdan, durumu özetleyen konuşmalar yapmışlardı
Cüneyt Ülsever, “bu dönemde çok sayıda yazarın fikri ile zikri aynı değildir, başıma ne gelir korkusu ile yazıyorlar” saptaması yapmıştı. Mustafa Mutlu, “kendisini sanık sandalyesi içinde hisseden, sürekli izlendiğini yargılandığını düşünen gazetecilerin çok sayıda varlığı dönemin karakterini belirliyor. Biz buraya gelerek risk alıyoruz.. hakkımızda tweetler atılıyor darbeciler toplanıyor, diye. 8 yıl öncesine kadar yazı işleri masalarında özel atlatma haber flaş haber tartışılırdı, buna kafa yorulurdu; şimdi artık yazı işleri toplantısı resmen açılmadan sohbete gazeteye girmeyecek haberler konuşuluyor..”
***
Evet baskı kaynağının ikinci ayağı polis ve yargıdaki yapılanmasıyla cemaat. Odatv ve izleyen tutuklamalar, hedef göstermelerin kaynağı. Ben bu kaynağın artık basına karşı eylem yapacak gücünü yitirdiğini düşünüyorum. Büyük itibar kabetme ve çırpınma dönemi. Özellikle Silivri davalarının yalan dolanı içinde!
Özetlersek, Basın – Medya Tutukludur.
Tutuklu Medya’nın kurtuluşu, özgürlüğü için, etkili, verilere dayalı, sağlam bir entelektüel mücadele başlatılmalı..
Konseyler, dernekler, cemiyetler, yazarlarımız...
--
Not: Silivri davaları, Balyoz üzerine yazılarım, gazetecilerin ortak vicdanı değildir. Kimse rahatlamasın! Ben kendi vicdanımdan sorumluyum.
--9 Nisan 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder