SAYFALAR

6 Ocak 2012 Cuma

Uludere, Zulme Hayır.. Ortaklarda Kavga..


Öncelikle saydamlık... hata mı, saptırma-yanıltma mı.. bir dizi “inanç” ortalıkta dolaşıyor. İktidarın Uludere konusunda ülkeye en büyük hizmeti, olayı samimiyetle ortaya çıkartmak ve hiç bir bilgiyi ve ayrıntıyı saklamamaktır. Milletin öncelikle buna şiddetle ihtiyacı vardır.
Bu katliam, tartışma götürmez ve inandırıcı bir şekilde netleşmeli.
Bölgede süren “gerilla savaşı”nda, en büyük tehlike ve acı, sivillerin zarar görmesidir. Savaş varsa bu kayıpları önlemek çok zor. Siviller her yerde ne yazık ki “iki ateş” arasında telef oluyor.
Onlar da kaçakçıydı” gibi, katliamı mazur gösteren aptalca şeyler dolaşıyor ortalıkta.
Kaçakçılık, bir ticaret türü. Yüzyıllardır dünyanın her yanında sürer. Hele hele Güneydoğuda halka hayatını geçindirecek iş olanakları sağlayamayan bir devletin yapacağı tek şey, bu “sınır ticareti”ne göz yummasıdır. Nitekim büyük ölçüde göz de yumuluyor.
***
Peki, o yolun-geçidin esas olarak sınır ticareti olarak kullanıldığı doğru mu?
Eğer doğruysa, bu bilgi, verilecek kararın bin kez gözden geçirilmesini zorunlu kılar.. İktidar medyasında okuyoruz: kaçakçıların arasına tanınmış bir PKK lideri saklanmıştı, Türkiye’ye giriş yapıyordu... Bırakın bu palavraları! Öyle olduğunu kabul etsek bile, bir kişi için 35 kişinin katledilmesi emrini kim verdiyse suçludur!
İster genelkurmay başkanı olsun!
Bu savaşta dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sivillerin, bu bağlamda Kürtlerin, zarar görmesini önlemektir. Zulüm hiç bir zaman kabul edilemez. 1990’lı yıllarda Kürt halkı da PKK’nın uzantısı görülerek ağır zulme uğradı. Özel harekatçıların ve askerin o zamanki zulümlerinin faturasını milletçe ödedik ve ödemeyi sürdürüyoruz.
En büyük fatura, Türk-Kürt halkları arasında derinleşen psikolojik uçurumdur; PKK güçlendi ve Kürt siyasal hareketi, PKK’sı ve sivil siyasi hareketiyle birlikte, ülkede “devlet örgütlenmesi”ne bile gitmeye başladı!
KCK bunun ürünü.
Ana mesele: Halk zulüm görmemeli!
Haksızlık ve adaletsizlik yapılmamalı..
Türkler ve Kürtler arasında ayrımcılığı körükleyecek hiç bir eyleme yer verilmemeli!
***
Mesele, devletten yana tavır almak veya devlete karşı çıkmak değil.
Devlet ne yaparsa haklıdır, bu bir savaştır, suçsuzlar da yanar ne yapalım, tavrı hiç değil.
İnsanlığımız hiç bir koşulda kayıp vermemeli!
Geçmişte bu tutumun Kürt meselesini nerelere getirdiğini görmemek aptallıktır..
Dün televizyonlarda (ve bir kısım basında) tartışılan konu, AKP’nin devletleştiği idi! Neymiş? Silahlı Kuvvetlere sahip çıkmış! AKP artık bütün güçleri kontrol ediyor! Bir iktidarın “devletleşmesi”, devlet-parti özdeşleşmesi ile mümkün. Evet, AKP hiç bir iktidara nasip olmayan bir devletleşme yaşıyor.
Zaten başından beri politikası da buydu! Bakıyorum, AKP yanlılarından bazıları, özellikle cemaat gazeteleri yazarları, düne kadar teşvik ettikleri bu politikayı, şimdi “büyük buluş” yapmış gibi, AKP devletleşti diye teorileştiriyorlar!!! Neymiş? Erdoğan Askere sahip çıkmış!
Ordu AKP emrinde.. Büyük bir eşgüdüm içindeler. Bütün operasyonları siyasi-askeri karar mekanizmaları içinde yapıyorlar... Erdoğan’ın Ordu’ya sahip çıkması doğaldır.. Bir hata varsa ona da sahip çıkıyor!..
***
Ama cemaatçilerin başka bir derdi var: Bunu vesile ederek Orduyu yoketmeye devam!
Taa ki, imamları başkanlığında “yeni ordu” kuruncaya kadar!
Bunu yazıp duruyorlar zaten!
Erdoğan’ın Taraf’a ve o mahut yazarına çatması ise, cemaatin politikalarıyla AKP’nin politikalarının artık birbirine uyuşmamaya başlamasıdır!
Ortak hedeflerine ulaştılar, devleti ve kurumlarını denetimlerine aldılar, adamlarını yerleştirdiler; cemaat devam etmek istiyor, sonuna kadar gitmek istiyor...
Anlaşmazlık, “şimdi sırada ne var” noktasında patlak verdi!!
Cemaat daha fazla iktidar istiyor, daha fazla denetim istiyor, Erdoğan’ı da yönetmek istiyor!
Teşbihte hata olmaz, diyerek belirtelim, Cemaat Erdoğan’ı iktidarda “kuklalaştırma” politikasına geçti!.. Bu ise ayrı bir analiz...
---5 Ocak 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder