SAYFALAR

29 Şubat 2012 Çarşamba

CHP: Bölünme?!


Bölünme deyince, insanın aklına karpuzun ikiye ayrılması geliyor. CHP bölündü! Yarısı oraya yarısı buraya! Medyanın, ikide bir parlattığı bir sözcük. Bu sözleri geçmişte çok duyduk. CHP’den ayrılmalar olabilir. Bu, bölünme ile dile getirilir mi?
Ercan Karakaş’la konuşuyorduk.. Onlar da umutlarını kesmişler ve partiden ayrılmışlardı. Sonra kendi içlerinde de ayrıştılar. Her bir baş başka bir parti oluşumuna girişti. Çalışmalarından koca bir sıfır çıktı.
Murat Karayalçın yıllarca tabanda toplantılar yaptı..En ciddi çalışmalardan birini de Burhan Şenatalar sürdürdü... Ve daha neler neler.
Karakaş şimdi parti okulunda görevli. Heyecan veriyor bana bu çalışma, diyor! Bilgili, bilinçli kadroların yetiştirilmesi amaçları. Parti içinde sadakata değil liyakata dayalı bir sisteme hizmet edebilir bu okul. Belediye başkanlarının seçiminden tutun, parti örgütlerinde görev alacaklara kadar, kadrolar yetiştirilebilir.
***
CHP üzerine yazılarımla “parti içinde, gurup politikası” yapmıyorum. Dışarıdan biri olarak, beni hem aşar hem de merakım yok. Ama görüşlerimi belirtiyorum. CHP’nin, Türkiye’nin politik hayatının ve ülkenin demokratikleşmesine, ülke üzerine gelen belaların savuşturulmasına, daha hakça bir düzenin kurulmasına hizmet etmesi için ve ezilen ve zulüm görenlerin partisi olsun diye destekliyorum, şimdilik en büyük güç orası!
***
CHP’deki gelişmelere ve taraflara “aşırı ideolojik yüklemeler” yapmaktan kaçınıyorum, bunu da çok gerçekmiş gibi görmüyorum. Daha serinkanlı bakmaktan yanayım.
Kurultay’da şunu gördük: Parti yönetimleri gelir geçer, iktidarda olmak kavgası kıyasıya sürür gider; bunların hepsine “ideolojik kılıflar” giydirilir..  ideolojik söylem, CHP içinde rakibini vurma -altetme aracı olarak kullanılır her zaman! Ama görüyoruz ki tabanda epey sağlam bir irade bulunuyor.
Örneğin delegelerin büyük çoğunluğu,“vayyy yönetim sapmış falan filan..” söylemine itibar etmedi. Kılıçdaroğlu’nun en azından gelecek genel seçimde de partiyi yönetmesini istedi.
Baykal bu iradeyi gördüğü için “Partimle –yönetimle–savaşmam” demiş olabilir.
Önder Sav, önemli bir politikacıdır. “Biz hancı, herkes yolcu” tutumu, gülümseniz bile hoşgörülebilir!? İsa Bey’in ise, kurultaydaki olaydan sonra otele koşup alnını Önder Sav’a öptürmesi, akıllardan çıkacak bir görüntü değildir! Yönetim dışında kalan “CHP” bu mu olmalı?! Yandı gülüm keten helva!
***
Bölünme, bugünkü koşullarda, “muhalefette kalan” ekibin partiden ayrılması olur. Önder Sav’ın sahip çıktığı düşünceler, parti örgütünde –halkta yaşıyor.
Parti örgütü (Genel Merkez demiyorum!!), Baykal döneminden derin dersler çıkarmalı, ana kıstas olan, başarısızlığa prim vermeyecek bir bilince kavuşmalı.. Kılıçdaroğlu, örgütü bu bilinçle harekete zorladığı sürece, çalışan bir örgüt yaratır ve birlikte genel seçimlerde yüzde 30’a ulaşabilirler!
İktidar olurlar, demiyorum, çünkü iktidar olabilmek, sadece, bir partinin, ne kadar olağanüstü- üst düzeyde olsa bile, başarılı çalışmalarına bağlı değildir. Özellikle medyada öyle bir hava estiriliyor!.. (*)
Bütün gerekleri yaparsınız, ama iktidar olamayabilirsiniz. Ama başarımınızı sürekli arttırır ve çıtayı hep yükseltirsiniz... Çünkü iktidar olmanın/iktidar değişiminin koşulları, herşeyle bir bütündür. Ne demiştim? Bir mihrap yıkılmadan, yıkılıyor olduğunu görmeden, yıkılması gerektiğine inanmadan, millet yerine diğer bir mihrap inşa etmez..
--
(*) İktidar medyasında yorumlara baktım, güldüm. İktidar medyası olma görevi ve güdüsü o kadar içselleşmiş ki, nesnel bir yazı okumak mümkün değil. Bu eleştiriye mükemmel bir örnek, Star yayın müdürü Karaalioğlu’nun dünkü yazısı! Aman aman aman.. Kurultay’la ilgisi olmayan bir komik yazı da, Zaman’ın yayın müdürüne ait. Ay aman, nasıl oluyor da olmayan bir AKP-cemaat çatışması yaratılıyormuş.. Benzer telden çalan aptalca şeyler başka yerlerde de var. Dumanlı’nın yazısındaki yan çizmeyi gördükçe, bu örgütün samimiyetsizliğinin had derecesini daha iyi anlıyorsunuz.
--28 Şubat 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Şubat 2012 Salı

CBT:1300. Sayımızla İlgili Mesajlar


Alıştığımız sayfa düzenimizde değişikliği bir yadırgadık, sizler yadırgamayın! Üçüncü sayfamızı bir yıl boyunca ilana verince, yer değiştirmek zorunda kaldık. En başta Doğan Kuban hocamdan özür diliyorum, sayfası yer değiştirdi, görselliği düzenleyen arkadaşlar, itirazlarıma rağmen, derginin editör sayfasının önlerde olmasının zorunluluğunda israr ettiler! Celal Şengör de bir sayfa arkaya kaydı!
Bu hafta, 1300’üncü sayımızla ilgili gelen pek çok mesajdan bazılarına yer verip, haftayı kolay geçirelim!
***
Ülkemizde böylesine kaliteli eğitim ve  araştırma ile ilgili güncel sorunların tartışıldığı, bilim ve teknoloji alanındayeniliklerin okuyuculara aktarıldığı bir dergiyi aksatmamadan 26 yılda 1300 sayı yayınladığınız için candan kutluyorum. Size ne mutlu! büyük bir kaynak eser oluşturdunuz. Son günlerde politik tartışmalarda da ses getiriyorsunuz. diğer değişle bilim ve politikayı birlikte yürütüyorsunuz.
Benden pek duymuyorsunuz, birkaç yazım değişik dergilerde yayınlansa da konferans ve kongreler dışında artık zülfüyare dokunmuyorum. Emekli oldukrtan sonra 3 doktorantımın yönetimini sürdürmüştüm, biri 2010, biri 2011 de sonuncusu da 30 Ocak 2012’de tamamladı… Rahat, gönlümce okuyor, yazları meyve sebze yetiştiriyor, geziyorum.
Prof. Dr. Mehmet Doğan, dogan@hacettepe.edu.tr
***
Bilim ve Teknoloji Dergimizin çeyrek yüzyılı bulan aydınlığı, bilim ve kültüre tuttuğu çağdaş ve büyük ışık sizin ellerinizde büyümüş ve gelişmiş, örneği bulunmayan bir büyük başarıya ulaşmıştır.
Bu başarının özellikle günümüz için ayrı ve çok özel bir önem ve değer taşıdığı, eğer o ışıktan bir korkusu yoksa, her gören göz, düşünen her kafa için çok açıktır. Zaman zaman benim de yazılarıma lütfedip yer verdiğiniz için ayrıca özel bir gurur ve mutluluk duyduğum Dergimizin 1300. sayısını, 26. yaşını, sizi ve emeği geçen herkesi yürekten ve tüm içtenliğimle kutluyorum. Işığınız hiç sönmesin, aydınlığınız hep yaşasın.
Erdoğan Yılmaz, Eğitimci, Kültür Okulları Eski Genel Müdürü,
***
Öncelikle yöneticisi olduğunuz dergini böylesine büük bir  yayın sayısına ulaşmış olmasını kutlarım. Emeğinizin azımsanamayacak değerde olduğu açık. Bininci sayıda kongre yaptığınızdan ve belki de her yıl tematik toplantılar yapma ve bu konuda önerilere açık olduğunuzdan bahsettiniz.
Tematik toplantılar fikri çok yerinde. Yıllık toplantıların katılım sorunu yaratma endişesi ile, bienal gibi iki yıllık toplantılar halinde olması, temaların bir kaç yıl önceden belirlenmesi yerinde ve verimli olur. Cocuk cerrahisi uzmanı bir hekim olarak katkıda bulunabilecegim alanlarda (fikirden gerçekleştirmeye kadar, ki fikir herkeste çoktur biliyorum ) her türlü bilimsel toplantıyı destekleyebilirim.
Dr Fatih Akbıyık
***
CBT'de üniversite kökenli değişme ve gelişmelere, konulara göreceli olarak daha ağırlıklı olarak yer veriliyor, buna karşılık kamu araştırma kuruluşlarında süregelen çok boyutlu yıkımlara, yanısıra, bu kuruluşlarda gerçekleştirilen araştırma çalışmaları ise hemen hemen hiç değini konusu yapılmıyor. Oysa, öteki alanlardaki yıkımlar, bir bakıma daha yakıcı biçimde kamu araştırma kuruluşları ve hizmet alanında da yaşanıyor. Öyle ki, son KHK'larla bu kuruluşların da etkinliklerini "piyasa odaklı", ağırlıkla da hizmet satıcı bir düzende yürütmeleri hedeleniyor.
Buna karşılık kamu kuruluşlarının çoğu AB, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler destekli araştırma projeleri, kendilerine bağlı onlarca araştırma kuruluşunun barlığına karşın üniversite, artık çoğu ticarileşmiş "sivil toplum kuruluşlarına" yaptırılıyor vb. Açıktır ki, bu türden yönelimler, bu kuruluşların yıkımına, özellikle de bu kuruluşlardaki araştırmanların dönüşümüne, dolayısıyla da kamusal kaynakların savurganlığına yeni boyutlar kazandırıyor. 
Temelde bu kuruluşlardaki araştırmanların edilgen tutumlarıyla da beslenen bu durumun tartışma konusu bile yapılmamasının CBT gibi bir dergi-gazete (ya da gazete-dergi) için de önemli bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Tasarladığınız etkinlik kapsamında kamu araştırma kuruluşlarındaki durumun çok yönlü sorgulanacağı bir "dosyanın" hazırlanmasını öneriyor; hazırlanacak olması durumunda da, gereksinme olduğunda bu doğrultudaki çalışmara gönüllü olarak katkıda bulunabileceğimi bilginize sunuyorum.
Yücel Çağlar
***
Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 1300 sayısına ve 26. yıla ulaşması nedeniyle sizi içtenlikle kutluyorum.  Evimize düzenli günlük gazete alınmazdı; ama ben Lise 1’den beri (1953) Cumhuriyet’in aksatmadan abonesi oldum. O sıralar Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini, kupürler halinde kesip biriktirerek yaz tatilinde arkadaşlarıma okudum ve okuttum.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji çıktığında Ali Sirmen gibi 2-3 yıllık bir ömür biçmemiştim. Çünkü daha önce TÜBİTAK tarafından yayınlanan benzer adlı bir dergi vardı. Onu izliyordum, hiç tatmin edici bir düzey göstermiyordu. Diğer bir kutlama da “10 yıldır AKP” kitabınızdan dolayı… Önceki kitaplarınızı da biliyorum. Ancak bu, tam bir “başucu kitabı”, benzersiz bir “belgesel.
Prof. Dr. Tümer Uraz  
***
Sayı 1300 olmuş. Kutlarım. Zaman nekadar hızlı geçiyor.. Bir süre Gazeteyi ve Dergiyi biriktirdim. Sonra hiçbir yere sığmaz oldular. Neyse imdadıma Cumhuriyet arşiv yetişti. Size bir 1300 daha yayınlamak nasibolsun. Biz de görebilelim.
M.Doğan Kantarcı
***
Gazetemizin CBT ekinin binlerce sayılara ulaşması en büyük arzumuzdur. Bu nedenle de emeklerinize teşekkür ederiz. Ben herkese içtenlikle öneriyorum. Her yıl,  kongre düzenlenmesi fikrine ben de katılıyorum. Yararlı olacağına, her kesimden, ilgi göreceğine de inanıyorum.   .
Turgut Özeke
***
Daha nice verimli 26. Sayılarınıza erişebilmeniz dileğiye
Dr. Nezihi Onaran
***
Gelecek Cuma yeniden irlikte olmak dileğiyle.. 
Cumhuriyet Bİlim ve Teknoloji, Gündem, Sayı 1301, 24 Şubat 2012

27 Şubat 2012 Pazartesi

Kurultay’dan İyi Şeyler Çıktı


Ankara- Şüphesiz, Kılıçdaroğlu, örgütten olağanüstü kurultay talebi gelmeden, bir yıldan fazla zaman önce söz verdiği tüzük kurultayını çok daha önce toplamalıydı.. Bu açıdan, örgütün, genel merkezi sıkıştırmasını ve uyanıklığını, önemsemek ve umutverici görmek gerekir! Hangi saiklerle toplanırsa toplansın, izlediğim bu kurultayın partinin demokratikleşmesi yolunda ilerlemesine katkıda bulunduğunu söylemek gerekir.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını 3 noktada değerlendirmek istiyorum.
1) CHP’nin Atatürk ve tek parti yönetimini doğru temellerde savundu. İlk uçak fabrikasının Cumhuriyet’ten hemen iki yıl sonra kurulmasını ve 30’lu yılların başında Kayseri’den Ankara’ya uçak uçurulmuş olmasını anımsatması, CHP iktidardan ayrıldığında Merkez Bankası kasasında 170 ton altın olduğunu vurgulaması önemlidir. “İç ve dış politikada birilerinin taşeronluğunu yapmadı.. kendi halkının temsilcisi oldu. CHP yabancılara yanaşmayan partiydi.. Asla, yolsuzluğa bulaşmadılar, siyaseti zenginleşme aracı olarak kullanmadılar..
Atatürk dönemine yönelik yokedici ve ahlaksız saldırılara karşı, uluslaşma sürecinin mihenk taşlarını daha güçlü ve “vesikalı” savunan özel bir söylem geliştirilmeli.
Bugün bir Türkiye varsa, RTE’ler, Güller ve diğerleri varsa, bugünkü iktidar varsa, Atatürk, CHP tek parti döneminde başarılanlar sayesindedir. Bir ulus devlet yaratılmasaydı, Türkiye’den bahsetmek mümkün olmazdı! Kadın haklarını da, demokrasiyi de “Tek Parti” tanıdı. Bugün sürüler halinde geçmişe saldıranların önlerine gerçekleri dikmek gerekir. CHP bu konuda zayıf ve savunmada kaldı
2) Kadınlara yüzde 33 kota tanınması gerçekten devrim niteliğindedir. Ercan Karakaş’ın deyimiyle “yüzde 33’lük kota kadın kotası değil, cinsiyet kotasıdır ve yarın kadınların çoğunluğu kazanmalarına durumunda, erkeklerin hakları da korunma altına alınmaktadır”!!! Tüzükte, gençlere de daha çok yer açılıyor!
Bu kararların partiyi canlandıracağını ve geniş çoğunlukları siyasete çekeceğini varsayabiliriz... Şimdi önemli olan, partinin bu kararları nasıl büyük çoğunluğu kucaklayacak biçimde hayata geçireceğidir.
***
3) Demokrasi vurgusu, konuşmasının ana temasını oluşturdu. Kılıçdaroğlu bu konudaki söylemini bir kaç basamak yukarılara tırmandırdı! Demokrasi, ülkemizin temel sorunudur. Demokrasi, hem eğitimde 4-4-4’e güçlü bir şekilde karşı çıkmanın adıdır, hem Leyla’nın HES’le karşı çıkmasını savunmanın.. Partinin Erzurum’a çıkarma yapması önemliydi!..
Düşün, ama benim gibi düşüneceksin; konuş, ama benim gibi konuşacaksın..” RTE’nin demokrasi anlayışını özetliyor. Medyaya yasal örgütlenme özgürlüğü vaadi, patronun hem iktidar korkusunu hem iktidar yalakalığını azaltacak temel önermedir!
Dörtlü bir sıralama yaptı gazeteciler için: “Hapisteki gazeticiler, hapse girecek gazeteciler, işine son verilen gazeteciler, yürekli yazı yazıyorlarsa işine son verilecek gazeteciler..
Demokrasi savunması, “hattı müdafaadan, sathı müdafaya” çoktan geçmiş durumdadır. Yani, demokrasiyi mevzi olarak belirli konu ve noktalarda değil, yurt düzeyinde irili ufaklı her konuda ve tüm alanda savunmak zorundayız. Bütün demokratik güçler ve CHP bu açıdan yeniden örgütlenmeli. Her noktada, bütün haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı çıkan bir tutum, partiyi yükseltir, çoğaltır.
Kılıçdaroğlu’nun “zulme karşı halkı direnişe” çağırması, anlamlı ve örgütlü kılınmalı. CHP yurt sathında demokrasinin savunmasına soyunmalı. Demokrasi mücadelesi, zulüm ve zulme karşı direniş, meclis dışında seyrediyor!
4) Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın bütün konuşmaları için üçlü bir tanımlama yaptı: İçlerinde, saldırganlık, nefret ve intikam var! “Kafasında toplumsal barış düşüncesi yok.. Bu söylemlerin temelinde bölücülük yatar..”
5) Kılıçdaroğlu hatipliğini çok güçlendirmiş. Seçimlerde izlediğim hatipliğini, iki gömlek geliştirmiş. Salona, dinleyicilere hakimiyeti ve kendine güveni artmış..
***
Haluk Koç önemli iki noktayı vurguladı: Numaracı Cumhuriyetçilerin partiyi tasarlamasına izin verilemez. Tepeden tırnağa haklı! CHP’yi, Atatürk’ü bu ülkeden kazımak gibi uluslararası ve yerli-gerici görev üstlenmiş kimselerin, CHP’yi geleceğe hazırlaması, CHP ile Kılıçdaroğlu’nun söylemiyle hastalıklı bir ilişki/ çelişki içindedir.
Koç’un değindiği diğer nokta ise, AKP- Erdoğan’la “din” yarışına çıkma eğilimleridir.
CHP kendisi olmalı. AKP’yi sıktıştıracağı nokta, din ticaretidir, yoksa “politik dincileşme” değildir. Her zaman, bu işin şampiyonu kimse, CHP’nin bütün bu yoldaki politikaları, RTF’ye ve Cemaate hizmet eder, onları haklı çıkartır ve güçlendirir..
CHP bunu görmüyor mu?
----27 Şubat 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Şubat 2012 Pazar

CHP: Temel Sorunlar!


Hepimiz, siyasi tavrımıza göre bir CHP istiyor ve öngörüsü yapıyoruz. “Bu işin sonu bölünmek” görüşünden tutun, horoz döğüştürmekten yana olanlara kadar (iki partiye bölünsün, her ikisi de yarışsın bakalım kim haklı çıkar), bir dizi öneri veya öznel saptama.. Arkama bakıyorum ki, yakın geçmiş, sayısız sosyal demokrat partinin mezarlığı gibi! Emekçi-sosyalist partilere gelince, bir türlü büyüyemiyor, ele avuca gelemiyorlar... Ki onlar “emek-sermaye” kesitinden politika yapıyor!
AKP’li yazarlara bakıyorum, soldan devşirmeleri dahil, önerileri: Kılıcını çek yaaa Kılıçdaroğlu! Şöyle bir salla, kelleleri düşür önüne.. Kesip atmazsan içindekileri, hiç bir zaman iktidar olamazsın!
 Pöh ki pöh!
Sanırsınız ki millet, parti içindeki ikili-üçlü hizipler nedeniyle CHP’ye oy vermiyor! Şu “ulusalcı” denen kesimi bir atsalar, Baykal’ı ve Sav’ı kesseler, CHP sadece Türkiye’nin değil Avrupa’nın bir nolu partisi olacak! Veya, “yeni CHP” imajı oluşturmak isteyenler bir dışlansa partiden.. Esip gürleyecek, fırtına gibi ezecek CHP!
Tamam, parti içinde bitmek bilmez iktidar savaşının partinin enerjisini azalttığı, hatta bazen yokettiği gerçektir.
Peki, güçlü ve baskın bir parti liderliği daha mı başarılı olur Türkiye koşullarında? Böyle bir liderliğin, partiyi ve örgütü nasıl yönettiğine bağlı olarak, farklı yanıtlar verilebilir.
***
Bülent Ecevit ve AKP modelleri böyledir. Ecevit inşa ettiği kimlikle ve bireysel enerjisiyle kitleler üzerinde etkili oldu, ama kitlesel bir örgüt enerjisi yaratamadı. Kendi enerjisi de iktidarda Türkiye için kalıcı ve değiştirici bir şey yaratmadığı gibi, kendi enerjisinin sıfırlanmasıyla partinin enerjisi de sıfıra vurdu!
Recep Tayyip Erdoğan, görülmemiş bir otorite kurdu AKP’de. Çelik çekirdek kadrosunun yanısıra, dışa yansıyan izlenimlere göre, iyi çalışanlara apolet takıyor ve Bakanlıklara kadar getiriyor. AKP’deki otoriter liderlik, çalışan bir parti yarattı! Bazı sosyo-siyasal analizlere göre, Erdoğan liderliği ile, toplumun geçmişten gelen geleneksel yapısı uyumlu. Yani bir cuk oturma! Burada çok temel bir liderlik problemi, Erdoğan’ın ileriye- geleceğe yönelik olarak halka önderlik edecek düşüncelere sahip olmaması. Toplumda varolan tutucu mirasların temsilcisi ve parlatıcısı!
AKP için “biat kültürü” deniyor. Peki Ecevit’in partisi için de benzer sonuçlar doğuracak biat kültüründen bahsedemez miyiz? İkisi arasında, varsa fark nedir?
Mustafa Kemal’in de, her ne kadar mucizevi başarılarıyla, hakkıyla ve bileğiyle, toplum içinde ve gönlünde büyük ve sarsılmaz taht (kült denebilecek ölçüde) kurduğunu kabul etsek bile, Atatürk Otoriterliği söz konusuydu. Toplum bu otoriterliği kabul ediyordu. Çünkü bu otoriterlik iyi şeyler üretiyordu!
***
Baykal da CHP’de otoriter liderlik kurmuştu! Öyle ki, tartışanlar elimine edilmiş ve Baykalcılar parti örgütlerini bütünüyle yönetir olmuştu. Böyle bir CHP’nin en son /en çok aldığı oy, yüzde 20 kadar oldu! Ama, Baykal otoriterliği AKP’nin tersine, çalışmayan bir örgüt ortaya çıkarttı! AKP çalışan bir örgüt, diğeri kötü bir örgüt yarattı! Tepeden, TV’lerden nutuk atarak partinin güçlenemeyeceği (bırakın iktidar olmayı), bir seçim gerçeği olarak “sabitlendi”. Ayrıca seçmen CHP’yi Meclis’e bile göndermedi!
Geçmişi, kökleri kullanarak iktidar olunamayacağı bellidir! Geçmiş zaten halka mal olmuştur! Bugün ne yapıyorsun, ne diyorsun? Sahip olduğun geçmiş üzerine ne katıyorsun!
Şüphesiz ki CHP çağdaş bir parti olmalı ve milletteki bilinç ortalamasının bir iki adım önünde, yol gösterici ve sürükleyici olmalı! Şüphesiz ki köklerinden kopmamalı ama çağdaş olmalı.. Doğan Kuban gelecek haftaki CBT yazısında diyor ki: Kemalizm ya da Atatürkçülük denilen şey ‘çağdaş olmaya çağrı’dan başka bir şey değildir.. Temel miras olarak bunu bıraktı!
Burada temel soru o halde: “Çağdaşlık Nedir”! Tartışılacak konu budur! CHP için çağdaşlık ne olmalı? Bırakın sosyal demokrat retoriği! Biz kendi tarihimizden bunu tartışmalıyız!
CHP, sağ partilerin program ve oylarına talip olarak, güçlenebilir mi? Bugüne kadarki pratikler, bu olasılığa sıfır puan vermiştir!
Tartışılacak başka bir nokta da şudur, ki bu, geçen seçimlerden sonraki analizimin belkemiğiydi: Bu millet, mihrap yıkılmadan, yerine yeni bir mihrap dikmiyor, öyle mi değil mi?! Hele bu nokta, CHP üzerine bir dizi tartışmayı çöpe atacak niteliktedir!
Kurultay’dan yazacağım.. Oradan ne yazılır?!
---26 Şubat 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Şubat 2012 Cuma

Bir Ara Sonuç / Darbe Girişiminin İlk Bilançosu


Yazılacak daha epey başlık var, ama şimdi bir ara sonuç çıkartalım.
1)             Erdoğan ve arkadaşları, epey bir süredir rahatsız oldukları “iktidar içinde iktidar” yapısını, öncelikle emniyette epey tasfiye ettiler. Özel yetkili mahkemelerde de, savcılıkta olduğu gibi, tasfiyeyi / dağıtmayı görebiliriz. Bu fırsatı Erdoğan’a yaratan tabii ki Cemaatin kendisidir. Cemaatin bu gücünün ve cesaretinin kaynakları ise ayrı bir konudur, ama yazılmalıdır..
2)             İktidar içinde iktidar” başlığını biraz açarsak: Cemaat bir “alt iktidar” yapısı oluşturmuştu. Bu cemaat yapısı, Erdoğan’dan farklı politik açılımlara, hedeflere sahiptir. Erdoğan, bir süredir; şimdilik özel yetkili mahkemelerde ve savcılıkta ve onlarla ilişkili emniyette gördüğümüz bu yapının, hükümet politikalarına uygun hareket etmemesinin rahatsızlığı içindeydi. Başbuğ ve Hurşit Tolon tutuklanmaları, bunun örnekleridir. Bu yapı en sonunda ciddi bir politik çatışmaya ve Erdoğan ile adamlarını hedef almaya yönelince, ipler koptu ve karşı operasyon gerçekleştirildi.
3)             Başbakan, siyasi yönetimi, böylece iki başlı olmaktan kurtardı ve tekleştirdi. Bu “tekleştirme”, Erdoğan’ın (otoriter) yönetim biçimine/anlayışına ve kişisel doğasına uygundur. Mesaj ve sonuç şudur: Cemaat, ancak, başbakanın emri, çizdiği çerçeve ve politikaları içinde varolabilir.
***
4)             Erdoğan bunu yapmasaydı, Cemaatin iktidarda/yönetimde politik kimliği, giderek daha baskın hale gelebilecekti. İkinci Şike Yasası’nda Cemaat en büyük politik iktidar atılımını yapmış, Bakanlar Kurulu dahil milletvekillerinin önemli bir kısmını safına çekmişti. Erdoğan duruma el koydu.
5)             Şike Yasası’nda Erdoğan son anda bu yasa çıkacak talimatıyla, yakın çalışma arkadaşları içinde oluşan yarığı giderdi, grubunu derleyip toparladı. Medya, ve siyaset değerlendiriciler, bu olayın önemini ve Cemaatin MİT öncesi en büyük siyasi saldırısı/ “darbe girişimi” olduğunu göremedi! Ama asıl toparlama, MİT olayıyla gerçekleşti. Çalışma arkadaşları ve milletvekilleri öğrendiler ki, bu partide ve iktidarda tek insan/lider bulunuyor! Cemaatten olmayıp da cemaate doğru ciddi yalpalama gösterenler, kuşkuları olmasın, bunun siyasi bedelini ödeyecek…
6)             Başbakan şüphesiz ki Cemaati destekçileri olarak tutacaktır. Bir yandan operasyonla iktidarlarını tasfiye ederken, diğer yandan başlarını okşayarak biz etle tırnak gibiyiz mesajı vermektedir. Cemaat, Erdoğanın iktidarına/politikalarına hizmet etmelidir, tersi değil.
7)             Cemaatin ise şimdilik başka bir “siyasi seçeneği” yoktur. Cemaat hasar tespitiyle meşgul. Şimdilik yazılarla bir “hizmet camiası” üzerine yazıyorlar. Gülen Hareketi, siyasi bir çağrışım da yaptığı için, bu sloganlarını terkediyor ve Gülen Gönüllüler Camiası’na geçiyorlar!
8)             İktidar, özel yetkili mahkemeleri yeniden düzenleyebilir. Erdoğan’ın aklı başında siyaset düşünürleri/adamları, bunların “demokratikleşmesini” dahası kaldırılmasını tartışıyor. Bu operasyon, Silivri yargılamalarında da olumlu sonuçlar verebilir. Ergenekon’un “Odatv” sözde uzantısı davası hızla sonlanacaktır.
***
9)             Kavga bitti mi? Bunu söyleyemeyiz, biliyorsunuz ki Aralık’tan beri yazdığım gibi, 2014 süreciyle ilişkilidir bu çatışma. Başbakan, 2014’e yönelik temizlik yaptı. Ama Cemaatin arkasında ABD gibi bir güç olduğunu unutmayalım.
10)         Cemaat lideri Gülen’in dile getirdiği başka bir yön var: “Yanlarında kimseyi istemiyorlar, tek başlarına iktidar olmak istiyorlar ki, hortumlamalarının şahitleri ve karşı çıkanları olmasın..
11)         Cemaat bunca yıldır devlette, iktidarda; mutlaka Erdoğan ve arkadaşları hakkında biriktirdikleri dosyalar vardır. Ama bakmayın siz Gülen’in bu tür ahlâki saldırısına, en sonunda, iktidarla böylesine bir çatışmayı sürdürmek istemeyecektir. Çünkü iyice temizlenme tehlikesi vardır. Seçimlerde Erdoğan’ı olumsuz etkileme güçlerinin abartıldığı kadar olmadığını sanıyorum. Cemaat, iktidarlarla çatışmamıştır hayatında! Bu genel stratejileridir. Çatışırsa daha büyük kayıplara uğrar. Bugün yaşadığımız ise, tarihi bir güç denemisidir!
12)         Bir başka sonuç: Erdoğan’a karşı Cemaat+ liberal aydın vb cephesinin billurlaşması. Taraf, bunun merkezi. Cemaat Erdoğan’a ağırlıklı olarak oradan vuracak. Artık Erdoğan’a taraftar dedil de karşı olmak prim getirecek!
13)         Peki sonuç iyi mi oldu kötü mü? Bu ayrı bir tartışma konusu. Cemaat adamlarının, Erdoğan’la birlikte, Türkiye’nin üzerinden buldozer gibi geçtiğini anımsayalım. Ergenekon kazanı yaratıldı. Balyoz operasyonu, başlı başına büyük bir sanal yaratıdır! Odatv ve diğerleri! Basın!!!
Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayını izleyeceğim için bu konuya ara veriyorum; bir çatışmadan başka bir çatışmanın içine!!!
--23 Şubat 2012 / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

21 Şubat 2012 Salı

Bu Mossadçılar Kim? Uslu'nun Analizi Doğru


Güleyim mi ağlayayım mı, bilemiyorum! Tam bir komedi!
Sahneye, senaryosu yazılmış bir “oyun” konuyor. Ama bu dinamik bir oyun! Yazarı, olayların yazdığı gibi gitmediğini görünce, sahneye yeni oyuncular ve finaller sokuşturuyor. Tiyatro yazarlarının ufuklarını açacak yeni bir “deneme sahnesi” seyrediyoruz...
Cemaat “partiyi” kaybedince, güttükleri güvenlik ve savcılık güçleri de “meydan savaşı”nda büyük kayıplar verince... Kendileri de muharebenin komutanları olarak cascavlak kalınca da.. “yahu ortalığı kim karıştırıyor.. olsa olsa, savcılığın, polisin, MİT’in içine sızan MOSSAD ajanlarıdır, MOSSAD’ın hazırladığı dosyalarla harekete geçildi, amaç Türkiye’yi karıştırmak ve zora sokmaktır..” falan filan.. Nasıl beğendiniz mi?
Birden, Erdoğan’ın “görev başında” yakaladığı ve “suç üstü” yaptığı adamlar, çevresindekiler vb Mossad ajanı diye “ilahlara kurban” ediliyor... Eh yani, “komutanlar”ı “biz yaptık” demiyeceklerine göre.. İleri cephede olanların telef olması savaşın gereğidir. İyi mi, şimdi bazı savcılar çıksın ve özel savcılık ve emniyette Mossad’ı arasın!
Zaten sahnedeki bir savcı “odama girdiler” diye şikayette bulunmuş. Geçenlerde bir yazımda “MİT’in soluğu enselerinde olabilir” diye yazmıştım.. Fotoğraftaki puzzle’ları yerli yerine oturtmaya başlayınca, MİT’in çok daha önce “durumu araştırmaya” başladığını görüyoruz.
Örneğin Star’da İbrahim Kiras olaya başka bir ayrıntı getirdi.. Silivri yargılamalarında artık arşı alaya yükselen hukuksuzluklar, keyfilikler vb karşısında; hele hele Başbakan’ın Başbuğ için “tutuksuz yargılanması” isteğine Hurşit Tolon’un da tutuklanmasıyla yanıt verilmesi karşısında; savcıların özel yetkilerine bir sınırlama girişimi hazırlığının yapıldığını belirtiyor ve soruyor: 
Belki de alınacak bu önlemlere engel olmak için o düğmeye (MİT’çilerin yakalanması) basılmıştır..”
***
 Cemaatçiler, şu MOSSAD işine fazla girmeseler iyi olur.. Lafını bile etmesinler.. Yoksa akla hemen “Erdoğan, İsrail’e karşı çıkarak iyi yapmıyor” tutumları geliyor.. Ortadoğu’da Gülen- İsrail- ABD ortak politikaları..
İktidar, bu işleri Mossad karıştırdı yutturmacasını alaya alıyor! Haklılar! Bütün cemaatçiler bir “görünmezlik perdesi” ardında.. Hiç biri “evet ben cemaattenim” demiyor. “Tanıdığım cemaatçiler böyle yapmaz, düşünmez..” havasındalar! Ne ayıp! Türkiye tarihi gizli örgütler tarihidir aynı zamanda! F. Gülenciler bu durumun değiştiğinin, artık bütün cemaatlerin ortalıkta dolaştığının farkında değiller mi?
Şu gizlilik, yarın başlarına iş açabilir, burası Türkiye kardeşim!
***
Başbakan’ın önceki günkü demecini kim nasıl vermiş baktım. Erdoğan’a yakın gazeteler ana manşetten ve “Seçilmişleri, atanmmışlara kul etmeyiz” ana vurguya bağlı kalarak vermişler (Yeni Şafak ve Star). Cemaate “yakın” Bugün ve Zaman ise, kapaklarında sol üst köşelerinde, Başbakanın en önemli sözlerini görmeyerek, “fitne ve fesada alet olmayız, kaos ve çatışma beklemesin” sözlerini vurgulamış!
Erdoğan, atanmış memurların (emniyet ve yargıdakiler) kendisi ve arkadaşlarını vesayetleri altına alamayacaklarını belirterek, olayı noktalıyor. Açık ve seçik.. Bazı köşelerde siyaset yazanların hâlâ “pek çok senaryo var, hangisine inansak acaba..” gibilerinden davranışlarına baktıkça... diyecek söz bulamıyorum..
Hele hele “uzman” birileri “Cemaat-AKP arasında çatışma yok” diye yazmıyorlar mı! İşgal ettikleri köşelere yazık, diyebilirim ancak..

Uslu’nun Analizleri Doğrudur!
Son bir noktaya değineyim: Dünkü Akşam gazetesinin manşeti “İşte MİT Krizinin Çıkış Noktası: 2014 Kavgası” idi. Acaba benimle mi konuştular da haberim yok diye baktım! Hayır, ben değilim, okuyalım:
Başbakan Erdoğan’ın yakın isimlerinden, araştırma şirketi ANAR’ın Genel Müdürü Dr.İbrahim Uslu’ya göre, ifade krizinin arkasında 2014 mücadelesi var. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Ak Parti dahil, siyasetin yeniden dizayn edileceği süreçte söz sahibi olmak isteyenler, bu saldırıları düzenliyor..”
Şenay Yıldız’ın röportajını okuyun ve Aralık 13’ünden beri “Üç Koltuk Boşalıyor” diyerek, krizden önce başlayan ve krizle birlikte süren analizlerimi anımsayın.
Ne yapsam acaba?
* İbrahim Beye teşekkür me etmeliyim, analizlerimi doğruladığı için..
* Ama benim İbrahim Beyin teşekkürüne ihtiyacım olmadığını düşünürsek, söyleşi içinde “Bursalı’nın da dediği gibi” bir cümle aramak en iyisi..
* O da yok.. O zaman, İbrahim bey doktora yapmış bir akademisyen. Kendisini intihalle (fikir hırsızlığı) suçlayabilirim..
Şaka Şaka.. Bunlar Türkiye için vakayi adiyedendir..
Şöyle diyeceğim: Sayın Uslu yaptığınız tahlillere katılıyorum... Sizi ilk yazımda “cite” edeceğim...
--21 Şubat 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

20 Şubat 2012 Pazartesi

Okşayarak Temizleme


Başbakan, “iktidar içi kırılma” ve yaşadığımız “büyük savaş”ta ağzını açmadı.. Tek kelime yok. Oysa biliyoruz ki, Başbakan her konuda günde beş posta da konuşur gerekirse. Konuşması “operasyonel” oldu. Dün yazdığım gibi, savcılık ve poliste özel yapılanmayı epey dağıttı.
Fehmi Koru dünkü yazısından, süreci başlatanların umduklarını bulamadıklarından ve sonuçta beklemediklerinin gerçekleşmiş olmasından bahsediyor. Erdoğan’ın operasyona kriz mantığıyla yaklaşıp siyaseten üste çıktığına ve aldığı tedbirlerin de arkasının geleceğine işaret ediyor.
Arkası üç nedenle gelmek zorunda.
***
Birincisi, Gülen (devlette, poliste, adalette, AKP’de ve hatta Bakanlar Kurulu’nda!) ulaştığı etkiye ve güce dayanarak, Erdoğan’ı “kuklalaştırma” ve tasfiye girişimini başlatmıştı. Erdoğan ki bütün iktidarı esas kurmuş adam... Herşeyi Gülen Beyefendiye (yoksa Hocefendi mi demeliydim!?) teslim mi edecekti?
İkincisi, 3 Koltuğun boşaldığı, Cumhurbaşkanlığı, Parti Başkanlığı ve Başbakanlığın yeniden doldurulacağı 2014 sürecine girdik.
Buna bir önemli “koltuk” daha eklemeliyim: AKP tüzüğü değiştirilmezse, 2015 seçimlerinde, 3 dönemini tamamlamış milletvekilleri Meclise giremeyecek (en az 100)! Burada kilit soru, kimler tasfiye olacak ve yenileri kimlerden, hangi kanatlardan oluşacak?
Bütün bu “dört temel iktidar alanı”nın yeniden yapılandırılması, oluşturulması, Erdoğan (ve diğer parti/ iktidar güçleri) için belirleyicidir. Bundan sonraki herşeyi anlamak için, bu nirengi noktalarını izleyeceğiz!!
Üçüncüsü, Erdoğan engelleri temizlemek, en azından, bu dört noktada iktidar güçlerininin iplerini elinde tutmalıdır.
Erdoğan’ın bugünkü karşı ataklarını bu çerçevede de yorumlamak zorundayız. Erdoğan, yanıbaşında başka iktidar gücü ile yaşayacak yapıda değil. Zaten, cemaatin de şikayet ettiği otoriter kişiliği de buna engel. Tek kişilik siyasi iktitar, paylaşılmazdır
***
Koru’ya katılıyorum, başka tedbirler de gelecek.
Örneğin, HSYK 1. Dairesi Başkanı İbrahim Okur’un söyledikleri ilginçtir. Okur’u üstelik iktidarın destekçisi Star konuşturuyor! Okur, özel yetkili mahkemeler yasasının 250. Maddesinin savcılara vekrdiği çok geniş yetkilerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtiyor ve “özgürlükçü” yorumu şart koşuyor. Üstüne üstlük, İçişlerine bağlı polis yerine, adli kolluk gücünün de oluşturulmasını istiyor. Şu sözler onun:
..yetkili savcılıklarda ve ağır ceza mahkemelerinde kişilerin lekelenmeme hakkı, ölçülülük ilkesi ve masumiyet karinesi gibi hususlarda yeterince özenli davranılmadığı, kamuoyunun büyük çoğunluğunca kabul edilmekte. Tutuklamanın bir tedbir olduğu asla unutulmamalı.. bu yetkilerin kullanılmasında keyfi sayılabilecek davranışlardan sakınılması, haklı ve doğru soruşturmaların bile doğruluğundan kuşku duyulmasına neden olacak yaklaşımlardan kaçınılması gerekmekte. Son birkaç yıldır kamuoyunun yakından takip ettiği davalarda zaman zaman karşılaşılan özensizlikler yargıya duyulan güveni olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sebeple de söz konusu yetkilerin gözden geçirilmesi ve daraltılmasının kişi hak ve özgürlükleri anlamında önemi tekrar karşımıza çıkmış bulunmakta..”
***
Bunları hep söylüyoruz! 13 Aralık 2011 tarihli “Üç Koltuk Boşalıyor- 3” başlıklı yazımda (bloğumda bakınız) şöyle yazmıştım:
  “..siyasi davalar üzerinde süren cemaat vesayeti, hukuksuzluğu ve zorbalığı, AKP’yi bunalttı! AKP bu yükü atmak istiyor.. Cemaatin sırtında yumurta küfesi yok.. Başbakan, taşıdığı küfedeki yumurtaların kırılmaya başladığı düşüncesinde.. AKP büyük bir baskı altında, hem dış hem iç..
“Subayları daha ne kadar, artık esarete dönen yargılamada içeride tutabilirsin? Gazetecileri daha ne kadar terör örgütü faaliyetleri şaklabanlığıyla içeride tutabilirsin?.. Seçilmiş milletvekillerini içeride tut... Daha ne kadar?! Cemaatin, “Daha ne kadar?” sorusuna yanıtı, sonuna kadar! “Anlıyoruz ki, siyasi davalar üzerinde süren cemaat vesayeti, hukuksuzluğu ve zorbalığı, AKPyi bunalttı! AKP bu yükü atmak istiyor..”
***
Nasıl mı? İktidarın dizginlerini (polis ve mahkeme dahil) tamamen ele alarak! Şimdi bu süreci yaşıyoruz. Bu ortamı da Cemaat yarattı! Erdoğan’ın milletvekili Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak’taki yazısında (Yasin Doğan), ortalığı yatıştırmak ve cemaatin başını okşamakla görevlendirildi!:
AK Parti ile Gülen cemaati arasında hiçbir zaman bir çatışma ve çekişme yaşanmamıştır (yalan para ile değil ya!) Başbakan Erdoğan'ı gönülden seven cemaat mensupları ile Hocaefendi'ye sevgi besleyen AK Partililer arasında bir çatışma ve çekişme olamaz, bunlar birbirinden ayrılamaz, çünkü bunlar aynı insanlardır.. Fitne ateşine odun atanlar, parti ve cemaati 'kaybet-kaybet' sarmalına sürüklemek istemekte.. bu işleri üreten akıl da nasıl bir tutulmaya uğradığını veya nasıl bir kriz ürettiğini görmelidir..”
İyi güzel de, Akdoğan, bu fitne fücurların kim olduklarını açıklamıyor!
Ben sağa sola bakıyorum da, F. Gülen ve adamlarından başkasını göremiyorum! 
Yoksa yanlış yere mi bakıyorum? Mesela H. Gülerce’nin, olayların sorumluluğunu atmak istediği İsrail’e mi bakmalıyım!
Bir halt yediler, bundan da İsrail’i sorumlu tutuyorlar!
Yok yok o kadar değil, satır aralarında hata yapmış olabileceklerini itiraf ediyorlar..
Demiştim ki, Cemaat iktidar siyaseti yaparak yükseldi, düşüşü de bu siyasetle olacak..
O günler çabuk geldi!
Cemaate kapılanmak isteyenlere duyurulur, madem zamanı kaçırdınız, şimdi ise acele etmeyin!
--20 Şubat 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet